28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 OCAK 2013 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Şaşkınlık ve Çaresizlik Figür ve Figüranlar ADA ziyaretinden iyi haberlerle dönenler aynı zamanda armağan olarak siyaset sözlüğümüzü süsleyecek şık terimler de getirdiler. Öğrendik ki örgütün şefi artık bir “figür” olmuştur. Yani, basit biri olmaktan çıkmış, “timsal”liğe yükselmiş, alafranga deyimiyle “sembolleşmiştir”. Neyin ve neciliğin sembolü olduğunu istediğiniz gibi belirleyebilirsiniz; ama başkaları da başka türlü belirlerse kızmamalısınız: Çünkü figür mertebesine yükselmiş olanlar bu nitelikleriyle “kutsanmış” sayılırlar ve kendilerine tapılır. Nitekim ada ziyaretinden şık sözcüklerle dönenler, onu severek bir dediğini iki etmeyip bütün emirlerini yerine getirenlerin bu bağlılığının bir “kült”e dönüştüğünü söylüyorlar. Yine Frenk kökenli olan bu sözcüğün anlamı da aşağı yukarı “tapınma ya da tapınırcasına bağlanma” oluyor. Kısacası, ziyarete gidenler değme örgüt propagandistlerinin bile akıl edemeyeceği ölçüde etkili terimler bulmuş sayılırlar. Bu ustalığı becerenlerin akan kanları gerçekten dindirecek bir “silah bıraktırma” girişiminde de başarılı olabileceklerine inanmak gerekiyor demek ki. aka bir yana, PKK hareketinin sona erdirilmesi ve aynı vatanın evlatlarının birbirini öldürmekten vazgeçirilmesi kimsenin kolay kolay karşı çıkamayacağı hayırlı bir girişimdir elbet. Yeter ki, o süreç aynı zamanda suçlunun aklanmasından da öteye yüceltilip tanrılaştırılmasına yol açmasın. Unutulmasın ki, böyle bir “barış”ı lütfen kabul buyuracak kişi pek uzak olmayan bir geçmişte korkunç cinayetlerin de sorumlusudur ve onların hesabını şöyle ya da böyle insanca vermeden hiçbir şey olmamış gibi elini kolunu sallayarak aramıza katılması pek tuhaf olur. Her şeyden önce, lütfedilen “barış” karşılığında hangi ödünlerin verildiği açıkça bilinmelidir. Örneğin, “anadilde öğretim” ya da “yerel yönetimlerde etnik özerklik” gibi bu Cumhuriyetin temel ilkelerine ve değerlerine ters düşen yanlışlara kadar gidilecek midir? Bu noktada, böyle bir gerileyişi engelleme ödevi Cumhuriyeti kurmakla ve oklarını bayraklaştırmakla övünen ana muhalefet partisine düşer. İlkeleri anlamsızlaştıranlar “figür”leşirken asıl sahip çıkması gerekenlerin aynı trajedide sessiz figüranlığa düşmesi ayıp değil mi? Sormazsak, Türkiye, NATO’nun “Dipnot Üyesi”nin eski başbakanının bile ocağına düşer, şefaatine muhtaç olur! Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir döneminde böylesine şaşkın ve çaresiz olmamıştı! Süha UMAR Emekli Büyükelçi ATO Genel Sekreteri, hani şu bizim önce, “Danimarka Başbakanı iken PKK’yi destekliyordu” diyerek şiddetle(!) karşı çıkıp ABD araya girince, “bize bir genel sekreter yardımcılığı versin, kabul ederiz!” dediğimiz Rasmussen meğer bizi ne kadar seviyormuş! İşi gücü bırakmış, Suriye’yi gözetliyor ve ikide bir, nereye düştüğünü bilemese de(!) Esad’ın fırlattığı SCUD füzelerini saptayıp Türkiye’yi uyarıyor! İyi de bu işi Rasmussen yapacaksa, Kürecik radarı neden kuruldu? Yoksa Rasmussen bize öcü mü gösteriyordu? “Aman Patriot’lar bir an önce gelsin” diyelim diye. Ne bileyim? İnsan işte, aklına binbir düşünce geliyor! Sonra aklıma, üye ülkelerde füze konuşlandırılmasına yollama yapılan tüm NATO belgelerinde, bu konudaki cümlelerin yanındaki “asteriksyıldız” ve ona bağlı “dipnot” geliyor. Bu dip not, Danimarka’nın füzelere çekincesini dile getirirdi. Bu nedenle de Danimarka NATO’da, biraz da küçümsenen bir tavırla, “Asteriks MemberDipnot Üye” olarak anılırdı! NATO savunma stratejisinin en önemli ayağı olan, bir saldırıya füze ile karşılık verme olasılığının anımsatılmasına hatta füze taşıyan NATO savaş gemilerinin Danimarka karasularına, ziyaret N amacıyla girmesine bile yıllarca çekince koyan Danimarka’nın eski başbakanı sanki şimdi Türkiye’yi bir füze savaşının içine itmek için canla başla çalışıyor! Bu bile gösteriyor ki Türkiye, kimseye nasip olmayan bir başarıya(!) imza atmış ve PKK terörüne karşı, yıllarca uğraşıp nihayet yakın işbirliği içine girdiği iki ülkeden Suriye ile bir yıl gibi kısa bir sürede savaş haline gelmiş, İran ile de neredeyse gelmek üzeredir. Şimdi kendi politikaları nedeniyle tehlikeye attığı güvenliğini, başkasına ait ve ancak onların, istedikleri zaman kullanabilecekleri füzelere bağlamıştır! Bu bataryalarla gelecek yabancı askerlerin başta PKK terörünün daha da artmasına yapacağı katkı olmak üzere unutmayalım ki Almanya ve ABD’nin PKK konusundaki sicilleri temiz değildir ülke içinde ve dış politikada yaratacağı sakıncaları bile göz ardı ederek. Ş Hangi ülkenin başbakanı, dışişleri bakanı? Irak Başbakanı Maliki, Türkiye’yi uyarıyor: “Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne bağımsız devlet muamelesi yaparsanız Türkiye’yi böldürürsünüz!” Kosova’nın bağımsızlığını tanıması için ricada bulunduğumuz Azerbaycan Dışişleri Bakanı da “Karabağ’da bana da yaparlar. İleride sizin de benzer sorunlarınız olabilir. Aklınızı başınıza toplayın!” demişti. Başbakan Erdoğan’ın ise Kuzey Irak’taki Kürt oluşumuna, Irak merkezi hükümetine karşı askeri güvence verdiği anlatılıyor. Erdoğan Suriye’nin dağılmasına yol açacak tutumda da ısrarlı. O kadar ki, ABDRusya, “Esad 2014’e kadar kalsın, bu arada Suriye’nin bu kargaşadan çıkmasını sağlayalım” diye Cenevre Mutabakatı’na sarılıyorlar, sorulmasa da “olmaz” diyen, bir tek Türkiye! Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun pek memnun olduğu, Kürtlerin Kuzey Irak’ta kazandığı federal statüden, şimdi de Kuzey Suriye’deki gelişmelerden destek ve yeni bir güç alan Kürt ayrılıkçı hareketi nedeniyle Türkiye’nin bölünme tehdidi ile karşı karşıya olduğu artık ABD istihbarat raporları dahil her yerde açıkça tartışılırken Davutoğlu, “Biz Ortadoğu’da Kürtleri karşı taraf olarak görmeyiz. İsteriz ki Kürtler Suriye’de de etkili rol oynasın. PKK’yi desteklememek koşuluyla böyle bir gelişme bizi rahatsız etmez!” diyor. Böyle bir oluşum PKK’yi nasıl desteklemez? Şimdiden desteklediğini bildiğimiz için bunu sormayı gereksiz bulsak bile, “Siz hangi ülkenin Başbakanı ve Dışişleri Bakanı olduğunuzun farkında mı değilsiniz acaba?” sorusunu mutlaka sormalıyız. Sormazsak, Türkiye, NATO’nun “Dipnot Üyesi”nin eski başbakanının bile ocağına düşer, şefaatine muhtaç olur! Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir döneminde böylesine şaşkın ve çaresiz olmamıştı! Fareli Köyün Kavalcısı... “Bir = İflas... İki = İflas... Üç = Yerinde saymak...” İdeal çocuk sayısını dinlediniz... Rahim değil, menkul kıymetler borsası sanki... H Dört çocuk, beş çocuk yaptın mı kâra geçiyorsun, ama bu sefer okulda oturtacak yer yok... Televizyonda gösterdiler, sınıfta yer yok, öğretmen zor girmiş içeriye... Bir sıraya beş ile altı çocuk düşüyor... O zaman sığmıyorlar tabii... Bu taraftakiler ittirince, öbür uçtaki düşüyor aşağı... Öğretmen tahtaya yazana kadar, pıt pıt düşen kalkıp öbürlerini ittiriyor... Öte yandaki düşüyor... H İngiliz otobüsleri gibi iki katlı sıra yapmayı akıl edemediler gitti... Ya da alt bölmesi olan, yere oturup alttan bakmalı tiplerinden... H Bir = İflas... İki = İflas... Üç = Yerinde say... Beş, altı, yedi için de ya Allah bismillah kuvvet ister... H Eliniz değmişken çocuk kitaplarından “Fareli Köyün Kavalcısı” da yasaklansın bence, öyle oturup okumasınlar... Kavalcı köye gelir... Kaval çalar... Herkes koyun gibi dinler... Köyün fare sorunu vardır... Kavalcı “Ben sizi farelerden kurtarırım” der... Anlaşırlar, kavalı ile bir sihirli parça çalarak köydeki fareleri peşine takıp köyden uzaklaştırır... “Köyümüz seninle gurur duyuyor” diye zıplar köylüler... H Ama umduğunu bulamaz kavalcı... Köylülere kızar bu sefer... O zaman sihirli kavalını çalar, bu kez çocuklar arkasına takılıp koşmaya başlarlar, kavalcı alıp onları götürür... Gidiş o gidiş... H Kavalcı çalıyor: 4+4+4, dindar nesil, seçmeli dersler, türbanlı çocuklar, tarikat okulları, Kuran kursları, kadrolu mollalar, cemaatten okul müdürleri, tesettürlü öğretmenler... Derken... Bir nesli peşine taktı mı?.. H Kusura bakmayın ama... Bu millet de kaval dinler gibi hani... Türkiye Kalıcı Politikalar Oluşturmalıdır Türkiye, günlük konular üzerindeki tartışma, daha çok sataşma ve sürtüşmeler nedeniyle bir türlü orta ve uzun süreli dış siyasal, sosyal, toplumsal, ekolojik, ekonomik politikalar üretemiyor. Prof. Dr. Hakkı KESKİN Siyasal Bilimci F ransa meclisinde Aralık 2011’de kabul edilen ve Ocak 2012’de Fransa senatosu tarafından da onaylanan sözde “Ermeni soykırımını” inkâr etmeyi suç sayan yasa tasarısı, Şubat 2012’de Fransa Anayasa Konseyi tarafından “ifade özgürlüğüne aykırı” bulunarak reddedilmişti. Öğreniyoruz ki benzer amaçlı yeni bir yasa tasarısı hazırlıkları yapılmaktadır. ABD’de Temsilciler Meclisi Dışilişkiler Komitesi’nde 2000, 2005, 2007’de kabul edilen ve Mart 2012’de yeniden gündeme taşınan sözde “Ermeni Soykırım” yasa tasarısı, hiç kuşku yok ki gelecek yıl başında da ABD meclisinde gündeme gelecektir. Türkiye’nin oluşmuş bir stratejisi olmadığından, ABD bunu Türkiye’ye karşı Demokles’in kılıcı olarak kullanacaktır. Türkiye, ulusal arşivlerine ve kaynaklarına dayanarak ve bir dizi diğer ülkelerde de yapılan ve kendi tezini doğrulayan araştırmalar ışığında haklı olarak 1915 olaylarını bir soykırım olarak kabul etmemektedir. Çünkü Birleşmiş Milletler tanımına göre soykırım, bir etnik ya da dini azınlığı, devletin planlı, programlı olarak yok etmesi anlamına geliyor. Ne var ki, bugüne değin 47 ülkede, “Ermenilere soykırım” yapıldığı iddiasını içeren kararlar alınmıştır. aldırtmayı, parlamenter ve benzeri önemli görevlere aday olanlardan “soykırımı kabul etmeyenlerin” engellenmesi gibi stratejileri içermektedir. 2005 yılında Federal Almanya parlamentosuna adaylığım bu yöntemlerle engellenmeye çalışıldı. Soykırım iddialarının desteklenmesi için görsel ve yazılı medya üzerinden yayınlara, konferanslar ve değişik etkinliklere kadar uzanan geniş finans destekli çalışmalar yapılmaktadır. Son yıllarda Almanya, İngiltere, Fransa ve diğer ülke arşiv ve kaynaklarının, doktora tezleriyle araştırılarak bilimsel çalışmalarla 2015 yılından önce, bu haksız ve dayanaksız “soykırım” iddialarının önüne geçilmesi yönündeki girişimler günümüze değin sonuçsuz kalmıştır. Bu bir yana, Rusya ve Sovyetler Birliği arşivlerini büyük bir emekle araştırarak bilimsel bir kitap yayımlayan ve Ermeni lobisinin tüm karşı çıkışına rağmen bunu Moskova’da basına tanıtan bilim insanımız Mehmet Perinçek, Ergenekon davasından tutuklu bulunmaktadır. Oysa bu kişiye yaptığı bu önemli çalışmalarından ötürü ödül verilmesi gerekir kanımca. Ermenistan ve lobisinin günümüzdeki ana stratejisi Ermenistan ve diyasporadaki Ermeni lobisinin son yıllarda dünyanın dört bir yanında soykırım iddialarına bu denli ısrarla sarılmalarının çok önemli bir nedeni vardır. Ermenistan, 21 yıl önce Sovyetler’in dağılmasıyla sahip olduğu ağır silahlarla Azerbaycan topraklarının beşte birini işgal etmiştir. Yerle bir edilen yalnız Hocali kasabasında 623 çocuk, kadın ve yaşlı insan katledilmiştir. Elkhan Süleymanov ve Vurgun Süleymanov tarafından bu yıl İngilizcesi de ABD’de yayımlanan “Ermenistan’ın Azerbaycan’a Karşı Silahlı Saldırısı” kitabı, Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarında yapılan katliamları ve büyük tahribatları, tüm ayrıntılarıyla aydınlatıyor. “Silahlı saldırı sırasında 20 bin Azerbaycanlı hayatını kaybetti, 50 bin kişi çeşitli yaralar aldı, 5 bini Türkiye’nin bu konuda orta ve uzun süreli politikası nerede? Ne yazık ki Türkiye hükümetleri bu konuda öteden beri sürekliliği olan etkin bir politika geliştirememiştir. ABD’de, Fransa’da veya bir başka ülkede bu konu karar aşamasına geldikten sonra birkaç günlük etkinlik gösterilmekte ve yeni bir yasa tasarısına değin bu konuda adeta kış uykusuna yatılmaktadır. Ermeni lobisi ve Ermenistan’ın 98 yıl önceki 1915 sözde soykırım olaylarını sürekli gündeme taşıyan bir stratejisi ve bu alanda sanayileşmiş bir politikası vardır. Yüzyıla yakın süre gelen bu çalışmalar, bu konuyu birçok ülke okullarında ders kitaplarına bile aşkın Azerbaycanlı esir düştü ve kayıplara karıştı. Ermenistan’ın kendi topraklarında ve işgal ettiği Azerbaycan topraklarında gerçekleştirdiği etnik temizlik politikası sonucunda 1 milyondan fazla Azerbaycanlı, mülteci ve zorunlu göçmen durumuna düştü. Savaş sonucu 900’ü aşkın yerleşim birimi tahrip edildi ve yağmalandı, sivil nüfusa ait yaklaşık 9 milyon m2 konut alanı, devlet kurumları ve sosyal tesisler yıkıldı ve yakıldı. Silahlı saldırı ve işgal sonucunda Azerbaycan devleti, onun vatandaşları, kuruluş ve işyerleri, tarım ve sanayi işletmeleri, tarihi kültürel anıtları, ekolojisi ve biyolojik çeşitliliği büyük oranda zarar gördü.” Yazarlar araştırmalarında, Azerbaycan’ın tarihi ve kültürel anıtlarına, ekolojisine ve doğal kaynaklarına ve sosyoekonomik yapısına ve kaynaklarına verilen zararı rakamlarla ortaya koyuyorlar. Birçok kaynağa ve istatistiklere dayanılarak yapılan ayrıntılı hesaplarla Azerbaycan’ın bu işgal yüzünden gördüğü maddi zararın hacminin 2011 yılının başında 431 milyar dolardan fazla olduğu tespit edilmektedir. Ermenistan’ın bu işgal sebebiyle uluslararası hukuk önünde sorumluluğuna ve Azerbaycan’ın bu devletten tazminat alma hakkına da vurgu yapılmaktadır. İşte Ermenistan ve lobisinin temel amacı, henüz günümüzde güncelliğini koruyan bu büyük dramı, dünya kamuoyunun gündeminden uzak tutmaktır. Bu nedenle 1915 olaylarının üzerinde ısrarla durulmakta ve çok sayıda ülke parlamentolarının gündemine taşınmaktadır. Birleşmiş Milletler, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi, AGİT, NATO, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın, Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından koşulsuz olarak çekilme kararlarını, Ermenistan görmezlikten gelmektedir. Oysa Kafkaslar’da kalıcı barışın sağlanması ve korunması, Azerbaycan topraklarının gaspı son bulmadıkça olası değildir. Bu durum bu bölgede savaş riskini sürekli olarak gündemde tutmaktadır. Libya’da, Suriye’de, Filistin’de bu denli öne çıkan Türkiye’nin, kardeş Azerbaycan’ın son derece haklı davasında belirgin bir çaba göstermemesini anlamak olanaklı değildir. Hem de kendi stratejisi bunu ivedi olarak zorunlu kıldığı halde.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle