18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 NİSAN 2013 PAZAR 4 Şarkılar beşiğimizdi... Bir şarkıya sarıp uyuttular bizi... Geceler uzun, anneler uykusuz... “Uyu göz nurum ninni...” ? İlk aşk mektubumuzu şarkıların içine koymuştuk: Bu senin şansına, bu benim... Sonra bir şarkıda buluştuk: “Uyu demeye geldim...” ? İlk utandığımızda yine tanığımızdı bir şarkı... Kızarmıştı yüzümüz: “Hava kararmıştı yağmur yağıyordu Dudakları sırılsıklamdı Bir öptüm, bir öptüm Bir daha öptüm Kimseler görmedi öpüştüğümüzü Yağmurdan başka İki gözüm çıksın ..... Ne zaman yağmur yağsa Utanıyorum...” HABERLER ATATÜRK ADINI SİLDİLER Kimi zaman vedamız: “Sana sevdanın yolları, bana kurşunlar...” ? Bir bakmıştınız iki damla yaş olmuştu şarkı: “Ağla gözlerim...” Ya da bıçak gibi bir hasret: “Özledim, teninin kokusunu özledim...” ? Hani kimi zaman isteriz şarkılar suçlu olsun... İstersin sussun... Sitemimiz vardır: “Ah bu şarkıların gözü kör olsun...” ? Bugünler zor günümüz... Bırakın içimizdeki şarkıcı şarkılarını söylesin... Sevincimiz, kavgamız, hüznümüz... Susmasın... Giderse şarkıcı... Ölürüz... Bakanlık da sehvene sığındı İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Orman ve Su İşleri Bakanlığı, gazetemizin dünkü sayısında yer alan “Atatürk’ün Adını Sildiler” başlıkla haberlerle ilgili yaptığı yazılı açıklamada, Uşak Spor Salonu’ndan Atatürk’ün adının “sehven” (yanlışlıkla) çıkarıldığını savundu. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun önceki gün Uşak’ta katıldığı açılış töreninin düzenlendiği Atatürk Spor Salonu’nun adı, tören duyuru afişlerinde “Uşak Kapalı Spor Salonu” olarak yer almıştı. CHP Uşak İl Başkanı Bülent Horasan da konuya ilişkin haberimizde, uygulamaya tepki göstermişti. Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada ise duyuru afişlerinde Atatürk’ün adının “sehven” yer almadığı savunularak “Bir kez daha belirtmek istiyoruz ki merasim adresi yanlışlıkla eksik olarak yazılmıştır” denildi. Haydi Silivri’ye!.. Sevgili, Kendimi bildim bileli en çok duyduğum yer isimlerinin başta gelenlerindendir Silivri. Silivri’nin kendisini görmezden önce adını, tadını bildim. Silivri’yi bana tanıtanlar 1940’lı – 50’li yılların İstanbul yaşamının onsuz olmazları seyyar satıcılardı. Onlar, ayrı ayrı diyarlardan gelir, ayrı ayrı makamlarla bize seslenir, kimi zaman ağzımı sulandırır, kimi zaman özlemimizi artırır, kimi zaman hasretimizi giderirdi. Sahneleri olan sokağa girişlerindeki sıra, tıpkı makamları gibi hiç değişmezdi. Şeker yeeee! Bal yeee! Dut yeee! tabii yaz çağrısıydı ama illa da öğleden sonra olurdu! Sabah saatlerinde geçse şaşardık “Dalları bastı kiraz!” gıcıklardı içimi en çok; kiraza bayılırdım. Çocukluğumda Sevgili, iki meyve, muz ve kiraz pahalıydı, doya doya yemek için zengin olmak gerekliydi. Hiç doya doya kiraz yiyemedim. Hoş ben çocukluğumda hiçbir şeyi doya doya yemedim. Dondurmaya her çocuk gibi bayılırdım, dokunur diye fazla yedirmezlerdi. Ahdettim. Büyüyünce yeterince para kazanacak dilediğimce dondurma yiyecektim. Büyüyüp, dilediğimce dondurma yiyecek parayı kazandığımda da, artık dondurma sevmez olmuştum. Kiraza gelince... Onu hâlâ seviyorum, dilediğimce yiyecek param da var, üstelik eskiye oranla ucuzladı da. Ama yine de istediğim kadar yiyemem, bir oturuşta bir kilo kirazı yememe bu kez de doktor ile doğa izin vermiyor. “Dalları bastı kiraz!”dan sonra hem günün içinde hem akşamüstünde geçen Silivrililer ağzımı sulandırırdı. “Silivriiiiii kaymak, yoğuuuurt”u duyar duymaz bir elde çukur tabak, bir elde bozuk para sokak kapısının önüne iner, eğer biraz geç kalmış isek sırtındaki sırığın iki yanından kefeler sarkan seyyar satıcıya seslenirdik: Yoğurtçu! Yoğurtçu! Gelir kapının önünde, sırtındaki dükkânını yere indirir, elindeki terazinin bir kefesine çukur tabağı, öbürüne, kabın ağırlığına belirleyecek dara işlevi gören iri çakıl taşlarını yerleştirir, sonra ince keskin malasıyla büyük tepsiden yoğurdu verevine keser, tabağa özenle aktarır, parasını alır, sırığı tekrar sırtlanır giderdi. Çocukluğumun Silivrisi’nden gelirdi yoğurtçu. Çocukluğumun Silivrisi masal kadar uzak, bir lezzet durağıydı. Ne eski Silivri kaldı artık, ne Silivri yoğurtları. Silivri artık yoğurtları değil, zalimleri ve mazlumlarıyla ünlü. Silivri, yaşlılığımda bütün demokratların, bütün özgürlükçülerin bütün adalete inananların kâbusu oldu, seyyar satıcıların yerini infazcılar aldı. Artık biz Silivri’ye gidiyor Ergenekon, Balyoz davalarını izliyoruz. Yoğurtçunun “Silivri kaymak yoğurt” diyen dost sesi kapımızın önünde değil, dostların acılı yüzleri görüşme kabininde Silivri’de. Gidiyoruz ve dokunamıyoruz dostlarımızın gözyaşlarına elimizle, geri dönüyoruz onulmaz hüznümüzle. Olsun yine de arada orada oluyoruz. Onlarla birlik olduğumuzu göstermek için. Yarın 8 Nisan 2013 Pazartesi Ergenekon duruşmasını izlemek üzere yine Silivri’de olacağız. Haydi Sevgili, Silivri’ye!... İçimizdeki Şarkıcı... Nöbetçi kulübelerinde, bir çanta, bir matara, bir de şarkımız vardı yanımızda... Nerede bir kışla görsem, eminim hâlâ o şarkı söyleniyor... “Yine yakmış yâr mektubun ucunu Askerlikte sevda çekmek zor diyor...” ? Kimi zaman acılarımızın dili oldu şarkılar: “Bu akşam içimde hüzün var...” CİDDİYE ALINAN İLK ELEŞTİRİM Gazetecilikte 50. yılımı 2015’te dolduracağım. Anlayacağın Sevgili, ben de bu işin eskileri arasına katıldım artık. Köşe yazısı, haber yazdım, içeride, dışarıda röportajlar yazdım. Cumhuriyet’te sonra Milliyet’te on yıla yakın spor yazarlığı yaptım. 1980’li yılların ikinci yarısında, Bekri Çeşnici adıyla gastronomi yazıları yazıyordum. Yakup – 2 yeni açılmıştı. Orayı anlatan bir yazımda şöyle bir şeyler karaladığımı hatırlıyorum: “Her şey iyi güzel de o peçetelerin hali ne? Hiç yakışıyor mu? Yazı pazar günü Cumhuriyet Dergi’de çıktı. Salı günü bir telefon, karşımda Yakup: Ali Abi peçeteleri değiştirdik, gel gör de bak ne güzel oldu, diyordu. Bu olay olduğunda 25 yıllık gazeteciydim. Yakup sayesinde ilk kez bir eleştirimin ciddiye alındığını, gereğinin yapıldığını görüyordum. Gazetecilerin çoğu Allah bilir, bunu bir kez bile yaşamamıştır. Yakup’a gittiğimde, merhum müşterilerin fotoğraflarının durduğu duvara her eklenen yeni resmi görünce kendisine takılırdım: Eyvah yahu, Yakup bana yer kalmıyor, bari elimi çabuk tutayım! Benden on yaş genç olan Yakup duvarda benden önce yerini aldı. Nur içinde yatsın! MİT MENSUBU ÖLDÜRDÜ İDDİASI Mumcu’nun katili Meclis gündeminde ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, gazetemizin katledilen yazarı Uğur Mumcu’nun MİT mensubunca öldürüldüğü iddiasını Meclis gündemine taşıdı. Tezcan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yazılı olarak yanıtlanması istemiyle verdiği soru önergesinde, Ergenekon davasından tutuklu yazar Ergün Poyraz’ın “İplikçiKirli İlişkiler Yumağı” adlı kitabında, Uğur Mumcu’nun “Duran Hoca” kod adlı Milli İstihbarat Teşkilatı elemanı tarafından öldürüldüğü iddiasına yer verildiği belirterek bu iddiaya dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Ülkü Coşkun’u dayanak olarak gösterdiği vurgulandı. Tezcan, “Bu iddialar ve konuyla ilgili herhangi bir işlem ya da soruşturma başlatılmış mıdır” diye sordu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle