17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 7 HAZ RAN 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kurtuluş: Yeniden Tam Bağımsızlıkçı, Demokratik Ulusal Bir Yönetimdedir Öztoprak’ı da Yitirdik! “Abdurrahman Öztoprak müziğin kendisidir.” Oysa o bir ressam... Nüvit Özdoğru, yıllar önce böyle söylemiş: “Resimlerinde mükemmellik içinde bir çağdaşlık, bir devinim, bir coşku var. Resimlerini dans ederek seyrettim.” Yirmi yıldır Akyaka’daydı. Ben de uzun yıllardır... Çoğu kimse tanımazdı, bilmezdi. Evinin atölye yaptığı bir odasında çalışırdı. Elinde palet, karşısında sehpa değil! Değişik bir çalışma biçemi... Yalnız boya ile fırçayla değil, bambaşka araçlarla... O koskoca duvar resimleri öyle yaratıldı! Soyutun yaşatılması, renklerin karışımında, ayrışımında içten, dıştan, bakışa göre değişimde, kısacası yepyeni bir dünyanın, ama ancak duyarlılıkla, sezgiyle yaşanan bir içtenliğin, dışa vuruşunda... Abdurahman Öztoprak artık yok! Yıllardır acılara, kırgınlıklara karşın, yaşamayı önde tutan, son günlerine kadar bir sanatçı canlılığıyla çalışmasını sürdüren bir yaratıcıydı. Kendi sessizliğinde, ama birbiri ardına yarattığı o duvarlar dolusu tablolarında yaşadı, yaşayacak daha da... Ün kazanmak için değil, içindeki gizli dünyayı sergilemek içindi. Dıştan bakınca sıradan biriydi. Yirmi yıldır yaşadığı Akyaka köyünde çok kişi onun bir ressam olduğunu bilirdi, ama gerçek kişiliğini, değerini bilmezdi. O da böyle farklılık istemezdi. Sigarasını içer, Beethoven başta olmak üzere kasetlerini dinler, iç dünyasının kapılarını kapatmış, ama içindeki gizli dünyayı yaşar ve yaşatır... Soyutla somutun karmaşasını vermek, yaşamı dar çerçevelerin ötesinde aramak, gerçekdışı bir evrenin sırlarını geometrik çizgilerde bulmak, araştırmak, bizlere de içinde bocaladığımız yaşamın dışında bir sezginin varlığını duyurmak... Resim sanatının uzmanları, eleştirmenleri Öztoprak’ın sanatı üzerinde daha çok duracaklar. Zaman, onun ülkemizin yetiştirdiği gerçek sanatçıların en önde gelenlerinden biri olduğunu gösterecek. Benim arkadaşımdı, dostumdu, sanat yoldaşımdı... Artık yok mu? Ya o yapıtlar?.. Her biri kişiyi sonsuz derinliklere, değişik hayallere, gerçekte olan olmayan düşlere götüren yapıtlar... Müzelerde, salonlarda, evlerin duvarlarında... Abdurrahman Öztoprak, güzel anılarıyla, eşsiz yapıtlarıyla bende yaşayacak... “Halkımız, yoksulluğunun, işsizliğinin sebebinin; Atatürk devrim ve ilkelerini yozlaştıran, amacından saptıran, demokrasiyi yok eden, ülkeyi ulusu iç ve dış sömürüye bağımlı kılan, etnik dini kamplara ayıran politikalar ve politikacılar olduğunu görürse, önümüzdeki genel seçimde vereceği oy ile yeniden demokrasiyi gerçekleştirecek bir ulusal yönetimin kurulması olanaklıdır. Bunun başarılmasını dileyelim.” Tansel ÇÖLAŞAN Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı ugün tartışılan gündemin, sorunların temelinde Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesinin, devrimin ilkelerinin, Atatürk’ten sonraki süreçte vurdumduymaz bir savurganlıkla harcanması, tüketilmesi yatıyor. Oysa hiç unutmamamız gereken şey Atatürkçü düşüncenin öz’ünün tam bağımsızlık olduğudur. Atatürkçü düşüncenin temelinde antiemperyalizm ve çağdaşlaşma yatar. Çağdaşlaşma, gelişmişlik, amaçtır. Ama bu amaca ulaşmak için iç ve dış her türlü sömürüye karşı durmak, ulusun, ülkenin menfaatları gözetilerek, bağımlı olmadan, ulusal politikalar üretmek gerekir. İlk 15 yılda bu temel ilkeler kararlılıkla uygulandı. Devlet uluslararası camiada saygın bir yere geldi. Devrimin ilkeleri nelerdi? Atatürk, Cumhuriyetin temelini ulus egemenliğine dayandırırken demokrasiyi amaçlıyordu. O dönemde demokrasinin altyapısı oluşturuldu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok partili siyasi hayata sancısız geçebildiysek bu altyapı ile oldu. B Bugünün sosyal devlet anlayışıdır. Kapitalizmi de, sosyalizmi de bağımlılık anlamında reddeden Cumhuriyet kadroları halkçılık, devletçilik anlayışı ile ekonomik, toplumsal politikalar üretmişlerdir. Ulusal sınırlar içinde etnik ayrımcılığa değil, aynı ortak ülkü’ye, kardeşçe yaşamaya dayalı birleştirici bir ulus bilinci ile geleceğin Türkiyesi’ni yaratmayı amaçlamışlardı. Devrimin ilkelerinden ödün vermeden; geri dönüşü engellemek ve zamanın gereklerine, çağdaş gelişmelere uyum sağlamak için devrimcilik ilkesi benimsendi. lus bilinci Ne varki bugünlere gelmemiz, Atatürkçü düşüncenin yozlaştırılması sonucudur. Bağımsızlık ana ekseninden kayış, ulusalcı olmayan, bağımlı iç ve dış politikalar bugünleri hazırlamıştır. İşin acı yanı, bu yeniden sömürge oluş süreci bizlere ileri demokrasi olarak sunulmakta, toplum etnik, dini temelde ayrıştırılarak ulus bilinci kaybettirilerek ülkenin, ulusun bölünmesi gündeme getirilebilmektedir. Ulusal devletin yıkım süreci tamamlanmıştır. Devlet küçülmüş, yatırım yapmayan, üretmeyen, istihdam yaratmayan, aksine özelleştirmelerle ulusal varlıklarımızın talanına neden olan bir “görev”i üstlenmiştir. Kamu hizmeti özel sektöre devredilmiş, onun insafına bırakılmıştır. Büyük sermaye korunurken işçisi, memuru, emeklisi, esnafı, köylüsü yoksulluğa, işsizliğe terk edilmiş, sosyal güvencesiz bırakılmıştır. Gençlerin gelecek ümidi yoktur. Ama yine fakir halkın çoğunluğu, yaşadığı U çaresizliğin sebebinin ülkeyi yeniden iç ve dış sömürüye bağımlı kılan politikalar ve politikacılar olduğunu görmekten uzaktır. Çünkü yeni sömürü düzeni, halkın gerçeği görmesini de engellemekte, demokrasinin kurallarını işletmemektedir. Oysa siyasi partiler, adil seçim sistemi, özgür basın, sivil toplum kuruluşları/demokratik kitle örgütleri ve bağımsız yargı demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Ulus iradesinin Meclis’e yansımasını önlemek ve 1982 darbe yönetimince uygun (!) görülen bir siyasi partinin iktidarını gerçekleştirmek için getirilmiş seçim sistemi (1983) hâlâ ve özellikle korunmakta ve bu sistemin sonucu olan iktidar; tek başına hazırlayıp halkoyuna sunduğu anayasa değişikliği ile 1982 Anayasası ile zaten sınırlandırılmış olan yargı bağımsızlığını tamamen yok etmiş, yargıyı siyasetin emrine sokmuştur. Bugün Türkiye’de adil bir seçim sistemi ve bağımsız bir yargı olmadığı gibi, demokrasinin diğer yapı taşları da yoktur. Ya susturulmuşlardır ya da bölünmüş, yandaş yaratılmıştır. Halk suni gündemlerle avutulmakta ve bu bilgi kirliliği içinde kendisini aç, yoksul, işsiz bırakanlara verdikleri sadakalar karşılığında oy vermektedir. Nefret Kazanmasın... İnsanoğlu nefreti durdurmak için çok uğraştı... Yasalar, tabular, kurallar... Dinler, aslında nefreti durdurmak içindi... Olmadı; bekçiler, polisler, hâkimler, mahkemeler... Hapishaneler yaptı insan; içine nefreti kapatmak için... Ama nefret her zaman bir yolunu buldu... Ve nefret yüzünden, tarih normalinden daha uzun yazılır... Kısaca “güzel günlerdi” demek yerine... Nefreti iktidar yapmayın... Şu sıralar bütün gün televizyonların karşısına oturup nefreti dinliyorsunuz aslında... “Camiler kışlamız, kubbeler miğferimiz, minareler süngümüz” diye yola çıkan ve bir dinin en kutsal mekânlarını dahi savaş araçlarına dönüştürebilecek kadar gizlenmeyen nefretin egemen olmasına artık izin vermeyin... İyi bakın... Köpükler saçarak... Dişlerini göstererek... Yüzünü buruşturarak... Yumruğunu sıkarak... Ve en belirgin sözcükleriyle geliyor nefret... Nefret, nefreti çağırır... İşte itiraf ediyorum; bu bir nefret yazısıdır... Ben de nefretten nefret ederim... Nefret başa geçtiğinde; kin, öç, intikam peşine takılır... Ve arkasından gelir sancılar, acılar, gözyaşları... Nefret öne geçmesin... Geçerse... Söylemeye dilim varmıyor; çok kötü şeyler olacaktır bu topraklarda... Ve tarih çok sayfa ayırmak zorunda kalacaktır bugünler için... Kısaca “güzel günlerdi” demek yerine... İyi bakın... Görün... Bilin... Direnin... Herkese söyleyin... Bu kez daha farklı; son yumruğu vurmak, son gözü oymak, son başı koparmak, son sesi boğmak için geliyor nefret... Kazanmasına izin vermeyin nefretin... urtuluş, yeniden tam bağımsızlıkçı ulusal bir yönetimdedir Kişi hak ve özgürlüklerine saygının esas olduğu, yargının bağımsız, hukukun üstünlüğünün, adalete güvenin tam olduğu, refahın eşit paylaşıldığı, sosyal devlet anlayışının asıl olduğu bir ulusal yönetim çözümdür. Halkımız, yoksulluğunun, işsizliğinin sebebinin, Atatürk devrim ve ilkelerini yozlaştıran, amacından saptıran, demokrasiyi yok eden, ülkeyiulusu iç ve dış sömürüye bağımlı kılan, etnikdini kamplara ayıran politikalar ve iktidar olduğunu görürse, önümüzdeki genel seçimde vereceği oy ile yeniden demokrasiyi gerçekleştirecek bir Ulusal yönetimin kurulması olanaklıdır. Bunun başarılmasını diliyorum. K Bürokrasinin temeli bireydir Demokrasinin tüm kuralları ile işlemesi ise ancak çağdaş, laik bir toplum düzeninde olanaklıdır. Çünkü demokrasinin temeli “birey”dir. Birey, aklı, bilimi esas alan laik eğitimle yetişir. Laiklik, çağdaş toplum düzeninin yapı taşıdır. Laik eğitime, laik hukuka geçiş bu nedenle, çağdaş toplumu belirleyici devrim taşlarıdır. Demokrasilerde, egemenliğin kaynağı halktır. Herkes kanun önünde eşittir. Hiç kimseye, gruba… ayrıcalık tanınmaz. Halkçılık dayanışmacılıktır. Sömürü Düzeninin Yozlaştırdığı Politika oplumsal ilişkileri akılcı yolla irdeleyen, bu konuda eleştirel araştırma yolunu açan ilk yapıt, Platon’un “PoliteiaDevlet”idir. Platon’un “Akademia”sından sonra “Lyceum” okulunun kurucusu olan Aristoteles politikayı, “Yurttaşların toplum ve yönetsel işlerle ilgili olarak yaptıkları her şey” olarak tanımlamıştır. Bu tanımlama XX. yüzyılın saygın sosyal bilimcisi E. Cassirer’in, “Politika, insansal eylemleri birleştirip örgütleme ve ortak bir ereğe yönlendirme sanatıdır” tanımlamasına öncülük etmiştir. GrekRoma kültürünü oluşturan çok sayıda düşünür ve onları izleyen dönemlerdeki, Rönesans ve Aydınlanma çağlarının kuramcıları toplumları doğru yönde yönetmenin zorunluluğunu ve bunun için gerekli yöntemleri belirtmişlerdir. O dönemlerin politikacıları da bilgi ve yetenekleri oranında bu birikimlerden yararlanmış, politika etkinliklerinin belirli bir düzeyde olmasını sağlamışlardır. Daha önceleri “güçlülerin egemenliği” ve “Tanrısal güçlere dayanan egemenler” dönemlerinden sonra politikada halkların ve yasaların öncelik kazanması ancak “Amerika Özgürlük Savaşı” ve “Büyük Fransız Devrimi” sonucunda olanaklı hale gelmiş, böylece ayırım gözetmeden tüm ulusları kapsayan “insan hakları” kavramı tartışılmaya başlamıştır. Bir sonraki aşamada “endüstri devrimi” ile emekçi sınıflar öne çıkarak sosyalizm ve sosyal demokrasi kavramlarının gelişmesinde etkin olmuşlardır. Bu gelişme, uluslararası politikada önemli değişimlerin oluşmasını sağlamış, uygulanan politikalar sınıfsal temele dayanan bilimsellik düzeyine erişmiştir. Endüstri devrimi aynı zamanda üretim ve zenginliği de arttırarak kapitalist ve emperyalist güçlerin tarihin hiçbir döneminde görülmeyen oranda sömürücü etkinliğe ulaşmalarını sağlamıştır. Özellikle son otuz yılı kapsayan “globalizasyonküreselleşme” döneminde parasal güç her şeyi satın alabilecek düzeye erişmiş, kendi çıkarlarını gözetirken yerküremizi ve insanlığın geleceğini talan etmekten kaçınmamıştır. Parasal gücün sömürücü amaçlarını gerçekleştirebilmesi için en etkin yol yönetimleri ele geçirmek olduğundan her ülkede kendilerinden yana politikacıişbirlikçiler kazanmak öncelikli hedefleri olmuştur. Bütün bunları sağlamak amacıyla T Prof. Dr. Abidin KUMBASAR da toplumların yapısını şekillendirecek eğitim programları oluşturulmuş, ulusların yapısal birliğini sağlayan ortak değerler yıkıma uğratılmıştır. Günümüzde çoğu ülkede yönetimlerin sömürü düzeninin işbirlikçileri olmaları ve kendi uluslarının değil, egemen güçlerin güdümünde olarak politikayı düzeysizleştirmeleri özel olarak programlanmış bu sürecin sonucudur. “Toplumları, öncelikle parasal gücün çıkarlarını düşünerek düzenlemek” olarak tanımlayabileceğimiz kapitalist ekonomi, bütün değer yargıları ve insan davranışları yanında politika kavramını da, her ülke için, o ülkeye özgü yöntemler kullanarak yozlaştırmaya devam etmektedir. Hukuk dahil her şeyin bir fiyatı olan sömürü toplumlarında, satın alınamayan hiçbir şey olamaz. Bu nedenle yerküre boyutundaki yozlaşma salgınından diğer insan davranışları gibi politikayı ve politikacıları soyutlamak olanaksızdır. Günümüzde yaşanan politik çirkinliklerin tümü sömürü düzeninin çıkarcı davranışlarının ürünüdür. Bu nedenle ülkelerin doğal zenginliklerini talan etmek için önce düzmece nedenlerle çatışmalar yaratılmakta, sonra da bu çatışmalar bahane edilerek ölümcül saldırılar ve işgal eylemleri uygulanmaktadır. Gelişen olaylar yandaşçıkarcı medya aracılığıyla toplumlara gerçekler saptırılarak yansıtılmakta, koşullandırılmış eğitimle yetişen kuşaklar işbirlikçi politikaların yalanlarına kanmaktadır. Ulusumuzun politik yaşamındaki gelişmeleri de izlediğimizde sömürü düzeninin etkilerini ve politik tartışmalardaki düzeysizliği saptayamamak olanaksızdır. Bu düzeysizlik yüzünden ulusal değer yargıları yıpratılan, tedirginlik ve ekonomik tükenmişlik içindeki toplumumuzun gizli dinleme ve izlemelere, gizli tanıkların gerçekdışı suçlamalarıyla insanların hayatının karartılmasına gerekli tepkiyi verememesini olağan karşılamak gerekir. İçinde bulunduğumuz seçim ortamında, toplumun suskunluğunu olumlu olarak yorumlamak gerekse de, her yurtsever aydını bekleyen görev gerçekleri dile getirerek yılgınlık ve kararsızlık içinde olanları uyarmak, onları ulusumuzu aydınlığa çıkaracak yolda yönlendirmektir. Onur duyabileceğimiz toplum düzeni ve politika uygulamalarının ancak çağdaş bilgilerle donanımlı yetkin politikacılarla gerçekleşebileceğini unutmamak gerekir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle