19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 OCAK 2013 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Adaleti Bulduk Nereye İlerliyoruz? Bir yıl daha geçti, baskıyla, yasaklamalarla... Araştırmacıyazar Orhan Tüleylioğlu, “İlerliyoruz, demokratikleşiyoruz” gibi laf salataları arasında boğazımıza takılan kılçığa değiniyor: “Türkiye hâlâ düşünce özgürlüğü için mücadele veriyor. Örneğin, ülkemizde kitap her zaman suçlu sayıldı. Bugün de sayılıyor. Siyasal çalkantıların, kitle hareketlerinin ve halkın iktidara karşı oluşturduğu muhalefetlerin tek nedeni olarak hep ‘kitap okuma’ etkinliği görüldü. Bunun sonucunda da ‘yasak kitap’ kavramı oluşturularak insanlara siyasal baskı uygulandı, uygulanıyor.” Tüleylioğlu, yakın geçmişten bir örnek verdi: “1975’te, İçişleri Bakanlığı 1956 yılından itibaren yasaklanan kitap, dergi, gazete, bülten, afiş ve plakları kapsayan bir kitap bastırarak valiliklere ve emniyet müdürlüklerine göndermişti. Kitap, ‘Adli Mercilerce Toplatılmasına Karar Verilen Basılı Eserler’ adını taşıyordu. Bir anlamda yasaklı kitapların kitabıydı bu.” Yakındır, bu kitabın ikinci baskısını yaparlar, okunacak tek kitap olarak da piyasaya sürerler. Karikatürist arkadaşımız Murat Sayın ile Cumhuriyet Ankara Eki’nde yayımladığımız “Ankara Kedisi Misket” başlıklı çizgi kahramanını, Melih Gökçek Belediyesi 2011’de yapılan Dünya Çocuk Oyunları’nda adıyla, sanıyla, çizgisiyle maskot olarak kullandı. Biz de Türkiye’de adaletin sağlanabileceği gibi bir saflıkla mahkemeye başvurduk. Ankara 4. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’ne gitti dosyamız. Mahkeme, konuyu bilirler diye fikri hukuk uzmanı Mustafa Ateş, ressam Ziya Fırat Doğançay ve hukukçu Canan Tanrıöver Yılmaz’ı bilirkişi atadı. Bilirkişiler rapor hazırladı. Onlara göre, belediyenin maskot olarak kullandığı Misket ile bizim Misket aynı değilmiş! Bu saptamayı, yukarıda belediyenin maskotu Misket ile bizim Misket’i yan yana koyarak okurlarımızın açık görüşüne sunuyoruz. Yine o bilirkişiler, Misket adının kullanılması rastlantısını da “İltibasa yol açmış olabileceği muhtemeldir” diyerek geçiştirdiler. Geçiştirdiler, çünkü kendilerini “haksız rekabet hukukunda uzman” bulmadılar. Sonuç... Biz davayı şimdilik yitirdik. Murat Sayın ile yarattığımız Misket’i göstere göstere başkasına kaptırdık. Böylece ileri demokrasimizde adalet yerini bulmuş oldu. Kutnu Diye Bir Kumaş... Modanın en sevdiğim tanımı, “kişisel olarak kendini ifade etme yolu”... Etraftaki çoğunluk bunu böyle algılamıyor ve küresel tüketim kalıpları içinde modayı taklitçiliğe hapsediyor. Daha çok küreselleşmeyle ilgili, ama sanırım biraz da birey olmakla ilgili bir durum. Geçen hafta Gaziantep’ten bir telefon geldi. Bu kentin yöresel el sanatı olan kutnu kumaşının moda sektörüne kazandırılması için Avrupa Birliği desteğiyle bir proje yapılmış. Yıldız Sarayı’nda Abdülhamit’in yaptırdığı tiyatroda düzenlenen bir defile ile kutnuyu tanıtacaklarmış. Kutnu hayranı olarak, bu projeye çok sevindim. Çözgüleri ipek, atkıları pamuk ipliğinden saten örgü ile dokunmuş bir tür yarım ipekli kumaş olan kutnunun bir desenini büyük olasılıkla tanırsınız, çünkü folklor dansı kıyafetlerinde kullanılır. Ancak kutnunun farklı adlar verilen yüzlerce çeşidi vardır ve bunu meraklısı dışında pek kimse bilmez. İşte sözünü ettiğim proje “Yerelden Küresele Kutnu Kumaşı” başlığıyla kökü Anadolu Selçuklularına dayandırılan bu kumaşı dünya moda sahnesine çıkarmayı amaçlıyor. Nitekim proje için USOKDER (Somut ve Somut Olmayan Kültürel Mirası Koruma, Yaşatma ve Tanıtma Derneği), Fransız moda tasarımcılarını bir araya getiren Union des Designers Mode et Maison ile işbirliği yapmış. Kutnunun bir AB projesiyle başlayan bu yeni serüveni beni çok heyecanlandırdı. Evimde sandalye kaplattığım, fularlarını yabancılara armağan ettiğim kutnu, nihayet dünya penceresini aralıyordu. Defilede Siren Ertan, Özgür Masur, Cemile Gül, Tuvana Büyükçınar, Nurdan Özdemir ve Ankara Olgunlaşma Enstitüsü’nün kutnu kullandıkları koleksiyonları izledik. HHH Kutnunun yerelden küresele açılımı elbette markalaşmak için global düşünmek gerektiğini de çağrıştırdı. Buraya kadarı iyiydi de, küreselleşmenin nereye kadar gideceğini düşününce kendi hesabıma durup yutkundum. Kutnu el tezgâhlarının yerinde seri üretime geçmiş makineler, kutnu ustalarının yerini alan ukala işletmeciler, hatta çokuluslu kutnu patronları düşündüm. Küreselle yerelin etkileşimi son yıllarda durmaksızın yüceltildi. Bu etkileşimin yarattığı melezleşmenin iyi olduğu savunuldu. “Küresel düşün, yerel davran” sözü duvarlara yazıldı. Varılan noktada hamburger tarifinde bile milim değişiklik yapmayan fast food zincirleri ramazan mönüsü sunmaya başladılar. Dünya tek bir pazardı, ama kültürel özellikler değişmiyordu. Bunun için nabza göre şerbet verilmeliydi. Dünya ölçeğinde hazırlanan satış stratejilerinde yerel özelliklerin dikkate alınması noktasına gelindi. Kutnunun ise tersine bir yönde yerelden globale açılmasının bir AB projesi kapsamında ele alındığını söylemiştim. AB deyince küreselleşmenin paradoksunu bir kez daha hatırlayalım. Sermaye küreselleşirken emek büyük ölçüde yerel koşullara tabi. Bundan sadece yabancılar mı yararlanıyor? Hayır. AB ile yürütülen üyelik müzakerelerinde Sosyal Politika ve İstihdam faslı AB istemesine rağmen açılamadı, çünkü Türk iş dünyası direniyor. Neyse, insafa geleyim. Akıllı bir AB projesine konu olmaktan başka suçu olmayan masum ve güzel kutnu kumaşımızı bu tartışmaya bulaştırmayalım. Kutnu kumaşa küresel yolculuğunda başarılar diliyorum. Başımızdaki ekibin, softalığı ilmek ilmek örerek bugünlere nasıl geldiğine ilişkin bir öykü... Cumhuriyet’te yetişen gazeteci Banu Salman anlatıyor: “1989’da Şabanözü Lisesi 1. sınıfında öğrenim görürken okula atanan öğretmenlerden bir grup dini eğilimleriyle belirginleşmeye başladı. Bunlardan Almanca öğretmeni, boş derslere gelip derste dinsel konular anlatıyordu. Tartışma ortamı içerisinde öğrencilere, ‘Kimileri baldırı çıplak, mini etekle gezerlerse ben de sarık sararım’ benzeri söylemler kullanıyordu. Öğrencilere kitaplar da veriyordu. Kız öğrencilerde yavaş yavaş kapanmalar başladı. Bir gün 3 kızı yanlarına çağırıp 19 Mayıs Bayramı gösterilerine katılmamalarını söyledi. Cumhuriyet Eritilirken Okuldaki tüm öğrenciler, müzikle, oyunla hazırlanan gösterilere katılıyorlardı. Kızlar ‘Katılmamız zorunlu’ diye karşı çıkınca ‘Rapor alın’ dedi. Kızlar hasta olmadıklarını, nasıl rapor alacaklarını sorduklarında ‘Cihada kadar yalan söylemek mubahtır’ dedi. Bu öğretmen hakkında 3 kızdan birinin ailesi dava açtı. Ben de derste söylediklerini mahkemede tanıklık yaparak anlattım. Aynı ekip içerisinde yer alan diğer öğretmenler de okulda baskılarını sürdürdüler. Okul derecesine giren bir öğrenci olmama karşın sınavlarla bütünlemeye bırakamayacakları için sözlü ve ödevime 1 vererek biyoloji dersinden bütünlemeye bıraktılar. Bu öğretmenler daha çok fen bilimlerinde yoğunlaştıkları için ben lise 2’de bölüm seçerken edebiyat bölümünü tercih ettim. O dönemde tanıklık yapmamam, bu işe karışmamamız için ailem üzerinde de çok baskı yapıldı. Benim dışımda davada tanıklık yapan da olmadı. Kızların da mahkeme öncesinde müftüye götürülüp yalan söylemelerinin günah olmayacağı yönündeki konuşmalarla ikna edildiklerini öğrendik. Avukatlığını eski MSP’li ve RP’li bakanlardan Şevket Kazan’ın yaptığı öğretmen, DGM’de görülen davada beraat etti. Zaten soruşturma ve dava süreci başlar başlamaz öğretmen ortadan kaybolmuştu. Daha sonra başka bir okula, neredeyse ödüllendirmeyle atandığını duyduk. Ama bizim üzerimizdeki baskılar devam etti. İlkokul müdürü olan babam hakkında soruşturma açıldı. Bir süre sonra ailemin tayin istemesiyle Ankara’ya taşındık. O zamandan bu zamana 20 yılı aşkın bir zaman geçti, artık küçük bir ilçede belki de öğrencilerin, özellikle de kız çocuklarının toplum içerisinde tek etkinlikleri olan 19 Mayıs gösterilerine katılmalarını engelleme hedefine ulaştılar.” Bugün kapalı, baskıcı kasaba ortamlarında, hele de bu dönemde kaç kız çocuğunun özgürlükleri elinden alınıyor, kim bilir... Fareler ve İnsanlar, Şeker Portakalı ve Diğerleri SADIK ÇELİK KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Yunus Emre’yi bile yasaklı konuma getiren sansürlü kafaların dünya klasiklerini rahat bırakması elbette düşünülemezdi ve sıra, 100 Temel Eser arasında yer alan Nobel ödüllü Amerikalı yazar John Steinbeck’in 75 yıl önce kaleme aldığı kitabı Fareler ve İnsanlar’a kadar geldi. Kitabı sakıncalı bulan kurum İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Kitapları İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu. Artık sansür ve yasaklamalar şehirler düzeyinde yapılıyor. Her şehir kendine özel bir kurul oluşturuyor ve bu kurul ‘dünya klasikleri’ni ahlaki açıdan değerlendirmelere tabi tutabilmekle yetkilendiriliyor. Sakıncalı bulduğu kitaplar ya da kitap bölümleri için yasak ya da sansür talebinde bulunabiliyor. Eşzamanlı olarak bu sefer İstanbul’da bir ilköğretim okulunda 7. sınıf Türkçe öğretmeni yine Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Temel Eseri arasında yer alan “Şeker Portakalı”nı öğrencilerine okuttuğu için hakkında soruşturma açılıyor. İsmi açıklanmayan veli tarafından, dünyaya mal olmuş bir yazarın kaleme aldığı ve onlarca yıldır öğrencilere okutulan edebi değeri tartışılmaz kitabın “örf ve âdetlerimize uymayan argo sözcükler içerdiğine” karar veriliyor. Bu karar derhal ciddiye alınıyor ve şaşkınlık içinde kalan öğretmen, yüksek ihtimalle kitabın 100 Temel Eser arasında olduğunu dahi bilmeyen ve dahi araştırma gereği duymayan ve gözü kara bir şekilde emirleri yerine getiren müfettişler tarafından soruşturmaya tabi tutuluyor. Resmi ve sivil düzeyde, farklı alanlarda görevli ahlak bekçileri faaliyetlerini sürdürüyor ve işte, edebiyatı içlerine en çok çekmeleri gereken yaştaki gençlerin dünya klasiklerinden mahrum edilmesi bu kadar kolay ve hızlıca gerçekleştirilebiliyor bu ülkede. Oysa edebiyatla yasakçılık bir arada yaşayamaz. Ve ahlak, tarihin hiçbir döneminde ve hiçbir toplumunda yasakçılıkla gelmemiştir, getirilememiştir. Özgürlük edebiyatın damar yoludur; edebiyatı canlandıran kan bu yollardan damarlara akmazsa edebiyat hayatta kalamaz. Edebiyatın yaşamadığı bir memlekette yaşayan nesillerin telafisi ise yoktur. Toprak Dede’nin Başarıları TEMA Onursal Başkanı Hayrettin Karaca; namı diğer Toprak Dede. TEMA, Birleşmiş Milletler’in Land for Life (Yaşam için Toprak) ödülünü, doğaya hizmet ettiğini düşünen 154 aday arasında birinci gelme başarısını göstererek aldı. Arkasından da yine Hayrettin Karaca Alternatif Nobel diye de bilinen Doğru Yaşam Onur Ödülü’nün sahibi oldu. Küresel sermayenin ve ekonominin önüne çıkanı devirerek ilerlediği bir çağda doğa ve ekosistem bu gözü kara ve acımasız yürüyüşten nasibini fazlasıyla alıyor. Plansız kentleşme, çarpık yapılaşma, hesapsız tüketim, para esareti, toprakların vicdansızca gözden çıkarılması… Ve tüm bunların hüküm sürdüğü zamanlarda “tüketerek değil paylaşarak mutlu olacağımız bir dünya yaratmak zorunda olduğumuza” inanan ve inanmakla kalmayıp ömrünü bu yolda çabalamakla geçirmiş bir Toprak Dede, bir doğa kahramanı olabilmek hiç kolay değil. Hayrettin Karaca bu isimleri hak etmekle de kalmıyor; özverili, kesintisiz çalışmaları ve yaptığı fedakârlıklar için uluslararası düzeyde takdir görüyor. Diğer yandan kendi ülkesinde faaliyet gösteren medya bu derece önemli haberleri deyim yerindeyse atlıyor. Halbuki toplumun övünmesi ve örnek alması gereken, 90 yıllık yaşamı boyunca hiç durmadan doğa uğruna sayısız başarılara imza atmış saygıdeğer bir insan ilerlemiş yaşına inat gezegeni güzelleştirmek üzere kullanmaya devam ettiği bitip tükenmek bilmeyen enerjisi için bile takdiri ve övgüyü fazlasıyla hak etmektedir. Kendisine uzun ömürler diliyorum. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Deniz taşıtla 1 rının yanlarına, 2 çarpmaları önlemek amacıy 3 la konulan yas 4 tık. 2/ Gücüne 5 güvenerek baş6 kalarının hak kını alan... Saz 7 ya da kamıştan 8 yapılmış kulü 9 be. 3/ Öğütülmüş tahıl... Hun 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ların ünlü hüküm 1 Ç A M L I C A A darı. 4/ “Halk için 2 A D A R E D İ F de muteber bir 3 S E yok devlet gibi / Ol 4 M A N T A R L T E K İ N T maya devlet cihanda 5 I R A K D O N bir nefes sıhhat gibi” E K (Kanuni Sultan Süley 6 C E R İ D E NO E F E man)... Ticaret eşyası. 7 A D İ S N E F E S 5/ Gümüş elementi 8 nin simgesi... Kat kat 9 A F E T K E S E çakıl ve kumdan oluşmuş yer kıvrımı. 6/ Sulak yer... Güney Afrika’da yaşayan bir yaban kedisi. 7/ Ege Bölgesi’nde taze sarı incire verilen ad... Notada, durak işareti... Satrançta bir taş. 8/ “Sakağı” da denilen ölümcül bir hayvan hastalığı... Coğrafyadaki kıyı tiplerinden biri. 9/ Akla dayanan, ölçülü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Trabzon’un Çaykara ilçesinde, doğal güzelliğinden dolayı “tabiat parkı” kapsamına alınan göl. 2/ On dört dizeden oluşan bir Batı şiiri türü... Sivas’ın bir ilçesi. 3/ Türkiye’nin plaka imi... Bazı İslam ülkelerinde kullanılan bir tahıl ölçeği... Hafif sis. 4/ Afrika’da bir ırmak... Bir zaman birimi. 5/ Türlü nedenlerle başarı gösteremeyen kimse... Kemal Bilbaşar’ın bir romanı. 6/ Roma mitolojisinde ekim ve biçim tanrıçası. 7/ Hinduizmin temel öğesi olan hiçbir varlığı incitmemek ilkesi... Bir nota. 8/ Küçük kulaklı koyun ya da keçi... İnanmış, aklı yatmış. 9/ Eski Türklerde bazı heykellere verilen ad.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle