25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 TEMMUz 2013 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Palalı Demokrasi Anlayışı Bilgi ve Tutku BU yazı aslında genel ve ciddi bir çağrı ya da uyarı metni olarak Meclis’e ve partilere seslenebilmeliydi. Çünkü konu önemli ve kritik. Şu günlerde yapılacak yanlışlar toplumu içinden zor çıkılacak durumlara sürükleyip çok zaman kaybına yol açabilir. Konu, “yeni anayasa” ve Sayın Başbakan’ın o soruna ilişkin tutumundaki yanlışlıktır. Konunun bu yönü hiç çekinmeden açıkça tartışılmayı gerektirdiği için bazı politikacılarımızın incinmesiyle sonuçlanabilir. orun, özetle şu: Başbakan mutlaka başkanlık sistemine dayalı bir anayasa sistemi istiyor; ama o sistemin özelliklerini, güçlüklerini ve bu ülkenin koşullarında devlet, hükümet, toplum ve eğer başkan seçilirse kendisi için yaratabileceği sıkıntıları tam bilmiyor ya da kestiremiyor. Kolay sorun değil bu, uzmanlık ister ve ABD dahil şimdiye kadar bunu denemeye kalkmış her ülkeyi çok yormuştur. Elbet, Meclis çatısı altında ve bunun için kurulmuş komisyonlarda da Amerikan sistemini ve sorunlarını bilenler vardır. Ama galiba onlar Başbakan’ın tutkusu karşısında seslerini iyi duyuramıyor veya sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Daha doğrusu, böyle bir işe girişilmeden önce üniversitelerden yararlanılarak uzmanlardan oluşmuş bir altyapı kurulmalıydı. aha da doğrusu, Osmanlı yıllarından başlayarak iyi kötü parlamenter bir sistemle yönetilmeye alışmış bir topluma taa okyanus ötelerinden alınma kurallarla Anadolu topraklarına demokratik yönetim geliştirmeye kalkışmak hangi aklın reçetesi olmuştur? Parlamenter sisteminde aksayan, iş görmeyi yavaşlatan ya da istenmeyen yönlere saptıran nedenler varsa onlara yasa ve hatta içtüzük değişiklikleriyle çare bulunamaz mıydı? Şunu yazmak pek yanlış olmaz herhalde: Başbakan’ın içi içine sığmayabilir ve gözünün önünden padişahlı filmlerden kalma fanteziler geçip duruyordur, ama yirmi birinci yüzyılın gereklerine ve özlemlerine pek uymayan o hayalleri bırakıp anayasa değişikliği için bir bilim kurulu kurmak düşünülemez miydi? Sayın Başbakan kendi hayalleriyle bugünkü durum arasında yapacağı bir gerçeklik tercihiyle hem ülkeyi doğru bir raya oturtabilir, hem de kendi tutkusunu sağlam bir bilgi kaynağına bağlamış olur. Başarılamayacak bir iş değildir bu. Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullanacağından yazılarına 1 hafta ara verecektir. Demokratik hukuk devletinde, insan onurunu ve yaşamını korumak, hükümetlerin en önemli görevidir. Devlet, her bireyin can güvenliğini korumak için gerekli tüm önlemleri almakla yükümlüdür. Prof. Dr. Hakkı KESKİN Siyasal Bilimci D S D emokrasi ve hukuk devletinin en belirgin özelliği, toplum bireylerinin kendilerini tam anlamıyla güvende görebilmeleridir. Bu da demokratik yasaların sağladığı ve herhangi bir yasadışılığa ve keyfiliğe asla ödün vermeyen güvencedir. İnsan onurunun dokunulmazlığı, gerçek hukuk devletinde en temel kişisel insan hakkıdır. Türkiye’de özellikle Gezi Parkı ve Taksim olaylarında yaşananlar demokrasi, insan hak ve özgürlükleri bakımından tam anlamıyla bir yüz karasıdır. Beş gencin polis gücüyle yaşamını kaybetmesi, 11 kişinin polisin kullandığı silahlar sonucu gözünü kaybetmesi, binden fazla kişinin yaralanması ve yüzlerce kişinin yasalara aykırı olarak tutuklanması, hiçbir demokratik hukuk devletinde benzeri olmayan ölçüsüz devlet şiddetidir. Başbakan meydanlarda ve TV kanallarında halka yanlış bilgi vererek toplanma ve yürüyüş yapma hakkını yerine getirenlere karşı kullanılan biber gazının, gaz bombasının, tazyikli suyun, demokratik ülkelerde de uygulandığını söylemektedir. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Avrupa Kamuoyu ve bazı Avrupa Birliği ülkelerinin gösterdiği haklı tepki, polisin kullandığı orantısız ve aşırı şiddet ve baskılardan kaynaklanıyor. Başbakan tekrarladığı yanlış bilgilerle Avrupa kamuoyunun olsa olsa artan tepkisine ve eleştirisine neden olmaktadır. Polisin kullandığı şiddet ve baskının yanı sıra, eli çivili sopalı, sivil giysili polis olduğu söylenenlerin yürüyüş yapanlara saldırmaları, yaralamaları, dövmeleri ve ağır hakaretlerde bulunmaları, ancak faşizm veya dikta ile yönetilen ülkelerde görülebilecek uygulamalardır. Bu da yet Türkiye’nin itibarı mezmiş gibi, eline koskoca palaları almış sivil giysili kişilerin, polisin gözü önünde, yürüyüş yapan kişilere ve hatta kadına saldırmaları, tüyler ürpertici ve tam anlamıyla faşizan bir saldırıdır. Basında yer aldığı gibi, bu saldırganlar AKP’li ise ve polis tarafından da korunuyorlarsa bu, ülkeyi bir iç savaşa taşıyabilecek suçtur ve en büyük sorumsuzluktur. Bu iğrenç ve ortaçağ karanlığı benzeri olayı Türkiye ve dünya kamuoyu televizyonlardan izledi. Öte yandan ağır suç işleyen bu kişiler serbest bırakılırken şiddete başvurmamış kişilerin gözaltına alınmaları ve hatta tutuklanmaları, devletin palalı eşkıyaları cesaretlendirir ve korurken, demokratik hakkını kullananları yıldırma yanlısı bir politika izlediğini sergilemektedir. Hukuk devletinde hükümetler, kendilerini eleştiren ve bu amaçla toplantı, protesto gösterisi ve yürüyüş yapanları da, bu haklarını özgürce ve engelsiz olarak kullanabilmeyi sağlamakla görevlidir. Hatta devlet güçleri, bu gösterilerde herhangi bir saldırının olmamasını güvence altına almakla sorumludur. Bu yürüyüş ve toplantılarda yaralananlara acil servis ve sağlık hizmetleriyle derhal yardımcı olmak da devletin ana görevidir. Oysa Başbakan ve partisi, yaralıların sığındığı camiyi, otel ve işyerlerini hedef almaktan ve hatta yaralılara bakan doktorlar hakkında kovuşturma yapılması emrini bile vermekten geri kalmamıştır. Gezi Parkı ve Taksim olayları esnasında rapor alan polisler “vatan haini” olarak görülmekte ve sürülmektedirler. Bu anlayış Başbakan’ın ve partisinin, demokrasi ve hukuk devletinin temel ilkelerinden ne denli uzak olduğunun en açık kanıtıdır. Bu durumu Türkiye ve dünya kamuoyu hayret ve şaşkınlıkla izlemektedir. Sayın Başbakan, işte tam da bu olaylar ve görüntüler sizin ve ne yazık ki Türkiyemizin de itibarını dünya kamu oyunda yerle bir etmiştir. Bunun tam aksine milyonlarca insanın Gezi Parkı’nda, Taksim’de, Kadıköy’de, Ankara’da, İzmir’de ve Türkiye’nin birçok yerinde kaba kuvvete başvurmadan, müzikleriyle, sanatsal ve kültürel bir dizi etkinlikleriyle, özgürlüğü, demokrasiyi ve insan haklarına saygıyı simgeleyen yürüyüş ve toplantılarıyla, Türkiye’nin saygınlığını ve onurunu büyük ölçüde artırmışlardır. Türkiye’de milyonlarca insanın gösterdiği bu direnişe, birçok sivil toplum kuruluşunun ve bazı sendikaların da aktif destek vermeleri, Türk insanına ve Türkiye’ye sempati duyulmasına neden olmuştur. AKP, 2002 yılında seçimleri kazanarak hükümeti kurduğunda, kendisine duyulan tepkileri aceleci bulmuş, seçimleri kazanarak hükümet olmuş bu partinin denenmesi ve buna göre karar verilmesi gerektiğini savunmuştum. En geç ikinci hükümet dönemlerinde görüldü ki, AKP anayasanın değiştirilemez maddesi olan “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” ilkelerine bağlılığı anlamamış ve de benimsememiştir. Ve son yıllardaki uygulamalar da açıkça kanıtladı ki, Başbakan ve emrindeki AKP, çağdaş demokrasiyi anlayamamış ve de özümseyememiştir. Başbakan ve partisi, seçimlerde gerekli çoğunluğu almış olmayı demokrasinin tek geçerli ölçütü olarak görmekte, kuvvetler ayrılığının, insan temel hak ve özgürlüklerinin, basın ve fikir özgürlüğünün, demokrasinin vazgeçilemez koşulları olduğunu anlamış ve benimsemiş değildir. Yapılan uygulamalar ve tekrarlanan söylemler bunun çok açık kanıtıdır. Demokrasiyi ve hukuk devletini, bir başka devlet biçiminin aracı olarak görenler, kendi amaçlarına varmak için kullandıkları demokrasiye, Türkiye örneğinde olduğu gibi, en büyük zararı verirler. Ancak Gezi Parkı ve Taksim direnişiyle başlayan ve milyonların sahip çıktığı bu toplumsal direniş, Türk halkının antidemokratik baskılara dur demekte kararlı olduğunu göstermektedir. İki İftar: İki Sonuç 2013 ramazanının ilk iftarları: Beyoğlu’nda Antikapitalist Müslümanların öncülüğünde “Yeryüzü Sofrası”… Taksim’de Beyoğlu Belediyesi’nin “İftar Sofrası”… Aynı anda, aynı yerde yapılan iki “toplumsal iftar”… Gezi Direnişi’nin siyasete getirdiği yeniliği… AKP iktidarının 11 yılda nereden nereye geldiğini… Kimsenin görmezden gelemeyeceği kadar net ve açık bir biçimde gözlerimize sokuyor: 1) AKP halktan kopmaktadır. 2) AKP’nin, din üzerinden toplumu ayrıştırma ve siyasal rant elde etme silahı artık etkisini yitirmektedir. HHH Bakınız Cengiz Semercioğlu, 11 Temmuz tarihli “Taksim’deki İftarlar Arasında 10 Fark” başlıklı yazısında hangi gözlemleri yapmış: “1 Yeryüzü Sofrası köy düğünüydü, Belediye Sofrası Çırağan düğünü… 2 İlki doğaldı, ikincisi zorlama. 3 Yeryüzü Sofrası’nda insanlar yerlere oturup iftarlarını açtı, Belediye Sofrası’nda beyaz masa örtülü 10 kişilik yuvarlak masalara. 4 İlkinde Galatasaray’dan Taksim’e binlerce insan toplanırken, ikincisinde bütün şaşaaya rağmen 400 kişi vardı. 5 Belediye Sofrası’nda özel giyimli kızlıerkekli garsonlar servis yaparken, Yeryüzü Sofrası’nda herkes birbirine servis yaptı. 6 Yeryüzü Sofrası’nda kadınlarla erkekler eşit ağırlıktaydı, Belediye Sofrası’nın yüzde 90’ı erkekti. 7 Belediye Sofrası’nda termos termos çay vardı, Yeryüzü Sofrası’nda ağırlıkla ayran. 8 Yeryüzü Sofrası’nda herkes yanında getirdiği yemeklerle iftar açtı, Belediye Sofrası’nda belediyenin özel kutularda verdiği iftariyeliklerle. 9 Saat 21.10’da Belediye Sofrası’nda kimse kalmamıştı. Yeryüzü Sofrası iftardan sonra da tıklım tıklımdı... 10 Yeryüzü Sofrası TOMA’ların gölgesindeydi, Belediye Sofrası Ahmet Misbah Demircan’ın gölgesinde.” Evet, AKP’nin halktan kopmakta olduğunu bu iftarlardan daha iyi vurgulayacak bir simgesel olay var mı? (Başbakan’ın “Başlar, ayaklar” söylemi hariç!) HHH Ve bakın aynı tarihte Ahmet Hakan Beyoğlu iftarı için ne yazıyordu: “Her şeye rağmen çok başarılı oldu bu iftar... Nereden anlıyoruz? Şuradan: Yeminli iktidar destekçisi yazarların, ‘Bakalım oruçlu muydular, bu dini siyasete alet etmek değil mi, güzel ama acaba samimiler mi?’ dışında söyleyecek söz bulamamalarından…” Evet, AKP ve yandaşlarının, din üzerinden toplumu bölme ve düşmanlaştırma silahı, etkisini yitirmekte! HHH Dünya değişiyor… Türkiye değişiyor… AKP, hâlâ Yirminci Yüzyıl’ın küflü raflarındaki Soğuk Savaş malzemelerinden medet umuyor… Allah sonumuzu hayretsin! AKP’nin demokrasi anlayışı Dış Politika ve Ulusal Çıkarlar Daver DARENDE Emekli DiplomatYazar O rtadoğu’nun kaygan ve değişken zemininde ülkemiz tehlikeli bir süreçten geçiyor. Bölgemizde güvenlik alanını genişletmek isteyen küresel güçlerin hazırladığı plan uygulama aşamasındadır. “Savunma amaçlı” olduğu söylenen füze radar sisteminin topraklarımızda konuşlanması, Türkiye’nin ulusal güvenliğini ve komşu ülkelerle ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir. “Büyük Kürdistan” projesi gündemin başköşesindedir. Türkiye’nin güvenliği açısından yaşamsal önemde bir ülke olan Suriye’ye karşı bugüne kadar izlediğimiz yanlı dış politika ne yazık ki başarısızlıkla sonuçlanmıştır. “Sıfır sorun” politikasından “savaş politikası”na doğru yol aldığımız engebelerle dolu bu zorlu dönemde Türkiye’yi denetim altında tutan küresel proje, ulus devleti kendine engel görmekte, sinsi plan Kurtuluş Savaşı öncesi dönemi anımsatmaktadır. Bu planın amacı, Türkiye’nin kuruluş ve kurtuluş felsefesini terk etmesini sağlamaktır. Ülkemiz için “Uyumlu İslam Devleti” modeli önerilirken Cumhuriyetin mirasının yok edilmesi istenmekte, Türkiye için ileride “bölünme” anlamına gelebilecek “federasyon” yapılanması öngörülmektedir. Ortadoğu’da eyaletler sisteminin yerleşmesi küresel güçlerin vazgeçmediği önemli hedeflerden biridir. Ülkemiz, ulusal bütünlüğümüzü tehdit eden yaşamsal önemde ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Bugünkü gelişmeler ışığında Washington ile “derin işbirliği”ni sürdürürken “stratejik müttefikimizin” öngördüğü isteklere ve dayatmalara “evet” demenin Türkiye’ye çok pahalıya mal olacağını şimdiden düşünmemiz gerekir. Türkiye, dış politikada ödünler vererek baskılara açık olduğunu ilan eden bir konuma getirilmiştir. Oysa dış politikada ödünler vermekle sorunlar çözümlenmiyor. Türk dış politikasının manevra alanının daraldığı, ulusal çıkarlarımızın göz ardı edildiği bu duyarlı dönemde, küresel egemenlere boyun eğmenin biricik çıkar yol olmadığını anlamak zorundayız. Dış politika konusunda ileri geri konuşan çok bilmişlere göre küresel güçler karşısında boyun eğmek “gerçekçiliktir”. Bu mantık, beyinlerinin öbeklerine öyle sinmiş ki bugünlerde ulusal egemenlik kavramını düşünmek, üniter devlet yapımızı savunmak neredeyse suç sayılacak. Bölgemizde kirli oyunlar tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Milli birliğimizin ve bütünlüğümüzün her vesileyle vurgulanması ve bundan asla ödün verilmemesi gerektiğine inanıyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle