14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 EYLÜL 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Usta Televizyonda açıkladı “usta” Teyyüp; AKP’yi kurmayı ve “çözüm” dediği şeyi, cezaevinde yatarken PKK’lilerle yaptığı muhabbet sonrası kararlaştırmış. Derin muhabbet o gün bugündür sürüyor. Eski Genelkurmay Başkanı “terörist” diye içeride. Dışarıda MİT “usta”nın talimatıyla PKK ile pazarlık yapıyor. Bölgede yeni bir devlet kurulması için de konferans üzerine konferans düzenleniyor... Bir değini geldi okurumuz Erdal Uç’tan. Hazır konu açılmışken paylaşalım: “Ülkenin başına bir şeyler gelirse, halk ustaya sorar sonra: Usta, ne diyorsun bu hususta?” ARADA BİR HİKMET ALTINKAYNAK İntikam Otoriter baba baskısı, aşılamamış eziklik, yoksunluk, doymamışlık duygusu; sınıf atlama özlemi, dogmalarla pekiştirilmiş birikimsizlik, büyük kentte yaşayıp kentli olamama, yaşanan çağ ve çevre ile uyum sağlayamama, itilmişlik algısına bulanmış öfke ve kin... Böyle biri eline yetki alırsa, bağırır: “Şu seçkinler yok mu, seçkinler...” “Seçkinler” dediği, tüm bastırılmışlıklarından sorumlu tuttuğu değerler, insanlar, kurumlardır. Yok edilmelidir onlar... Tutamazsınız onu, intikam alır geçmişinden... Hastalık Kırşehir Alınabilir CHP’nin Kırşehir’de hiçbir ilçesinde belediye başkanı yok. 20 beldenin yalnızca 6’sında başkanlar CHP’li. AKP, çıkardığı son yasa ile o beldeleri de kapadı. Oysa, geçmişe dayanan sağlam kültürü ile Kırşehir, solda gizilgücünü hep korumuş bir toplum yapısına da sahip. Kırşehir’den belediye başkan aday adayı olan eski Eğitim Sen Başkanı Yıldırım Kaya, yıllardır parçalanmışlıklar yüzünden yitirilen seçimlerin bu kez kazanılabileceği kanısında. Kaya’ya göre, güçlü bir aday, doğru örgütlenme ve disiplinli bir çalışma ile Kırşehir merkez başta olmak üzere; Kaman, Boztepe, Akpınar ve Çiçekdağı ilçelerinde belediye başkanlıkları alınabilir. Yıldırım Kaya, bozkırda sosyal demokrasinin gülünün yeniden açabileceğini kanıtlamak istiyor. Olanak tanınırsa... Yeşilin hastasıymış ya, doğa dostu Yücel Çağlar, önüne reçeteyi dayıyor: “AKP döneminde, Orman Kanunu’ndan Mera Kanunu’na, Toprak Koruma Kanunu’ndan Maden Kanunu’na, Turizmi Teşvik Kanunu’ndan ÇED ve ağaçlandırma yönetmeliklerine kadar birçok değişiklik yapıldı. Başta orman ekosis temleri olmak üzere akla gelen tüm yeşil alanlar yerleşmeye; madenciliğe, turizme, spor tesisi, üniversite yerleşkesi, altyapı vb. yatırımcılarına tahsis edildi. Örneğin; 20032011 döneminde 15 bin maden işletmesine 43.7 hektar (437 milyon metrekare) orman bırakıldı. 2011 yılı sonuna değin 17.4 bin turizmciye 3 bin 129 hektar ormanın çoğunluğu da AKP döneminde tahsis edildi. Özel kişi ve kuruluşlara; badem, ceviz, kestane, adaçayı vb. tarım yapmaları için ‘bozuk’ sayılan yaklaşık 100 bin hektar ‘devlet ormanı’ arazi ayrıldı. ‘Devlet ormanı’ sayılan araziler yol geçen hanına döndü.” Veriler, ortada bir hastalık olduğunu gösteriyor gerçekten. Seyit onbaşı Yalnız Değildi… Zafer Bayramı nedeniyle Koca Seyit Onbaşı (18891939) yine gündeme geldi, taşıdığı top mermisinin kaç kilo olduğu, mermiyi sırtında mı yoksa kucağında mı taşıdığı, yalnız olup olmadığı tartışıldı. Sonunda merminin 215 okka ya da 276 kilo olduğu, kucağında değil sırtında taşıdığı karara bağlandı. Karar yüzde yüz kesindi ki, Koca Seyit Onbaşı’nın Eceabat’taki mermiyi kucağında gösteren heykeli söküldü, yerine sırtta taşınanı dikildi. Karara bağlanmayan tek nokta kaldı, o da Seyit Onbaşı’nın yanındakinin kim olduğu... Çanakkale Savaşı’nın yönünü, Türkiye’nin alın yazısını İngilizlerin Ocean adlı savaş gemisini batırarak değiştiren Koca Seyit, attığı o mermiyi sırtına nasıl almıştı? İşte bu noktada onun yalnız olmadığı ortaya çıktı. Çünkü bu mermiyi taşımak kadar bunu sırta almak da kolay iş değildi. Bunu Mecidiye Bataryası’ndan sağ kalan ikinci askerle yaptı. İkinci asker, onun gibi yiğit, güçlü Niğdeli Ali’den başkası değildi. Sonradan çektirilen hatıra fotoğrafında Koca Seyit’in biraz arkasında duran oydu, Niğdeli Ali... Bugüne kadar adı geçse de unutulan bu yiğit asker, TC Niğde Valiliği, Niğde İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün resmi web sitesinde Milli Mücadele’de Niğde başlıklı dosyada anlatılıyor. Niğde Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Salih Özkan’ın Gelişim Dergisi’nde (6. Sayı) yazdığı makaleyi kaynak göstererek yapılan alıntılamada alıntının yazımına dokunmuyorum H.A. aynen şöyle deniyor: “… topun başına geldiklerinde mermi vincinin tahrip olduğunu gördüler. Bu durumda çözüm üretmeye çalışan Seyyid Çavuş, Niğdeli Ali’den mermiyi sırtına yerleştirmesini istedi. ‘Ya Allah!’ nidasıyla 273 kiloluk top mermisini sırtına alan Seyyid Çavuş, mermiyi topa koyup, besmele ile topu ateşledi. Bu hareketi üç kez tekrarladılar. Üçüncü mermi ile Irresistible’i kurtarmak için gelen İtilaf ordusunun son umudu olan, Ocean adlı gemiyi de Boğaz’ın sularına gömdüler.” Yıllar sonra Seyit Onbaşı’yla Cumhuriyet gazetesinden Gıyas Tekin, 1936 yılında bir röportaj yaptı. Yrd. Doç. Dr. Mithat Atabay’a göre, Koca Seyit Onbaşı şöyle konuşmuştu: “Kilitbahir Mecidiyesi’ndeki uzun 24’lüklerin üçüncü topunda idim. Bir kere mermiyi kucaklayacak oldum, yağlı olduğundan elimden kaydı. Elimi biraz topraklayarak bir dizimi yere koydum ve mermiyi sırtladım. Merdivenleri ilk defa nasıl çıktığımı hatırlamıyorum.” Konuyu bir de subay kökenli yazarımız Aziz Nesin’in Bu Yurdu Bize Verenler (1. Basım 1975) adlı öykü kitabındaki aynı adı taşıyan öyküsünden öğrenelim. Burada da Koca Seyit’in Niğdeli Ali ile birlikte başarısı ayrıntılı olarak anlatılır. Aralarında şöyle bir konuşma da geçer: “Yerdeki merminin yanına varan Koca Seyit, arkadaşına, Koş Ali, bana yardım et! Diye bağırdı. Böyle der demez Seyit davrandı, 276 kiloluk mermiyi yerden kaldırmaya çalışıyordu. Niğdeli Ali koştu, mermiyi tuttu. Koca Seyit, olayı şöyle anlatmıştı: “Mermiyi tutup sırtıma alayım dedim. Ama üzeri yağlı olduğundan mermi elimden kaydı. Bu kez ellerimi toprağa sürdüm. Ya Allah, deyip dayandım. Ali’nin kucaklayıp diktiği mermiyi eğilip arkama yüklendim. Sırtladığım mermiyle yavaş yavaş doğruldum. Şöyle bir dengelenip ayağımı merdivenin ilk basamağına attım. Niğdeli Ali: Ha Seyit ha!... diye bağırarak bana çaba veriyordu.” (s.14) Kısaca Koca Seyit, bu öyküde de Niğdeli Ali’nin yardımıyla bunu yaptığını anlattı. Zaferden sonra birliğin komutanı Cevat Paşa onu “onbaşılığa” yükseltti. Fotoğraf çekimi için mermiyi yeniden taşımasını istedi. Çok zorlandı, yapamadı. Bunun üzerine tıpkı o mermi biçiminde odundan mermi yapıldı. Koca Seyit bu mermiyi sırtına aldı. Arkadaşı Niğdeli Ali ile birlikte o tarihi fotoğraf çekildi. Olayı duyan On Dokuzuncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal onu çağırttı, tebrik etti, ilgilendi; yıllar sonra memleketi Havran’dan geçerken Koca Seyit’in köyüne uğradı, konuştu, övgülere boğdu. Koca Seyit Onbaşı’nın bugün adını taşıyan cadde, park, heykel, köy, okullar vardır. Her yıl unutulmadan anılmaktadır. Çünkü bunu fazlasıyla hak etmiştir. Ama Niğdeli Ali, ne yazık ki unutuldu gitti. Büyük Zafer’i, Dünya Barış Günü’nü kutladığımız bugünlerde, “bu yurdu bize verenlere”, bu yurdun bir ağacını bile koruyanlara bin teşekkürle herkese anımsatmak istedim… Selam olsun bu yurdu ve barışı koruyanlara! Bin selam… Programa bakmak gerek Anayasa Yazım Komisyonu’nda, BDP’nin “iki dilli eğitim” önerisine sıcak bakan CHP’li Rıza Türmen’e bir anımsatma: CHP’nin anayasası sayılan parti programı, “her etnik kökenden yurttaşın kendi anadilini özgürce kullanabilmesine, özel dershaneler ve kurslar gibi kurumlar kurarak anadillerini özgürce öğrenebilmelerine ve öğretebilmelerine olanak tanımayı” demokrasi anlayışının gereği sayıyor. Rıza Türmen, hiç kuşkusuz; “anadilinde eğitim” ile “anadilinde öğretim” arasındaki ayırımın ne olduğunu çok iyi bilir! Yükselişteki isim Dalgalanmalara ve tartışmalara yol açan adli yıl açılış töreni konuşmasından sonra epey kişiden duyduk: “Artık Metin Feyzioğlu siyaseten bir yere gelmeli.” Düşünülen yer, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun parti meclisi üyesi olduğu CHP’nin liderliği... Hukukçu Halil Sevinç, Balyoz ve Er genekon davalarının dosyalarının milyon sayfayı geçtiğine vurgu yapıp diyor ki: “Bu kadar belge, bilgi içeren dosyalarda gerçek hukuki inceleme yapılarak maddi gerçeğe ulaşılabilir mi? Hiç düşündünüz mü? Tüm mesainizi sadece sayı saymaya ayırsanız, bir yılda kaça kadar sayabilirsiniz? Saniyede bir sayı söylersiniz ki bu saatte üç bin altı yüz demektir. Sekiz saatlik mesaide ancak yirmi sekiz bin sekiz yüze ulaşırsınız. Dava dosyalarını inceleyen sayın yargıçlar Maddi imkânsızlık sayfa saymayacak, okuyacak. Bir sayfayı okumak için en az on dakika harcayacak. Dosya bir milyon sayfa olsa sadece sayfa sayısını saymak için otuz dört gün, her sayfayı on dakika okumak için için yirmi bin sekiz yüz otuz üç gün yani yetmiş dokuz yıl gerekir. Buna hukukta maddi imkânsızlık denir. Maddi imkânsızlık ortadayken suçun oluşup oluşmamasındaki hukuki imkânsızlığı tartışmaksızın, milyon sayfayı aşan dosyaların yeterince incelenerek ister alt derece, ister üst derece mahkemelerde adil bir karara ulaşılıp ulaşılamayacağına siz karar verin.” GÖRÜŞ GÜRoL SÖZEN KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Rengimizin Rengi Bizans çağı: İmparator Justinianos dönemi. Ayasofya’nın önündeki Hipodrom’da, yani Sultanahmet Meydanı’nda araba yarışları var. Maviler ve yeşiller arasındaki 50 bin kişinin izlediği yarışlar siyasal bir yapıya ve birden Nika Ayaklanması’na dönüşüverdi ve tarihçilere göre 30 bin kişi öldürüldü. Oysa doğanın tüm renkleri ve onların türevleri barışçıldır. Öyle olmasaydı baharı coşkuyla kutlar mıydı ağaçlar, sular ve kuşlar. Günümüzde diğer sanatçılar gibi ressamların, renk tutkunlarının, renkli giyinip kuşananların da işi zorlaşıyor artık!.. “Mukayyet” olalım! Her an gökkuşağına da birileri musallat olabilir! Düşünün, İstanbul’un ortasında, Arnavutköy’ün beton merdivenlerini renklendirenlerin karşısında “griler” var artık. Neredeyse renkler savaşı çıkacak: Gökkuşağı ve griler arasında! Alınganlık olmasın, gri ara yerde oluşmuştur. Biraz onun bunun çocuğudur. Kırmadır ama yerinde kullanılırsa bir resme tat da verebilir. Maviyle, morla, nefti ile kimlikli bir renge dönüşebilir. Üzmeyelim kendimizi; Arnavutköy’de, Beyoğlu’nda ve birçok yerde betona tutkuyla bağlananların sorunudur bu; doğanın değil. Bir zamanlar, yılda 2530 ton pembe ve kokulu çilek yetiştiren güzelim kıyı semti Arnavutköy ise tarihsel derinliği, öyküsü, şiiri, ahşap mimarisi, sokakları, iskelesi, okulları, pazarı, nalburu, meyhanesi, kilisesi, camisi, galerileri ve yaşayanları ile (işin ucunu kaçıran manav ve parkçıları hariç) Boğaziçi’nin kent merkezine en yakın bir İstanbul kimliğidir. Biraz da bu açıdan bakalım. Sokak adlarına göz atmak bile yeter: Dolaplıkuyu, Eğlence, Üvez, Sulubahçe, Mumhane, Sebzeci Bayram, Karakavak, Beyazgül, Körkedi sokağı yalnızca birkaçı... Sevgili dost Cahit Kayra “İstanbul’un Yokuş ve Merdivenleri” kitabını boşuna yazmadı. Hiciv bir renktir... Hem de rengârenk. Ama gülümsemesini bilenler için; sırıtanlar için değil. “Yapsat; kimi ve neyi bulursan”ların (grimiz kusura bakmasın) eli palalı beton rengidir gri. Hayatın kendisi bir renk cümbüşüdür; yeşeren ve çiçeklenen hayatın düşmanı değilseniz eğer. Özgürlük ve barış bir renktir. Her mevsim yenilenen doğa gibi. Kendinizle bile barışık değilseniz; yok yok, griyi bu denli harcamayalım! Kimin, neyin küçük çocuğu olursa olsun; önüne bir boya kutusu ile kâğıt koyun. Rengârenk boyar her bir yanı. Tabii ki karışmazsanız. Onun yüreğini öldürmezseniz... Simgeleşen Gezi’nin yaratıcıları da hiciv sanatını boyutlandırdıkları gibi “bakıp da göremeyenler için”, doğayı kutsayıp betonu renklendiriyorlarsa, bizim de elimize fırçayı alıp hayatı renklendirmemiz gerekir. Hele nereye sıçrayacağı belli olmayan bu yangında. Özdemir Asaf’ın, o çılgın kimliği ile yazdığı, “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler” şiirinin üzerinden epey sular geçti. Siyah bile kirlenmiş olsa da Pandora’nın sandığından rengârenk çeyizler çıkmaya başladı artık... HARBİ SEMİH POROY BULMACA UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1/ Yanlış ve çap 1 raşık düşünce. 2/ Kaşındırıcı bir de 2 ri hastalığı... Yas 3 sı ve dar biçim 4 li metal parça. 3/ Divan edebiyatın 5 da meyhaneye ve 6 rilen ad. 4/ Soğurma, emme... Ek 7 vator bölgelerinde 8 yetişen bir meyve 9 ağacı. 5/ Bir deniz yolculuğunda ge1 2 3 4 5 6 7 8 9 minin ya da yükünün gördüğü zarar... İrid 1 E K O T U R İ Z M yum elementinin sim 2 D O R U U R L A gesi. 6/ Türkiye’nin de 3 A R İ V A S OM üyesi olduğu bir örgüt... 4 B A N U T A Büyük ve sert taş küt 5 A D İ L L A İ K lesi. 7/ Argoda, marka U L U S düşkünü züppe kimse 6 H E lere verilen ad... Eşi ol 7 E L A İ B E K S mayan, biricik. 8/ Türk 8 N İ V O A L O E gölge oyununda karade 9 K L İ M A T İ Z M rili halayık ya da cariye. 9/ Vücutta biriken ve idrarla dışarı atılan azotlu bileşik... Halk edebiyatına özgü, sekizli hece ölçüsüyle yazılan bir şiir türü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Lüks yolcu vagonu... Türkçede olmayan bir harfin okunuşu. 2/ Bir zaman birimi... James Cameron’un bilimkurgu türündeki ünlü filmi. 3/ Bir izin belgesi gerektiği durumlarda iznin verilmesi nedeniyle alınan para. 4/ Üye... Yaprakları salata gibi yenen kokulu bir bitki. 5/ Demiryolu... Soyaçekim. 6/ Yararlanılan uygun koşul... Bir cetvel türü. 7/ Bir gömleğin göğüs kısmına büzgülü olarak iliştirilen dantel süsleme... “Aysberg” de denilen, lahana görünümlü bir tür marul. 8/ Dinsel inancın akla değil duyguya bağlı olduğunu öne süren öğreti. 9/ Hiçbir heyecan ya da zihin etkisiyle uyarılamayan ruh dinginliği. 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle