25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 6 HABERLER CUMHURİYET 5 OCAK 2013 CUMARTESİ Hâkimin, Karadayı’yı yeni düzenlemeye dayanarak adli kontrolle serbest bıraktığı öğrenildi 3. paket kurtarmış ALİCAN ULUDAĞ DELİL çetesi var İLHAN TAŞCI BALYOZ DAVASI AVUKATLARINDAN ÜLGEN: ANKARA 28 Şubat soruşturmasında gözaltına alınan ve hâkim tarafından serbest bırakılan eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın 3. yargı paketinde yer alan “adli kontrol” düzenlemesinden yararlandığı belirtildi. Savcı Murat Bilgili’nin ise serbest bırakma kararına itiraz edeceği öğrenildi. Karadayı’nın serbest bırakılmasının nedeninin 3. yargı paketi olduğu öğrenildi. Edinilen bilgiye göre, Karadayı’yı serbest bırakan Ankara 3. No’lu TMK 10. maddeyle görevli hâkim Halil İbrahim Kütük, kararında tutuklama koşullarının olduğunu, ancak 3. yargı paketiyle ceza üst sınırı kaldırılan adli kontrol hükümlerinin uygulanabileceğini kaydetti. Nöbetçi hâkimlik, Karadayı’nın tutuklanma talebini şu gerekçeyle reddetti: “TCK 3121 maddesindeki cebir ve şiddeti kullananlara, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırma veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmecebren iskata veya vazife görmesini cebren men etmek, bunları teşvik etmek suçunun işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesi Karadayı’nın gözaltına alınmasında soruşturma kapsamında tutuklu olan dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in yaptığı suç duyurusunun etkili olduğu belirtilmişti. Karadayı’nın serbest kalmasının ardından Çevik Bir’in avukatı Fevzi Çamlı, Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, “Serbest bırakılma kararını olumlu değerlendiriyorum” dedi. Ancak Karadayı’nın BÇG’den haberinin olmadığı şeklindeki savunmasına katılmadığını belirten Çamlı, “Bir karargâhta yasal düzenlemelerden, hiyerarşik yapı çerçevesinde verilen emirlerden, o hiyerarşik yapının başındaki kişinin haberdar olmaması düşünülemez” dedi. 28 Şubat döneminde yapılanların suç olmadığını belirten Çamlı, eğer savcının suçun varlığında ısrar etmesi halinde soruşturmanın da genişletilmesi gerektiğini kay BİR’İN AVUKATI: SİVİLLER DE SORUMLU Bir Yıl Daha... Bir yıl daha geride kaldı… Cümleyi yazdığım anda, anlamını yeniden düşünüyorum: Geride kalan ne? Geride kalan bir şey var mı? Yaşanıp bitmiş olandan, geçmiş olandan geride bir şey kalmış olabilir mi? Belki; bir sözcük oyunu yapalım: Yaşanmış olan, yaşanıp bitmiş olduğuna göre, geride kalan bir şey yok, ama geriye kalan bir şey olacaktır… Yaşanmış olanların izleri… ??? Geçen yılın izleri, 2012 ajandasının sayfalarında duruyor… Notlar, işaretler, isimler, adresler, telefon numaraları… Her yeni yılın ajandasına genellikle özenle başlanır… Günler ilerledikçe özen kaybolur… İptal edilmiş ya da tarihi değişmiş bir görüşmenin, toplantının üzeri çizilir… Böylece ajanda sayfaları da hayatımızın kendisi gibi karmaşıklaşır, kimi yazılar okunmaz olur, kimi adların kime ait olduğu ve oraya ne için yazıldığı unutulur, kimi rakamlar ya da telefon numaraları içinden çıkılmaz bir muamma gibi durur karşınızda… Daha çağdaş yaşayanlar, bu notları bir deftere değil de moda deyimiyle “dijital ortam”da kaydedenler için böyle bir sorun yok… İstedikleri an silerler bu günübirlik notları ve genel olarak yapılan da budur. Ben yaşanmış olan hayatı da ellerimde tutmayı seviyorum… O sayfalardaki karmakarışık notlar, tıpkı bir günceye yazılanlar gibi, yaşanmış olan hiçbir şeyin sanki büsbütün yitip gitmemiş olduğunun işaretleri gibi sürdürüyor yaşamını… ??? Günce, ya da günlük tutmak daha başka bir şey… Her gün değilse de, iki üç haftada bir, bazen daha kısa bazen daha uzun aralıklarla, yirmili yaşlarımdan bugüne, demek ki yarım yüzyıldır sürdürüyorum bu alışkanlığımı… Sayısı onlarca bu defterlere yazdığım şeyler, ajandadaki notlardan farklı olarak, günlük olayların dökümünden çok; okuduğum kitaplara, gördüğüm filmlere, oyunlara ilişkin düşündüklerim, gerçekleştirdiğim ya da gerçekleştiremediğim tasarılarım, mutluluklarım ya da düş kırıklıklarım, önem verdiğim başkaca olaylar ya da olgulardır… Bu günceler biraz da kendime yazdığım mektuplar, kendime verdiğim sözler gibidir… Çok seyrek yaptığım bir şey olsa da, diyelim ki kırk yıl önceki bir güncenin sayfalarını çevirirken, yaşanmış olanları bir kez daha (bir burukluk duygusuyla da olsa) yaşıyor olmanın yanı sıra, o günkü kişiyi bugünkünün bakışıyla da irdeliyorum… Nasıl biriymişim? Nasıl biriyim?.. Marifet midir, değil midir, bilemem… Fakat üslupta ve biçemde az çok değişiklikler olmuşsa da, içeriğin, kaygıların, sorunların, en temeldeki kişiliğin pek fazla değişmemiş olduğunu görmek hoşuma gidiyor… ??? Ve tabii şiirler… Başka sanatlar için de belli ölçülerde söylenebilir kuşkusuz… Fakat şairin yaşamının asıl tanığı şiirler olsa gerek… Geride kalan yılların bütün yaşantılarını terazinin bir kefesine, şiirleri öbür kefesine koyduğumda, ağır basacak olan sanki şiirlerdir… Yaşadıklarımızdan geride ya da geriye kalan ne olursa olsun, her şey sonuç olarak bitiyor ve eğer ajandalara ya da güncelere notlar almışsak oralarda ancak izleri kalıyor… Şiirler ise, canlı yaratıklar gibi, ortalıkta dolaşarak, şairin yaşantılarını, düşlerini, kaygılarını, başka yaşamlarla buluşturuyor ve giderek ortak bir insanlık yaşamına dönüşüyor… Böylece, insanlığın asıl yaşamının, asıl tarihimizin, yarattığımız sanat olduğunu söyleyebiliriz belki de… Günlük yaşamlarımızın acınası hırgüründe ondan ne kadar uzak düşmüş olsak da… detti. Avukat Fevzi Çamlı, soruşturma genişletildiğinde dönemin Genelkurmay Başkanı’nın yanında sivil yönetimin de buna dahil edilmesi gerektiğini belirterek şunları söyledi: “O zaman dönemin Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı, emniyet genel müdürleri, Adalet Bakanı, MİT Müsteşarı da suçlu. Çünkü, MGK kararlarıyla yapılan irtica ile mücadele çalışmalarında onlar da yer aldı. Devlet, irtica ile mücadeleyi bir numaralı mesele olarak kabul etti. O dönemde Cumhurbaşkanlığı, İçişleri, Emniyet, MİT ve Dışişleri Bakanlığı’nda BÇG gibi çalışma grupları oluşturulmuştu. MİT’in irtica ile ilgili iki yüz sayfalık fişleme raporu vardı.” Karadayı ile Bir arasında çatışma olmadığını da savunan Çamlı, savcılığa verdikleri 11 sayfalık dilekçenin suç duyurusu değil, savunma olduğunu kaydetti. nin varlığı olgularının bulunduğunu (...) atılı suçun CMK 100/3 maddesinde sayılan suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin yasaya göre varsayılabileceği 6352 sayılı yasada 98 maddesindeki değişiklik ve 109 maddenin 1. fıkrası gereği tutuklamama sebebinin varlığı halinde şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol kararı verilebileceği göz önüne alınarak soruşturma dosyasının geldiği aşama, mevcut delil durumu itibarıyla şüpheli hakkında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yeterli olduğundan tutuklanma talebinin reddine...” 5 Temmuz 2012’de yürürlüğe giren 3. yargı paketinde adli kontrol hükümlerini düzenleyen Ceza Muhake mesi Kanunu’nun 109. maddesinde değişiklikler yapılmıştı. Daha önce 3 yıl ve daha az hapis cezası öngören suçlardan ötürü yargılananlar hakkında adli kontrol kararı alınabilirken, 3. yargı paketinde ise bu süre sınırı kaldırılmıştı. Öte yandan savcı Mustafa Bilgili’nin, nöbetçi hâkimlik tarafından Karadayı’nın serbest bırakılması kararına itiraz edeceği öğrenildi. İtirazın pazartesi günü yapılacağı belirtildi. Karadayı’nın mahkeme sorgusunda “BÇG yapılanmasının haberinin ve onayının olmadan oluşturulamayacağı” suçlamasına 27 Mayıs 1960 darbesini örnek göstererek yanıt verdiği öğrenildi. 27 Mayıs ihtilalini albayların yaptığını anımsatan Kara dayı, “Dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun, darbeye karşı çıkıyordu. Buna karşın albaylar, darbeyi gerçekleştirdi. Hatta Erdelhun Paşa darbeyi yapanlar tarafından tutuklandı, yargılandı; rütbeleri sökülerek, er statüsüne indirildi” dedi. ‘Anayasal zeminde kaldık’ Karadayı, mahkemedeki savunmasında, “Ben devlet şeref madalyası olan, demokrasiye bağlı biriyim. O dönemde ortam gergindi. Ancak anayasal zeminin dışına çıkılmadı. Hükümete baskı yapmadım. Demokrasiye bağlı kaldım. Ancak o dönemde görevinin sınırlarını aşan arkadaşlar olmuş olabilir” dedi. 25 şehidin durumu Afyon’daki patlamada şehit olan askerlere hâlâ aylık bağlanmadı incelenmemiş! Ailelerin bekleyişi sürüyor. ANKARA Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın, “Balyoz” iddianamesinin temelini oluşturan belgelerin hazırlandığı 2003 yılında, belgeler ve CD’lerde izine rastlanan “Microsoft Office 2007” bilgisayar programının henüz üretilmediği için TSK’de kullanılmasının mümkün olmadığını açıklaması, gözleri 325 kişinin mahkum olduğu davanın yargılamasına çevirdi. Çok sayıda sanığın avukatı Celal Ülgen, mahkemenin “gerçeklerle yüzleşmekten kaçındığını” söylerken, yargılamanın “oldubittiye” getirildiğine işaret etti. Ülgen, ortada delil üreten ve üretilmiş delilleri gerçekmiş gibi savcılığa servis eden, bunların delil olmayacağı yolundaki bilimsel gerçekleri gizleyen, araştırılma yapılmasını önleyen, gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyen bir çete bulunduğunu anlatırken “Bu çete salt Balyoz davasında değil, kamuoyunda Ergenekon, Kafes, Casusluk, Amirallere Suikast, Poyrazköy ve Odatv davalarında da iş kotarmayı başarmıştır” dedi. Bakanın açıkladığı türden zaman ve mekân çelişkilerinin Balyoz davasında sıkça dile getirildiğine işaret eden Ülgen, “Ancak mahkeme gerçeklerle yüzleşmekten adeta kaçınmış ve kararı oldubittiye getirmiştir. Bu tür çelişkiler Odatv davasında, Kafes davasında ve çokça da Balyoz davasında yaşanmıştır” dedi. Dava dosyasına giren ve bilirkişilerce de saptanan kimi çelişkilere işaret eden Ülgen, şu değerlendirmeyi yaptı: “Dava sırasında, konusunda uzman olan kurum ve kişilere yaptırılan incelemeler sonucunda öncelikle 11 No’lu CD’de daha Microsoft Office’in 2006 yılı ikinci yarısından sonra BETA sürümünde ve resmen 2007 yılında var sayılan font olarak kullanılan calibri ve cambria yazı karakterlerinin izine rastlandığı, ayrıca gene 2007 yılı Ocak ayında piyasaya sürülen sürümde yer alacak olan XML şemalarının Power Point sunumlarında kullanıldığı, özellikle de cami bombalama ve kendi uçağını düşürme gibi iddialara kaynak teşkil eden Word dokümanlarının bu zaman çelişkisini taşıdığı tespit edilmiştir. Bu referansları taşıyan belgelerin tamamı, Balyoz’un ana belgesi Balyoz Harekât Planı da dahil, tertipçiler tarafından kurgulanmış ve üretilmiş belgelerdir.” Ülgen, dosyadaki bir örnek sahte delil oluşumuna ilişkin şu örneği aktardı: “Balyoz davasında Süha Tanyeri’nin Baransu bavulundan çıkan seminer notlarından tek tek harfler kopyalanarak 11 ve 17 No’lu CD’ler üzerine yapıştırılmış ve yeni bir sözcük yaratılmıştır. ‘K. özel’ ve ‘Or. K. na’ yazıları tam bir kopyalamadır. Tertipçiye en çok yaklaştığımız an budur. Çünkü Baransu’nun bavulu ile mahkemeye erişmesi arasına sıkışmış bir tertip ortadadır. Bunun bile üzerine gidilmemiştir. Her iki CD fotoğrafı ve üzerindeki yazıların nereden kopyalandığı görülmektedir. Özellikle ‘el’ sözcüğü birleşik kopyalandığı için durum fark edilmiş ve titiz bir çalışma sonrasında tüm harflerin kopyalanmış olunduğu yerler bulunmuştur. Balyoz CD’leri hem içerisindeki zaman çelişkileri ile ve hem de teknik olarak 2003 yılında 2007 yılındaki bir programın (sürümünün) kullanılması olanağı bulunmaması nedeniyle üretilmiştir. Fabrikasyon delildir. Dün çıplak gözle bile fark edilecek bu gerçeği anlayacak mahkeme arıyorduk, bugün sorumluluk duygusu olan milletvekillerini arıyoruz.” MAHMUT LICALI ANKARA Afyonkarahisar’da 25 Eylül 2012 tarihinde mühimmat deposunda meydana gelen patlamada şehit olan 25 askerin ailelerine hangi mevzuat kapsamında aylık bağlanacağına, olayın üzerinden yaklaşık 4 ay geçmesine karşın hâlâ karar verilemedi. MHP İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun soru önergesini yanıtlayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, aylık bağ lanmasına yönelik 4 farklı yasa bulunduğuna işaret etti. Çelik, şunları dile getirdi: “Dilekçeler intikal etmeye başlamış ise de ilgili kuvvet komutanlığı tarafından vazife malullüğünün tevsikine ilişkin belgeler gönderilmediğinden durumları incelenememiştir. Olayla ilgili soruşturma sonuçları ve belgelerin intikali halinde şehitlerimizin durumları incelenerek, hangi kanun kapsamında aylık bağlanılacağına Vazife Malullüğü Tespit Kurulu’nca karar verilecektir.” 4 yıldır tutuklu olan Hilmioğlu, hastalıklarla da mücadele ediyor Hukuk, vicdan yok ÖL ÜME Fatih Hilmioğlu’nun 13 Ekim 2012 günü trafik kazasında oğlunu kaybettiğini ifade eden Hayati Hilmioğlu “Babası suçsuz yere hapiste yatıyor. Oğlunun da psikolojisi bozulmuştu. Fatih ‘Artık hayattan hiçbir şey beklemiyorum’ diyor. Ölüme terk ettiler. Adalet yok” dedi. TERK ETTİLER İstanbul Haber Servisi Ergenekon davasından 4 yıldır tutuklu bulunan eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, bir yandan hakkındaki suçlamaların asılsızlığını ortaya koymaya çalışırken diğer yandan yüreğinde evlat acısıyla siroz, kanser, şeker hastalıklarıyla mücadele ediyor. Ergenekon operasyonları kapsamında 14 Nisan 2009’da gözaltına alındıktan sonra tutuklanan ve terör örgütü üyeliği, darbeye teşebbüs suçlamalarıyla İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Prof. Dr. Hilmioğlu, halen Avcılar Murat Kölük Devlet Hastanesi’nde tedavi altında bulunuyor. Fatih Hilmioğlu’nun ağabeyi ve avukatı Hayati Hilmioğlu, Fatih Hilmioğlu’nun Jandarma Genel Komutanlığı sosyal tesislerinde ve Kent Otel’deki yemek nedeniyle terör örgütü üyeliği ve darbecilikle suçlandığına dikkat çekerek “İki yemek, iki ağırlaştırılmış müebbet hapis. Böyle bir şey görülmüş değil. Hukuka aykırı, usule uygun olmayan, delilsiz mahkeme görmedim” dedi. Hayali iddianame Avukat Hilmioğlu, 3. yargı paketindeki yasal düzenlemelerin de altını çizerek “Kanunların hep bir ruhu var. Başbakan, Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı ‘Biz bu yasayı tutukluları tutuksuz yargılayın diye çıkarttık’ diyor. Ama uygulayan yok” dedi. Hilmioğlu, “Ben 23 yıllık avukatım. Bu kadar usul hatası, kanuna uymamayı burada gördüm. Bunun uluslararası boyutu da var. İddianame dünyada herkesin elinde. Bu yargılamalar bana göre sıfırın altında. Suç yok. Neymiş Ergenekon. Herhangi bir delil var mı, yok. Savcı, bilimkurgu yapmış. ‘O onunla, bu bununla konuşmuş.’ İddianamede delil yok, dayanak tutanak yok. Hayali bir iddianame” dedi. Fatih Hilmioğlu’nun Malatya’da İnönü Üniversitesi’nde 16 yıl hizmet ettiğini anlatan Avukat Hilmioğlu “Üniversite Hizbullah’ın merkezi idi, tarikat yuvası idi. Fatih orasını çağdaş bir üniversite haline getirdi. Şimdi Karaciğer Hastanesi kuruluyor. Çalışmalarıyla temelini Fatih attı. Çağdaş üniversite yapayım derken Fatih’in başına gelenlere bakın. Terazinin bir yanına Fatih’in hizmetlerini, diğer yanına devletin yaptıklarını koyun. Kahretmemek mümkün değil.” Topuz, annesiyle cemevinde helalleşti İstanbul Haber Servisi Balyoz davasından 16 yıl hapse çarptırılan Jandarma Kurmay Yarbay Hüseyin Topuz, mahkemeden verilen izin üzerine kendi doğum gününde kaybettiği annesi Resmigül Topuz’un cenaze törenine katıldı. Resmigül Topuz, dün Pendik Ahmet Yesevi Mahallesi’ndeki Seyit Seyfi Cemevi’nde düzenlenen törenin ardından Pendik Aydıntepe Mezarlığı’nda toprağa verildi. Almanya’da yaklaşık 1 yıldır kanser tedavisi gören Resmigül Topuz, oğlu Hüseyin Topuz’un doğum günü olan 1 Ocak’ta yaşamını yitirdi. “Balyoz Planı” davası kapsamında 16 yıl hapisle cezalandırılan Hüseyin Topuz’a kaldığı Hasdal Cezaevi’nde avukatı tarafından annesini kaybettiği haberi iletilerek davanın görüldüğü İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne de cenazeye katılma izin talebinde bulunuldu. Mahkemenin verdiği 1 günlük cenaze izni üzerine Topuz, annesi için Pendik Ahmet Yesevi Mahallesi’ndeki Seyit Seyfi Cemevi’nde düzenlenen cenaze törenine katıldı. Ccenaze namazının ardından Resmigül Topuz’un cenazesi, Pendik Aydıntepe Mezarlığı’nda toprağa verildi. Hüseyin Topuz, kendisine verilen 1 günlük cenaze izni nedeniyle akşam tekrar Hasdal Cezaevi’ne götürüldü. CENAZE TÖRENİNE KATILDI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle