15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 TEMMUZ 2013 SALI CUMHURİYET SAYFA 17 Ki bu anlamda bizim “ileri demokratik özgürlüğü” çok cins bir hale getiriyor! Örneği EmniyetSen Başkanı Faruk Sezer bugünden veriyor: “Polisin sendika kurması anayasamıza göre serbest. 51. maddesi, ‘Bu serbestlik kanunla düzenlenir!’ diyor. Ama 4688 sayılı kanun buna izin vermiyor!” Özetle... Kanun dairesinde serbestlik, bir tür, tavşana kaç tazıya tut özgürlüğü! 2010’daki anayasa referandumunda dikkatler başka maddelere çekildi. Darbe yasaklarına hiç dokunulmadı. Birçok özgürlük de “torba yasalara” doldurulup bir kenara atıldı. Son örnek Meclis tatile girerken verildi. Milyonlarca gencin yaşamını belirleyen ÖSYM yönetimi “dokunulmazlığa” kavuşturuldu. Soruları yayımlamaktan, yani hesap vermekten kurtuldu. Artık Başbakan gibi, birçok kurumun da her lafı, her tutumu kanun. Hak ve özgürlüklere gelince... Her şey “kanun dairesinde” serbest! Kanun Dairesinde Gazeteciler Bayramı! arın bizim bayram. Y Özgürlük Bayram Gazetecilik... “Üç benzemez!” mi demek gerek, Kullanılmayan Kabotaj’ın Hakkı.. “K abotaj Bayramı bu yıl kutlanmadı!” diyen Oktay Ekinci yanılıyor. Hiç sezdirmediler ama, Erdoğan ailesi bu bayramı deniz içinde Urla sahilerinde kutladı. Burak’ın gemicik sahibi olmasından sonra zaten 1 Temmuz bir anlamda ailenin bayramı olmuştu. Oğul Burak da zaten babası kadar olmasa da “gemisini yüzdüren kaptan” özelliklerine sahipti. Gemiciği muhalefetin gözünden dilinden uzak tutmayı başardı. Gemicik, rahmetli Erbakan’ın oğlu Fatih’in gece mavisi Mercedes’i kadar bile ilgi çekmedi. Bunu Kabotaj hakkını kullanmayarak gerçekleştirdi. Bu hak, malum, karasularımızda, sahillerimizde “sadece” Türk vatandaşlarına ve Türk bayrağı taşıyan gemilere tanınan bir ulusal imtiyaz. Farzı mahal... Vietnam’dan Uruguay’a kömür taşımakla. Ümit Burnu’nu tersten aşıp İzlanda’nın donmuş balığını Japonya’ya nakletmekle ömür geçer mi? Neyse, burada keselim! “Aileyi karıştırmayalım!” diyen Başbakan’ın bu işleri asıl kendisinin karıştırdığını falan karıştırmayalım! yoksa “Üçün biri...” deyip noktalayıp geçmek mi gerek karar vermek zor. Türkiye Gazeteciler Sendikası “Özgür Gazeteciler Kongresi”ni topluyor. Adli tatil başladığı halde, toplantı yeri Silivri Duruşma Salonu değil maalesef. Herhalde, Başkan Ercan İpekçi başka bir tiyatro salonu seçecektir. Kongrede elbette, gazeteciliğimizin hali, geçmişi, geleceği konuşulacak. Yabancı meslek kuruluş temsilcilikleri de olacakmış. Lafı bu sıcakta uzatmak yerine elbette birisi çıkıp “akil meslektaşlarımızdan” Hasan Karakaya’nın dün aktardığı fırkayı anlatmalıdır: “Öteki dünyada dünyanın ahvilini soranlara, ‘Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu’ dersen onlar anlar!” “Dünyanın ahvali” sorusunun yanıtı aslında, “Türkiye’de medyanın özetidir!”, gazeteci Yiğit Bulut’un “Başbakan’ın Medya Başdanışmanı” olmasıdır... Balbay’ın, Tuncay Özkan’ın, Haberal’ın, Doğu Perinçek’in, Yalçın Küçük’ün kalemleri, kelamları yüzünden zindanlarda tutulmasıdır. Ülkemizde basın ve ifade özgürlüğünün yani, ileri demokrasinin tarihi aslında çok gerilere gidiyor. Son birkaç padişahımız da anayasa yapmaya merak sarmıştı. Erdoğan’ın bu işi, taksit taksit keyfini çıkararak yapmaya çalışması da bir tür gelenek yani. Vahdettin’in Çengelköy’deki özel köşküne yerleşeceği belli olduktan sonra saltanatın kaldığı yerden devam edeceği de kesinleşti. 2. Abdülhamit 1876 Anayasası’na “Matbuat kanun dairesinde serbesttir!” hükmünü koydurmuştu! Bugün de serbest. Ama “torba kanunlar dairesi”nde! Toplantı ve gösteri yapma hakkı gibi, ifade özgürlüğü, sendikacılık, bilgi alma hakkı vs. her tür serbestlik var. Bu tür “Kanun dairesinde serbestliğin” kökü bir buçuk asır gerilere gidiyor. İleri demokrasinin gerisi Sonunda İnsan Kazanır! Bu hırçınlık, bu öfke boşuna değil! Yok sayma, suçlama, kin, intikam, baskı, şiddet ve yasaklama... Olmuyor, olamıyor ama. Çaresiz ve aciz manzara... Yolun sonu geliyor. Karanlık, haksızlık, adaletsizlik, hukuksuzluk, sevgisizlik ve zulüm yetmedi. İçeride ve dışarıda iflas. Çok “ah” kaldı size, çok haklı kıldınız karşınızı. Acı, ölüm, kararttığınız gözler ve hayatlar, kesilen fidanlar. Cadı avı, yandaş palalar; ortaçağ karanlığıdır bu, yeni ortaçağın... Kediler toplandı, fareler bastı sokakları, veba saçıyor coğrafya... HHH Görülüyor giderek yükselen öfke, çaresizlik. Geldik mi son perdeye? Tıkanıyor işte, olmuyor, dikiş tutmuyor. Düzmece oyunlar, sahte suçlamalar, kurmaca deliller, ihlaller, dinlemeler, özel mahkemeler, tutar yan kalmadı. Çıkmaz yollarda kaldınız şimdi. HHH Bir haklılık bulma gayreti, anlama çabası bekleniyorsa yine de... Ama yok, onca masum ölümler var sahnede, anaların kahırları, babaların sessiz gözyaşları. Sokak aralarında gaz var, cop, asitli su, çeteler, siviller... Parkları insanlara yasaklanan bir ülke... 19 yaşında döve döve öldürülen çocuğuna, morgda son kez sarılan babanın fotoğrafını gördünüz mü, ne söylenir insanlığa? Ne kadar çok “utanç fotoğrafları” ortalık. Sınır topraklarında tekbir sesleriyle kesilen kafalar... Diz çöktürüp enseden kurşunlamalar... Çatıdan atmalar... Düşmanını öldürüp, ciğerini yiyenlerin vahşeti... Neyin uğruna, kimin çıkarına? Şimdi, savaşlarda öldürülen çocukların soğuk bedenleri. Irzına geçilen kadınların çaresizliği. Sığınma kamplarında çalınan hayatlar... Ne uğruna, kimin çıkarına?.. Yeter, “demokrasi ve özgürlük” demeyin artık, Irak’ta, benzer coğrafyalarda bedelini gördük, kandıramazsınız. Ama her yol biter bir gün, geride acılar, hesaplar ve dersler kalır... Sonunda insan kazanır... İ Bodrum’a Ambulansla Gidin! ayında rahatsızlanmıştı. O zaman ambulans bulundu. Ama bu kez doğru dürüst hastane ve doktor yoktu. İzmir’e götürülürken, kaybettik. Bodrum meraklılarına bu bir ders oldu. Peşi peşine birçok lüks hastane açıldı. Ama belli ki arızasız ambulans ve şoför sorunu pek aşılamamış!! Geçmiş olsun diyen/diyemeyen herkese şükranlarımı sunarım. ki hafta önce bir merdiven kazası. İki seksen beton zemin. Bir ayak bileği kırık. Öteki ezik, büzük, haşat. En yakındaki hastaneye telefon. “Ambulansımız yok!” Kendi olanağınız ile hastaneye varınca, yan kaldırımda park halinde iki ambulans. “Bu ne yaaa?!!” “Efendim şey, biri arızalı. Ötekinin şöförü...” HHH Örsan Öymen de yıllar önce (1987) bir temmuz ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] 20 Yıl Sonra Tekrar Kritik İkaz Bu yazıyı dikkatle okuyun lütfen. Çünkü yaşayacaklarımızı kaçınılmaz şekilde etkileyecek. Yaklaşmakta olan yerel seçimlerin başımıza bir “taş” gibi düşüp, “Gezi Direnişi” ile yükselen morallerimizi paramparça etmemesini istiyorsanız, lütfen yayın... İlk önemli hatırlatmam 1993 yazından olacak. Sol üçe bölünmüş: SHPCHPDSP. O yaz yaptığım çağrıyla “Taban Operasyonu”nu başlatıyoruz: Bu bölünmenin Refah Partisi’ne önce yerel, ardından genel seçimleri kazandıracağını kamuoyuna ısrarlı şekilde anlatıyoruz. Bu gündemi sarsan çıkış, aynı zamanda Türkiye’de Atatürkçü ve sol tabanlı kitle örgütleri ve aydınların 12 Eylül sonrası ilk “bir arada”lıkları, yani USTKB’nin de öncüsü. İlk bildiri, bu ayrılığın demokrasimiz ile Atatürk devrim ve ilkelerini tehlikeye sokacağını aktarıyor. Kimler yok ki imzacılar arasında: ADD, ÇYDD, DİSK, Mimarlar Odası, ÇASOD, UPSD, onca meslek odası ve Türkiye’nin yüz akı aydınları: Türkan Saylan, Alev Coşkun, Onat Kutlar, Ahmet Taner Kışlalı, Suphi Baykam, Mustafa Ekmekçi, Oktay Ekinci, Ceyhan Mumcu, Hikmet Çetinkaya, Zeynep Oral, Nejat Yavaşoğulları, Rutkay Aziz, Mehmet Güleryüz, Tahsin Yeşildere, Oğuz Gündoğdu, Beral Madra, Turhan Feyizoğlu, Genco Erkal, Semih Balcıoğlu, Nurzen Amuran, Yusuf Taktak, İlhan Arsel, Necla Arat ve niceleri... Bugün birçoğunu kaybetmiş olduğumuz, yeri doldurulmaz dostlar. Bir isim daha var pırıl pırıl parlayan... Geçen hafta kaybettiğimiz eşsiz aydın, yurtsever dost Prof. Alparslan Işıklı. Bu hafta, bu ağır gündem içerisinde sütunumu kendisine ithaf ediyorum. Yalvardık sol partilere, “Ya birleşin, ya ortak aday çıkarın, ya alan paylaşması yapın. Mesela biriniz Ankara’da aday çıkarsın, biriniz İstanbul’da” dedik. İlk yanıt hemen Ecevit’ten geldi: “Bizi yok sayın.” O yaz sıcağında, bana destek veren ÇYDD ve ADD’li gençlerle on binlerce imza topladık. Hilmi Hacaloğlu, Barış Doster gibi bugünün başarılı basın mensupları, Devrim Çubukçu, Alptekin Gündüz, Serkan Şahin, İshak Gülsoy gibi değerli gençler durumun vahametini anlamıştı. İl başkanlıkları ve kurultaylarda kan ter içinde çalışıyorduk. O yıllarda sanal dünya filan yok ki! SHP Başkanı Murat Karayalçın ve CHP Başkanı Deniz Baykal arasındaki temasları ise ben yürüttüm. Her birine diğerinin taleplerini binbir uzlaşma formülü ile ilettim. Sonuç maalesef kocaman bir sıfır. Anadolu’da yaptığım iki konuşma arasında bir benzinciden Baykal’ı aramıştım ve son kopuş orada yaşandı. Bize düşen artık bir mucize beklentisiydi. Yani bu akıl almaz tıkanmaya rağmen, belediyeleri kaybetmemek! Mucize değil, felaket yaşandı. Aynen korktuğumuz gibi, İstanbul’da Refah Partisi yüzde 25’le kazanırken, merkez sol oyların toplamı yüzde 34 idi. Ankara’da Refah yüzde 27.3 ile kazanırken, merkez solun toplamı yüzde 37 civarıydı. Hatta SHP’nin 26.88 puanına CHP’nin 2.09’u eklenebilse, o da fazlasıyla yetiyordu. Ama “bizim” partiler birbirlerini afiyetle yemeye devam edip Erdoğan ve Gökçek “efsaneleri”ni ülkeye hediye ettiler. Siyaseti normalde bizlerden çok daha iyi bilmesi gereken liderlerimiz(!) sayesinde yuvarlana yuvarlana bugünlere kadar düştük! Yani Atatürk Anıtı’na çelenk koymanın ve tencere tava çalmanın suç olduğu, aydınların, askerlerin zindanlarda çürütüldüğü bir Türkiye’ye kavuştuk! Cömert, Sarısülük, Ayvalıtaş ve Korkmaz işte o 1993 yazının inatlaşmalarının sonucu olarak öldürüldüler! İşte 20 yıl önceki basın toplantılarında bugünün karanlığını nasıl tarif ettiğimizi herkes okuyabilir, görüşmeleri o liderlere sorabilir. Olaylar “şeffaf” yaşandı, dolayısıyla hiç kimse “benim aklıma gelmemişti” diyemez. Şimdi akan kum saatine dönelim. Biz “Taban Operasyonu” ile uğraşırken o yaz doğan gençler, bu yaz Gezi Parkı’nda ellerinden kayan özgürlüklerine sahip çıkıyorlar! Ve mücadele devam ediyor. İktidar kendini faşist uygulamalara kilitlerken, Türkiye artık laik, demokratik hukuk devleti ve özgürlük müdafaasında şehitler veriyor. Şimdi yerel seçim son süratle yaklaşıyor. İki seçeneğimiz var: Ya yine gençler ve partiler birbirini müşkülpesent şımarık bulvar gençleri gibi dışlamaya devam edecekler ya da “ne pahasına olursa olsun uzlaşma” diyerek önyargılarını taca atacaklar! Zaman az, konu somut: Ey CHP! “Gezi’yi destekliyorum” demek yetmez. “Gezi ruhu”nun arasından çıkan aydınları, gençleri ve kendi eksenindeki küçük partilerin temsilcilerini listene alacak mısın? Ve sen Gezi destekçisi! “Bana layık parti yok” demenin seni yok edeceğini artık anlayacak mısın? Bu diyalogları açmanın şimdi tam zamanı. Ve top muhalefetin abisi konumundaki CHP’de. Umarım 20 yıl önceki intiharvari hatalardan şu kritik günlerde ders alınır. HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/Doğu 1 Anadolu’ya 2 özgü bir halk oyu 3 nu. 2/ Kü 4 tahya’nın Si 5 mav ilçesin6 de bir kaplıca... Oy. 3/ 7 Eski dilde 8 su... Mar 9 maris ilçesindeki Cennet 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Adası’nda, MÖ 1 K U M A N L A R on bin yılına ta 2 I R A K E V İ Ç rihlenen arkeolojik 3 R A N T A B L E mağara. 4/ Uya 4 M T I R A Ş K rı... İngiltere’de P A K E T çok sevilen bir 5 I S I S A R İ cins bira. 5/ İki 6 T A K A Y A K İ R yüzlülük... Gü 7 L U M ney Afrika 8 I N C A L I Z Cumhuriyeti’nin 9 A U R A A T E plaka imi. 6/ Tavuğun göğüs etiyle hazırlanan ve pişmiş hamurla yenen bir tür çorba. 7/ Bir derebeyin himayesine girip kendini onun hizmetine adayan kimse... Şarkının sert bir biçimde vurgulandığı disko müzik üslubu. 8/ Aydın’ın bir ilçesi. 9/ Gereksinmeye yetmeyecek kadar az... Kokulu bir çörek. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Doğu ve İç Anadolu’da yaygın bar türü bir halk oyunu. 2/ Halk edebiyatında uyağa verilen ad... “Örneğin içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi” (Edip Cansever). 3/ Manganez elementinin simgesi.. İslam inancına göre, kıyamet günü bütün ölülerin dirilerek toplanacağı yerin adı. 4/ Üç zar ve iki ya da daha çok oyuncuyla oynanan şans oyunu. 5/ Dört Halife’nin sonuncusu... Tahsin Yücel’in bir romanı. 6/ Aylık... Kobalt elementinin simgesi. 7/ Asya’da bir göl... Uzak. 8/ “Delice” de denilen, taneleri zehirli olan ve ekin tarlalarını saran bir ot... F.H. Dağlarca’nın bir şiir kitabı. 9/ İnce dantel... İçinde zerk edilecek sıvı durumda ilaç bulunan cam tüp.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle