26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 NİSAN 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Anneler Öldükten Sonra Bile Sahip Çıkarlar... Anneler, tek gerçek, en gerçek hayat dayanağıdır. Çocukları için tek başına bütün dünyaya meydan okuyabilirler. Tüm silahlara, yasalara, her tür otoriteye karşı durabilirler. Anneler insanüstüdür, doğaüstüdür. İslamiyetin cenneti ayaklarının altına serme vaadi bundandır. Anneler kutsaldır. Öldükten sonra bile çocuklarına sahip çıkabilirler. ??? Türkiye önceki gün bunu gördü, buna tanık oldu. Oğul Mehmet Haberal, sorgusuzsualsizizahsız demir parmaklıklar arkasında üçüncü yılını doldurmuştu. Arkasında ülkenin en büyük alternatif siyasal gücü bir parti vardı. O partiye oylarıyla destek olmuş milyonlar. Ülkede daha da ötesi, sabah akşam lafı edilen hak, hukuk, adalet vardı! Ama ölüm döşeğindeki babasını görmesine de, mezara koymasına da izin yoktu. Bu noktada annesi isyan etti. Oğluna ölerek sahip çıktı. “Demir parmaklıklar arkasında geçen üç yıldan sonra oğlum artık bir ‘mola’yı hak etti” dedi. Ve oğlunun 48 saatliğine de olsa “özgürlüğün sütbeyaz mavisini” hissetmesini sağladı. Oğlu, mezarlıkta “Hayatta özgürlükten daha değerli bir şey yok!” derken. Aslında “değersiz iktidarların ilk olarak neden özgürlüğe” el attıklarını da anlatıyordu. Haberal, CHP’li milletvekilleri ile tek tek kucaklaşırken, onlardan güç almak ister gibiydi. Emekli müftü İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in elini bir süre tuttu. Sonra gözlerinin içine bakarak: “Hocam, size çok ihtiyacımız var. Bunlardan kurtulmak için bilginize, yol göstericiliğinize ihtiyacımız var!” Bu köşede daha önce de değinmiştik. İktidar, en büyük zararı laiklik kadar İslamiyete de veriyor. Haberal ve Ormanı Kesecek Baltanın Sapı “kentsel dönüşüm” gibi çıkar uğruna dönüştürdüğünü ima ediyor. İhsan Hoca bu ayetleri biliyor. Ama yine de cebinde özel kılıfında taşıdığı küçük Kuranıkerim’i çıkartıyor. Söz konusu ayet ve surelerin bir anlamda birbirini tamamlayan kurallar içerdiğini açıklıyor: Bakara suresi: 78. ayet: Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler. 79 ayet: Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap’ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, “İşte bu, Allah katındandır!” derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden. Âli İmran suresi: 78 ayet: Onlardan (Kitap ehlinden) bir grup var ki, Kitap’tan olmadığı halde Kitap’tan sanasınız diye (okudukları) Kitap’tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, “Bu, Allah katındandır” derler. Halbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler. 79. ayet: Allah’ın, kendisine Kitap’ı, hükmü (hikmeti) ve peygamberliği verdiği hiçbir insanın, “Allah’ı bırakıp bana kullar olun” demesi düşünülemez. Fakat (şöyle öğüt verir:) “Öğretmekte ve derinlemesine incelemekte olduğunuz Kitap uyarınca rabbaniler (Allah’ın istediği örnek ve dindar kullar) olun.” ??? Elbette bu ayetler ve sureler, derinlemesine tefsir ve açıklamayı gerektiriyor. Haberal’ın bunlara dikkat çekmesi.. Eski bir atasözünü gereği. “Ormanı kesecek baltanın sapı yine ormandan alınır!” Bu iktidar madem İslam dinini kendisine siper ederek iktidarını sürdürüyor. Bu silahı onun elinden almanın tek yolu İslamiyetin doğrusunu bilmek ve millete açıklamaktır! Bu halkın kendi dinini kendi diliyle öğrenmesi bu yüzden çok önemli. İktidarın buna şiddetle karşı çıkması da. Hatta 4+4+4 düzeneği kurmaya yönelmesi de bu yüzden! GÖRÜŞ NEŞE DOSTER Bir Sabah Yıldızı: Sabahattin Ali Sabahattin Ali, ölümünün 64. yılında yaşamöyküsünü anlatan “Sabah Yıldızı” adlı belgesel filmle anıldı. 2 Nisan gecesi Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nu dolduranlar yazarın gücünü, eserlerini, özellikle de dillerden düşmeyen şiirlerini bir kez daha ilgiyle, övgüyle ve iç çekerek, gözleri dolarak izlediler, dinlediler. Belgeselin yapımcısı ve yönetmeni Metin Avdaç “Biz bu belgeseli onursal bir görev bildik” dedi ve belgeselini de “özgürlük yolunda hayatını kaybedenlere” adadı. Avdaç, uzun olmasına rağmen (115 dakika) hiç sıkmayan, ilgiyi düşürmeyen belgeselde, Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali’den dostlarına, öğrencilerinden komşularına, hemşerilerinden dava arkadaşlarına dek pek çok kişiyi konuşturmuştu. Doğduğu, okuduğu, yaşadığı yerlerde iz sürmüştü. Sabahattin Ali’nin dostu Halet Çambel’in yanı sıra Hıfzı Topuz, Aydın Ilgaz, Mücap Ofluoğlu, Korkut Boratav, Cüneyt Gökçer, Rasih Nuri İleri, Bela Eskenazi gibi isimlerin, Edremitli komşularının, Ardinolu hemşerilerinin de görüşlerine yer vermişti. Belgesel, büyük yazarın hayatımızın bir yerinde hep olduğunu ve olmaya devam edeceğini gösterdi bir kez daha. Tiyatro sanatçıları Işık Yenersu ve Rutkay Aziz, Sabahattin Ali’nin şiirlerini seslendirdiler. Yazarın 1912’de dünyaya geldiği Bulgaristan’daki Ardino Belediyesi’nin başkanı Resmi Murat ise şunları söyledi: “Size Ardino’dan selam ve sevgi getirdim. Onun memleketlisi olarak konuşuyorum. Bizler onunla gurur duyuyoruz”. Belgeselden belleğimde kalanlara gelince; Sabahattin Ali’nin bir zamanlar âşık olduğu Ayşe Sıtkı’ya yazdığı mektuplar ve kullandığı ifade: “İki gözüm Ayşe, nikâhına talibim. Hele hayır de! Vallahi kaçırırım”. Kızı Filiz Ali’nin, “Hâlâ okunan ve çok sevilen bir yazar olduğu için kızı olarak çok mutluyum” şeklindeki sözleri. Aydın’ın Kuyucak Belediye Başkanı Ali Ulvi Akoğlu’nun, “Bizim her köyümüzde bir Kuyucaklı Yusuf vardır. Kuyucaklı Yusuf 16 dile çevrildi. Biz de Kuyucaklı Yusuf ve Sabahattin Ali heykeli yapmaya karar verdik” demesi ve herkesi heykelin açılışına davet etmesi. Konya’da ortaokulda Almanca öğretmeniyken okuttuğu öğrencilerinden Mustafa Tanrıkul’un; “Bizler şehit çocuklarıydık. Hepimizle ayrı ayrı ilgilenirdi. Bilinen öğretmenlerden değildi. Bize dünyayı, insanlığı öğretirdi, sadece ders vermezdi” demesi. Edremitli komşularının Ali’yi, “O bir sabah yıldızıydı” şeklinde nitelemesi. Ve Sabahattin Ali’nin gerçek yurtseverliği, ulusseverliği, halkçılığı, devrimciliği. İşte bir örnek: Sabahattin Ali, 1928’de Maarif Bakanlığı bursuyla Almanya’ya gönderilir. Bir gün derste bir Alman öğrenci Sabahattin Ali’ye, “Siz burada asalaksınız” diye hakaret eder. Ali de “Biz sizin memleketinizde kendi paramızla okuyoruz, sözlerini ger al” der. Alman öğrenci sözünü geri almayınca Ali döner ve onun yüzüne bir tokat indirir. Bu olay üzerine bursu kesilir ve Türkiye’ye döner. “Gönül her derde katlanır, gurbet hapishanesinde” diyen, “Benim meskenim dağlardır” diye seslenen, “Geçmiyor günler geçmiyor” diyerek mahpus damlarına selam yollayan, “Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma” dizeleriyle inancın, direncin, onurun önemini vurgulayan, “Bu memlekette namuslu olmak ne zormuş” sözleriyle de sadece dünün değil bugünün de gerçeğini yazan Sabahattin Ali’yi, meskeni olan dağların çiçekleriyle selamlıyorum. “Sabah Yıldızı”nda emeği geçenleri kutlayarak... İtiraf... Başbakan, üç yıl sonra itiraf ediyor: “Milletvekili seçiminin 5 Yıldan 4 yıla indirilmesi en büyük hatamızdı!” Bu hatanın neresi ve nesi büyük hata? Acaba, iki ucu pislikli Suriye değneği yüzünden Çankaya zamanlamasının zora düşeceğini mi gördü? Hatta daha fazla veriyor. Haberal, Özkes’e din üzerinden sahtecilik yapıldığını, onların ipliğini pazara çıkarmanın yolunun İslamiyetin ve Kuranıkerim’in iyi bilinmesinden geçtiğini ayaküstü ima ediyor. Ve iki surenin iki ayrı ayetinden söz ediyor: “Âli İmran suresi 7879. ile Bakara suresinin yine aynı 7879. ayetleri bunların ipliğini pazara çıkaracak ayetlerdir. Bunları anlatmalıyız.” Haberal bu ayetlere neden özel vurgu yapıyor? Herhalde, iktidarın İslamiyeti de bah 7’de Özgürlük, sa , ca lın ça zil tapo es G in en Gel tç değil, sü ü emin Olduğundan r! tı ak olm ault Georges Bid ‘Bu Durumda Ne Yapacağız?’ MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] [email protected] C MY B C MY B Geçen hafta “6 Nisan Cuma” günü bizim “Simgesel Eylem Grubu” ile yine “Silivri”deydik. Hem “2. Ergenekon” hem de “Balyoz” duruşmaları vardı. Küçük salondaki “2. Ergenekon” duruşması başlamadan; duruşmayı izlemeye gelenler, “sanık” diye adlandırılan yakınlarıyla, can dostlarıyla, sevdikleri yazar ve gazetecilerle yine “sözcükler” aracılığıyla kucaklaştılar, hep olduğu gibi. Mahkeme salonunun basın bölümünde onları izlerken; gerilere, üç yıl öncesine uzandım; bugünlerde sık sık yapıyorum bunu. Balbay; “2009” yılının “6 Mart” günü tutuklanınca, hemen ertesi günü okurlar Cumhuriyet’in bahçesinde toplanmış, “Balbay çıkacak yine yazacak!” sloganıyla ona ulaşmaya, yanı başında olduğumuzu duyurmaya çalışmıştık oluşturduğumuz “Simgesel Eylem Grubu” ile. O günden sonra, “Ergenekon Davası” ile suçlananların hepsinin yanında olduğumuzu ve insanların bu hukuksuzluğa “kayıtsız” kalmamaları gerektiğini duyurmak için, gazetenin bahçesinde eylemimizi sürdürdük, kışyaz hiç aksatmadan; ta ki Balbay ve Tuncay Özkan’ın “Silivri’ye gelin!” çağrısına dek. Yaklaşık “bir buçuk” yıllık bu süreçde, gazetemizin genç foto muhabiri Serkan Yıldız da hep bizimleydi. Çektiği ve günü gününe yayımladığı onca fotoğraf, bir bakıma “belge” niteliğinde. Dahası bu genç dostumuzu, “Simgesel Eylemciler” olarak “nişanladık, evlendirdik” bile diyebiliriz... Hele, çay ocağının görevlisi Şenol Burad’ın öğle aralarında “iş önlüğü”yle eyleme katılıp bizimle birlikte olmasından pek “memnun” oluyorduk. Kuşkusuz, yolu bizim sokağa düşen gençlerin kısa süreyle de olsa biz katılmalarından da... Doğal olarak, “Silivri’ye Çağrı” ile bu eyleme son verdik; böylece “Simgesel Eylem”in katılımcıları olarak, Silivri’deki duruşmaları izlemeye başladık. Yine aksatmadan; hiç kopup bırakmadan; bugüne dek. Kuşkusuz artık yalnız 2. Ergenekon’a değil, “Balyoz”a birleşene dek “Andıç”a, az da olsa “1. Ergenekon ’a, “Odatv”ye de yetişmeye çalıştık, çalışıyoruz. Bu üç yılı aşan süreçte, insanların yaşamında pek çok değişiklikler olmuştur elbette, bizim foto muhabiri dostumuz S. Yıldız’ın yaşamında olduğu gibi. Ne ki; bu davalardan üç yıldır, dört yıldır Silivri’de, Hasdal’da, Hadımköy’de vö.’lerde yatanların hiçbiri, ailelerinin, yakınlarının, can dostlarının yaşamlarında olan değişikliklere katılamadılar, onlarla birlikte bunları yaşamadılar, yaşayamıyorlar; çünkü onlar “hükümlü” değilmişler... Ama bundan daha “garip” olanı Prof. Dr. Haberal’a yaşattıkları; annesini “sağ” iken son bir kez görmesine izin vermediler de, “ölünce”, “Hadi git gör!” dediler. O cuma günü bunları düşünürken, duruşmanın başlayacağı bildirildi, herkes yerine geçti oturdu, en son olarak da Tuncay Özkan. İddianamede onun, düzmece “muhbir” ABD’li haham “Tuncay Güney” ile karıştırılma “maskaralığı”nı insanın unutmasının olanağı yok. Hep bu inanılmaz yanlışı yapanın, yapanların üzüntüden “kahrolduğunu” (1) düşünür pek acırdım, ta ki o “6 Nisan” günü yayılan bir habere dek. “Silivri; 1 No’lu Cezaevi’nde ‘Ergenekon Koğuşları’na bakan ‘gardiyan’ tabancayla intihar etmiş. Gardiyanın çevresine, işinden dolayı çok ‘mutsuz’ olduğunu, ‘nefes alamaz’ hale geldiğini söylediği belirtiliyor” (Aydınlık, 6.4.2012). Haber yalanlanmadığına göre, “Tuncay Özkan” ile Tuncay Güney”i birbirine karıştıran, bu denli “özensiz” görev yapan “insancık”ın ya da “insancıklar”ın “şaka” yollu da olsa üzüldüğünden söz etmeyeceğim... Duruşmayı bir süre izledikten sonra, “Balyoz”u da izlemek için büyük salona geçtik. Salon tam anlamıyla ağzına dek dolu; dahası, oturma bölümlerini ayıran iki geniş koridor da öyle. İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ü. Kocasakal, salona hâkim bir sesle konuşuyor. Bir ara, “Savunmayı savunmaya geldik!” dedi. Yalnız bir tek bu “söylem”, bu sesleniş” yetişir, bu mahkeme salonunda “Hukuk Süreci”nin işlemediğini, dolaysiyle “Adalet”in olmadığını “Adil” bir yargılamanın yapılmadığını ortaya koymaya... Bilindiği gibi, “Adalet”, “evrensel” bir kavramdır; temelinde “Eşitlik” yer alır. “Savunma”nın aradığı, istediği de “bu”, hep “aleyhde” olan deliller ortaya kondu; sanıkların “lehine” olan delillere de yer verilmesini istiyor savunma; bizim “tanık”larımız da dinlensin, bilirkişi raporlarındaki “çelişkiler”i gidermek için yeni “bilirkişi” oluşturulsun diyor savunma; hem de aylardır dahası yıllardır. “Savunma”nın bu haklı istekleri “hep” ama hep “red” edilince, savunmanlar duruşmaları kendilerinin değil de “cüppe”lerinin izlemesine (!) karar vermişler... Şimdi “Kürsü” “telaş” içinde soruyor: “Bu durumda biz ne yapacağız!” “Kime mi soruyor?” “Savunma”ya... Peki, nasıl oluyor bu? Yoksa, “savunma talebi” mi var “Kürsü”nün? Olamaz!.. Ne dersiniz? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ İslam kültür 1 lerine özgü girişik bezeme. 2/ 2 Şiirde, uyaktan 3 sonra yinelenen 4 aynı anlamdaki 5 sözcük ve eklere verilen ad... 6 Soyundan geli 7 nen kimse. 3/ 8 Şöhret... Yunan mitolojisinde, 9 içenleri ölümsüzlüğe 1 2 3 4 5 6 7 8 9 kavuşturan tanrı içki 1 A Y U R V E D A si. 4/ Arapça eylem 2 ME Z E R O Z E çatısını konu edinen 3A K ON T N A R kitap ya da bilim... 4R E G A U R K Kalın ve enli diken. 5/ 5O M İ N T A N Zeybek... Kurnaz, İ M açıkgöz. 6/ Çirkin 6 L U A N D A 7 İ R İ E R İ K A kimse. 7/ Sac üstünde 8 A L A M İ T K pişirilen bir tür böT İ K İ rek... Fas’ın plaka imi. 9 A L E V 8/ Futbolda topun oyun alanı dışına çıkması... Bütün kutsal Hint metinlerinin başında ve sonunda yinelenen mistik hece. 9/ Evlilik dışı ilişkiden doğan çocuk. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Arap müziğini andıran ve kötü yazgıyı konu edinen bir müzik türü. 2/ “Kışlanın önünde sesi var / Bakın çantasında acep nesi var / Bir çift kundurayla bir de fesi var” (Türkü)... Eski dilde hediye, bağış. 3/ Peygamberleri Hud’u dinlemedikleri için Tanrı tarafından yok edilen kavim... Kimi çiçeklerin içinde bulunan, arıların bal yapmak için emdikleri tatlı sıvı. 4/ Yapı... Asma kütüğü. 5/ Kabadayı... Baş çoban. 6/ Mısır. 7/ Bir şeyi oluşturan katlardan her biri... Eski dilde su. 8/ Hükümdar başlığı... Umman’ın plaka imi. 9/ Haram yollardan zengin olan kimse.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle