17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 7 HAZ RAN 2011 SALI [email protected] 18 KÜLTÜR Ekibin 2000 yılında ‘Gılgameş’ dans tiyatrosu gösterisiyle başlayan serüveni sürüyor Ankara’da bir Mavi Sahne yan Mavi Sahne, Etkinliklerine 11 yıl önce başla âyesi’ ‘Misafir’ ve ‘Âlemin En Güzel Hik ndeme on’ ile gü oyunlarından sonra, ‘Tuluatmasy fik’ dünya n Tev geldi. 2009’da ise ‘Hiç Neyze e’ ve ‘Nutuk’ prömiyeri yaptı. Ardından ‘Suert proje, ‘Henry ve geldi. Bu yıl da oyunlara özel bir Alice’in Gizli Hayatları’ eklendi. Mavi Sahne, Ankara’daki ‘kafetiyatro’lar içinde etkinliklerini en çok çeşitlendiren ve yıllara yayabilen ender toplulukların başında geliyor. 2000 yılından bu yana birbirinden farklı özel projeler üstünde çalışıyor Mavi Sahne ekibi. Etkinliklerine 11 yıl önce ‘Gılgameş’ başlıklı üştüren ve oynayan Ömer Eryiğit ve yönetmen Ziver Armağan Açıl, oyun kişisi Claude’un “varoluş savaşı”nı “söz” ve “görüntü” yoluyla dile getirirken bedensel devinimi ön düzeye çıkarmayı amaçlamışlar. Böylece, Ömer Eryiğit’in Arda Kanpolat Oyunculuk Ödülü’ne değer bulunan yorumu, Claude’un ‘söz’e döktüğü ‘suç işleme’ edimi yanında, iç dünyasında kopan fırtınaların dışa vurumu olan ‘bedensel hırpalanış’ın, izleyeni sarsan göstergeleriyle de oluşuyor. “Suratına tiyatro” ve “devinim tiyatrosu” anlayışlarını buluşturmayı amaçlayan “Suerta”, var olduğunu kanıtlamak için tek yol olarak “suç işleme”yi görebilen ve bu yolla başkaları tarafından fark edilmeyi umarken büsbütün görmezden gelindiğinin bilincine varan bir gangsterin yaşadığı “sınırsız” yalnızlığın sancılı öyküsünü anlatıyor. Sahnede oluşması amaçlanan “karabasan” ortamı, “söz”e ve “devinim”e, kurşun renkli bir görsellik içinde hareketlenen gölgelerle eşlik eden ışık kullanımıyla pekişiyor. “Nutuk”, Sedat Demirsoy tarafından iki bölümlük bir tek kişilik oyun olarak uyarlanarak sahnelenmiş. Yaklaşık bir saat süren oyunun ilk yarısında Ulusal Kurtuluş Savaşı’na ulaşan aşamalar, ikinci yarıda ise savaştan çıkmış toplumun alt etmesi gereken zorluklar ve yüzleşilmesi gereken tehlikeler dile getiriliyor. Demirsoy, büyük metinden ustaca seçtiği bölümlerle, izleyeni yer yer şaşırtan bir güncellik yakalamış. Çarpıcı ve etkileyici bir politikbelgesel oyun oluşmuş böylece. Ziver Armağan Açıl’ın birkaç ayrı düzlemde ha Nutuk reket edilmesini sağlayan kürsü tasarımı, Çetin Atay’ın ışık düzeni ve Arda Özmen’in müzik çalışmasıyla özenli bir yapım niteliği taşıyan “Nutuk”un sahne başarısında deneyimli oyuncu Yavuz Sepetçi’nin büyük payı var. Sepetçi, sesini ve bedenini formda tutabilmiş, bu nedenle, “Nutuk” gibi, şakaya gelmeyecek bir metni de taşıyabilen bir yorumcu. Mustafa Kemal Atatürk’e, giysi, birkaç hareket özelliği ve ışık kullanımının desteğiyle sağlanan fiziksel benzerlik ile yaklaştırılmış görüntüsünü, ezberden sunduğu metni konuşturuşundaki doğallıkla buluşturunca, Sepetçi’yi ve yönetmen Demirsoy’u alkışlamaya gerçekten de değecek bir çalışma çıkmış ortaya. Karga ve Öteki Kentte, kırda, her yerde rastlarsınız onlara. Hor görüp çirkinlik örneği sayanlar kadar sevenleri de vardır. Çok zeki oldukları, yapılan iyilik ve kötülüğü unutmadıkları, yavrularını savunurken saldırganlaştıkları bilinir. Türlü hikâyeler anlatılır onlarla ilgili. En son, bir tanıdığım, balkonuna düşen kanadı kırık kargayı bakıp beslediğini ve hayvanın iyileştikten sonra ona gümüş bir kolye getirdiğini anlatmıştı. Nerden mi çıktı şimdi kargalar? İstedikleri yere tünerler ya, Sevgi Çağal’ın resimlerine konmuşlar bu kez. Göz eriminde sabırla, gururla bekliyorlar ve mağrur, hoşnut ama aldırmaz görünüyorlar. İçlerinden biri, sabah yürüyüşünde karşılaşıyor ressamla, durup bakışıyorlar. Bildiğiniz bir şeyi ilk kez görüyormuş gibi bakarsınız ya bazen, öyle bir uyanıklıkla, yakından, bütün dikkatiyle bakıyor Sevgi ona ve hem merak hem de kafa tutan bir “öteki”lik duygusu yakalıyor duruşunda. Anlattığına göre, kargalara ve onlar üzerinden “öteki” olma durumuna böyle yoğunlaşıyor. Kimdir öteki? Öncelikle ne olduğundan çok ne olmadığıyla tanımlanandır. Birilerinden ya da çok bilindik bir yerlerden olmayandır. Kadın, travesti, çingene, Alevidir. Beyaz değil, kara ya da sarıdır. Hırsız, fahişe, tinercidir. Boyun eğmeyen, sinmeyendir. Kısacası şu ya da bu nedenle toplum ya da doğa tarafından itilmiş, dışlanmış olandır. Dinsel, etnik, ırkçı söylemleri reddedendir belki de. Hakkını arayıp savunandır. Çirkin ya da engellidir. Yemeğini kapıp kediyi deli eden, balkonda asılı kürkü ya da tepsideki cevizleri kapıp kaçan, albino doğan yavrusunu reddeden ve insanın hallerine için için gülen kara kargadır. Belli ki Sevgi Çağal, saygı ve ilgi duyuyor bütün öteki sayılanların direnme ve hayatta kalma savaşımlarına. Açıklama gereksiz, karga bir simge. Çağal, kendi topluluğu içinde uyumlu, onurlu ve bağımsız bu kuşlara yüklemiş ötekiliğin anlamını. Tuvaline aktarırken de torpil yapıp, şaşırtıcı bir biçimde güzelleştirmiş. Renklendirip nakışlamış kanatlarını, tüylerini kabartmış, tırnaklarını kırmızıya boyamış. Gagalarını abartarak cinsel çağrışımlar yüklemiş. İç organlarının röntgenini çekmiş. Kargalara bir çiçek dürbününden bakmış nerdeyse. Çağal’ın resmini yıllardır izliyorum ve piyasaya teslim olmama tutumuyla sanat ortamında kendisi de öteki olmayı seçtiği için değerli buluyorum. Resmi hem somut hem soyut, hem tarafsız hem özgün. Görende doyurucu bir estetik haz uyandırırken şaşırtıp çarpıyor. Öykü yok. Bir kesit, bir yansıma, bir görünüm ya da gizli bir öz onu asıl ilgilendiren. Bir çıkış noktası olsa da ağır anlamlar bindirmiyor tuvaline. Resim dilindeki olgunluk, küçük karşıtlıkları ustalıkla yansıtabilmesinden doğuyor. Esinini ise daha çok doğada buluyor. Varlık yokluk karşıtlığı ve döngüsellik, doğal formlardan yola çıkarak incelikli erotik çağrışımlara dönüşüyor diri fırçasında. Ama bu daha çok insanın kökeninde var olan derinliği bulmaya yönelik varoluşsal bir arayış. Sevgi Çağal, ABD’de Fransız Dili ve Edebiyatı okuduktan sonra Paris’te sanat tarihi eğitimi görmüş. Resim ve heykel çalışmalarını kendi atölyesinde sürdüren sanatçı şimdiye kadar yurtiçi ve yurtdışında yirmiye yakın kişisel sergi açtı. Eserleri yerli ve yabancı koleksiyonlarda yer alıyor. Kaygıları, soruları, arayışları ve öfkesi ile sessizce üreten ve emin adımlarla ilerleyen Sevgi’nin kargalarını sergisine giderek ya da galerinin internet sitesinde görebilirsiniz. Sevgi Çağal “The Crow Show” DemArt Sanat Galerisi / 24.5.2011 – 14.6.2011 Henry ve Alice’in Gizli Hayatları dans tiyatrosu yapımıyla başlamışlardı. Bilgesu Erenus’un “Misafir” (2002), Sedat DemirsoyKıvanç Nalça’nın “Âlemin En Güzel Hikâyesi” (2003) oyunlarından sonra, Sedat Demirsoy’un yönettiği 2011’de de sürendoğaçlama oyun “Tuluatmasyon” (2005) geldi gündeme. 2009’da ise önce Demirsoy’un rejisi ve Ziver Armağan Açıl’ın yorumuyla “Hiç Neyzen Tevfik” dünya promiyeri yaptı. Ardından da iki başka tek kişilik oyun “Suerte” ve “Nutuk” geldi. Bu yıl da oyunlara Özge Yıldırım ile Cengiz Çelik’in özel projesi “Henry ve Alice’in Gizli Hayatları” eklendi. Mavi Sahne’nin son beş çalışması, Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki bir apartmanın dördüncü katındaki, minik ama kullanışlı sahnesi ile masa ve iskemlelerden oluşmuş, yaklaşık 80 kişilik seyir ortamına göre düzenlenmişti. Fransız filozofgangster yazar Claude Lucas’ın özyaşam öyküsü “Gönüllü Sürgün” adlı romandan uyarlanan “Suerta”, “iyi şans” dileği anlamını taşıyor. Söz ve bedensel devinim odaklı tek kişilik bir oyun. Metni tiyatroya dön Filozof Gangster’in arayışı ‘Nutuk’ ile bugüne sesleniş ‘LA DONNA E MOB LE’ SERG S MAÇKA MODERN ART GALLERY’DE ‘Alevi Dedeler Rakı Masasında’ Fazıl Say’ın yeni eserinin Türkiye prömiyeri 18 Haziran’da Kültür Servisi ENKA Kültür Sanat, “23. Yıl Yaz Etkinlikleri”ni “Fazıl Say ve Arkadaşları”nın “Alevi Dedeler Rakı Masasında” adlı eserinin Türkiye prömiyerini gerçekleştirecekleri konserle açıyor. 18 Haziran’da saat 21.15’te ENKA Eşref Denizhan Açıkhava Tiyatrosu’nda gerçekleşecek konserde ilk kez dinleyiciyle buluşacak eseri, Fazıl Say, bağlama ustası Arif Sağ’ın kendisine anlattığı bir hikâyeden esinlenerek besteledi. Eserde flüt, obua, klarnet, fagot ve korno nefesli enstrümanlarının her biri, bir Alevi dedesini temsil ediyor. Eser, Alevi dedelerinin felsefi, hararetli ama aynı zamanda matrak konuşmalarını ele alıyor. Borusan Woodwinds Quintett topluluğundan Bülent Evcil (Flüt), Ferhat Ali Göksel (Klarnet), Cem Akçora (Korno), Sezai Kocabıyık (Obua), Selim Aykal’ın (Fagot) seslendireceği eser, 4 bölümden oluşuyor. Başında, sonunda ve her bölümünün arasında, oldukça az bilinen, 16. yüzyıldan kalma “Bektaşi raksanı” melodilerini taşıyan eserin 3. bölümünde ise Âşık Veysel’in “Uzun İnce Bir Yoldayım” adlı eseri kulağa çalınıyor. Konserde “Fazıl Say ve Arkadaşları” ayrıca, “Likya Prensesi Op.26”, “Baladlar” (“Nâzım” ve “Kumru”) ile Franz Liszt’e ait “Sonat si minör” eserlerini seslendirecek. (Biletler, Biletix ile ENKA Kültür Sanat gişesinden temin edilebilir. Tel: 0 212 276 22 14) skimiş evliliklerde ‘fantezi’ durumları David Tristram’ın “Henry ve Alice’in Gizli Hayatları” başlıklı iki kişilik güldürüsü, eskimiş ilişkilerine ancak zaman zaman “fantezi” ortamına geçerek katlanabilen bir karı kocanın gündelik yaşantılarından kesitler sunuyor. Yazarın yakaladığı bu hoş buluş, güldürmekten çok gülümseten, sevimli bir güldürüye dönüşmüş. Tiyatro dünyasını sarsacak düzeyde olmayan, ama oyunculara da olanaklar tanıyan, kolay izlenen bir metin… Karı kocayı oynayan Özge Yıldırım ve Cengiz Çelik, ilk aşamada gündelik yaşamın sıradanlığı içinde bunalan çifti yorumluyorlar. Sonra rollerini dondurup ‘iç ses’lerini paylaşıyorlar seyirciyle. Daha öte aşamalarda ise her biri, kişisel “fantezi”leri doğrultusunda çok farklı kişilikler bürünerek, zaman zaman da birbirlerinin fantezisi içinde farklı kişilikleri canlandırarak, rollerini ve oyunculuklarını hiç durmaksızın çeşitlendiriyorlar. Bu çok katmanlı oyunculuk serüvenini seyirciyi hiç sıkmadan sürdürmeyi de metnin gereksizce uzun olmasına karşın başarıyorlar. Mavi Sahne’yi yaşatanların gayreti bol olsun. Emine Ceylan E Kadın ve değişim Documentarist son buldu Kültür Servisi Documentarist İstanbul Belgesel Günleri önceki akşam Emek Sineması sokağındaki törenle son buldu. Sokakta yapılan törende, festivalin “Documentarist Yeni Yetenek Ödülü” de sahiplerine verildi. Derviş Zaim, Sevin Okyay, Theron Patterson ve Daniel Stork’tan oluşan jüri, bu yılki ödülü İmre Azem’in yönettiği “Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir” adlı belgesele verdi. Jüri yine oybirliğiyle Okan Avcı’nın “Kadim” ve Reyan Tuvi’nin “Ofsayt” filmlerini de “Mansiyon Ödülü”ne değer buldu. M açka Modern Art Gallery yarından başlayarak beş kadın fotoğrafçının çalışmalarından oluşan “La Donna e Mobile” başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. Bir Verdi aryasından adını alan sergi, kadının değişkenliğine vurgu yaparak farklı kuşaklardan farklı tarzlarda çalışmalara imza atan kadın sanatçıları bir araya getiriyor. Bilge Alkor, Emine Ceylan, Gül Ilgaz, Ebru Özseçen ve Ayşegül Selin Özener’in yapıtlarının yer aldığı sergi, günlük yaşantıya, çevremize duyarlı, hülyalara açık, kadınca bir görüş barındıran, izleyenleri hem gerçekçi hem düşsel bir dünyaya sürükleyen fotoğraflardan oluşuyor. (Sergi 30 Temmuz’a kadar Maçka Modern Art Gallery’de. Tel: 0 212 259 45 13) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle