17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 MAYIS 2012 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Gezgin sanatçı Hamra Abbas ‘Şehir ve Gündelik Hayat’ başlıklı sergisiyle Pilot Galeri’de ‘Göçebe’nin sanat üretimi ? Hamra Abbas’ın üretim biçimi, kişisel yaşamına paralel, gezginci ruhuyla besleniyor. Massachusetts, Lahor, Berlin ve İslamabad’da yaşamış sanatçının göçebeliğinin izlerini Pilot’taki sergisinde de görmek mümkün. NAZLI PEKTAŞ Altunizade Maçları Bugün Süper Lig’imiz sona eriyor, şampiyonumuz belli oluyor. Çaresiz, biz de futboldan söz edeceğiz. Yılı hatırlamıyorum. 1960’ların başlarında bir yaz günü Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Kara Ünal (Üstün) toplandık, Altunizade’ye, Memet Fuat’ı ziyarete gittik. O sıralarda birkaç evle birkaç konaktan başka bir şey yoktu Altunizade’de. Ne çevre yolu, ne işyerleri... Ağaçlar, tarlalar, sessizlik. Memet Fuat, çevredeki çocukları eğitmek için harika bir yol bulmuştu. Boş alanlardan birini futbol sahasına dönüştürmüştü. Semtin çocuklarına futbol öğretiyordu. Bunun çekiciliğine kapılan çocuklar, sadece futbol oynamakla kalmıyorlardı tabii. Birlikteliği, yardımlaşmayı da öğreniyorlardı. Sanata, edebiyata merak saranlar da çıktı aralarından. En azından, kitap denilen nesneyle ilişki kurmaya alıştılar. Memet Fuat’ın attığı tohum gelişecek, Altınyurt kulübüne dönüşecekti. Bu kulüp çatısı altında edebiyat, tiyatro, müzik çalışmaları yapılacaktı. Memet Fuat, futbolu bırakıp voleybol hocalığına başlayacak, kulübünü birinci lige taşıyacak, kendisi de bir dönem milli takımın antrenörlüğünü üstlenecekti. Biz o yaz günü Memet Fuat’ın bahçesinde, ağaçlar altında oturup çene çaldıktan sonra futbol sahasına geçtik. Başladık kaleye şutlar atmaya. Öylesine keyiflendik ki bundan, her hafta sonu Altunizade’ye gitmeye başladık. Düzenli maçlar yapıyorduk artık. Kemal, Adnan, ben en has “müdavim”lerdik. Adnan kalede oynuyordu. Kemal savunmanın belkemiğiydi. Memet Fuat, sırtında ceketi, orta alanda takımı yönetiyor, ayağına gelen topları milimetrik paslarla dağıtıyordu. Ben ise “gole giden bir panter” olarak koşturup duruyordum. Her keresinde 810 kişi oluyorduk mutlaka. Arada bir Demir Özlü, Ferit Öngören, Feridun Metin Aksın, Cemal Süreya, Edip Cansever de katılıyordu bize. Bir keresinde Asım Bezirci bile gelmişti. Her maçtan sonra yorgunluktan biterdik. Dönüşte kimsede ağzını açacak hal kalmazdı. Herkes evine. Onat’la ben de Mahmutpaşa hamamına gider, göbektaşına uzanırdık. Bir maç sonunda, “Bir yerde bir şeyler yiyip içelim” dedik. Bayağı kalabalıktık o gün. 1015 kişi doluştuk arabalara, Salacak’a indik. Biri, deniz üstündeki büyük bahçeyi önerdi. Çaykahve dışında yemek de veriyorlarmış. Bahçeye girdik. Bir de baktım, üç kişi, “Ooo... Ülkü!” diye üstümüze geliyor. Üçü de bıçkın! Yolda görsen kaldırım değiştirirsin. Tanıdım hemen. Tiyatro oyunculuğum sırasında Elhamra Tiyatrosu’nun büfesini işletirlerdi. Yıllarca ahbaplık etmiştik. Şimdi bahçeyi onlar çalıştırıyormuş. Denize bakan en güzel yere oturttular bizi. Çevremizde dört dönüyorlar. Masayı donattılar. Dakika başında gelip, “Bir emrin var mı” diye soruyorlar. Benim de fiyakamdan geçilmiyor tabii. Asıl bomba yemeğin ortalarında patladı. Koca bir sini geldi; “Müessesenin ikramı”. Kim bilir kaç milyon yumurtayla yapılmış bol malzemeli harika, dev bir menemen! Ama o kadar acıydı ki, kimse yiyemedi. Hayır, menemene acılığı veren içindeki yeşil biberler değildi. Hani doğum günü pastalarının üstüne “Mutlu Yıllar” yazılır ya, bizim büfeciler de, kıyak olsun diye, menemenin üstüne, sininin neredeyse tümünü kaplayan koca koca harflerle ÜLKÜ TAMER yazmışlardı. Karabiberle. Hamra Abbas, Outlet’teki Türkiye’deki ilk kişisel sergisi “Cityscapes”ten iki yıl sonra bu kez Pilot Galeri’ye “Şehir ve Gündelik Hayat” başlıklı sergisiyle konuk. 1976 Kuveyt doğumlu sanatçı, İstanbul’a ilk kez 10. İstanbul Bienali için “Aşk Dersleri” heykellerini yapmaya gelmiş, rengârenk heykelleri ile tehlike altındaki aşkı muzipçe ve cesaretle işaretlemişti. İçerik ve biçimle girdiği ilişkiyi hep canlı tutan Abbas, yaratıcılığını standart üretimlerin dışına taşırarak, cesaretli elleriyle gelenekseli güncele taşıyor. Onun için toplumsal olanı görünür kılmanın yollarından biri de hafızanın çukurlarında kalanları dönüştürerek yola sermek. İşlerindeki çeşitliliğe dair, bu türden sanat üretenler için çokça kullanılan “deneysel sanat üretimi” tanımlaması yetersiz ve eksik aslında. Zira Abbas’ın fotoğraf, video, heykel, yerleştirmelerinde ve vitray, kâğıt, oyun hamuru gibi malzemelerle yaptığı çalışmalarında birbirini bütünleyen izlerle karşılaşmak, bu dalgalanma içinde ritmi yakalamak son derece kolay. Pilot’taki vitray çalışmasının zemininde kullandığı geleneksel İslami motiflerle, yeni bir kâğıt heykel serisi olan “Objeler”de de karşılaşıyoruz. Abbas, günlük yaşamın sıradan objelerini titiz bir işçilikle adeta bir dantel gibi kâğıttan yeniden üretirken kullandığı İslam motiflerini, yine geleneksel bir üretim biçimi olan vitray işinde de tekrar ediyor. Sergide 22 fotoğraf baskı olarak yer alan “İdoller” serisi ise sanatçının Cambridge ve Boston’da, en son da sergi için bulunduğu İstan bul’da fotoğraflarını çektiği insanların küçük heykelleri. Abbas, oyun hamurlarıyla gerçekleştirdiği bu küçücük yüzlerin makro fotoğraflarını çekerek onları devleştiriyor. Abbas’ın parmak izlerini görebileceğiniz bu dev idoller farklı sınıflardan, sıradan insanların fotoğraf albümü. Fotoğrafını çektiği bu insanlarla iletişime girerek yüzlerini dinledikleriyle şekillendiriyor. Süpermarketten, gardan, inşaattan bize bakan bu insanlardaki hüzünse yaşama tutunabilme korkularımız hakkında. Sergideki “Su’ar” (Urdu dilinde Domuz anlamına geliyor) adlı iş ise galerinin tam ortasındaki iki domuz heykelinden oluşuyor. Abbas, bu pembe hayvanın, Batı kültüründeki kutsal yeri ile Doğu’daki günahlılığını çarpıştırarak, onu şişme bir aşk heykeline çeviriyor. Böylece domuzun farklı kültür ve dinlerdeki mesafeli yeri, gündelik ve sıradan bir aşk hikâyesine dönüşüyor. Abbas’ın yerleşik ve katı bir sürekliliği olmayan üretim biçimi, kişisel yaşamına paralel, gezginci ruhuyla besleniyor. Massachusetts, Lahor, Berlin ve İslamabad’da yaşamış sanatçının göçebeliğinin sergiyle bağı da çok belirgin. Sergi 19 Mayıs’a kadar Pilot’ta. SERGİ 30 HAZİRAN’A KADAR KUAD GALERİ’DE 15. UÇAN SÜPÜRGE ULUSLARARASI KADIN FİLMLERİ FESTİVALİ BAŞLADI ‘En büyük azınlığın’ festivali ile Serra Yılmaz’a verildi. ÖdüANKARA (Cumhuriyet Bülünü çocukları Mehmet ve Aslı’yla rosu) Uçan Süpürge tarafından birlikte alan Füsun Demirel, son bu yıl 15.’si düzenlenen 7 yılda artan kadın cinayetle“Uçan Süpürge Uluslarrine dikkat çekerek “Özgürarası Kadın Filmleri Feslük ve adaleti olan, hiçbir tivali” başladı. Önceki ayrımcılığın yaşanmadığı akşam Ankara Devlet bir ülkede yaşamak istiOpera ve Balesi’nin opeyorum. Bizler her şeyin ra sahnesinde gerçekleşözelleştirme üzerine kutirilen festivalin açılışınrulduğu bir sistemde, inda, Başbakan Tayyip Ersanlık onurunun özelleşmedoğan’ın “Tiyatroları özelsine izin vermeyeceğiz” deleştiriyorum” sözlerine di. Törene katılamayan Sertepki gösterildi. ra Yılmaz, sinevizyon aracıFestivalde bu yıl, lığıyla aktarılan mesajında “Uçan Süpürge Onur Ödülü” sinema yaşa Törende, 40. sanat yılını kutlayan Hale Soygazi’ye ödülünü “en büyük azınlık” olarak tanımladığı kamında 40. yılını kutlayan Hale Soygazi’ye verildi. Onur ödülü verildi. Başarı Ödülü’nün sahibi Serra dınlara armağan etti. Yılmaz ise ödülünü ‘en büyük azınlık’ olarak Ödülünü Vanlı kadınlarFestivalde, geçen ay yaşadan alan Soygazi, kadınmını yitiren senarist ve oyuntanımladığı kadınlara armağan etti. erkek arasındaki cinsiyet cu Meral Okay da unutulayrımcılığının, eğitimin madı. Ses sanatçısı Sema, her kademesinden itibaren son rinden başlanmalı” dedi. Festi Okay anısına bir şarkı seslendirdi. bulması gerektiğini belirterek “Bu valin “Uçan Süpürge Bilge Olgaç Geceye ayrıca Yıldız İbrahimova, ayrımcılığa daha bebekken giy Başarı Ödülleri” ise tiyatro ve si Belkıs Özener ve Rojin de sevilen dirilen pembe ve mavi renkle nema oyuncuları Füsun Demirel şarkılarını seslendirerek renk kattı. Kültür Servisi Fluxus hareketinin 50. yılı dolayısıyla Kuad Galeri, Fluxus sanatçılarını 70’li yıllardan bu yana destekleyen Almanya’daki Galerie Inge Baecker’in koleksiyonundan yapıtlarla “Fluxus 50” isimli bir sergi düzenliyor. 30 Haziran’a kadar sürecek sergi kapsamında bugün saat 13.00’da Inge Baecker, Eric Andersen, Gregor Jansen, Fırat Arapoğlu, Beral Madra’nın katılacağı bir söyleşi de gerçekleşecek. Sergi Fluxus 50 yaşında de Eric Andersen, Ugo Dossi, Alison Knowles, Nam June Paik, Endre Tot’un aralarında olduğu sanatçıların çalışmaları da satışa sunuluyor. Ayrıca 70’li yılların sonunda Fluxus özellikleri taşıyan işler üreten Serhat Kiraz ve Ahmet Öktem de sergiye yeni işleriyle katılıyor. Fluxus, görselişitselsözsel sanatların bireşiminden oluşan ve toplumu sanat yapıtının üretim ve izleme süreçleri içine alan bir sanat hareketi olarak 1962’de doğmuştu. Sinemada özgün ritmini yaratan Ömer Kavur’u yedi yıl önce kaybetmiştik Evrensel bir sinema ustası ASLI SELÇUK “Yaşamdaki arayış süreci insanın temel dürtülerinden biridir. Neyi aradığımız çok önemli değil, çünkü neyi arıyor olursak olalım varılacak nokta aynıdır, yani gerçeği arıyoruz” diyen değerli yönetmen Ömer Kavur’un bugün aramızdan ayrılışının yedinci yıldönümü. Sinemada ender rastlanan bir olguyu gerçekleştiren yönetmen, kendi özgün ritmini, “Ömer Kavur Sineması”nı yarattı. Sinemaya yaratıcılığı, görsel bütünlüğü, estetiği taşıdı. Özgün sineması salt bireyi anlatıyor gibi görünse de bireyi kuşatan dünyanın acımasızlığını, duyarsızlığını vurguluyordu. Sinemada yalın, minimal bir anlatım dili seçti, zamanı başat alarak izleyiciye zamanın engellenemez akışını duyumsattı. Kavur’un gözde temaları dramına derin bir bakış yönelten Kavur, dünya sinemasına aralarında Yusuf ile Kenan, Ah Güzel İstanbul, Anayurt Oteli, Gizli Yüz, Akrebin Yolculuğu’nun da olduğu 14 etkileyici yapıt bıraktı. mar Sinan için zamanın akışı durdurulamazdı, bu akışkanlık onların değişmez yazgılarıydı. Kavur, Refik Halit Karay, Yusuf Atılgan, Onat Kutlar, Füruzan, Selim İleri, Orhan Pamuk gibi Türk yazınının önemli adlarının yapıtlarını sinemaya uyarladı. Toplumla insan ilişkisinin dokusunu sorguladı, varoluşa odaklandı, bu olguyu sanatına taşıdı. Toplumsal değişimler, filmlerinin fonunu oluşturdu, siyasal de Filmlerinde bireyin ortak arayış, içsel yolculuklar, geçmişle yüzleşme, yalnızlık, iletişimsizlik, yabancılaşma, yazgıların kesişmesiydi. Onun antikahramanları yatık Emine, sokak çocukları Yusuf’la Kenan, kamyon şoförü Kamil, fahişe Cevahir, öğretmen Aysel, şarkıcı Nalan, otel kâtibi Zebercet, saat ustası Kerem, mi ğişimleri dolaylı olarak aktardı, onun karakterleri sıradan varlıklarıyla evrensellik kazandılar. Ömer Kavur’un Türkiye dışındaki başarısında, ününde bireyin ortak dramına yönelttiği bu derin bakışın payı büyüktür. Titiz, ayrıntılara önem veren bir yönetmendi, senaryolarını uzun bir yaratım sürecinde oluştururdu. Dünya sinemasına aralarında “Yatık Emine”, “Yusuf ile Kenan”, “Ah Güzel İstanbul”, “Göl”, “Amansız Yol”, “Anayurt Oteli”, “Gizli Yüz”, “Akrebin Yolculuğu”, “Melekler Evi”nin de olduğu 14 etkileyici yapıt bıraktı. Bilgi: Ömer Kavur bugün saat 12.00’de Zincirlikuyu Mezarlığı 13. ada 6. sokakta bulunan gömütü başında anılacak. Taksim AKM önünden saat 11.30’da araç kaldırılacak. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle