25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 KASIM 2012 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Haberal’ı Unutmamak! Prof. Dr. Mehmet Haberal kimdir? Dört yıldan beri Silivri’de tutuklu olarak yatmakta olan Prof. Dr. Mehmet Haberal!.. Hekimdir, cerrahtır, öğretim üyesidir, bilim adamıdır, Atatürkçüdür, kısacası gerçek bir Türk aydınıdır. Kendisine Türkiye cumhurbaşkanı olması önerildiğinde geri çeviren adamdır. Sayısız ameliyat yapmış, en tehlikeli operasyonları başarıyla yönetmiştir. Bir üniversitenin de kurucusudur. Daha ne saymalı bilmem!.. Bu saygın kişi, dört yıldır cezaevinde yatıyor... Büyük bir suç mu işlemiş? Bir mahkemeden yargılanıp da cezalandırılmış mı? Niye özgürlükten uzak, niye? Bunun yanıtını kim verebilir? Kim olacak, şu anda Türkiye’de iktidar sahibi kimse, ya da kimseler!.. Ama öyleleri yok, var ama yok! Prof. Dr. Mehmet Haberal üstelik Zonguldak milletvekili! Doktor, uzman, bilim adamı, aydın, prof, milletvekili... Ama dört yıldır kapatılmış! Yurttaşlar merak etmezler mi? Neden diye akıllarından geçirmezler mi? Bu değerli yurttaşımız neden dört yıldır hapislerde!.. Sayısız ameliyatlar yapmış, insanlar kurtarmış, işinin ustası bir cerrah... Dört yıl eli kolu bağlı kalınca o usta hekimin ne hale geleceğini düşünmek zor değil!.. Çalışamaz, ellerini, aklını zor kullanır bir duruma gelir... Kısacası çok önemli bir değerimizi bile bile harcamak!.. Mehmet Haberal’ı unutacak mı Türk toplumu? Ameliyat masasında nice canları kurtarmış bir adamı? Ben kendi kendime soruyorum. Suçu nedir Haberal’ın? Casus mu, hain mi, ajan mı, ne, ne, ne? Çok değerli bir hekim, bir profesör, bir aydın, bir kültür adamı... İşte Türkiyemizin bir gerçeği!.. Haksızlık, değerbilmezlik, bilime, sanata karşı saygısızlık. Mehmet Haberal bir örnek. Daha başkaları da var, koğuşlar, hücreler dolusu değerli insanlarımız... Yaşlı bir insanım, çok şeyler gördüm ama böylesini ilk defa görüyorum; ilk kez anlamsızlık, saçmalıklar karşısında ne yazacağımı bilemiyorum!.. ABD’de Başkanlık Seçimi: Bir Değerlendirme Nobel ödüllü iktisatçı Paul Krugman hemen hemen tüm yazılarında gerek ABD’de ve gerekse AB üyelerindeki ekonomik krizin “kemer sıkma” politikalarıyla daha kötüye gideceğini ve işsizliğin artacağına değinirken Roosevelt’in kamuda iş yaratma politikalarının ülkeyi Büyük Buhran’dan kurtardığına işaret etmektedir. Prof. Dr. Suna KİLİ B arack Hussein Obama başkanlık seçimini kazandı. Amerikan başkanlarının güttüğü siyasalar dünya ve Türkiye’yi yakından ilgilendirdiğinden, tarihte ve bugün onların, gerek iç ve gerekse dış siyasada oynadıkları rolün bir değerlendirmesini yapmak yerinde olacaktır. ABD’de başkanlık seçimleri her zaman renkli ve biraz gürültülü geçer. Bu son seçimde iki temel konunun ağırlığı nedeniyle sanki seçim tartışmalarına biraz da hüzün eklenmişti. İki temel konu ise şu: ABD ve Batı dünyasındaki ekonomik kriz ve dış politikada henüz çözümlenmemiş ağır konuların bulunması. Tüm bu konuların ağırlığına karşın Cumhuriyetçi aday Mitt Romney ve yandaşlarının saldırgan söylemleri sürdü gitti. Romney ve yandaşları, özellikle son yıllarda yeniden büyük bir hezimete uğrayan kapitalist sistemin içinde bulunduğu zor durumu göz ardı ederek, küreselleşme gerekçelerini arkalarına alarak, ekonomik, toplumsal gerçekleri görmeyerek, 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk yarısındaki görüşleri vurgulayıp durdular. Kuruluş yıllarında siyaset Amerika’nın en yetenekli ve ileri görüşlü insanlarını politikaya çekmiştir. Ancak sanayileşme hızlanınca ve özellikle iç savaş sonrası gelişmeler sonucu o ülkedeki yetenekli kişiler siyaset dışına kaymış ve sanayileşme atılımları içinde yer almıştır. Kuruluş döneminde John Adams, James Madison, Alexander Hamilton, John Jay gibi “cumhuriyetçi” devlet adamlarının isimlerini bilmemize karşın, Abraham Lincoln’den sonra, Wilson dışında, Roosevelt’e kadar devlet başkanı olmuş kişilerin adlarını pek anımsamayız. Amerika’da “sol” diye tanımlanan görüşler, genelde, var olan ekonomik sistemi sorgulamıyorlar. ABD’de “solculuk”, savaş karşıtı tutumlar ve; örneğin, Siyahlara, “Yerlilere” eşitlikçi muamelenin gerekliliği üzerinde odaklanıyor. Ancak 30’lu yılların başlarında Franklin Delano Roosevelt iktidara gelince ve Ekonomik Buhran’ın etkisiyle var olan ekonomik düzeni sorgulayan kişiler, düşünürler, üniversite öğrencileri, bürokratlar, hatta üst düzey yöneticiler ortaya çıkmaya başladı. Lillian Hellmann gibi bir yazar o dönemin bir ürünüdür. Roosevelt Ekonomik Buhran nedeniyle çökmüş ekonomik düzeni düzlüğe çıkarabilmek için bir ölçüde “devlet müdahalesi”nin gerekliliği üzerinde durdu. Ve bazı konularda bunu yerine getirdi. Örneğin, işsizliğe çözüm bulmak için geniş çapta karayolları yapımına girdi. Her yıl taşması sonucu çevresini harap eden, yöreyi yoksulluğun alt sınırında tutmaya yargılı kılan Tennessee Nehri’ni kanallarla, setlerle kontrol altına almayı devlet katkısıyla yaptı. BD’deki sosyoekonomik düzen ABD’deki sosyoekonomik düzeni bir ölçüde sorgulayan “New Deal” (Yeni Düzen) politikasının sonunu getiren Roosevelt’in ölümü değildi. Esas neden soğuk savaşın başlamasıydı. Sovyet Rusya düşman ilan edilince o düzeni çağrıştıran ılımlı olan sosyal demokrat görüşler bile töhmet altında bırakılmaya başladı. Bazı öğrenciler, hatta yöneticiler komünist partisi üyesi olmuşlardı. “Kızıllar” olarak tanımlanan bu grup geniş değil, ancak etkiliydi. Birkaçının da Dışişleri Bakanlığı’na sızmayı başardığı savlanıyordu. Soğuk savaşın başlattığı ortamda bırakınız komünist görüşleri, sosyal demokrat görüşler bile töhmet altındaydı. Bu durum Senatör McCarthy döneminde hızlandı. Ancak tüm bu olumsuz gelişmelere karşın, bazı etkin düşünürlerin tutumları ve bazı sivil toplum kuruluşlarının çaba ve faaliyetleri sonucu toplumsal konulara ve insan haklarına duyarlı görüşler bir ölçüde korunuyordu. Bu kuruluşlardan biri 1920’de kurulmuş olan “American A Civil Liberties Union”dur (Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği). Denebilir ki McCarthyism büyük ölçüde bu birliğin çabaları sonucu sona ermiştir. Bir başka önemli kuruluş da 1947’de kurulan Americans for Democratic Action’dır (Demokratik Eylem İçinde Amerikalılar). Kurucuları arasında Eleanor Roosevelt, işçi önderi Walter Reuther, iktisatçı Kenneth Galbraith ve tarihçi Arthur Schlesinger Jr. vardır. Bu kuruluş hemen her alanda araştırma yapar ve pek çok konuda ilerici siyasalar üretir ve önerir. Kamu eğitiminin yaygınlığının demokrasinin gelişmesine büyük katkısı olacağı inancını taşır. Bu kuruluşlar hâlâ faaldir. 1929 Ekonomik Buhranı’na kadar 19. yüzyıl ekonomi politikasını benimsemiş Amerikan yönetimi, ancak Roosevelt döneminde 20. yüzyıl ekonomi politikasını bir ölçüde uygulamıştır. Kamuya önem veren halkçı siyasalardan yana olan görüşler Roosevelt döneminde soluk almış, Adlai Stevenson’ın başkanlık yarışında Eisenhower’a yenilmesi ile duraklamış, J.F. Kennedy’nin karizması ile tekrar gündeme gelmiştir. Reagan ve her iki Bush yönetimlerinde de geriye itilmişlerdir. Clinton, başkanlık döneminde daha insancıl politikalar gütmek istemesine karşın, ayakta kalabilmek için, “orta yolu” seçmek ve istediği sağlık politikasını daraltmak durumunda kalmıştır. Reagan ve her iki Bush döneminin küreselleşmeden ve genelde zenginden yana politikaları en sonunda Amerikan ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Çok Gizli Tanık... Bunların “gizli tanığı” da bir tuhaf... Reklamlara çıktı... H Ankara’daki bir devlet hastanesinde çoktandır deşifre olmuş tanıkların yüzünü değiştiriyorlar... Diyelim ki çenesini küçültüp, yanağını genişletip, kaşlarını kaldırıyorlar ki gören kimse onu tanımasın... Bu şu anda da devam ediyor lazım oldukça... Birisini tanınmaz hale getirdikten sonra “Burnumu büyütmüşler” diye doktorları mahkemeye verdi... Hâkim “Ama sen o değilsin” dedikçe, bu gizlenen kimliğini tekrarlayıp “Asıl ben bu değilim, eskisiyim, burnum böyle değildi” dedi... Eski kimliğini kanıtlamak için tanık bulup getirdi mahkemeye... Belki otuz kişi... Eş, dost, akrabalar... Hâkim “Ama sen o değilsin ki” dedikçe, bu “Gizli tanık olduğum için yüzümü değiştirdiler, ben o eskisiyim... Şu burnumun büyüklüğüne bak hâkim bey” dedi durdu... Yetmedi, başka tanıklar buldu... H Sonunda onu gizledikleri tehlikeli insanları getirdi mahkemeye... Onlar da “Evet, bu gizli tanık olduğu için böyle oldu, aslında bu o değil gibi duruyor, ama odur” dediler... Nihayet tazminatını koparıp aldı... Ama onu gizlemeye çalıştıkları “kişiler” kapıda bekliyorlardı... Çıkışta “Demek sen osun” diye yakalayıp patakladılar... Sonra ona ne yaptılar bilmiyorum... H Bu ülke farklı bir yerdir... Kimse kendisi değildir aslında... Cumhurbaşkanı gizli... Başbakan gizli... Onları seçen yüzde 50’yi gören olmadı, seçmen gizli... Valiler, rektörler, bürokratlar gizli... Yargıç gizli... İktidar gizli... Ülkeyi yöneten güç gizli... Plan gizli... Hedef gizli... Amaç gizli... H “Gizli tanık” gizli değil... H Eh... Haliyle memleketi tanıyamıyorsunuz... Ekonomik krizin çözümü Nobel ödüllü iktisatçı Paul Krugman hemen hemen tüm yazılarında gerek ABD’de ve gerekse AB üyelerindeki ekonomik krizin “kemer sıkma” politikalarıyla daha kötüye gideceğini ve işsizliğin artacağına değinirken, Roosevelt’in kamuda iş yaratma politikalarının ülkeyi Büyük Buhran’dan kurtardığına işaret etmektedir. Ve ayrıca Keynes’in şu görüşüne de ısrarla yer vermektedir: “Ekonomik Buhran döneminde ‘kemer sıkma’ politikaları, buhranı daha da çözülmez duruma getirir. ‘Kemer sıkma’ politikası ancak ekonominin gidişatının iyi olduğu dönemlerde uygulanmalıdır.” Bu görüş Avrupa Birliği içinde de kendini göstermekte, Almanya’da Merkel yönetiminin kemer sıkma politikasına Fransa’nın yeni başkanı Holland tümüyle karşı çıkmakta ve ekonomik düzlüğe varmayı ancak kamunun iş olanakları yaratmasında görmektedir. Ekonomi politika konusunda Romney için “kapitalist sistem” en büyük değerdir. Şirket yönetimindeki deneyim ve başarısı sürekli gündeme getirilmiş, sanki bir şirketdevlet anlayışının altı çizilmiştir. Daha insancıl ekonomi politika gütmeden yana olması nedeniyle Barack Obama’nın 2. kez başkanlığa getirilmesi, aynı zamanda toplumsal konuların, halkın haklı isteklerinin gündemde kalmasını sağlayacaktır. Obama ilk başkanlık yıllarında ABD’deki ekonomik bunalımla başetmek zorunda kalmış, kamuyu aktive ederek iş yaratma yönünü seçmiştir. Dış politikada ise ABD açısından Irak Savaşı’nı sonlandırmış, Afganistan’dan Amerikan ordusunu çıkarma planını yapmış ve tüm dünya ülkeleriyle ön planda barışçıl ilişkilerde olmaya özen göstermiştir. Dış politi ka konusunda Obama, Romney’e göre daha bilgili, daha tecrübelidir. Romney’in sürdürmek istediği dış politikasında “odak ülke” İsrail’dir. Romney, İsrail’in çıkarlarının ABD’nin çıkarlarıyla eşit olduğu düşüncesindedir. Küreselleşmeden yana olmasına karşın, deneyimleri itibarıyla Romney’in daha “yerel” bir kişiliği var. Obama’nın ise daha evrensel düşünebilen bir kişiliğe sahip olduğunu düşünebiliriz. nDevamı 8. Sayfada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle