01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 OCAK 2014 SALI [email protected] 14 KÜLTÜR dokunmak Ankara Devlet Tiyatrosu’nun oyunu ‘Nehir’ 12 Eylül’ün açtığı kara deliğe kadın gözlükleriyle bakıyor “Nehir” Ankara Devlet Tiyatrosu’nda geçen dönemin sonunda sahnelenen tek perdelik, iki kişilik bir oyun. Vacide Öksüzcü’nün rejisiyle oluşturulan çalışmada, yazar olarak 2013 Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali Emek Ödülü’nün sahibi Gülşen Karakadıoğlu’nun imzası var. Oyun yazarlığı, Karakadıoğlu’nun tiyatro alanında harcadığı enerjinin uzantılarından biridir. DTCF Tiyatro Bölümü’nde edindiği donanımı Ankara Deneme Sahnesi’ndeki deneyimiyle buluşturan Karakadıoğlu, ilerleyen yıllar içinde, DT başdramaturgluğundan Ankara Sanat Tiyatrosu’na, Berlin’deki ‘Tiyatrom’ oluşumundan DT’de Basın ve Halkla İlişkiler Sorumluluğu’na, Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı’ndan gazete yazarlığına ve tiyatro eleştirmenliğine, Akademi İstanbul, Müjdat Gezen Konservatuvarı, Sadri Alışık Sanat Akademisi gibi özel tiyatro okullarında eğiticiliğe, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nde başkanlıktan TV yazar ve programcılığına, tiyatroya ilişkin jüri üyeliklerine uzanan çetin yollardan geçmiş. Bu çeşitlilik oyun yazarlığına daha çok odaklanmasını engellemiş olmalı. ‘Nehir’, üç katmanda değerlendirilebilecek bir oyun. Oda Tiyatrosu’nda sahnelenmiş olmakla birlikte, her türlü sahnede yer alabilecek, turne kolaylığı da içeren bir oyun. İlk katmanda 1980’ler Türkiyesi’ni yıllarca karanlığa boğan korku ve kuşku ortamı yer alıyor. Gözaltında bulunduğu dönemde gördüğü hakaret ve işkence sonucunda ruhsal ve bedensel açıdan ağır yaralar almış olan genç kadın (Nehir), sığınak bellediği bir evde, yeniden ele geçme korkusuyla sonu gelmeyen bir kuşku sürecinde yaşamaktadır. Yönetmen insanca İnsana Aydın Gün Ödülü Cansın Kara’nın Kültür Servisi İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın geleceğin sanatçılarının yetişmesine katkıda bulunmak amacıyla 40. yılında başlattığı ve her yıl klasik müzik alanında gelecek vaat eden bir genç müzisyene verilen Aydın Gün Teşvik Ödülü’nün bu yılki sahibi viyolonsel sanatçısı Cansın Kaya oldu. Cansın Kara, 41. İstanbul Müzik Festivali’nin “Festival Genç Solistini Arıyor” projesi kapsamında ülke çapında seçmelere katılan genç viyolonselciler arasından jürinin tercihi olmuş ve Haziran 2013’te festivalde bir konser de vermişti. Kara’ya 15 bin TL değerindeki ödülü, İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı sundu. Eczacıbaşı, “İstanbul ve Ankara operalarının kurucuları arasında yer alan Aydın Gün, 1974 yılından 1993 yılına kadar İKSV’nin genel müdürlüğünü üstlenerek vakfın gelişimine son derece önemli katkılarda bulunmuş, İstanbul bienalinin ilk yılları sayılan ‘Çağdaş Sanat Sergileri’ni başlatmış, Uluslararası Leyla Gencer Şan Yarışması’nın da kurucuları arasında yer almıştı. Biz, İKSV olarak, Aydın Gün’e olan teşekkürümüzü, geleceğin sanatçılarının yetişmesine, genç yeteneklerin kendilerini geliştirmesine katkıda bulunarak ifade etmek istedik” dedi. 2. Aydın Gün Teşvik Ödülü’nün sahibi genç viyolonselci Cansın Kara ise “Aydın Gün gibi bir sanat insanımızın anısına adanmış, 2013 İKSV Aydın Gün Teşvik Ödülü’ne değer görülmeme çok sevindim ve onur duydum. Yurtiçi ve yurtdışından başka ödüllerim de var, ancak bu ödülün kapsamı, eğitimim süresince ülkemden aldığım ilk kurumsal destek olması anlamını da taşıyor benim için. Teşekkür ederim” diyerek duygularını dile getirdi. Ödülün seçici kurulu, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner başkanlığında, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü şef Rengim Gökmen, Devlet Opera ve Balesi Başrejisörü ve İKSV Yönetim Kurulu üyesi Yekta Kara, keman sanatçısı Cihat Aşkın, Borusan Kültür Sanat Genel Müdürü Ahmet Erenli ile İstanbul Müzik Festivali Direktörü Yeşim Gürer Oymak’tan oluşuyor. Aydın Gün Teşvik Ödülü’nün ilki, geçen yıl genç keman sanatçısı Hande Küden’e verilmişti. İKSV’nin teşvik ödülü bu yıl genç bir viyolonselciye verildi u ‘Nehir’, üç katmanda değerlendirilebilecek bir oyun. İlk katmanda 1980’ler Türkiyesi’ni yıllarca karanlığa boğan korku ve kuşku ortamı yer alıyor. İkinci katmanda ise Nehir’in düşlerinin ve isteklerinin yöneldiği gizemli bir erkeğin varlığı eksendedir. Bizim sahnede izlediğimiz üçüncü katman, birbirinden çok farklı bu iki yalnız kadının, dış koşullar değişmese de, zaman içinde birbirini tanıyacağı, birbirine el uzatacağı, dahası, birbirine sahip çıkacağıdır. Oyunun iyimserliğe dönen yüzü buradadır. Öksüzcü’nün oyundaki sürekli karabasan atmosferi için seçtiği gerilim çizgisinin baskın göstergeleri yarı karanlık ortam (ışık tasarımı Osman Uzgören), çevrede dolaştığı varsayılan gölgeler, tanılaması zor sesler, sessizlik bu katmanda yer almaktadır. Devletin ‘erk’i bireyi çizmeleri altında çiğnemektedir. İkinci katmanda ise Nehir’in düşlerinin ve isteklerinin yöneldiği gizemli bir erkeğin varlığı eksendedir. Darbe günlerini daha da toza dumana bulayan bir aşk yaşanmıştır besbelli. Nehir’in yaşadığı karabasana, o her an haber beklenen, çaresizliğin çaresiymiş gibi bel bağlanmış erkek figürünün oluşturduğu gerilim eklenir. İşte bu aşamada içeri ikinci kadın girer. Nehir’den daha yaşlı, ama Nehir’in tersine bakımlı, soğukkanlı ve denetimli bir kadındır. Bundan böyle ev arkadaşı olacaklardır. Belli ki ayrı dünyaların insanlarıdır. Aralarındaki farklılık yeni bir gerilim öğesi oluştururken, anlatacak öyküsü olan bir kadına aynı konumdaki yeni bir kadın eklenir. Yönetmen Öksüzcü, sanıyorum yazarın da onayıyla, her iki kadının özel yaşamının ayrıntılarını geri düzlemde bırakmıştır. Tek bilinen, erkeğin ‘erk’inin ‘kadın’ı ayaklar altına almış olmasıdır. Eksendeki erkek Korku ortamında varoluş Eve yeni gelen kadın, Nehir’i göz hapsine almış bir ihbarcı mıdır? Nehir’in yolunu gözlediği erkeğin ihanete uğramış kıskanç eşi midir? Yoksa kendi karabasanlarından kurtulmaya çalışan bir başka kadın mıdır yalnızca? Ya da bunların hepsi midir? Bizim sahnede izlediğimiz üçüncü katman, birbirinden çok farklı bu iki yalnız kadının, dış koşullar değişmese de, zaman içinde birbirini tanıyacağı, birbirine el uzatacağı, dahası, birbirine sahip çıkacağıdır. Devletin bireyde, erkeğin kadında açtığı yaraların, insanca bir dokunuşla onarılmasıdır söz konusu olan. Oyunun iyimserliğe dönen yüzü buradadır. Ne ki gerçek dünyada yaşanan karabasan oyun ötesinde de sürmektedir. Metnin odak noktalarını belirli kılan bir dramaturji (Füruzan Tercan Vahide Öksüzcü) çalışmasıyla, seyircinin algısını doğru biçimde yönlendiren, dekor (Seyhan Kırca) ve giysi (Sevgi Türkay) tasarımlarının aynı doğrultuda katkıda bulunmasıyla, Özlem Gür (Nehir) ve İclal Seper’in (İkinci Kadın), farklı biçimde soluk alıp verdiklerini söz ve tonlama yoluyla, farklı kuşakların kadınları olduklarını da mimik, jest ve hareketleriyle yansıttığı özenli oyunculukla, tiyatro tadı veren bir seyirlik çıkartılmış karşınıza. ‘Lizbon’un Sesi’ Amalia Rodriguez’in, Şilili efsane müzik topluluğu Intı Illimani ve yoksullar için müzik yapan Şilili sanatçı Victor Jara’nın şarkıları da çabası… İzlenmeli! Yaralara değen kadın eli n Kültür Servisi Küba Devrimi’nin sembol isimlerinden şair Jose Marti’nin (18531895) tek romanı “Talihsiz Dostluk” Aylak Adam Yayınları tarafından basıldı. Yayınevince “şiirle dokunmuş bir roman” olarak tanımlanan eseri İspanyolca aslından Ceren Hasançebi çevirdi. Jose Marti, 42 yıllık kısa yaşamında siyasetçi, ozan, gazeteci, edebiyat profesörü kimlikleriyle tanınmış, devrim sürecinde Küba’nın bağımsızlığı için mücadele etmişti. Jose Marti’nin romanı Türkçede ‘Sanat sen çok yaşa...’ ‘Yarasa’ opereti 25 yıl aradan sonra değişik bir final sahnesiyle Ankara’da İlk kez Avrupa’da 1800’lü yıllarda sahneye taşınan eser, Ankara’da ise ilk kez 1980’li ANKARA Ankara Devlet Opera ve Bayıllarda izleyici ile buluşmuş. Daha sonra da lesi (ADOB), 2014’te izleyicileri 25 yıl araAntalya ve Mersin’de sahnelenmiş. Atak, esedan sonra ilk kez sahnerin kalabalık bir kadroya sahip olye taşınan “Yarasa” opeduğuna dikkat çekiyor. Kendisi, kau ADOB’de reti ile selamlıyor. Operet, labalık kadrolu eserleri sahneye tahem tiyatroyu, hem operaşımaktan da hayli mutlu. sahnelenen esere yı, hem de baleyi bir araya Eseri sahneye taşıması için DOB yönetmen Murat getiren bir eser olması neGenel Müdürü Rengim Gökmen Atak farklı bir final deniyle de ilgi görüyor. ve ADOB Müdürü Aykut Çınar’ın Ancak eserin en dikkat çekendisine teklifte bulunduğunu disahnesi yazdı. Atak, ken yönü final sahnesi. Figetiren Atak, esere ilişkin şunlainsanların çokseslilikle le nalde, sözlerini eserin rejirı söylüyor: senfonik bir düşünce sörü Murat Atak’ın yazdığı “Eseri dünya operalarından bi“Yaşa sen sanat, çok yaşa” liyordum, ancak sahnelemesinin yaratabildiği adlı eser seslendiriliyor. bu kadar zor olduğunu bilmiyorkanısında. ‘Final Atak, “Demokratik ülkedum. Çünkü bu eserin içinde çok sahnesini buradan lerde çoksesli müziğin inciddi bir şekilde tiyatro var. Teyola çıkarak yazdım’ sanları nasıl eğittiğini biliatral metinler var. Bu metinleryorum. İnsanların çoksesde Ankara Devlet Tiyatrosu’nun diyor. lilikle senfonik bir düşünce değerli dramaturglarından Eren yaratabildiğini düşünüyoAysan ile birlikte çalıştık. Baştan rum. Bunun için de sanatların çok yaşama aşağı düzenledik. Opera’dan benim yarsı gerektiğine inanıyorum. O sözleri buradımcılığımı yapan Mehmet Yılmaz ile birdan yola çıkarak yazdım” diyor. likte de eseri sıfırdan ele aldık. “Yarasa” eğlenceli bir eser. Yönetmen Tabii ki eserin orkestra şefliğini RenAtak da “Ankaralıların bu eseri izlerken gim Gökmen’in yapması, bizim için büyük çok eğleneceğinin garantisini veriyor.” bir avantaj oldu. Onunla birlikte bütün SELDA GÜNEYSU müzikleri gözden geçirdik. Danslar, valsler... Çok ciddi bir koreografik çalışma gerektiriyordu. Aynı zamanda yine Johann Strauss’a ait ‘Mavi Tuna’ valsini de esere ekledik. ADOB’nin dansçıları dans ediyor ‘Mavi Tuna’ valsinde.” Atak, eserin en dikkat çeken bölümü olan final sahnesindeki eserin sözlerini de kendisinin yazdığını belirtiyor; “Finali değiştirdik. Oyunun içinde bir parti vardı, o parti yerine ‘Opus 214’ü aldık ve onun sözlerini ben yazdım. Tam da dönemi olduğunu düşünüyorum. ‘Yaşa sen, yaşa sanat’ diye bir söz yazdım ona” diyor. Atak, finaldeki sözlerin “Yaşa sen yaşa sen, operet çok yaşa/Yaşa sen yaşa sen, sanat çok yaşa/Oyun içinde oyundur bu/ Hayal içinde gerçektir bu/Gerçek içinde yalandır bu/İnanma sen buna, operettir bu/Oyuncuyla, yönetmenle, dekorla, kostümlerle, ışıklarla, makyajlarla/ Hepsi kurmaca/Orkestra, Opera ve Bale/Siz muhteşem seyirciyle/Yaşa sen yaşa sen tiyatro, çok yaşa/Yaşa sen yaşa sen orkestra, çok yaşa/Yaşa sen yaşa sen bale, çok yaşa/Yaşa sen yaşa sen opera, çok yaşa...”dan oluştuğunu anlatıyor. SİNEMA YAZARI ATİLLÂ DORSAY’DAN YENİ KİTAP ‘Tam da dönemi...’ ‘Emek Yoksa Ben de Yokum’ Kültür Servisi Sinema yazarı Atillâ Dorsay, Emek Sineması üzerine yazılarını “Emek Yoksa Ben de Yokum” isimli kitapta derledi. Kırmızı Kedi Yayınları’nca basılan kitap “Bir Kültür Semtinin Çöküşü” alt başlığını taşıyor. Öncesinde İstanbul’un genel gidişi üzerine Remzi Kitapevi’nden “Quo Vadis İstanbul İstanbul, Nereye?” adlı kitabı yayımlanan Dorsay, “Emek Yoksa Ben de Yokum” kitabında, son yıllarda Beyoğlu’nun bir kültür semti olmaktan çıkışını ve “uzun zamandır planlandığını” belirttiği “Emek cinayeti”ni anlatıyor. Kadir Topbaş ve Ahmet Misbah Demircan portresi, Emek için Başbakan Tayyip Erdoğan’a yazılmış özel bir mektup, Emek Sineması mimarı üzerine bilgiler ve salonla ilişkili birçok anıyla resimlerin de bulunduğu eser, Dorsay’ın deyimiyle onun “50 bilmem kaçıncı” kitabı. Atillâ Dorsay, geçen nisan ayında Emek Sineması’nın yıkımı üzerine Sabah gazetesindeki yazılarına son vermişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle