19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 EKİM 2013 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İşlevler Bağlantısı KAMU görevlerini ve dolayısıyla işlevleri, önlemleri, sonuçları, sorumlulukları, kısacası kamuya ilişkin her şeyi, her durum arasındaki ilişkileri, etkileri uzun uzun anlatmaya gerek var mı? Siz sayacak hiç ilişki ya da etki düşünemeseniz bile, çağdaş dünyada uluslararası politikalar ya da teknoloji yarışmaları en sıcak ilişkileri ve en güçlü gereksinimleri gündeme getirebiliyor birdenbire. Örneğin, daha önceleri siz adalet hizmetleri ile Silahlı Kuvvetler’in, özellikle Deniz ve Hava Kuvvetleri’nin modernleştirilmesi arasında herhangi bir işlevsel bağlantı düşünebilir miydiniz? Ama şimdi öyle bir bağlantı kendiliğinden oluştu. Modernleştirme, adalet hizmetlerinin doğru bir zemine oturtulmasıyla kol kola gidecek. Yalnız, öyle anlaşılıyor ki, bu bakımdan endişe verici bir sorunla karşı karşıyayız: Medyaya yansıyan haberlere göre Deniz ve Hava Kuvvetleri’nin üst düzeydeki görevlilerine ilişkin adalet hizmetlerindeki sorunlar dolayısıyla modernleştirme işlevleri ve yazılım programları aksamaktaymış. Hukuk alanındaki bir durumun ulusal savunmaya ilişkin bambaşka bir alanı olumsuz etkilemesi endişe verici değil midir? ir alandaki tıkanıklığın başka bir ya da birkaç alana sıçraması kamu yönetiminin en can sıkıcı sorunudur, neresinden başlayıp nasıl çözeceğinizi kestiremezsiniz. Örneğin, deniz altındaki enerji kaynaklarının aranması, bulunması ve işletilmesi, o alandaki yüksek teknolojiyi kendinizin geliştirip sahiplenmenizi gerektiriyor. Çünkü deneyimler gösterdi ki, dünyanını parasını döküp en pahalı bir yabancı araştırma gemisini ve ekibini kiralasanız bile, kaynak bulunduğunda “yok” deyip çok sonra kendileri işletmek üzere şimdi size haber vermeden giden yabancı şirketler de olabiliyor. Ayrıca araştırmayı kendi devletiniz yapsa veya başkalarına yaptırsanız da, rakiplerinizin tacizini önlemek için bütün donanmayı ve hava filolarını Ege’ye yığmak gerekecek. ütün bunlar da gösteriyor ki, devletin güçleri arasında sağlam bir uyum olmadan ne halkla içtenlikli bir ilişki kurulup demokrasi ve huzur olabilir, ne güvenlik ne de ulusal savunma. Yargıtay’ın Balyoz Kararının Mustafa Balbay’la Ne İlgisi Var? Ergenekon davasında, üzerinde bir hayli fırtınalar kopan, içeriği dikkate alınınca hakkında bu kadar çok konuşulması da gayet makul olan Mustafa Balbay’ın notlarının yer aldığı dijital delille ilgili çok ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Bilenler biliyor, Balbay notlarında tahrifat, değişiklik ve montaj yapıldığını iddia ediyordu ALİ SELİM KUŞÇU Hukukçu argıtay 9. Ceza Dairesi Balyoz kararını açıkladı. 65 sayfalık kararda 237 sanığa hükümeti cebir ve şiddet kullanarak devirmeye teşebbüs etmek suçundan verilen cezalar onandı. Aynı suçtan 88 sanığa verilen cezalar ise 25’inin beraat etmesi, 63’ünün ise eyleminin başka bir suçu oluşturması gerekçesiyle bozuldu. Ayrıca, yerel mahkemede haklarındaki suçlamadan beraat kararı verilen 36 sanık hakkındaki beraat kararları da onanarak kesinleştirildi. cilik ya da değişikliğin yapıldığı zaman aralığının önemli olduğunu belirtiyor. Bu delillerin kolluk ve adli makamlar tarafından ele geçirilmesinden önceki ya da sonraki bir aşamada olup olmamasına göre bir değerlendirme yapıyor. Böylece, bu delillerin teknik ve içerik analizine de, bu analizden hareketle ileri sürülen itirazlara da esas açısından öncelikle kıymet vermemiş oluyor. Bu bağlamda örneğin, kamuoyunda davayı izleyenlerin artık bildiği ve kafasında bu CD’lere ilişkin şüpheleri besleyen bazı zaman ve mekân tutarsızlıklarına hiç değinmemiş, bu şüpheleri gidermemiş oluyor. melerinden itibaren güvenli biçimde korunarak adli makamlara teslim edildiklerini saptamakla işe başlayıp sonra delillerin içeriğinin değerlendirilmesine geçmektedir” (Karar, s.23, par.1). Ceza dairesi, Balyoz davasında ileri sürülen sahtecilik iddialarının esas olarak bu delillerin kolluk ve adli makamlarca ele geçirilmesinden önceki aşamaya ait olup, delillerin adli makamlarca ele geçirilmesinden sonraki aşamaya ilişkin iddiaların ise sadece iki noktada olduğunu söyleyerek, bu iki noktaya ilişkin bir inceleme ve değerlendirme yapıyor. rinde bir hayli fırtınalar kopan, içeriği dikkate alınınca hakkında bu kadar çok konuşulması da gayet makul olan Mustafa Balbay’ın notlarının yer aldığı dijital delille ilgili çok ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Bilenler biliyor, Balbay notlarında tahrifat, değişiklik ve montaj yapıldığını iddia ediyordu. Mahkeme bu iddiayı araştırmak üzere TÜBİTAK’tan bilirkişiler seçmiş ve inceleme yaptırmıştı. İşte, birçok davada verdikleri raporlar tartışma konusu yapılan bu bilirkişiler, raporlarında şu hususların kesin olarak saptandığını vurguladılar: 1) Mustafa Ali Balbay’ın günlüklerinin yer aldığı dijital veriye 1 Temmuz 2008 günü polis tarafından yapılan aramada el konulmuştur. 2) Adli kolluk makamları, üzerinde inceleme yapmak için bu harddiskin bir kopyasını (imajını) 7 Temmuz 2008 tarihinde çıkarmışlardır. 3) Bir dijital delilin geçerliliğini koruması, üzerinde oynama, tahrifat, sahtecilik ya da değişiklik yapılmadığı, delilin güvenli bir şekilde muhafaza edildiğinin söylenebilmesi için geçerli tek yöntem, delile el konulduğu anda (yani 1 Temmuz 2008 günü) bir kopyasının çıkarılmasıdır. 4) Bu nedenle, Balbay’dan el konulan harddisk üzerinde adli kolluk tarafından el konulduğu 1 Temmuz ile kopyasının çıkarıldığı 7 Temmuz arasındaki bir zaman diliminde, bu harddiskler üzerinde herhangi bir değişiklik yapılıp yapılmadığı teknik olarak belirlenemez. Değişiklik yapıldığı ya da yapılmadığı kesin olarak söylenemez. u saptamalar ne anlama geliyor? Bu durumda, dijital delilin adli makamlarca ele geçirilmesinden sonraki aşamada güvenli olarak korunmasının önemine değinen ve ancak güvenli olarak korunduğu saptandıktan sonra içeriğinin incelenmesine başlandığını söyleyen Yargıtay’ın Balyoz kararı, bakalım Mustafa Balbay’ın günlükleri bakımından nasıl değerlendirilecektir? Eğer, ceza dairesi görüşünü değiştirmezse, Balbay’dan el konulan dijital delilin güvenli olarak korunmadığını dikkate almak zorunda kalacaktır. Üstelik, el konulan harddiskin gereği gibi ve güvenli korunmadığı bir yana, tersine bu harddiske müdahale edildiği dava dosyasındaki bir başka maddi ve kesin olgu ile kanıtlanmıştı. Balbay 5 Temmuz 2008 günü (yani harddiskin incelenmek üzere kopyasının çıkarıldığı 7 Temmuz’dan iki gün önce) savcılıkta ifade vermişti. Bu ifadesi sırasında, ifadeyi alan Cumhuriyet savcısı kendisine, harddiskinde bulunan belgeleri okuyarak, bu belgeler üzerinden sorular sormuş ve bunlar tutanağa geçirilmişti. Cumhuriyet savcısına gaipten haber gelmediğine göre, bu harddiskin kopyasının alınmasından önce, harddiske müdahale edilerek inceleme yapıldığı kolayca anlaşılıyordu. Bakalım, Yargıtay 9. Ceza Dairesi, sanığın adı Mustafa Balbay, müdahale edilen dijital verinin içeriği de kamuoyunda yankı bulan günlükler olunca, hukuki görüşünü değiştirecek mi? B Y B B Kararda, sanıkların ve avukatlarının ileri sürdüğü kimi itirazlar konusunda da değerlendirmeler yapıldı. Bu değerlendirmeler arasında en ilgi çekici olanı ise kuşkusuz dijital delillerle ilgili olanıydı. Ceza dairesi, dijital delillerin sanal oluşu ya da değiştirilme kolaylığından hareketle hükme esas alınmamasının söz konusu olamayacağını söylüyor. Bu değerlendirmeye ilişkin ceza genel kurulu ve daire kararları olduğunu da belirtiyor. Bundan sonra, dijital delillerin geçerliliği konusunda ilginç bir ayrıma işaret ediyor. Dijital delillerin içeriğine yönelik değişiklik ya da sahtecilik iddiaları varsa; sahte Dijital deliller ahteciliğin yapıldığı zamanın önemi var mı? Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne göre, eğer dijital delillerle ilgili değişiklik ya da sahtecilik yapıldığı iddiası, bu değişiklik ya da sahteciliğin yapılma zamanı delillere kolluk ya da adli makamlarca el konulmasından sonraki bir aşamada ise bu çok önemlidir. Çünkü ceza dairesi, karardaki anlatımla “bu aşamayı, delillerin hukuka uygun biçimde korunması bakımından özenle denetlemektedir”. Ve yine karardaki anlatımla “elde edil S ararın Ergenekon, Odatv vb. davalara olası etkileri Olasılıkla gelecek yılın sonlarına doğru, önce Ergenekon davası ardından da benzerleri Balyoz kararını veren ceza dairesinin önüne gelecek. Bu davalardaki dijital delillere ilişkin değişiklik ve sahtecilik iddiaları da, eğer siyasi ve hukuki konjonktür değişmemişsepek muhtemel yukarıda belirtilen ölçüt esas alınarak değerlendirilecektir. K ustafa Balbay’la ilgisi ne? Ergenekon davasında, üze M Taksim Cumhuriyet Meydanı Ne Oldu? DOĞAN HASOL T aksim Cumhuriyet Meydanı… İstanbul’un en önemli meydanı… Bir anda etkinliklere, kutlamalara kapatıldı ve düzenleme(!) işlerine girişildi. Trafik, meydanın altına alınacak, meydan yayalaştırılacaktı. Bu bir fikirdi; belki olabilirdi. Ancak böylesi ciddi bir konuyu ele almak için çok ciddi projelere ihtiyaç vardı. Oysa ortada proje yoktu. Söylenenlere göre, meydan düzenlenirken eskiden Gezi Parkı’nın yerinde bulunan ve Osmanlı döneminde, 1913 yılında Fransızların da ortak olduğu bir şirkete satılmasının ardından 19211939 arasında stat olarak kullanılan, sonra da şehircimimar Henri Prost’un Gezi Parkı projesi uyarınca 1940’ta yıkılmış olan Topçu Kışlası binası yeniden yapılacaktı. Dışı, o kışlanın (ya da Taksim Stadı’nın) görünüşünde olacaktı ama içi, çelişik söylentilere bakılırsa, AVM, otel, rezidans, çarşı, buz pisti ya da kültür merkezi olacaktı. Kısacası, Taksim Gezisi’nin kemirile kemirile elde kalmış son yeşiline içi başka dışı başka; bir benzetmeyle, “bülbül ötüşlü bir kanarya” kondurulacaktı. Böylece Taksim Gezi Parkı artık tümüyle yok edilecekti. Ayrıca, yıkılmış binanın, dekorumsu cephelerle bir kılıf olarak bile yeniden yapılabilmesi için gerekli belgeler, teknik ve mimari bilgiler de ortada yoktu. Sivilleştiğimizin savlandığı bir dönemde Taksim’e bir Topçu Kışlası’nı yeniden kondurmaya çabalamak biraz tuhaf görün se de İstanbul’u yönetenlerin arzusu böyleydi. İşte, Gezi Parkı Direnişi kentlilerin kente sahip çıkma bilinci ve refleksiyle bu anlayışa karşı doğdu. Doğruydu… Meydan bir trafik kargaşası içindeydi ve düzenlenmesi gerekiyordu, ama kuşkusuz, bilimsel yöntemlerle… Yoksa, bugün izlenen yöntemle değil. Böylesine önemli bir meydanın düzenlenmesi konusu çok ciddi Kentsel Tasarım ve Mimarlık projeleriyle ele alınır. Benzer bir girişim yıllar önce yalnız Taksim için değil, Beşiktaş, Üsküdar, Kadıköy meydanları için de başlatılmış, ne var ki, açılan proje yarışmaları uygulamaya dönüştürülmemişti. Taksim Meydanı’ndaki çıkmazdan kurtulmak hâlâ olanaklıdır: Önce, uzmanlardan oluşan bir jüri kurulur. İhtiyaç programını hazırlamak üzere İstanbulluların da görüş ve katılımı sağlanarak belediye, jüri ve çeşitli uzmanların ortak çalışmasıyla meydanın çevresiyle ilişkileri, niteliği, karakteri, taşıdığı anlam ve önem üzerinde durulur, mevcut yapıların durumu incelenir, işlevler, ihtiyaçlar belirlenir. Bütün bu araştırma ve kararlardan sonra proje yarışması açılır. Yarışma sürecinde yüzlerce mimar ve ilgili uzmanlar ürettikleri tasarım fikirlerini projelerine yansıtırlar. Sonunda en iyi tasarım çözümleri seçilir. Verilecek ana kararlar önemli ve belir Çıkmazdan kurtulmak leyicidir. Örneğin, Gezi Parkı korunacak mıdır ya da yok edilip yerine kışlamsı bir yapı mı kondurulacaktır? Yıllardan beri, tutarsız yıkmayapma yalpalamalarıyla İstanbul’un “Avrupa Kültür Başkenti” olduğu 2010 yılında bile kapalı tutulan ve şimdi de yolunmuş bir durumda polis karargâhı olarak çürümeye terk edilen Atatürk Kültür Merkezi (AKM) ne olacaktır? Burada biraz duralım… Aslında AKM, hem mevcut yasal koruma kararı hem de ülke mimarlık tarihi açısından yıkılamayacak nitelikte bir yapıdır. Ama ne var ki son zamanlarda sözüm ona özerk statüdeki koruma kurullarınca alınan kararların emirle değiştirildiğine, Cumhuriyet döneminin koruma altındaki önemli birçok yapısının birer birer yıkıldığına tanık oluyoruz. Son örnek, İnönü Stadı’dır. Yıkılamazdı... Gençlik ve Spor Bakanı’nın açıkladığına göre mevzuata aykırı şekilde Başbakan’ın onayıyla yıkılmış.(1) Yine planlama yöntemine dönelim… Doğru yöntem yukarıda belirttiğim yarışma yoludur. Bu yapılmadan, “ben yaptım oldu” anlayışıyla işe girişirseniz sonuç, işte bugün ulaşılan zavallı durum olur. Yalnızca karayolu mühendisliği yaklaşımı ve projeleriyle, insana değil de taşıtlara yönelik şekilde meydanın altını oyup otoyol kavşağı gibi düzenleme çözümleriyle sonuç, ancak bu olur. Şu anda Taksim’de ne çözüldü? Elde edilen nedir?.. Toplumsal belleği yok sayarak düş kırıklığına uğratan, ruhsuz, çırılçıp lak bir meydan… Adeta bomboş bir miting meydanı… Bir yanda, hayalete dönüştürülmüş bir AKM… Yolları ve çevreyi yozlaştıran tutarsız dalış rampaları ve tüneller… Günün belirli saatlerinde yine tıkanan yollarla bir trafik kargaşası. Bütün bunlara ek olarak bir de cami projesinden söz ediliyor. Proje, Başbakan’a sunulmuş, Başbakan beğenmemiş, düzeltilmesini istemiş. Taksim’e cami yapılması gerekiyorsa o da böyle yapılmaz. O da, yukarıda belirttiğimiz yöntem çerçevesinde Taksim projesi kapsamında ele alınır. İstanbul’un en önemli meydanında yer alacak cami de yine yarışmayla yapılır. Ama ciddi bir yarışmayla… Çamlıca’daki türden bir yarışmayla değil tabii. İşin bir başka boyutu: Bu işler, bedava yapılmıyor. Zaten kıt olan ülke kaynakları tutarsızgereksiz uygulamalarla savruluyor. Yazık ki elde edilen sonuç sıfır. Açılan meydan şimdi büyükşehir belediye başkanının da katılımıyla, tek eksiği oymuş gibi, ağaç yokluğu üzerinden tartışılıyor. Kısır bir tartışma… Meydanın eksiği ağaç değil, proje. Mimar belediye başkanımıza sormak isterim: “Türkiye’deki mimarlık düzeyi, şu anda Taksim Meydanı düzenlenmesinin sergilediği kadar zavallı durumda mıdır?” Taksim’deki sonucu mimarlığımıza hakaret olarak algıladığımı belirtmeliyim. Özetleyecek olursak: Ülkemizde siyasetin bilime, uzmanlıklara inancı ve saygısı olmaması büyük sorun. 1.) Aydınlık gazetesi, 29.9.2013.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle