18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 30 MART 2011 ÇARŞAMBA [email protected] 16 SEND KA Ş MD L K 63 KURUCU ÜYEYE SAH P KÜLTÜR ‘Oyuncular Sendikası’ kuruldu Kültür Servisi “Sahne, Perde, Ekran ve Mikrofon Oyuncuları Sendikası”, kısa adıyla “Oyuncular Sendikası” dün, pek çok sanatçının katılımıyla resmi anlamda kuruldu. Dün İstanbul Valiliği önünde toplanan oyuncular Mehmet Ali Alabora, Şebnem Sönmez, Tuba Erdem, Janset, Devin Özgür Çınar, Gürgen Öz ve Murat Zubi ile avukat Burhan Gün, sendikanın kuruluş bildirimini yapmak için emniyetten sorumlu İstanbul Vali Yardımcısı Ali Bakoğlu ile görüştü. Basına kapalı olarak gerçekleştirilen görüşmede Bakoğlu’na sendikanın bildirimini sunan heyet, dışarıda bekleyen grup tarafından alkışlar eşliğinde karşılandı. Sendikanın geçici yönetim kurulu başkanı oyuncu Mehmet Ali Alabora uzun zamandır aktif olarak sendika çalışmalarını yürüttüklerini söyleyerek, “Ondan önce de bunun 1.5 yıllık bir hazırlığı var. Bugün de resmi olarak valiliğe bildirimizi yaptık” dedi. Alabora sözlerine şöyle devam etti: “63 kurucu üyeli Oyuncular Sendikası’nı kurduk. Oyuncuların bir sendikal mücadeleye ihtiyacı olduğu zaten çok aşikâr. Özellikle sinema ve televizyon sektöründeki son gelişmeler de tabii ki çok tartışılıyor ve konuşuluyor. Ancak bu çalışma, bu gelişmelerden çok daha önce başladı. Sendika yaklaşık 2 yıllık bir çalışmanın ürünü. Daha 15. Yıl önceki dönemlerde sadece oyunculara ait bir sendikalaşma çalışması olmamıştı. Oyuncuların birçok alanda problemleri var. Ancak biz aynı zamanda opera, dans ve bale sanatçılarının da yer alacakları bir sendikayız.” Rastlantıyla ayrımsadım, bu köşede ilk yazım 27 Mart 1996 günü yayımlanmış. Tam on beş yıl önce. O günden bu yana da tek bir çarşamba atlanmadan sürdürülen bir uğraş. Ne hastalıklar, ne farklı kentler ve ülkeler ne de öteki uğraşlarım aksatmamış burada, okurlarla buluşmayı. 2000 yılında iki ay süren uluslararası bir edebiyat etkinliğine katılmıştım. Bir tren dolusu yazar, bu süre içinde binlerce kilometre yol katetmiş, geçtiğimiz yerlerde ürünlerimizden örnekler okuyup konuşmalar yapmıştık. Kaliningrad’da, faks sinyali alabilmek sabah 7’ye dek olanaklıydı, sonra çalışmıyordu. Minsk’te büyükelçiliğimizden gönderebilmiştim yazımı. Dönüşümde gazetemizde bir dizi yazı olarak yayımlamıştım o günlerin anılarını... Günlük bir gazetenin kültür sayfasında yazarken, hem kültür alanı içinde kalmak, hem de güncel sorunlarla bağ kurabilmek gerek. Kimi yazılarda doğrudan edebiyat dışı konulara girsem de, kültür bağlamından ayrılmamaya hep özen gösterdim. Kültür kavramı, yalnızca edebiyatla ya da öteki sanatlarla bağımızı içermiyor. İlk çağlardan günümüze insan soyunun bütün bir yaşama uğraşını kapsıyor. Böyle olunca, okuduğumuz kitaptan izlediğimiz tiyatro oyununa, kahvede oturuşumuzdan yolda yürüyüşümüze dek bütün yaşam alanları aynı zamanda birer kültür alanı. Gazete kitap okuyan bir insanın yaşama biçimiyle okumayan birinin yaşama biçimi nasıl farklıysa, kültürle yaşam ilişkisi de bu denli her alanda belirleyici. Kültür ürünlerinden uzak yetiştirilen yeni kuşakların mesleklerini uygularken gösterdikleri tavırlarla her gün gazete manşetlerinde karşılaşıyoruz. Yaşanan bütün ilkelliklere, yaygın söyleniş gibi, “tekil olaylar” olarak bakılmamalı. Her şey var olan kültürel iklimin birer yansıması. Kültürsüzlük ya da ilkel kültürün toplumun geniş çoğunluğunun tavır ve tutumlarına egemen olması, türlü türlü yüz kızartıcı durumlarla karşılaşmamıza neden oluyor. Kadınların sürekli aşağılanması, çocuklara karşı işlenen suçlar, doğanın kırımı, sanatın küçümsenmesi, adaletin gecikmesi, sağlığın ticaret alanı olması gibi her gün yaşadığımız sayılamayacak kötülüklerin ardında hep kültür alanının güzelliklerinden uzak toplumsal düzen yatıyor. Şu işe bakın, evlerimizin basılıp kitaplığımızdaki kitaplar nedeniyle gözaltına alınma korkularıyla geçen gençliğimizden yıllar sonra, bugün yine ülkemizde kitap toplatmalar ve yok edilmeler konuşuluyor. İlerliyoruz, ilerliyoruz derken dönüp geri gelmek bu olsa gerek. François Truffaut, 1966’da çektiği “Fahrenheit 451” filminde, toplumun televizyonla yönetildiği, itfaiyecilerin evlerden kitapları toplayıp yaktıkları bir düzeni anlatıyordu. Bu düzende yalnız kitaplar değil, kitap okuyan insanlar da yok ediliyordu. “Fahrenheit 451” kitapların yandığı ısı derecesiydi. Rastlantıya bakın ki, filme konu olan Ray Bradbury’nin aynı adlı romanını da dilimizde, geçen hafta basılarak yasak kitap aranan İthaki Yayınevi çıkarmış. Film, insan soyunun bütün baskılara karşın umutlu geleceğine ilişkin bir bildiriyle sonlanır: İnsanlar kitapları tek tek ezberleyerek belleklerinde bir kütüphane kurarlar. Yaşlıların, ezberlerindeki kitabı gençlere aktarmasıyla bu zincir sürer. Tek tek kötülüklere karşı yapılabilecekler sınırlıdır. Toplumun bütünüyle gelişmesi, uygarlaşması, yalansız gerçek bir kültür toplumu olmasıyla olanaklıdır. Okullar, aileler, sokaklar, kurumlar çağdaş kültür üstünde uygarlaşmadıkça, geriliklerden kurtulabilmeyi beklememek gerek. 2011 Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nü alan Şavkar Altınel, sorularımızı yanıtladı Kültürler arası bir göçebe GAZETEC YAZAR ERDEM ÖZTOP Zühtü Bayar son yolculuğuna uğurlandı Kültür Servisi Kronik akciğer ve böbrek yetmezliği nedeniyle 26 Mart’ta hayatını kaybeden yazar, eleştirmen ve gazeteci Zühtü Bayar son yolculuğuna uğurlandı. Bayar, önceki gün İstanbul Merkez Efendi Camii’nde kılınan ikindi namazının ardından Topkapı Çamlık Mezarlığı’na defnedildi. 1943 yılında Niğde’de doğan Zühtü Bayar, Gençlik ve Oyun dergilerinde çalıştı, Oturum ve Gelecek dergilerini de yönetti. Yansıma dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Türk Solu, Yeni Ortam ve Vatan gazetelerinin sanat sayfalarını hazırladı. TRT’de “Sanat ve Bilimkurgu”, Yurt FM’de “Bilimkurgu Gezegeninden” ve “Yazarlar ve Kitaplar” programlarını hazırladı. 1973’te sıkıyönetim mahkemesince sorgulanan Bayar, yazılarında Mehmet Selim, Dr. Hikmet Ferdâ, Güliz Arda, Ayşe Atlanç, Zâhit Beğen, Mehmet Atılgan ve Mustafa Santafe imzalarını da kullandı. Bayar, “Toplumcu Atatürkçülük” yazısıyla 1973’te Barış Gazetesi Çağdaş Atatürkçülük Ödülü’nü, “Güneşe Köprü”yle 1988 İstanbul Belediyesi Gülhane Sanat Festivali Öykü Ödülü’nü kazandı. Son yıllarda öykü yazarlığına ağırlık veren Bayar’ın, son romanları ise “Geyşa Android Şirketi” ve “Sahte Uygarlık”tı. Önceki gün, “2011 Erdal Öz Edebiyat Ödülü”nün Şavkar Altınel’e verildiği açıklandı. Edebiyatımıza gerek yazdığı kitaplarla, gerek İngiliz şairlerden çevirdiği şiirlerle büyük katkılar sağlayan Altınel’e ödül haberi sonrası ulaştık ve önümüzdeki hafta düzenlenecek tören öncesi duygu ve düşüncelerini aldık. Altınel, seçici kurulun açıkladığı, farklı edebiyatlar arasında köprü oluşturduğu gerekçesine şu eklemeyi yaptı: “Kendimi kültürleri birbirine bağlamaya çalışan birinden çok, hiçbirine bütünüyle ait olmadığı çeşitli kültürler arasında dolanan bir göçebe olarak görüyorum.” Erdal Öz Edebiyat Ödülü’nün bu yılki sahibi olduğunuz açıklandı. İlk elden neler hissediyorsunuz? Bana bu ödülün (ya da herhangi bir ödülün) verilmesini beklemediğimden ilk duygum şaşkınlık oldu. Ödül jürisinden aradıklarında başka bir nedenle aradıklarını sandım. Biraz zaman geçince de gurur duymaya başladım. Ödülün şimdiye kadar verilmiş olduğu kimselerin hepsi büyük saygı duyduğum edebiyat insanları. Ben de onlarla birlikte anılmayı hak ediyor muyum, bil Şavkar Altınel, kendini, hiçbirine bütünüyle ait olmadığı çeşitli kültürler arasında dolanan bir göçebe olarak görüyor. Yazar, şu sıralar, gezi kitabı kılığına girmiş bir tür roman üstünde çalışıyor. mem, ama anılmam benim için büyük bir mutluluk. Özellikle de şunu merak ediyorum: Uzun yıllar Türkiye’den uzak bir hayat yaşayan Şavkar Altınel’in bu ödülü aldığına dair duyguları neler? Bu sorunun cevabını özellikle merak etmekte haklı olabilirsiniz. İnsan yurtdışında yaşadığında kendini “gözden ırak, gönülden ırak” hissettiği zamanlar oluyor. Bu ödülü almış olmam, sandığımın aksine, birilerinin beni hatırladığının kanıtı. Buna da çok sevindim doğrusu. Seçici kurul, farklı edebiyatlar arasında köprü oluşunuza vurgu yaptı, ne dersiniz? Kendimi kültürleri birbirine bağlamaya çalışan birinden çok, hiçbirine bütünüyle ait olmadığı çeşitli kültürler arasında dolanan bir göçebe olarak görüyorum. Ama seçici kurulun haklı olduğu bir yan olabilir. Benim için önemli olan bazı İngiliz şairlerini Türkçeye çevirdim, İngiliz basınında da bazı Türk yazarların yapıtları hakkında tanıtma yazılarım çıktı. Bu “ikinci dereceden” edebi faaliyetlerde köprü olarak nitlendirilebilecek bir şeyler var belki. Erdal Öz’e dair bir anınız var mı peki? Varsa, Öz’ü bize nasıl anlatırsınız? Erdal Öz’le yalnızca biriki kez görüşmek kısmet oldu, ama üzerimde çok olumlu bir izlenim bıraktı. Son görüşmemiz telefondaydı. Çok önemsiz bir şey sormak için Can Yayınları’nı arayıp konuşmak istemiştim. Orada ol madığını söylediler. Aradığımı öğrenince beni aramasını pek beklemiyordum, ama yarım saat geçmeden arayıp sorumu cevaplandırdı. Yönettiği koskoca yayınevindeki onca işi arasında böyle bir şeye zaman ayırdığı için kendisine hem saygı duyduğumu, hem de düpedüz duygulandığımı hatırlıyorum. “Tepedeki Yabancı”ydı Türkçede yayımlanan son yapıtınız. Elbette bundan sonra da yazdınız… Neler var sırada okurlarınızı bekleyen? Elimde yarısı yazılmış bir kitap var. Gene gezi kitabı kılığına girmiş bir tür roman diyebilirim. Kalan yarısı yazılabilecek mi, nasıl yazılacak, ne zaman bitecek? Uykularımı yeterince kaçıran bu soruları burada daha fazla deşmeyelim isterseniz. Haftaya ödül töreni olacak, gelecek misiniz İstanbul’a? Daha geçen ay İstanbul’daydım aslında. Tören, toplantı, panel vb. türü etkinliklerden neredeyse titizlikle kaçmama rağmen, bu törene gelmeyi istiyorum elbette. Öte yandan da, benim için tipik olmayan ölçüde yoğun ve karmaşık bir dönemden geçmekteyim. Gelip gelemeyeceğim ancak bu haftanın sonuna doğru belli olacak sanıyorum. Dostlardan biri ‘elveda’ dedi Önceki gün yaşamını yitiren oyuncu, yönetmen ve yazar Cüneyt Çalışkur alkışlarla uğurlandı Kültür Servisi Önceki gün yaşamını yitiren tiyatro oyuncusu, yönetmeni ve yazarı Cüneyt Çalışkur dün Teşvikiye Camii’ndeki törenin ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. Vasiyeti üzerine resmi tören yapılmayan Çalışkur’un cenazesine başta Çalışkur’un ablası oyuncu Rüçhan Çalışkur ve kızı, oyuncu Çağ Çalışkur olmak üzere aralarında Köksal Engür, Şerif Sezer, Işık Yenersu, Mustafa Avkıran, Zerrin Tekindor, Mustafa Altıoklar, Şehir Tiyatroları Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu, Melek Baykal, Ege Aydan, Zafer Algöz, Ali Düşenkalkar, Mehmet Ali Kaptanlar, Cemal Ünlü, Mustafa Uğurlu, Tilbe Saran, Uğur Polat, Kıvanç Tatlıtuğ, Haluk Bilginer, Beste Bereket, Serpil Tamur, Kenan Işık, Mahmut Gökgöz, sinemacılar Önder Çakar, Sevil Demirci, yazarlar Gökhan Akçura, Yıldırım Türker, Murat Çelikkan, Yekta Kopan, Sevin Okyay’ın da bulunduğu pek çok kişi katıldı. Konservatuvarda dönem arkadaşı olan DT Genel Müdürü Lemi Bilgin “Cüneyt hem oyuncu hem yönetmen hem de yazar olarak mesleğinde tutkulu ve çok yönlüydü. Bu birikimlerinin asıl meyvelerini alacağımız zamandaydı. Onun için çok vakitsiz bir kayıp” dedi. Türk tiyatrosunun yetiştirdiği çok önemli yönetmenlerden Çalışkur’un erken bir kayıp olduğunu belirten Şamlıoğlu ise “Hem yazar olarak tam kalemi harekete geçmişti hem de yönetmen olarak en demini almış noktadaydı” şeklinde konuştu. Ahmet Say’dan müzik konferansı Kültür Servisi Ahmet Say’ın “Düşünce Tarihi Boyunca Müzik / Müzikte Yeteneğin Geliştirilmesi” konularını işleyeceği konferans, bugün saat 18.00’de Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası Sahnesi’nde gerçekleştirilecek. İlk bölümde tarih boyunca felsefenin müzik sanatına etkileri işlenirken ikinci bölüm müzikte yeteneğin geliştirilmesine ayrılacak. Özellikle çocukları müzik dersleri alan veliler için ilke ve yöntemlerin tartışılmasına yer verilecek. Konferansa katılım ücretsiz. CRR’de caz devleri Kültür Servisi Modern caz dünyasının tanınmış iki büyük ismi Chick Corea ve Gary Burton ender bir araya geldikleri düet projesini Cemal Reşit Rey Konser Salonu’na taşıyor. Altmışlı yıllardan itibaren yaptığı çalışmalarla caz tarihinin en saygın piyanistlerinden Chick Corea ile caz tarihinde en az onun kadar saygı gören ünlü vibrafon sanatçısı Gary Burton’un 13 yıl sonra İstanbul’da yeniden bir araya gelecekleri bu konser yarın saat 20.00’de başlayacak. Çalışkur’un ablası oyuncu Rüçhan Çalışkur ve kızı, oyuncu Çağ Çalışkur, Cüneyt Çalışkur’u uğurlarken. Cazın unutulmaz besteleri Kültür Servisi Cemile Sultan Korusu’nda düzenlenen “Ayda Caz” gecelerinin bu ayki konuk caz grubu Kürşat Başar Dörtlüsü’ydü. Piyanoda Burçin Büke, basta Volkan Hürsever, davulda Deniz Dündar, saksofonda Kürşat Başar’ın yer aldığı dörtlü, ünlü caz standartları ve modern cazın unutulmaz bestelerini yorumladılar. Ankara Konservatuvarı’nda hem dönem hem de ev arkadaşı olan Selçuk Yöntem ise üzüntüsünü şu sözlerle ifade etti: “İlk rejilerini benimle yapmıştı. 1989’da ‘Peynirli Yumurta’ ve C MY B C MY B Murat Usanmaz Akbank Sanat’ta Kültür Servisi Katıldığı uluslararası birçok festiv al ve projede ülkemizi başarı ile temsil eden gitar san atçısı Murat Usanmaz, yarın saa Usanmaz, konserde kla t 20.00’de Akbank Sanat’ta. sik eserlerinden oluşan ren leşmiş flamenko gitar kli sanatseverlerle buluşac bir repertuvar ile ak. Son zamanlarda Çin, Cezayir, Almanya, Türkm İtalya, ülkelerde projeler gerçe enistan ve Finlandiya gibi kle taşıyan “Murat Usanma ştiren müzisyen, kendi adını z projeleri ile performansla Quintet” ve “3GitarİSTanbul” rına devam ediyor. 1990’da ‘Sevgili Palyaço’... Ondan sonra yönetmenlikte çok güzel bir çizgi tutturmuştu.” Çalışkur’un “Bir Casusa Ağıt” rejisinin oyuncularından DT sanatçısı Civan Canova da gönderdiği mesajda, “Dostlar vardır, gündelik koşuşturmalara dalarsınız ve uzun süre araşmazsınız. Ama sizin bir parçanızdır. Her karşılaşmanızda, aradaki boşluğu hiç yaşamamış gibi hissedersiniz. Ta ki dostlardan biri ‘elveda’ diyene kadar. Sen çok erken elveda dedin sevgili kardeşim. Daha paylaşacağımız hayaller, oyunlar, biriktireceğimiz anlar vardı.. olmalıydı” sözlerine yer verdi. Çalışkur’un yazıp, yönettiği Uğur Polat ve sanatçının kızı Çağ Çalışkur’un da rol aldığı “Kredi Kartı Vak’aaa” bu hafta sanatçının ölümü nedeniyle oynanmayacak. Uzun bir aradan sonra ‘Zenciler’ Kültür Servisi Jean Genet’nin 1958’de yazdığı oyunu “Zenciler”, Türkiye’de uzun bir aradan sonra Nilay Erdönmez yönetmenliğinde, Dip Sahne Oyuncuları tarafından sahnelendi. Prömiyeri önceki akşam Ortaköy Afife Sahnesi’nde yapılan oyun, Türkiye’de ilk kez 1999’da sahnelenmişti. Sömürüsüz bir dünya fantezisini konu alan “Zenciler”, güzel bir dünyaya ulaşmanın hayali paradoksunu sunuyor. “Zenciler”, 11 Nisan Pazartesi günü Saat: 20.30’da Kenter Tiyatrosu’nda, 19 Nisan Salı günü saat: 20.30’da Kumbaracı50’de sahnelenecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle