28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 OCAK 2013 CUMA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 Valsten aşk yaratmak... ‘Anna Karenina’ filminde eşsiz koreografi ve tiyatro Tolstoy’un ölümsüz eseri Anna Karenina ne zamandır sinemalarda oynuyor. Joe Wright imzalı filme ilişkin eleştiriler çok farklı. Kimi eserin görselliğe, görkeme kurban edildiğinden yakındı, kimi “yeni” buldu. Tolstoy’a yakınlığı uzaklığı tartışıldı... Niyetim film eleştirisi değil. Niyetim, kimi noktalara dikkati çekmek. Filmi ben çok büyük bir ilgi duyarak ve heyecanla izledim... Heyecanımın kaynağında sinema tiyatrokoreografi üçlüsünün kucaklaşması vardı... ni) senaryoya indirgemek kolay iş olmasa gerek! Eğer senaryoda bir eksiklik arayacaksak, bence en zayıf nokta anne oğul ilişkisiydi. Greta Garbo, Vivien Leigh, Isabelle Hupertte... Nice Anna’lar izledik bugüne dek. Bu kez Keira Knightley, yüzündeki ışıkla; kocası rolünde Jude Law olgunluğuyla; Vronsky’de Aaron TaylorJohnson, vurguladığım “teatral duyguya” hizmet etmesiyle; artı Domhnall Gleeson (Levin) and Alicia Vikander (Kitty) mükemmel oyunculuklarıyla harika seçimlerdi. Brecht, Galilei ve Cüceler… Bertolt Brecht’in 1955/1956 yıllarında kaleme aldığı üçüncü “Galilei’nin Yaşamı” metninin 14. sahnesinde, artık inzivaya çekilmiş olan Galilei ile eski öğrencisi arasında geçen bir söyleşi vardır. Bilim ve bilim adamının sorumluluğu ağırlıklı bu söyleşi, Galilei’nin ‘eski bir bilim adamı’ kimliğiyle kendine yönelik ağır suçlamaları ile doludur. Bugünlerde nedense(!) sıkça hatırladığım bu bölümden alıntılar yapıyorum: “… bilimin sürdürülmesi, bana özel bir yürekliliği gerektirir gibi gözüküyor. Bilim, kuşku aracılığı ile kazanılan bilgiyi işler. Her şey konusunda herkese bilgi sağlayarak, herkesi kuşkucu yapmayı sağlar. Oysa halkın büyük bir bölümü hükümdarlar, büyük toprak sahipleri ve din adamları tarafından batıl inançlarla ve eskimiş sözlerle örülmüş bir sis perdesine sarılıyor; perdenin amacı bu kişilerin türlü dolaplarını gözden saklamak. Çoğunluğun yoksulluğu sıradağlar kadar eski ve bütün kürsülerden bu yoksulluğun sıradağlar kadar yıkılmaz olduğu ilan ediliyor (…). Kitleyi dışlamamız, buna rağmen yine de bilim adamı olarak kalabilmemiz, mümkün müdür? Gökteki cisimlerin hareketleri çok daha saydamlaştı; ama halklar, kendilerini yönetenlerin davranışlarını hâlâ kestiremiyorlar. Gökyüzünün ölçülebilirliğini sağlama uğruna yürütülen kavga, kuşkunun aracılığı ile kazanıldı; oysa Romalı ev kadını, süt uğruna atıldığı kavgayı inanç yüzünden hep yitirmek zorunda (…), bilim, bu iki kavgayla da ilgilidir (…). Sizler ne için çalışmaktasınız? Bana göre bilimin tek amacı, insan yaşamının güçlüğünü hafifletmektir. Eğer iktidar sahiplerince sindirilen bilim adamları, bilgiyi yalnız bilgi uğruna toplamakla yetinirlerse, o zaman bilim kötürüm olabilir ve bulacağınız yeni makineler yeni boyunduruklar anlamına gelebilir. Zamanla bulunabilecek her şeyi bulabilirsiniz, ama ilerleyişiniz, sizi insanlıktan uzaklaştırmaktan başka bir sonuç vermeyecektir. (…). – Bir bilim adamı olarak benim elimde eşsiz bir fırsat vardı. Benim zamanımda astronomi, pazar yerlerine kadar ulaşmıştı. Bu çok özel koşullar altında tek bir adamın yürekli direnişi büyük sarsıntılar yaratabilirdi. Direnebilseydim eğer, o zaman doğabilimciler de doktorların Hipokrat Andı gibi bir ant, bilgilerini yalnızca insanlığın esenliği için kullanacakları yolunda bir yemin geliştirebilirlerdi! Şimdi ise en fazla umabileceğimiz, buluşlar yapabilen ve her şey için kiralanabilen cücelerden oluşma bir kuşak (…). Birkaç yıl süreyle ben de iktidardakiler kadar güçlüydüm. Ve kullanmaları, kullanmamaları veya kötüye kullanmaları için, kısacası amaçlarına hangisi hizmet ediyorsa öyle yapmaları için, bilgilerimi iktidar sahiplerine verdim (…). Ben, uğraşıma ihanet ettim. Benim yaptığımı yapmış olan birinin bilimin saflarında kalmasına rıza gösterilemez.” Evet, başta da söylediğim gibi. Bir süredir yirmi beş yıl önce çevirmiş olduğum bu satırlar aklımdan hiç çıkmıyor. Ve bu satırlara bir de cüppeli cücelerden oluşma bir kalabalığın görüntüsü ekleniyor. Nedense! Baştan sona koreografi Ah o baştan çıkarıcı dans sahnesi! Hani baloda Anna ile Vronski’nin dansı! Tango şehvettir, vals asalettir diye bilirdik. Bütün ezberimiz bozuldu. Vals ve mazurka müziğiyle sevişildiği nerede görülmüş, üstelik birbirine sarılmadan! O sahnede Anna ve Vronzkyv bildiğimiz hiçbir dansa benzemeyen bir vals yaptılar. O danstan aşk yarattılar. Elleriyle, kollarının içiyle seviştiler. Birbirlerine çok az değerek, devimleriyle seviştiler. Müthiş bir sahneydi. Olayın mimarı koreograf Sidi Larbi Cherkaoui. (Çerkawi) Onu anımsamadınız mı? İstanbul Tiyatro Festivali’nde “Sutra” adlı eserini izlemiştik! Belçikalı anne, Faslı babadan doğma. Martha Graham’ın rahlesinden geçmiş! Pina Bausch’dan (sahnedeki insan ilişkileri); Trisha Brown’dan (hareket ve anatomi); William Forsythe’dan (matematiksel yapı) etkilenmiş! Ama yalnız o dans değil, filmin birçok anında çarpıcı bir koreografi vardı. İlk aklıma gelenler: Bürokrasi, memurların çalışması... Tarlada köylüler... Masa başında Levin ve Kitty’nin oyunu... Bunlar gibi nice koreografik düzenleme filme çarpıcı bir “modernite” katıyordu... Filmi görecek olanlar bunları fark etsin istedim. Dünya bir tiyatro sahnesi ‘ikaseve: 370 Kişi İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın 40. Yılını Anlatıyor’ kitabı yayımlandı ne nasıl geldiğini anlatıyor” diye konuştu. Ardından söz alan Didem Ermiş, “Kendimize önce, ‘biz okuyucu olsak nasıl bir kitaptan isterdik’ sorusunu sorduk” diye konuşurken; İlkay Baliç Kültür Servisi İsise şu ifadeleri kullandı: tanbul Kültür Sanat “Sözlü ve yazılı görüşVakfı’nın (İKSV) 40 yılmeler, İKSV arşivi ile galık hikâyesi, “ikaseve: zete arşivlerinden yaptığı370 Kişi İstanbul Kültür mız çalışmalar sonucunda, Sanat Vakfı’nın 40. Yılıkitapta birkaç farklı nitenı Anlatıyor” adlı kitapta likte malzemeyi bir araya toplandı. getirdik. Kitabın kurgusu, İlkay Baliç ve Didem İKSV’nin tek tek kişilerin Ermiş’in hazırladığı, Ecvarlıklarından, katkılarınzacıbaşı Holding’in katkıdan, sözlerinden oluştuğularıyla hayata geçen kitap, nu düşündüğümüz yapısıu Bülent Eczacıbaşı, “İKSV olarak, dün düzenlenen basın toplantına bir karşılık vermeye çalı40 yıllık birikimimizi bir kitapla kayıt sında kamuoyuna tanıtıldı. şıyor.” Burada konuşan İKSV YöBir buçuk yıllık sürecin soaltına almak ve yolculuğumuzun netim Kurulu Başkanı Bülent nunda hazırlanan 670 sayfahikâyesini aktarmak istedik” derken; Eczacıbaşı, “İKSV olarak, 40 lık kitap, 260 kişiyle sözlü ve kitabı hazırlayanlardan İlkay Baliç, yıllık birikimimizi bir kitapyazılı görüşmelerin yanı sıla kayıt altına almak ve yolra 110 kişinin kitaplarda, der“Kitap; İKSV’nin tek tek kişilerin culuğumuzun hikâyesini akgilerde ve gazetelerde yayımvarlıklarından, katkılarından, tarmak istedik. Kolektif bir lanmış, İKSV’ye dair yazılasözlerinden oluştuğunu düşündüğümüz rından oluşuyor. “ikaseve: kurum tarihi olarak hazırlanan bu kitap, İKSV’nin bir yapısına bir karşılık vermeye çalışıyor” 370 Kişi İstanbul Kültür Sa‘İstanbul Festivali’ düzenlenat Vakfı’nın 40. Yılını Anifadelerini kullanıyor. me hedefiyle nasıl yola çıktılatıyor” kitabı, İKSV Tasağını, bu süreçte uluslarararım Mağazası’nın yanı sıra, 7 sı nitelikte dört festival, iki bienal ve yıl boyunŞubat’tan itibaren Türkiye genelinde tüm kitabevleca özel etkinlikler gerçekleştiren bir kurum halirinde satışa sunulacak. ikaseve Yönetmen Joe Wright’ın müthiş bir risk alıp, eseri tiyatro sahnesine taşıması beni heyecanlandıran en önemli öğeydi. Olayları sadece tiyatro sahnesinde değil, tiyatro salonunda, localarda, kuliste, soyunma odalarında, dekor depolarında, panolar arasında da izledik... Düşünsenize, yönetmen, at yarışlarını bile tiyatro binasının içinden geçirdi... Filmde, tiyatro, dünyanın, daha doğrusu Moskova ve St. Petersbourg’un metaforuna dönüşmüştü. Soylu sınıfın yapaylığına, burjuvazinin çıkarcılığına tiyatroda kurgulanan bir sahneye bakar gibi dışarıdan bakmak... Ama aşk, tutku, duyarlılık, şefkat, öfke, kıskançlık, acı çekmek gibi duygular dünyasına daldığımızda yakın plana odaklanmak... Bu “dışardan bakmak” göstermeci yöntemler, (Brecht’e göz kırpmaları bile yakalayabiliyorsunuz) ancak usta bir oyun yazarıyla, Tom Stoppard gibi bir yazarla işbirliği yaparak gerçekleşebilirdi. Filmin her anında diyaloglar çok çarpıcı ve etkileyiciydi. Kimi zaman görselliğin önüne bile geçiyordu. Ayrıca, Tolstoy’un dev eserini (yalnız içerik değil, hacim olarak da dev eseri Ghetto’da AfroAmerikan ezgiler 1986 yılından bu yana yaptığı çalışmalarla sadık bir hayran kitlesi edinen Finli müzisyen Jimi Tenor, Afrikalı topluluk Kabu Kabu ile yarın akşam saat 22.45’te Ghetto’da sahnesinde olacak. Jimi Tenor, deneysel rock’tan yola çıkarak caz, psychodelic soul ve funk’a varan tarzlarda, kalıplara sıkışmadan yaptığı müzikle dinleyicinin beğenisini kazanan bir isim olarak tanınıyor. Sanatçı İstanbul konserinde, AfroAmerikan ezgileri ağır basan sadece müziğini seslendirecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle