18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 30 MART 2011 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Türkiye ‘Hiç’e Layık Değildir Vefa Ve... KIZGIN bir edayla “Ne işi varmış orada NATO’nun?” dedikten iki gün sonra kendini NATO’nun kucağında bulmak olmasa gerek. Hem de Batı’da “Haçlı Seferi” denen bir girişimin üç muhrip, bir korvet, bir ikmal gemisi ve bir de denizaltılı en büyük filotillasıyla. “No fly zone” denen ve üzerinde hiçbir savaş uçağının uçmaması gereken topraklar için kurulmuş bir “denetim merkezi”nde Amerikalı generalle bir Türk subayının görev yapacağı İzmir üssüyle. stediğiniz kadar denizdeki kuvvetin dıştan silah alımını durduracak bir barış gücü olduğunu söyleyin, görüntü Libya’yı abluka altında tutan Türkler görüntüsüdür. İşin kötüsü, “koalisyon uçakları” olarak cıvıl cıvıl o ülkenin göklerine girerek bomba yağdıran Batılı savaş kuşlarının günlerdir niçin durdurulamadığını kimseye anlatamazsınız. “O denetim merkezinin kurulup işler duruma getirilmesi zaman aldı” ya da “Bombalananlar bir diktatörün ordusudur” demek de kimseye inandırıcı gelmez. Hele o meşru ordunun insanları öldürüldükten ve araçları havadan parça parça edildikten sonra? Egemen bir “cemahiriye”nin meşru başkanını uçak bombasıyla evinde vurmaya kalkmak ya da onun emriyle devletlerini savunan askerlere karşı “isyancılar”a havadan destek vermek, uluslararası hukukun hangi kuralına sığar? Nasıl çıkarıldığı bilinen Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu kararlarında bile bir iznin izi var mıdır? Türkiye Cumhuriyeti, ilk bakışta onurlu bulunan bir tutumun hemen ardından böylesine tutarsız bir görüntüye sürüklenmeli miydi? Özellikle, “kadim dost” sayılan Muammer Kaddafi’nin gözünde? O Kaddafi ki, 1974’te Atina’nın ve Kıbrıs Rumlarının şımarıklıklarıyla ada Türklerine uygulanan zulmü durdurmak için Türkiye’nin harekete geçmesini sağlayacak uçak benzinini hiç tereddütsüz Ankara’nın emrine sunan kişiydi. lbet böylesine basit bir “vefa” konusu değil bu. Dıştaki girişimler açısından bakıldığında da pek akıllıca sayılabilir mi bu garip tutum? * nsanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır. Demokrasiyi yaratmak insanlığın büyük gücü olmuştur. Çok söyledim, tekrar söylüyorum. Ya demokrasi ya hiç… Ve Türkiye ‘hiç’e layık değildir. Yaşar KEMAL 1 İ 952 yılının son günlerinde Âşık Veysel’i görmeye gitmiştim, köyüne. Tam dönecekken büyük bir deprem haberi geldi, 3 Ocak 1952, Erzurum, Hasankale yerle bir olmuş. Yakında olduğum için ilk giden gazeteci ben oldum. Çok büyük acılar yaşanıyordu. Depremden sağ çıkanlar eksi 30 derecede incecik çadırlarda yaşam savaşı verirken çoğu ‘Keşke ölseydik, bu halimizden daha iyi olurdu’ diyordu. Taş kesilmiş insanlar, donmuş toprak, gömülemeyen ölüler ve bilen bilir anlatılmaz bir koku… Sakıp Hatunoğlu adında bir arkadaşla birlikte dolaşıyorduk. Bir donmuş bebek gördük, yaşıyor gibiydi. Ben röportajları aktarıyorum telefonla, gazete filan gördüğümüz yok. Günler sonra elimize gazete geçti, benim röportajda o bebeği anlatmışım. Okurken önce arkadaşım ağlamaya başladı, sonra ben… O gün bir kez daha anladım sözün gücünü. Basının gücü sözün gücüdür. Onun için de basın her zaman büyük baskı altında kalmıştır. Yazarları, gazetecileri, gazeteleri satın alma, o batan Osmanlı’dan kalma bir gelenektir. Daha da yoğunlaşarak sürüyor. Her darbe döneminde kimi görsem, kiminle konuşsam, “İyi yapmıyorsun” derlerdi. “Bugünlerde yazı yazılır mı, söz söylenir mi? Azıcık sabret canım, ne oluyorsun? Sana yazık değil mi? Sonra, ne yazacaksın bu koşullar altında, neyi nasıl söyleyeceksin? Haydi sen söyledin, çalıştığın gazete koyabilecek mi? Çalıştığın gazete kapatılmayı, ekonomik baskıları göze alabilecek mi? Ya gaze Sözün gücü tede çalışanlar ne diyecekler, gazete kapatılıp onlar işsiz kalınca, yüzlerine nasıl bakacaksın?” Bizde basından gereğinden fazla korkuluyor. Basın da kendisinden korkuyor. O da kendi kendini eleştiremiyor. Gazetecilik bir yaratıcılıktır. Gazete, okuyucusunu kendi yetiştirir. Politika bir dedikodu arenasına dönerse, gazeteler de gece gündüz aynı kişilerin aynı tür sözlerini, dedikodularını, küfürlerini yazar, bol üstsüz, bol bol ilanla gazete yerine cıncık boncuk verirse milleti canından bıktırır. Gazete haber verir. Gazete öğretir. Gazete okuyucunun nabzına göre şerbet vermez. Gazete okuyucularını kışkırtmaz. Kol gibi harflerle manşetler vererek, bir spor karşılaşmasını en büyük ulusal olay durumuna sokmaz. Kürt sorunu gibi büyük ulusal sorunlarla oynamaz. Doğa kırımı gibi ülkenin geleceğiyle ilgili konularda gerçekleri saptırmaz. Basın zanaat değil sanattır, yaratıcılıktır, dirençtir. Basın hiçbir çıkarın yanında olmamalıdır, kendi çıkarı olsa bile. İşte basının özgür olması budur. Özgürlük düşüncesi sınırsızdır. Basın, dünyamızdaki pek çok kötülüğün bilinmesini, duyulmasını sağlayarak önemli savaşımlar vermiştir, kahramanlar yetiştirmiştir. Düşünceyle uğraşmak, düşünceye önem vermek baskıcı düzenlerde her insanın başını belaya sokuyor. Bugüne kadar basın şöyle bir doyasıya özgürlük yüzü göremedi. Hep baskı, hep baskı, hep satın alma... İşte bugünlere geldik. Hani eskiden bir güç vardı, ona ilerici güç diyorduk ya hepimiz karanlık bir duvarın önüne geldik başımızı son hızla vurmak üzereyiz. Yargı mekanizması adalet yerine öfke ve korku kaynağı olursa işte bir ülke böyle olur. Hapishane kötüdür, ölüm gibi. Bilincine varınca, düzleşir, olağanlaşır. İnsan soyunu zulüm kadar hiçbir şey küçültmez. Ne derler, zulmün artsın ki tez zeval bulasın... Zulüm aşağılık, insanlık dışı bir şeydir, ölümden de beterdir. Bilincine varınca olağanlaşır. Hepsinden beteri de insan soyunun yakasına yapışmış korkudur. İnsan korkusunun üstüne yürüdükçe, korku azalır, gücünü yitirir, insan soyu korkuda çürümez. Zulüm zulüm değildir aslında, zulüm korkudur. Her şeyin temeli, beteri korkudur. Diyorum ki, korkulmasın, bugünkü, bu gelip geçici duruma bakıp umutsuzluğa düşmenin bir gereği yok... Bugün hapishanelerde, mahkeme kapılarında veya mahkeme kapılarına gitmeyi beklerken mesleğinin ve insanlık onurunun hakkını verenler var. Onlar ve onların hakları için omuz omuza yürüyen, sesini yükseltenler insanlığımızın daha bitmediğini, vurdumduymazlığımızın bizi öldürücü hale getirmediğini kanıtlıyorlar. İnsanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır. Demokrasiyi yaratmak insanlığın büyük gücü olmuştur. Çok söyledim, tekrar söylüyorum. Ya demokrasi ya hiç… Ve Türkiye ‘hiç’e layık değildir. Selam olsun düşünce özgürlüğü ve insan hakları için direnen meslektaşlarıma. Selam olsun, korkunun üstüne yürüyenlere. Selam olsun insanlık toptan tükenmedikçe umudun da tükenmeyeceğini gösterenlere. İnsan soyu içinde en güzelleri, en kutsanacak olanları onlardır. *Yaşar Kemal’in 28 Mart 2011’de Çağdaş Gazeteciler Derneği Ödül Töreni’nde yaptığı konuşmadır. Başlık ve arabaşlıklar gazetemize aittir. Orantısız Yalanlar... Libya’ya müdahalenin gerekçesini biliyorsunuzdur; halka karşı orantısız güç kullanılması... Ve çullandılar 6 milyonluk Libya’nın üzerine: Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya... ABD... Kanada... Orantılı oldu mu?.. Oldu... Ve diğerlerini çağırdılar: İspanya, Belçika, Almanya, Katar... Türkiye... NATO... Orantılı olsun ki... Bu işin elebaşısı Sarkozy aradığında, Obama beyaz gömleğinin kollarını sıvamış, koltuğunda kaykılmıştı: “Oh Sarkozyyy...” Obama, siyah terliğini başparmağının ucunda hoplatarak: “Oran nasıl?..” “.......?” Obama: “Biliyorsun bu iş senin orandan çıktı... O zaman kamuoyu önünde saygı ile eğilerek oranı göster ki herkes görsün...” “Benim mi?..” “Tabii ki... Televizyona çık ortaya koy oranı... Araplar da görünce, bilirsin onları, koşup geleceklerdir... Ayrıca dünya kamuoyu da iyice görsün... Baksınlar bakalım oran nasıl?.. Oran etrafında hep beraber toplanalım sonra...” “Benim oram toplantı masası mı?..” “Hayır güç oranını diyorum... Orantı oranı yani...” “Orantısız güç” kullanmasını önlemek için, Kaddafi’nin yarısı yanmış kırıkdökük piyade birliklerine karşılık ise: 30 savaş gemisi... 90 uçak... 6 denizaltı... 50 helikopter... 70 füze rampası... Orantılı... Irak’taki “kitlesel imha silahlarının” bir başka versiyonu orantısız yalanlar dünyaya yutturulurken... Savaşın sadece ilk günlerinde altı silah üreticisinin hisse senetlerine getirdiği değer artışı açıklandı: 2 milyar dolar... En çok kazananlar: En büyük silah üreticisi Boeing; 400 milyon dolar... İngiliz Bae System; 397 milyon dolar... Kanadalı Bombardier; 251 milyon dolar... İtalyan; Fnmeccanica 234 milyon dolar... Fransız Thales 409, Dassault 324 milyon dolar... Zarar eden ise... Libya’nın zavallı halkı... Nasıl bir oyunun kurbanları olduklarının farkına bile varmadan, başlarına aralıksız bomba yağıyor... Onlar ölüyor... Silah şirketleri kazanıyor... Orantılı yani... Korkuya gerek yok Basın sanattır E Caddesi et Akif Mehm Güngören i es dd Ca ar Kale Merkezi ai rA hm et Ku ts i Merter n na Ad i ec hv Ka Bahçelievler ayo Kar E5 lu Ku rt B u lva r Ek rem Parça www.bauhaus.com.tr C MY B C MY B Ataköy Ba n Ya r lva Bu l Yo E K 5 E5 a o lu ly roau y r Kaa Merter Metro 99, cl si de ad rC ce Te TL Prof. Dr. Turan Güne Caddesi Ömür Zeytinburnu Adalet Güngören i ddes li Ca ncir Sahilyolu Veliefendi Hipodromu 91
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle