23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 HAZİRAN 2013 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Çapulcu Olmak Olmamak? “Birkaç çapulcunun...” Başbakan Erdoğan’ın son konuşmalarından birinde kullandığı bir söz: “Birkaç çapulcunun dediklerine bakarsanız...” Baktım sözlüğe “çapul” diye bir şey yok. Yalnız “çapulcu” var... Çapulculuk ne yaptığını ettiğini bilmeyen, yalnız kendi çıkarını düşünen birisi demek... Böyleleri bizde çok... Vurdulu kırdılı çaldığı, aparttığı, yuttuğu, cebe attığı... Daha neler neler... Bir Başbakan söylediği sözlere özen göstermeli, ağzına her geleni ortaya dökmemeli. Bir erdemi, bir haysiyeti, bir saygınlığı olmalı bir politika adamının, hele bir de Başbakanlık gibi bir üst düzeyde ise... Beni aldı nerelere götürdü? Vaktiyle çapulculuk diye bir söz var mıydı bilmiyorum, ama çapulculuk her zaman vardı. Özellikle politika alanında. Kolayca seçilir miydi ne olduğu bellisiz kişiler. Kim sokardı onları listelere? Halk mı, seçmen mi?.. Bir partinin lideriydi adayları belirleyen. Kendi kafasına, mizacına, keyfine uygun olanları seçerdi o da. Sonra bir bakarsın Meclis onlarla dolmuş, büyük adam sayılan liderin emrinde bir kalabalık... Ben yıllardan beri hep yazarım. Türk milleti adına milletvekili seçilecek kişileri önce gerçek bir sınavdan geçirmeli. Buna bir önseçim mi derler, ki vaktiyle vardı. Aday adayları arasından liderin istediği adaylar öne alınır, listelerin ön yerlerine yerleştirilirdi. Bense başka bir yöntem önerirdim; aday adayları önce eğitim, öğretim, bilgi, deney, görgü, saygı gibi özelliklerden incelenmeli, bir çeşit siyasi tecrübe kazandıktan sonra aday olmalı! Önüne gelen, bir liderin eliyle baş köşelere aday olarak oturtuluyor hâlâ... Evet demokrasi dedik ama bu demokrasinin gerektirdiği ilkeleri uygulamakta zorlandık. Halk tarafından yönetim... Bir masal oldu. Belirli grupların, hiziplerin, çıkarcı toplulukların elinde bambaşka bir biçime girdi. Ama uygarlıkta belli bir düzeyi aşmış Batı ülkelerinde böyle bir tehlike yok. Ancak Doğu ülkeleri tek adamlı yönetimlere alışkın olduklarından, bizdeki gibi bocalama içindeler. Yasalar baştan başa değişmeli. İngiltere’de, Fransa’da, Amerika’da seçimler hangi yasaya göre yapılıyorsa onu biz de kullanmalıyız. Her işimiz zaten yabancıları taklit değil mi? Varsın seçim yasası da Batı’dan alınsın. Taksim’de Hukukun Rafa Kaldırılması Bu denli çok hukuksuzluğun bir yerde toplandığı, kaba kuvvetin hukukun yerine geçtiği, her türlü insan hakkının pervasızca çiğnendiği bir ülkede, siyasal iktidarın ve yetkililerin ikide bir hukuktan söz etmeleri hiç de inandırıcı olmamakta. “Ülkeyi sıkıyönetimle yönetmeye karar verdik. O nedenle hukuku rafa kaldırıyoruz” demeleri daha dürüst bir davranış olur. Rıza TÜRMEN “T oplantı ve gösteri özgürlüğü” en temel insan haklarından. Bu özgürlük belirli bir görüşün açıklanmasına ilişkin olduğundan, “ifade özgürlüğü” ile birlikte ele almak gerekiyor. O nedenle, ifade özgürlüğünde olduğu gibi, toplantı ve ifade özgürlüğü de “açıklanan görüşlere karşı olanları ya da devleti öfkelendirebilir ya da incitebilir”. Ama bu devletin müdahalesini haklı kılmaz. Ayrıca devletin toplantı ve gösteri özgürlüğünün kullanılmasını korumak yükümlülüğü var. AİHM kararlarına göre, toplantı ve gösteri özgürlüğüne getirilebilecek tek meşru sınırlama, toplantı ve gösterinin barışçı olmaması. Toplantı ve gösterinin amacı barışçı olduğu sürece, gösteri sırasında çıkan olaylar, gösterinin barışçı olmadığı gerekçesiyle yasaklanması ya da dağıtılması için haklı bir neden olamaz. Toplantı ve gösteri özgürlüğünün kullanılmasına ilişkin “bildirim” gibi formalitelerin eksikliği devlet müdahelesi için haklı bir gerekçe oluşturmaz. Örneğin, AİHM’in Oya Ataman kararında (2006), göstericiler yasanın öngördüğü bildirimde bulunmadan Sultanahmet Parkı’nda gösteri yaparlar. Polis gösteriyi kanuna aykırı olduğu gerekçesiyle dağıtır. AİHM, polisin müdahalesinin, toplantı ve gösteri özgürlüğünün ihlali olduğu sonucuna vardı ve söyle dedi: “Göstericiler şiddet eylemlerine başvurmadıkları sürece ilgili makamların hoşgörü göstermeleri gerekir. Aksi takdirde, toplantı hakkının özü ortadan kaldırılmış olur.” Stankov/Bulgaristan davasının konusu (2001) Bulgaristan’daki Makedonyalıların tarihsel bir yıldönümünü anmak için toplantı yapmalarına ilişkin. Bir anma töreni olduğu için zaman ve yer önemli. Hükümet, şiddete yol açabileceği gerekçesiyle toplantıyı yasaklar. AİHM, Bulgaristan’ın toplantı ve gösteri özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna varır. Kararda, şu gö rüşlere yer verilir: “Hukuk devletine dayalı demokratik bir toplumda, mevcut düzeni eleştiren, ancak barışçı yollarla gerçekleştirilmek istenen siyasal düşüncelerin, toplantı yaparak ifadesine olanak tanınmalıdır.” AİHM, bu davada toplantının şiddete dönüşeceği yolundaki hükümetin savlarını inandırıcı bulmadı. Şiddete yönelik bazı beyanların bireysel nitelik taşıdığı, gerekirse bunlara karşı soruşturma açılabileceğini, ancak demokratik ilkelere uygun, şiddete dönüşeceği yolunda görülebilir bir risk taşımayan bir toplantının yasaklanmasının toplantı ve gösteri özgürlüğüne aykırı olduğuna karar verdi. Venedik Komisyonu ise toplantı özgürlüğüne ilişkin 25.06.2012 tarihli raporunda, toplantı özgürlüğüne egemen olan ilkeleri belirtiyor. Raporda şu hususlara yer veriliyor: “Toplantının yapılacağı ‘yer’ toplantı özgürlüğünün en önemli unsurlarından biridir. Toplantı hakkının özü, toplantıyı örgütleyenlerin toplantı yerini de kararlaştırmalarını içerir. Toplantının amacı çoğunlukla belirli bir yerle sıkı sıkıya bağlıdır. Bu durumlarda toplantı özgürlüğü amaçlanan yerde toplantı yapma özgürlüğünü de kapsar.” Rapor ayrıca şu hususları belirtiyor: “Kamuya açık tüm yerler toplantı yapmaya açık olmalıdır.” ... “Bir toplantının rahatsızlık ya da güçlüklere yol açma olasılığı, toplantının yasaklanması için haklı bir gerekçe olamaz.” Toplantıların sona erdirilmesi ile ilgili olarak Venedik Komisyonu, toplantının dağıtılmasına en son çare olarak başvurulması gerektiğini, bu durumda da polisin güç kullanması yerine yasal işlem yapılmasının daha doğru olacağını, şiddete başvurmayan barışçı bir topluluğa karşı polisin güç kullanmasının her koşul altında “orantısız güç” niteliği taşıyacağını belirtiyor. AİHM kararlarını ve Venedik Komisyonu ölçütlerini Taksim Gezi Parkı’na uygularsak şu sonuçlara va Toplantı özgürlüğü “Bildirim” formalitesi rabiliriz: 1. Gezi Parkı’nda barışçı toplantı yapanlara karşı polisin 1 Haziran ve 15 Haziran’da giriştiği saldırılar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “11. maddesindeki toplantı ve gösteri özgürlüğünün” ihlalidir. 2. Polisin barışçı gösteriler yapanlara karşı biber gazı, basınçlı su, ilaçlı su, gaz kapsülü atarak orantısız güç kullanması, Sözleşme’nin “3. maddesindeki kötü muamele yasağının” ihlalidir. 3. Polisin can kaybına yol açması ya da can kaybına yol açacak şekilde güç kullanması, Sözleşme’nin “2. maddesindeki yaşam hakkı”nın ihlalidir. 4. Hükümetin orantısız güç kullanan polisler ve polise talimat verenler hakkında, “sorumluları yargı önüne çıkarmak amacıyla derhal etkili bir soruşturma açma yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi ya da yerine getirmekte gecikilmesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2 ve 3’üncü maddelerinin ayrıca ihlaline yol açar.” 5. Toplantıyı düzenleyenlerin toplantı yerini seçmeye hakları vardır. Bu seçim toplantı özgürlüğünün bir parçasıdır. O nedenle, iktidarın “Ben neresini gösterirsem orada toplantı yaparsın. İstediğin yerde yapamazsın” demesi, “Sözleşme’nin toplantı özgürlüğüne ilişkin 11. maddesine aykırıdır.” 6. Güvenlik güçlerinin, güç kullanarak göstericileri Taksim Meydanı’na sokmamaları da aynı nedenle 11. maddenin ihlalidir. Ayrıca bu amaçla orantısız güç kullanılması kötü muameleye girer. Gezi Parkı olaylarında, Sözleşme’nin 3 maddesi sürekli olarak ihlal edilmektedir. 7. “Duran Adam”ların gözaltına alınması ise, hukuksuzluğun vardığı ürkütücü boyutu göstermekte. Arkasından sıra “Bakan Adam” ya da “Düşünen Adam”a gelecek! Bu olayda, Sözleşme’nin 11. maddesi yanında düşünme ve ifade özgürlüğüne ilişkin 10. madde ve kişi özgürlüğüne ilişkin 5. maddenin ihlali söz konusu. Ayrıca, müdahale eden polis hakkında suç duyurusu yapılması gerekir. Bu denli çok hukuksuzluğun bir yerde toplandığı, kaba kuvvetin hukukun yerine geçtiği, her türlü insan hakkının pervasızca çiğnendiği bir ülkede, siyasal iktidarın ve yetkililerin ikide birde hukuktan söz etmeleri hiç de inandırıcı olmamakta. “Ülkeyi sıkıyönetimle yönetmeye karar verdik. O nedenle hukuku rafa kaldırıyoruz” demeleri daha dürüst bir davranış olur. Kaba Kuvvete Karşı Zekâ??? Benim bütün yaşamım, öğrenci ve sokak hareketleriyle, darbelerle, siyasal çalkantılarla geçti! Bütün kariyerim boyunca öğrencilerime, gençlere, kaba kuvvetten uzak durmalarını önerdim… Bunu sadece onları sevdiğim, sakınmak istediğim için yapmadım… Şiddete başvurulduğu zaman, aklın ve haklının kaybedeceğini, sadece elinde en büyük kaba kuvveti bulunduranın kazanacağını bildiğim için çabaladım. Bu çabalarım, gerek 1971 gerekse 1980 askeri darbelerine gidişi önlemekte hiçbir işe yaramadı… Göz göre göre gelen darbeler Türkiye’nin demokratik gelişmesini büyük ölçüde frenledi, soldan ve sağdan en yetenekli en vatansever öğrencilerimin canlarını aldı… Bana da, sürekli olarak önceden haber verdiğim felaketleri izlemenin düş kırıklığı ve oradan oraya savrulmanın acısı kaldı! HHH Aslında çabalarımın pek de etkili ve verimli olamayacağını biliyordum… Çünkü toplumun yapısı, muktedir zalimler kadar, özgürlük ve demokrasi isteyen mazlumları da aynı kumaştan dokumuş, aynı malzemeden yoğurmuştu… Ama umutsuzca da olsa, doğruyu anlatma görevimi yerine getirmeye çalışıyordum… Çünkü bir yandan da dünya ve Türkiye değişiyor ve gelişiyordu; umudumu hiç yitirmedim! Bu son dönemde “Tarihimizle Yüzleşmek”, “Demokrasimizle Yüzleşmek”, “İçimizdeki Zalim” ve “ABD’nin Siyasal İslam’la Dansı” kitaplarımı yazdım… Pek çok kişiden övgü, daha çok kişiden de umutsuz “Türkiye adam olmaz” gibi tepkiler aldım. Şimdi haklı olmanın keyfini yaşıyorum! HHH 28 Mayıs’tan beri olup bitenler, aslında Türkiye’deki dönüşümü, yeni bir dönemi işaret ediyor: Artık çoğunluk gücünü arkasına alarak demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri ihlal eden egemenlere karşı, onların bütün kışkırtmalarına rağmen, barışçı yollarla muhalefet etmeyi öğreniyor toplum: İnsanları bıktıran buyurganlığa, yaşamın her alanına müdahale eden azarlayıcı ve bağırgan otoriteye karşı, barışçı, demokratik, çağdaş, yeni bir muhalefet bu: Kaba kuvvet söylemi kullanan politikacıların, onlara destek manşetleri atan, dezenformasyon yapan iktidar dalkavuklarının anlayamadığı, onun için de başa çıkamayacakları düzeyde bir zekâ, barışçı ve yeni bir yaklaşım. “Duran adam” dünkü azgelişmiş Türkiye’ye karşı yarınki demokratik Türkiye’nin simgesidir!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle