23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 TEMMUZ 2013 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bilinçsizlik HEP tanık oluruz; toplu yenen yemeklerde, arkadaş ve ahbap toplantılarında, kısacası birbirini tanıyan, birbirine güvenen onon beş kişinin bir araya geldiği topluluklarda doymuşluğun ve içmişliğin verdiği rahatlıkla sıra gelmişse orta süreli konuşmacılar ortaya çıkıp güncel sorunlar konusunda söz alırlar. Bazısı, kadın ya da erkek, öyle güzel ve doğru konuşur ki siz içinizden “şu vatandaş siyasete girse biz de iyi yönetilsek” diye düşünmekten kendinizi alamazsınız. Ama hazret hiç oralı olmaz çünkü “henüz o bilince ermemiştir.” ikkat ederseniz, harika dil Türkçede “inç”le biten her sözlük kendiliktenlik, içtenlik anlatır ve söyleyenin o duyguyla bütünleştiğini, o kavramı benimsediğini, içselleştirdiğini belirtir: Sevinç, kıvanç, güvenç, övünç sözcükleri hep öyle değil midir? Bilinç, yalnız “bilgi” demek değildir; bir konunun, sorunun yahut davanın “bilincine varmış” insan yalnız onu bilmekle kalmaz, o konuda düşünen, onun için ve onunla ne yapılması gerektiğini de bilen demektir. Örneğin siyasal bilinç sahibi olmak, politikanın bir ülkeyi belirli ilkelere uygun yönetebilmek için iktidar mücadelesi yapmak ve bunun da en iyi ancak bir siyasal parti yoluyla gerçekleştirileceğini bilmek demektir. Dolayısıyla, her fırsatta politika konuşmak ama bir politika uğruna bir partiye üye olmaya, onun başarısı için çalışmaya sıra gelince yan çizmek siyasal bilinç sahipliği yoksunluğunun en açık belirtisidir. Konuşmanın, hiç değilse seçimlerde mutlaka oy kullanmakla başlayıp siyasal etkinliklere katılmak, katılma şu ve bu nedenle olamıyorsa en azından etkinlikleri destekleyip güçlendirmeye çalışmak, siyasal bilinç sahibi olmanın en basit göstergesidir. ele kendi siyasal tercihini yapıp onun gereğini yerine getirmek varken “partilerüstü” olmayı ve öyle kalmayı çok yüksek, çok soylu bir erdem saymak gibi bir yanılgı, yalnız vatandaşlık sorumluluğuna ters düşmekle kalmaz, kişinin kendi kişiliğini ve kimliğini yadsıması anlamına gelerek insanlık onurundan da vazgeçmek demek olur. Direnişi’nden ‘Plebisit’e!.. Kitlelerin ne istediğini umursamaz yaklaşımla, hâlâ yaratılan çatlağı derinleştirecek şekilde süreci ilerletmek isteyen anlayışın akıl hocalığı yaptığı bir Türkiye fotoğrafı var ve tahlillerden de anlaşılıyor ki, şaşkınlık tam da burada toplaşıyor: AKP tüm toplumsal ve siyasal muhalefeti baskılayıp tam anlamı ile iktidara oturdu derken beklenmedik bir şekilde toplumsal kalkış, hem de genç, diri bir kalkışma, dipten gelecek bir halk hareketi hesaplanmamış. Prof. DR. Tülay ÖZÜERMAN Gençlik Parkı M D H uhafazakârlığı “özgürlük” kavramı üzerinden yeniden üretirken modernleşme sayesinde elde ettiğimiz kazanımları gerileterek ilerleyen AKP, Gezi Parkı engelini aşmak için özgürlükler alanını açmak yerine, bu direnişi bahane ederek yeni kısıtlar ortaya koyabileceği bir zemin arayışını sürdürürken zaman kazanmaya çalışıyor. Parkta başlayan özgürlük direnişinin yurtta yarattığı artçı sarsıntıları doğru okumak ve buradan toplumla diyalog yolunu açmak yerine, direniş başladığından bu yana parka gitmemiş/gidemeyecek olanların muhatap alınıyor olması trajikomikti. Madalyonun görünen bu yüzünü tersine çevirdiğinizde, krize hazırlıklı olmayan iktidarın süreci kendi lehine çevirmek için, topluma karşı imtihan vermek yerine, zamanla imtihanı seçtiğini okuyabilirsiniz. Buraya kadar ironik, ancak daha ironik olan, yargıya intikal eden bir konu olduğu için “referandum” yapılamayacağından, yine bir halkoylaması olan “plebisiter oylama”nın önerilişidir. Otoriter sistemlerin başvurduğu ve otoritenin tercihinin onaylattırıldığı mekanizmaya verilen isimdir “plebisit”. Türkiye’yi dalga dalga saran özgürlük taleplerinin karşılığını, “neden otoritenin kendi dediğini dayatacağı bir halkoy(a)lamasında buldu” sorusunun yanıtını TESEV başkanının da katıldığı bir TV oturumundaki konuşmacıların dillendirdikleri ile daha açık kavrayabiliriz: Satır aralarında yeni rejimi inşa etmeyi serpiştirdikleri söyleşide biri, “Türkiye henüz tamamlanmamış bir dönüşüm içinde” derken diğeri, “kararlılıkla, yeni hamlelerle, cephe siyasetinin dışına çıkarak talepleri karşılanmamış kesimler (örneğin Aleviler) konusunda hassas olunması” gerektiğine işaret ediyor. Bir diğeri, AKP’nin son seçimlerde gerçek anlamda iktidar olduğundan söz ediyor. AKP politikaları karşısında “kendini yenilemeyen gitsin” gibi hükümler veriliyor. Muhafazakâr diyerek yumuşatılan dinci vesayetin tanımı yapılarak yeni rejim resmediliyor. Fırsattan istifade, Türkiye’de kitlelerin taleplerini okuyor gibi yaparak yandaş medyadan AKP propagandası yapılıyor. Kitlelerin ne istediğini umursamaz yaklaşımla, hâlâ yaratılan çatlağı derinleştirecek şekilde süreci ilerletmek isteyen anlayışın akıl hocalığı yaptığı bir Türkiye fotoğrafı var ve tahlillerden de anlaşılıyor ki, şaşkınlık tam da burada toplaşıyor: AKP tüm toplumsal ve siyasal muhalefeti baskılayıp tam anlamı ile iktidara oturdu derken beklenmedik bir şekilde toplumsal kalkış, hem de genç, diri bir kalkışma, dipten gelecek bir halk hareketi hesaplanmamış.. Lider olabilecek kişilerin hepsi bir şekilde engellenerek lidersiz bırakıldığı düşünülen toplumun lidersiz bir kalkışma ile muhalefet edebileceğini belli ki hiç düşünmemişler. İçeride kriz için plan ve senaryoları olmayanların dış politikada karşılaşılabilecek krizler konusunda hazırlıklı olduklarını düşünmek aşırı bir iyimserlik olur. Nitekim, ülkeyi Avrupa Birliği üyesi yapacağız diyerek işbaşına gelen ve gücünü içten çok, dıştan alan bir profil çizerek prestij sağlamaya çalışan AKP’nin, Avrupa Parlamentosu’ndan gelen uyarıya tahammül edemez noktaya gelmiş olması ironiktir. Üstelik de tam yetkili ağızdan “Biri bizi uyarsın” denildiği süreçte. Avrupa’nın “Türk toplumunun çeşitlilik ve çoğulculuğuna saygı duyulması ve laik yaşam biçimlerinin muhafaza edilmesi” çağrısında kızacak ne var? Bunu Avrupa’dan duymak istemiyorsanız, tüm ülkeye yayılan tepkilere kulak vermek yeter. Laik yaşam biçimi yoksa, demokrasi de yoktur. Bu çelişkilerin tek bir açıklaması vardır: AKP, rejimi dönüştürmek için işbaşına gelmiştir. İlk kez ülke yönetiminin sorumluluğunu alan kişi, “kefen giyerek geldim” demektedir. Bu sözler demokraside kararlılığın ifadesi olamaz. Nitekim on yılda yoğunlaşan baskı havasının kapağının attığı yer olan Gezi Parkı için çözümü plebisite indirgeyen AKP baskıcı politikalarından vazgeçmeyeceği mesajını vermiş oluyor. Dayatmacı politikalarına “uzlaşma” adını verdikleri için, Gezi Parkı’nda da aynı yöntemi uygulama hevesindeler. Türkiye’yi dayattığı sonuçlarla yönetmeye alışmış bir iktidarın bir anda değişmesi mümkün değil. Sandığı da bir sonuç olarak dayatıp yerini koruyan bir parti var iktidarda. Asıl konuşulması gerekeni atlıyoruz; demokrasi sandıktan çıkan sonuçla değil, öncesi ve sonrası ile sandık çevresi ile test edilir. Sandık öncesi ve sonrası ile ilgili şaibeler hakkında sorulan sorular yanıtlanmıyor. Türkiye ilkleri yaşadığı bir sürece girdi, lidersiz hareket çığ gibi büyüyor. Tarafgir olan medyalar biliniyordu, şimdi deşifre ediliyorlar. İktidara dolaylı destek verdikleri bilinen kişiler “Acaba rüzgâr tersine döner mi?” endişesi ile rüzgârgüllerine dönüşüyorlar. Lidersiz harekette birileri fırsatçılık yaparak öne çıkmak istedikçe ayrıca çizmeye gerek bırakmayacak şekilde karikatürleşiyorlar. Bakıp gülüyor, gülüp geçemiyoruz. Türkiye bölgedeki diğer ülkelere benzemiyor. Bizler özgürlüklerle öyle ya da böyle tanıştık. “Bizim ileri demokrasimiz bu” diyerek baskı sopasına indirgedikleri “demokrasi” anlayışları ile ileri özgürlük taleplerimizi on yıl öncesinde düğümlendiklerini sanıyordu birileri ki, dip dalga gençlerle harekete geçti. Depremin şiddeti henüz bilinmiyor; ancak yüzeysel olmadığı, dipten geldiği bir gerçek. Uyarıların nereden geldiğine takılmaksızın, kitlelerin taleplerini özgürlüklerden yana okumak gerek. Otoriterleşme gayretlerinin bedeli hepimiz için ağır olur. Müslüman Kardeşler’in Foyası… Seçilmek, demokrasi için gereklidir ama yeterli değildir! Seçimle başa gelen bir iktidar her şeyi yapamaz… Temel hak ve özgürlükleri sınırlayamaz ve kısıtlayamaz, demokrasinin temel kurum ve kurallarını bozamaz: Anayasaya aykırı davranamaz… Anayasayı, temel hak ve özgürlükleri sınırlayacak ve kısıtlayacak biçimde değiştiremez, yozlaştıramaz… Anayasaya aykırılığı denetleyen Anayasa Mahkemesi’nin yapısını, iktidara bağımlı hale getiremez… Muhalefet hakkını sınırlayamaz ve kısıtlayamaz… İfade özgürlüğünü sınırlayamaz ve kısıtlayamaz… Medyaya sansür ve baskı uygulayamaz… Adaleti, taraflı ve iktidara bağımlı hale getiremez… Herhangi bir dinin veya mezhebin inanç ve ilkelerini bütün topluma dayatamaz… Etnik veya dinsel bazı kimlikleri dışlayamaz… Serbest, şeffaf, adil seçim sistemini yozlaştıramaz… HHH Müslüman Kardeşler: Arapİslam dünyasında, halkla bütünleşerek, başarılı bir sadaka anlayışı ve dayanışma çerçevesinde yıllardır din üzerinden siyaset yapan… “Zamanın ruhuna” uygun olarak “demokratmış gibi davranan” ama esas olarak otoriter ve hatta totaliter bir yönetim amaçlayan… Kendilerini desteklemeyen diktatörlere karşı, “demokrasi mücadelesi” adı altında başarıyla savaşan… Radikal Siyasal İslam’a göz kırpan, gerektiğinde her türlüsü ile ittifak eden, ama ABD’yi, “Radikal Siyasal İslam’ın panzehiri benim” diye aldatan… Güçlü ve yaygın bir örgütlenmedir. HHH Müslüman Kardeşler, Hüsnü Mübarek’i deviren halk ayaklanmasından sonra, ABD’nin ve ordunun da desteğiyle, Mısır’da seçimleri kazanarak iktidara gelmişti. Ama bir yıllık uygulama sonunda ortaya çıkan rejim, ne yazık ki demokratik değil, otoriter nitelik taşıyordu. Sonuç olarak bu “aldatmaca” yeni bir ayaklanmaya yol açmış ve böylece hem Mısır hem de Ortadoğu, sonu belirsiz yeni bir serüvene sürüklenmiştir! HHH Ortadoğu’nun kaderi, ya dini totaliterlik ya da askeri diktatörlük müdür? Mısır, sorununu demokratik biçimde ve demokrasi içinde çözerse bundan bütün İslam Âlemi yararlanacaktır! Olup bitenleri, Müslüman Kardeşler’in gerçek örgütlenme biçimini ve yapısını en yetkin kalemden okumak istiyorsanız, benim “ABD’nin Siyasal İslam’la Dansı” kitabımda alıntıladığım, Mısırlı ekonomist ve filozof Samir Amin’in söylediklerine bakınız. Bir Özgürlük Meşalesi Yanıyor... İ Ali ATEŞ MuhasebeFinansman Uzmanı / SMMM nsanlık tarihi; toplumsal ve siyasal açıdan, dünya halklarının sömürgeci, baskıcı, zalim ve gerici güçlerle siyasal iktidarlara karşı hak, eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık savaşımlarının tarihidir. Bu, aynı zamanda, gericilikle ilericiliğin, karanlıkla aydınlığın savaşımında uzun bir yürüyüştür. İnsanlık tarihinde bilinen ilk eşitlik ve özgürlük ayaklanması, Trakyalı bir gladyatör köle olan Spartaküs ve seksen civarındaki gladyatör arkadaşı ile birlikte başlamıştır. Spartaküs’ün antik Roma Cumhuriyeti’ne karşı zaman içerisinde yaklaşık yüzbin köle, yoksul ve aileleri ile birlikte sürdürdüğü savaşım, İÖ 73 ile 71 yıllarını kapsar. Yaklaşık üç yıl süren bu savaşım o günlerden günümüze eşitlik ve özgürlük savaşımlarının esin kaynağı olmasının yanı sıra Avrupa komünizminde kimi mücadelelere isim kaynaklığı da yapmıştır. Anadolu ve Rumeli topraklarında, karakterinin özü bağımsızlık ve özgürlük olan Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da kurtuluşa giden yolda çaktığı kıvılcımın mazlum uluslarla Türk ulusu açısından ayrı bir önemi bulunmaktadır. Kıvılcımda simgeleşen, mazlum ulusların emperyalist devletlere karşı verdiği ilk başarılı ulusal kurtuluş savaşı olması; kıvılcımı meşaleye çeviren ise 1923 Anadolu Türk Aydınlanma Devrimi’nin gerçekleştirilmesidir. Mustafa Kemal’in devrimi gerçekleştirerek ateşlediği meşale, Türkiye’de “68 Devrimci Öğrenci Gençlik Kuşağı” tarafından “Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” parolası ile taşınmaya devam edilmiştir. Ne yazık ki bu meşale, bilindiği gibi emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından “üç fidan” Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam edilmesi ile acı ve hüzün dolu bir şekilde taşınması engellenmiş, dahası söndürülmüştür. Hak, eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık savaşımının simgelendiği bu meşale, yıllar sonra, 31 Mayıs 2013 tarihinde Taksim Gezi Parkı’nda yeniden alevlenerek bugünkü ve yarınki kuşaklara aktarılmaktadır. Bu meşaleyi, Türk ulusunun derin tarihinden gelen sağlam, onurlu ve yürekli bir oluşumla yarının aydınlık Türkiyesi’ni kurmak üzere taşıyan vatandaş ve vatanseverler ile ilerici, devrimci ve demokratlara selam olsun...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle