14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 EYLÜL 2013 CUMARTESİ 2 karşıya almadan ve hatta onlarla iyi ilişkiler kurma kapısını da açık bırakarak onların o koşullarda bile olabildiğince tutucu kalmalarını sağlamak ve bu sinsi ikiyüzlülüğü ara sıra insancıl sözler ve tavırlarla süslemek. Zaten, “Laik düşüncedekilerin Türkiye için hiçbir hayrı olduğuna inanmıyoruz” rezervi, neredeyse tam da bu sözcüklerle diplomat raporunun bir yerine pervasızca konmuş da. zaman şu düşünce bizi anlar gibi davranan ve bize yakın görünen sinsi sömürgecilerin laikliğe tutunmamızı hayırlı bulmayışları bizim de, tam tersine, laikliğe tam ve kuşkusuz inançla sarılmamızı gerektirmez mi? Elbet, olur olmaz güvensizlik ve sürekli kuşkuculuk pek imrenilecek ve benimsenecek nitelikler olmadıkları için, sonuçta insanı huzursuz edecekleri için öyle hastalıklı tutumlardan uzak durulmalıdır, ama ulusal çıkarların çatışma alanı olan dış ilişkilerde söylenenleri hep kendi ulusal çıkarlarımızın süzgecinden geçirmekte yarar vardır. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İstanbul Olimpiyatları Hayal Oldu! Daha da önemlisi, ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesiyle, içte insan haklarına dayalı gerçek demokrasi, kardeşlik ve özgürlük ortamının yaratılması, dışta ise komşu ülkelerle dostça, barışçı ilişkiler kurulması öncelik taşıyor. Laik Zafer ANKARA’da görevli İngiliz diplomatların merkeze yolladıkları 1924 yılına ilişkin raporda Mustafa Kemal’in kazandığı savaşa bu ad veriliyor. Çünkü, bir yıl önce şehitlerin kanlarıyla kurulan Cumhuriyet, saltanat kalıntılarının kaçışından sonra halifeliği lağvetmiş, İngiliz’in “bir zamanlar camilere bağlı faaliyet gösteren dini okullar” dediği “medreseleri” feshetmiştir. Rapor, çok dikkatle yazılmış bir üslupla, aslında bu tarz davranışların halkça ve hatta bazı seçilmiş siyasilerce pek sıcak karşılanmadığını ima etmekte: “Ankara’da TBMM’de halifeliğin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının tezahürat ve alkışlarla sürgüne gönderilmesine evet diyen birkaç milletvekilinin vicdanlarında bu uygulamayı gerçekten onaylayıp onaylamadıklarının hiçbir zaman bilinemeyeceğini” yazıyor rapor. ipik sömürgeci yaklaşımı, değil mi? Devrimci ve radikal başkaldırışları tam D Doğan Hasol aha Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin (IOC) 2020 Olimpiyatları için şehir belirleme kararını vermesine üç buçuk ay vardı... Taksim Gezi Parkı olayları da ortada yoktu... 23 Mayıs 2013 günü Cumhuriyet’te “2020 İstanbul Olimpiyatları Hayal mi?” başlıklı bir yazım çıkmıştı. O yazıda, olimpiyatların İstanbul’da yapılmasını öteden beri istediğimi vurguladıktan sonra, ülkemizde yaşanmakta olan kimi olumsuzluklara dikkat çekiyor ve kaygılarımı aktarıyordum. IOC’nin değerlendirme komisyonu mayıs ayında İstanbul’da incelemelerde bulunmuş, kendilerine İstanbul’a ilişkin bizim de ilk kez duyduğumuz kimi projeler sunulmuştu. Yürürlükteki kentsel planlarda bulunmayan, kimlere hazırlatıldığı bilinmeyen uçukkaçık kimi mimari(!) çalışmalar... Örneğin Harem’de denize nâzır 70 bin kişilik bir stadyum gibi. Söz konusu yazımda IOC yetkililerinin konularını iyi bildiklerini, böylesi projelerle gözlerinin boyanamayacağını, hatta bu projelerin İstanbul’a zararlı olacağını düşünüp kötü puan bile verebileceklerini belirtmiştim. IOC, her şeyden önce, olimpiyatların yapılacağı ülkede huzur ve güvenlik arar. Oysa 1 Mayıs bayramı polisiye önlemlerle İstanbulluların burnundan getirilmişti. 11 Mayıs günü HatayReyhanlı’daki bombalama eylemleri en az 50 kişinin ölümüne, pek çok kişinin yaralanmasına, yüzlerce bina ve taşıtın hasar görmesine neden olmuştu. Suriye iç savaşı sınırımızı aşmıştı; sınır boyu, çalkantılarla kaynıyordu. Yine aynı yazıda şöyle diyordum: “Bütün bunların IOC kararlarında etkili olmaması beklenemez. IOC her zaman sporun gücünü polisin gücüne tercih eder. Terörden de hiç hoşlanmaz.”... “Oraya buraya, ‘İstanbul’a Olimpiyat Yakışır’ şeklinde afişler asmak yetmez; halk desteğinin varlığı da yetmez. Önce, İstanbul’da olan biteni İstanbul’a yakışır hale getirmek gerekir. Daha da önemlisi, ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ ilkesiyle, içte insan haklarına dayalı gerçek demokrasi, kardeşlik ve özgürlük ortamının yaratılması, dışta ise komşu ülkelerle dostça, barışçı ilişkiler kurulması öncelik taşıyor. Ülkede huzur ortamı yaratılmazsa pek çok iyi şey gibi 2020 İstanbul Olimpiyatları da hayal olmaktan öteye geçmez.” Evet, yazdıklarım bunlardı ve Taksim Gezi Parkı olayları daha ortada yoktu. Mayıs sonunda gençlerin park eylemi polisin aşırı güç kullanmasıyla sindirilmeye çalışıldı. Yakılan çadırlar, sıkılan basınçlı sular, gaz bombaları, biber gazı fişekleri... Ölen gencecik insanlar, gözlerini kaybedenler, yaralananlar... Bu O T gelişmeler güvensiz bir kent imgesi oluşturdu. Hükümetin hoşgörüsüz, duyarsız sert önlemleri olayları yatıştırmak yerine daha da tırmandırıyordu. IOC Komitesi üyeleri İstanbul’dan ayrılmışlardı ama Gezi olaylarını yalnız onlar değil bütün dünya, iletişim çağı olanaklarıyla yakından ilgiyle izledi. Sonuçta 7 Eylül günü karar belirlendi. Oylamada Madrid’in elenmesi sonrasında İstanbul ile Tokyo finale kaldı; ikinci oylamayı 36 oya karşı, 60 oyla Tokyo kazandı. Sürece, yaşanan gelişmelerin ışığında bir kez daha eğilelim... Karardan üç buçuk ay önce yazdığım gibi, 2020 Olimpiyatları İstanbul için hayal oldu. Yöneticilerimiz karara çok şaşırdılar. Mayıs ayında Başbakan Erdoğan, Sinop’ta kurulması söz konusu olan nükleer santral için Japonya Başbakanı ile buluşmasında Tokyo’nun adaylıktan çekilmesini önermiş, “Siz daha önce olimpiyat yaptınız. Tokyo valisine talimat verin, bu olimpiyattan çekilsin, bunu da biz yapalım” demişti. İstek kabul görmedi. Tokyo, 49 yıl önce 1964 Olimpiyatlarını yapmış ve o işten yüzünün akıyla çıkmıştı. Olimpiyat tesislerinden birçoğunu dönemin ünlü mimarı Kenzo Tange’ye yaptırmıştı; o tesisler yine devrede olacak. Bu kez de projelendirme işlerinin başına Japon mimar Tadao Ando’yu getirmiş, stadyum projesini de yine ünlü mimar Zaha Hadid’e ısmarlamış. Bizde bu olgu dikkate alınmadı; ortada ciddi isimler, ciddi tasarımlar yok. Yalnızca tesisler için 19.4 milyar dolar harcayacağımız vaadinin ise IOC’yi sevindirmekten uzak kaldığı anlaşılıyor. Japonya bu iş için yalnızca 4.9 milyar dolar harcayacağını bildirmiş, hatta bankaya yatırmış. IOC, tesis hovardalığı ile olimpiyatların, ülke ekonomilerini çökertmesini istemez. Bazı ülkelerin olimpiyatın getirdiği ekonomik yük altında ezildiği biliniyor; Yunanistan bunun son örneğidir. Öteki olumsuz nedenleri de sıralayabiliriz: Ülkedeki huzursuzluk ortamına ek olarak komşu ülkelerdeki iç çatışmalara bulaşmamız... Yanlış politikalar nedeniyle içte ve komşu ülkelerle ilişkilerde oluşan “güvenlik” sorunları. Ülke sporunun içine düştüğü ve hâlâ çıkamadığı şike olayları ve uluslararası arenaya da yansıyan doping skandalları. İstanbul’un, nüfus baskısı ve plansızlık nedeniyle içinden çıkılmaz hale gelen ulaşım sorunları... İstanbul’da trafiğe çıkan, günlük 2 milyon taşıt sayısının 2020’de 4 katına çıkmasının yaratacağı çözümsüzlük. 75 milyonluk ülkede yaygın futbol taraftarlığının dışında, spor çeşitlerinin ve sporcu sayısının azlığı. Türkiye’nin bugün içine düştüğü kadın erkek ayrımcılığı... Örneğin, erkeklere ve kadınlara ayrı yüzme havuzu yapma girişimleri... “Olimpiyat ilk kez Müslüman bir ülkeye gelecek” temasının işlenmesi... Olimpiyatlar ilke olarak din, dil, ırk farkı gözetmez, cinsiyet ayrımcılığı yapmaz. İşte bütün bu sıraladıklarım, “2020 olimpiyatları için İstanbul neden seçilmedi” sorusunu yanıtlıyor. Dünya basınının yorumları da yukarıdaki görüşleri doğrular nitelikte. Yetkililer bu sonuçtan ciddi dersler çıkarmalı. Şimdi, 2000’den bu yana 5 kez talip, 3 kez aday olup sonuçta seçilmediğimiz olimpiyatlara yeniden adaylık başvurusu yapmadan önce çağdaş uygarlık yolundaki kararlılığımızı ve onun koşullarını bir kez daha gözden geçirmemiz gerekiyor. Ara Eleman Eğitenler Gri Sever Okullar açıldı… “Dindar ve kindar” bir nesil yetiştirmek için eğitim başladı! Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kader arkadaşlarından olan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, “Dindar ve kindar” bir nesli nasıl ve hangi strateji ile yetiştireceğimizi de açıklamıştı: “Bu ülke Müslüman bir ülke. Yüzde 99’u Müslüman. Şimdi Türkiye’nin konumu itibarıyla biz icat yapamıyoruz, buluş yapamıyoruz. Tarım ülkesiyiz biz. Ne yapacağız biz. Ara teknik eleman ülkesiyiz biz. O zaman biz çok daha iyi eğitim almak zorundayız. İnsanlarımızı çok daha iyi yetiştirmek zorundayız. Öyle kalem efendisi değil. Eğer biz çocuklarımızı iyi yetiştirirsek kalem efendisi değil, ara teknik eleman, üniversiteyi bitiren, teknolojiyi iyi kullanan, bilgisayar bilen ve lisan bilen, dünyadaki bütün bilgileri alıp onları çok iyi kullanan, çok kaliteli gençler olarak yetiştireceğiz.” Türkiye Müslüman bir ülkeymiş… İcat, buluş yapamazmış… Tarım ülkesiymiş… Sonuç olarak biz ara eleman ülkesiymişiz, gençlerimizi böyle yetiştirmeliymişiz! HHH Aslında yukardaki dört madde, dine ve tarıma dayalı toplumsal ve kültürel yapımızın korunarak devam ettirilmesine yönelik bir stratejinin ana hatlarıdır! Okulların ve eğitimin imam hatipleştirilmesi bir yana, “Merdivenden çıkan eteklikli kızlar” sendromu da, “Aynı merdivenlerden yatakhanelere çıkan kızlar ve erkekler” sendromu da, “Banklarda kız erkek birlikte oturanlar” sendromu da, “kızlar ve erkekler için ayrı olimpik yüzme havuzları” sendromu da bu stratejinin dışavurumlarıdır! HHH Din tarım toplumu aşamasında kalmış bu kafa, elbette griden başka bir rengi sevemez… Merdivenlerin gökkuşağı renklerine boyanmasını “icat çıkarmak” olarak görür ve derhal gri ile örter… Böylece “toplum mühendisliğinin” “geriye dönük biçimi” ile bizi tanıştırır!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle