25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 OCAK 2013 CUMA 2 BAŞKA yangınlarda da böyle oluyordur herhalde: Alevlerini kolay anlatılmaz bir hüzünle ekranda seyrettiğiniz yangını anlatan muhabir “Şimdi de büyük salonun tavanı çöktü” deyince içinizde çöken anılar niçin bunca çoğalıp, bunca canlı, iç burkucu ve üzüntü verici olabiliyor? Belki herkes için; yerine, zamanına ve konusuna göre çok daha üzücü türleri de hep vardır bu duygunun. Yananın bir ev, okul, fabrika, tiyatro veya konferans salonu oluşuna tanık olunduğunda. Bir geminin batışını, bir anıtın yıkılışını seyretmek gibi. Hatta sevdiklerinizin ve asla unutamayacaklarınızın mezara indirilişine yaşlı gözlerle bakarmışçasına. Yangın, belki kızıllığı yüzünden, böyle yürek yakıcı olabiliyor. ma bir yatılı okulun yatakhaneye çevrilmiş büyük salonundaki tavanın OLAYLAR VE GÖRÜŞLER etmekteydi ama İkinci Cihan Harbi’nin sıkıntıları, yoklukları ve yeni başlayan karanlık olayları sürüp gitmekteydi o sırada. akın tarihten kalma ünlü binalar seyircisiz kalmış tiyatrolar gibidir. Ama onları canlandırmak için resmi salonlarda kalitesiz vodviller oynatmaya gerek yok. Cumhuriyet, o tür yapıların neredeyse hepsini her derecedeki eğitim kurumlarının kullanımına bırakarak çok anlamlı bir tutum sergilemiş sayılır: Saltanatın zenginliklerini öğretimin hizmetine sunmak ve büyük devrimin gençlikçe korunmasını her şeyden önce bilime emanet etmek. öyle olduğu içindir ki, o yapılar hoyratça değil, bir tapınak kutsallığı korurcasına kullanılmalıdır. Yakarak ve lüks otellere dönüştürerek değil. Başbakan’ın Demokratlığı, CHP’nin Sorumluluğu... Başbakan çok sinirli ve her olaydan tedirgin oluyor. Ama demokrasilerde bir vatandaşın istemini açıklaması en doğal hakkıdır... CHP milletvekili Aygün’e gelince; seçildiği günden beri olay yaratmayı seviyor... ALEV COŞKUN Tavan yanarak çökmesi yine de bir başkaydı. İlkokulu henüz bitirmiş çocuk, yatılılığın ilk gecesinde uyumadan önce yarı aydınlanmış o süslü tavana bakarken neler düşünmemişti ki. Hele Boğaz vapurlarının üstteki damın camlı bölümünden içeri yansıyan projektör ışıkları yanıp söndükçe ve römorkör düdükleri Ortaköy tramvaylarının çançanına karıştıkça. Evden ve evdekilerden uzaklaşmış çocuk hayata mı atılıyordu, yoksa hayat mı onun üstüne yığılmaktaydı? Tavanın sultanlardan kalma süslü boyası belki renkli bir gelecek vaat Y Aferin Ey Halkım... Uğur Mumcu’nun katledilişinin yine bir yıldönümü... Onu yok edenlere teslim ettin Türkiye’yi... Bedava nohut karşılığında... Aferin halkım... H Cumhuriyet, laiklik, bağımsızlık, özgürlük... Yoksula aş... Ekmek... Emekçinin alın teri diye yumruğunu sıkıp yollara düşen nice genç senin için filiz canını verdi, onları yok edenleri başına taç yaptın... Bir çuval kömüre... Bravo yani... H Hüzünlü ve uzun bir hikâyedir bu... Köylüler, yoksul insanlar, bebekler, hastalar geçemiyordu Zap Suyu’nu... Kaç yaşlıyı, hastayı, çocuğu, anneyi, telli duvağı ile gelini alıp götürmüştü su... Üniversite gençleri okul harçlıklarını biriktirip çimento, demir, tahta aldılar... Köprü yapmak için geldiler su kenarına... O gece çok heyecanlıydı tümü... Sabaha kadar şarkılar, marşlar söylediler... Sana köprü yapmanın unutulmaz mutluluğuydu o... Sevinçlerinden ağladılar... Ama sen... Jandarmaya “Komünistler geldi” diye ihbar ettin... Alıp götürdüler... Aferin sana... H Kimisini vurdular... Kimisini astılar... “Yaşasın özgürlük” diyerek ve gülümseyerek çıktılar idam sehpalarına... Çünkü senin için ölmek dahi mutluluktu onlar için... Onların türkülerini söylemek için sazını alıp gelenleri de zaten otel odalarına doldurup yaktılar ya... Yakanları ilk seçimde milletvekili yaptın... Bravo... H Aylardan ocaktı... Kar yağmıştı Ankara’ya... Günlerden pazar... O gece gazetedeki odada, derin acılar içinde, arabasına bomba konularak öldürülen yeni şehidimiz Uğur Mumcu’nun o yazısını arşivden bulmuş okuyorduk: “Vurulduk ey halkım, unutma bizi...” H Ömrü boyunca; insan onuru için, adalet için, bağımsızlık için, yoksullar için, emekçiler için, güçsüzler için, sömürülenler için, halkı için çırpınmış yiğidimiz öyle diyordu, uğruna canını verdiği halkına: “Unutma bizi...” H Sen?.. Unutmamak bir yana, onu öldüren zihniyeti iktidar yaptın... Bak ne hukuk kaldı, ne insan onuru, ne bağımsızlık, ne laiklik, ne çağdaşlık ne de cumhuriyet... Onu yok edenlere teslim ettin Türkiye’yi... Nohut, kömür karşılığında... Aferin sana ey halkım... Aferin... G B A eçen hafta iktidar ve muhalefet partilerinde, siyasal etik açısından iki önemli olay ortaya çıktı. Birincisi Başbakan’ın Gaziantep’te bir vatandaşa karşı yaptığı çıkıştır. Gaziantep’te bir fabrika açılışı sırasında Başbakan R.T. Erdoğan, öğretmen atamalarının yapılmasını isteyen bir öğretmen adayına sinirlendi. “Al oyu kendine sakla... Bize kimin oy vereceği belli” dedi. Başbakan’ın bu hiddeti üzerine alçakgönüllü bir istemde bulunan öğretmen adayı yaka paça polisler tarafından gözaltına alındı. Sayın Başbakan çok sinirli ve her olaydan tedirgin oluyor. Oysa demokrasilerde, bir vatandaşın düşüncesini, istemini açıklaması en doğal hakkıdır. Sayın Başbakan böyle sinirlenip “O oy senin olsun... Al onu kendine sakla... Gereken yere ver...” diye kızgınlık göstereceğine demokrat, içtenlikli ve nazik davranabilirdi. Hatta, “İşte vatandaşlarım, demokrasi budur... Herkes başbakanın huzurunda istemini açıkça söyleyebiliyor. Bu vatandaşımızın isteği de zamanı gelince devletimizin olanakları çerçevesinde yerine getirilecektir” diyebilirdi. O zaman da, hem demokrat bir başbakan olur hem de polisler sadece demokratik hakkını kullanan bir vatandaşı yaka paça gözaltına almazlardı. ve Deniz Kavukçuoğlu’nun bu konuyu ele alan yazılarına aynen katıldığımı belirtmek isterim. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki Paris’te bir “infaz” ile öldürülen Cansız’ın ailesine yapılan “taziye” ziyareti nedeniyle “tariz”de (taşlamaeleştiri) bulunulamaz. Bulunmamalı... Bu insancıl bir davranıştır ve kişiye özgüdür. Bu noktada partisine bir sıkıntı verilip verilmemesi konusu, kişiyi ilgilendirir, onun partisine vereceği zararı ölçmesine bağlıdır. Özellikle kendi seçim bölgesinden tanıdığı bir aileye taziye ziyaretinde bulunması “insani çerçeve” noktasından ele alınmalıdır. Gelelim ikinci konuya; Aygün’ün Dido Sotiriyu’nun kitabını okuduktan sonra, “Ege’de Yunanlılara etnik temizlik yapıldığını” söylemesi gerçekten üzerinde durulması gereken, siyasal bir davranıştır ve kendi partisinin kuruluş temellerine ve felsefesine aykırıdır. Sotiriyu’nun romanı “etnik temizlik” düşüncesinin tersi değerlendirmelere dayanır. Aygün’ün açıklaması son derece önyargılı hatta “hasta bir düşünce” sistemini ortaya koyuyor. Önce bilgisizliği, sonra da art düşünceyi yansıtıyor. Dido Sotiriyu’nun kitabının asıl adı “Kanlı Topraklar”dır. Romanda Anadolu köylüsüne selam gönderilmekte ve “kardeşi kardeşe kırdıran cellatlar”dan, yani emperyalist güç ve düzenden söz edilmektedir. Aygün romanı okumuş ve yanlış anlamışsa, hukuk bitirmiş, milletvekili olmuş bir kişiye sorarlar, “bu ne biçim okumadır...” Oysa, Aygün bu kitaptan zorlamayla “etnik temizlik” olgusu çıkarıyor. İşte sorunun siyasal temeli buradadır. Bu noktada kendi partisinin temel düşüncesiyle uyuşmayan, zorlamayla kendi ülkesine, “etnik temizlik” etiketi yapıştırmaya giden bir “Sevr yandaşı” ile karşı karşıya gelinen bir tablo ortaya çıkıyor. Yunanlıların Anadolu’ya çıkışında emperyalist güçlerin destekleri açıktır. Birçok yabancı yazar bu hareketi, “emperyalizmin bir oyunu” olarak değerlendirmektedir. Bu konuda Yunanlı yazarların da yazdıkları birçok kitap vardır... Özellikle Alexandar Pallis’in Türkçeye çevirisi yapılan “Yunanlıların Anadolu Macerası” adlı yapıtını Aygün’e öneriyorum. Ama yakın tarihimizin bu son derece önemli olayını Sayın Aygün anlamamış ve özümsememiş görünüyor. Aygün, bu “etnik temizlik” açıklamasıyla hem emperyalist güçlerin yanında yer alarak onları temize çıkarıyor hem de Yunan işgal güçlerini “masum” ilan ediyor. Ancak, insanların böyle düşünme, hatta bu konuda belgelere dayalı kitap yazma hakları da vardır. Aygün’ün cesareti ve bu konuda yeterli bilgisi varsa böyle bir kitap yazabilir. Ama, Sotiriyu’nun kitabından etnik temizlik olgusu çıkarabilen bir kişinin, etik olarak “Milli Mücadele”yi örgütlemiş bir partide yer alması nasıl karşılanabilir? Hem etnik temizlik, yani bir ölçüde soykırım diyeceksin hem de o partinin üyesi olmayı sürdüreceksin... CHP Merkez Yönetim Kurulu, anlaşılıyor ki Aygün’ü bir kez daha hoşgörüyle karşıladı, üzerine gitmedi. Parti sözcüsünün açıklamalarına bakılırsa hiçbir sorun da yok. Böylece bu “etnik temizlik” sözünün üzerini örttü. Ama CHP’nin tarihi acaba ne diyecek?.. İnsancıl davranış İlk günlerde Mersin’de bir vatandaşa “Ananı da al git” diyen Başbakan’ın bu tutumu acemiliğine verilmişti. Ama şimdi öyle mi? Başbakan siyasal iktidarının onuncu yılını geçti, ustalık dönemine başladım diyor. Artık ondan daha hoşgörülü olmasını beklemek tüm vatandaşların hakkıdır. Kaldı ki bir başbakan “Bize kimin oy vereceği belli” diyerek ayrımcılık da yapamaz. Demokratik sistemde başbakan ona oy veren vermeyen bütün vatandaşların başbakanıdır. İkinci olay, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün davranışları ve sözleri... Öncelikle şunu belirtelim ki Aygün seçildiği günden beri olaylar yaratmasını seven, partisine zarar vermekten adeta hoşlanan bir karakter yapısı çizmektedir. Önceki hafta da Hüseyin Aygün’ün aktörü olduğu iki olay yaşandı; birisi Paris’te öldürülen Sakine Cansız’ın yakınlarına taziye ziyaretinde bulunması, ikincisi de Yunanlı yazar Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı kitabıyla ilgili açıklamasıdır. Gazetemiz yazarları Ali Sirmen Ayrımcılık Etnik temizlik yok
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle