18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 MART 2011 SALI CUMHUR YET SAYFA DİZİ 9 etalaşmış, ticarileşmiş sağlık süSGK, kamu sağlık harcamalarında, “merrecinin kamu ayağının yeni patronu “sosyal sigorta ku kezi aktör” durumuna geldi. 2012’de 10 rumları”. Sağlığa harcanan sigorta milyon Yeşil Kartlı yoksulun harcamalarının primleri ve devletin vergi gelirlerinden gelen kaynakları, sağlık harcamasına da verilmesiyle SGK, “tek işveren” durumudönüştürmede başrol bu kurumların. Kamu hastaneleri ise artık bir “teda na gelecek. 2009’da hasta başvuruları 247 rikçi”, bir tür “atölye” olarak kullanılı milyonu geçti ve özel sağlık kuruluşlarına yayor. Onlardan, en az maliyetli hizmet alınmaya çalışılıyor. Bunun da yolu, pılan, Sosyal Güvenlik Kurumu’na fatura kamu sağlık personelinin birim zaman edilen başvuruların payı yüzde 27’yi buldu. içinde, en düşük maliyetle tedavi üret2010 sonunda gelirleri 95 milyar TL’ye mesini sağlamak. Bu paradigmanın yeni ve yükselen aktörü ise, kâr ve sermaye birikimi yaklaşan SGK, 121 milyar TL’yi geçen giderleri itibarıyla da, genel bütçenin yüzde esasına göre çalışan özel sağlık kurumları. Üç sosyal güvenlik kurumu SSK, BağKur 40’ına yaklaşan bir büyüklükte. Sigortalılave Emekli Sandığı’nın birleştirilmesiyle olu ra emekli aylığı ödeyen ve tüm şemsiyesi alşan Sosyal Güvenlik Kurumu, merkezi büt tındakilere sağlık hizmeti veren bu büyük yaçeden sonra en büyük bütçeli kuruluş duru pıya, gelirleri, harcamalarına yetmediği için, muna geçerken, aynı zamanda, en büyük sağ her yıl bütçeden 30 milyar TL’ye ulaşan kaynak aktarılıyor. Bu anlamda, SGK, merkezi lık harcama kurumu haline de geldi. M Kamuya şahin özele hovarda bütçenin en büyük “transfer adresi” olmaya devam ediyor. SGK’nin gelirleri giderlerinin 2010’da yüzde 77’sini ancak buldu. Bu anlamda, her 100 liralık giderinin ancak 77 liralık kısmını gelirleri ile finanse edebildi. SGK’nin gelirlerinin yüzde 70’i, işçi, memur, esnaf sigortalıların, devletin ve özel işverenlerin öde Bu Dava Neden Farklı? Hem Avrupa hem de özellikle ABD’nin gerek resmi ağızlardan dile getirdiği basın özgürlüğü ve hakların kısıtlanması konusu, dünyanın en ünlü yayın organlarında, başyazılara kadar ele alındı geçen hafta. Olayı temiz eller operasyonu olarak görenlerin bile bir süredir kuşkulandığı, tek tek çıkan yazı ve haberlerde görülüyordu, ama son gazeteci tutuklamalarının ardından bu kuşku açıkça dile getirilmeye başlandı. Peki neden Türkiye’de birçok davadan birçok tutuklu yıllardır beklerken bu dava bu kadar önemli oldu? Hükümet üyeleri eleştirilere bu soruyla cevap verdi. Ama aslında yalnızca Ergenekon değil, KCK davaları da yurtdışında yakından izleniyor. Bir polis operasyonu, bir organize suç davası, suçlu olması beklenen ya da düşünülen insanlara karşı yapılıyorsa, örneğin herkesçe bilenen bir mafya örgütüne yönelikse kamuoyu bu konuda çok şaşırmayabilir. Bu konuda çok önemli açıklamalar beklenmeyebilir. Ama eğer bu operasyonlar, yıllar sürecek biçimde, ülkenin ünlü aydınlarını, gazetecilerini, yazarlarını, generallerini, akademisyenlerini, doktorlarını kapsıyorsa ve bu dava son derece karmaşık bir komplo teorisine benziyorsa o zaman rutin bir yargı işleyişi olarak görülemez. Dünyanın her yerinde böyle bir davanın, bu tür operasyonların kamuoyuna bir biçimde açıklanması gerekir. 70 yaşına kadar ne yapıp ne yazdığı ortada olan insanların bir anda çok gizli bir terör örgütü yönettiğine inanmak için somut şeyler gerekir. Herkes suç işleyebilir diye bir açıklama olamaz. Hele ki operasyonlar yapılıp suçu tam olarak anlaşılamayan insanlar yıllar boyu tutuklu kalıyor, sürekli yeni tutuklamalar yapılıyor, binlerce sayfa iddianame yazılıyor ama hiçbir mahkumiyet gerçekleşmiyorsa... Hele ki bu operasyonların tamamı iktidara muhalif olduğu açıkça bilinen kişileri kapsıyorsa... Hele ki kamuoyunda ve hatta yurtdışında bile pek çok soru işareti ve kuşku oluşmuşsa... Başından beri ortaya atılanlar, herkesin az buçuk kafasında yarattığı bir derin devlet komplo senaryosundan fazla farklı değil. O kadar birbiriyle ilgisiz ve hatta birbirine düşman görünen insanlar aynı örgütün üyesi görülüyor ki bu bile başlı başına inandırıcılıktan uzak. Ortada somut olarak yapılmış eylem, bu örgütün şeması, lideri ve belki en önemlisi para kaynakları da yok. Sözünü ettiğimiz ülke Türkiye. Yıllardan beri terörün hüküm sürdüğü bir ülke. Ülkenin bir bölgesinde yıllardan beri özel yetkiler kullanılmış, olağanüstü hal uygulanmış, sivil şahıslar, aileler bile silahlandırılmış, özel yetkili polisler, askerler görev yapmış, bu konuda bir sürü hukuk dışılık gündeme gelmiş, uluslararası platformda bile Türkiye mahkum olmuş. Bölgede pek çok insanın evinde divanların altında bile yıllardır uzun namlulu silahlar var. Böyle bir ülkede, oraya buraya gömülmüş birtakım silahlar bulunması o kadar anormal mi? İddiaların neredeyse en önemlisi olan, bu insanların yani her zaman düşüncelerini açıkça dile getirmiş, fikirleri herkes tarafından bilinen gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin, hukukçuların, askerlerin, siyasilerin bir askeri darbe için çalıştığı ve ona ortam sağladığı iddiası da garip. Birincisi, eğer bu iddia gerçekse bile, o darbe yapılmamış. İkincisi, gerçekten darbe yapmaya karar veren bir ordunun bunun için birtakım gazetecilerin desteğine niye ihtiyacı olduğunu da anlamak zor. Kaldı ki bu desteği vererek kaos ortamı yaratmaya çalıştığı söylenenlerin televizyon kanallarını, gazete ve yayınlarını bir araya getirseniz medyanın ne kadar küçük bir bölümünü oluşturduklarını herkes rahatça görebilir. dikleri prim gelirlerinden oluştu. Kuruma, gelirlerinin yüzde 16’sı dolayında da “devlet katkısı” sağlandı. Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğunda olan kamu çalışanlarının sağlık harcamalarını, SGK’nin 2010 başından itibaren üstlenmesiyle kamu sağlık harcamalarında kurum, “merkezi aktör” durumuna geldi. Öngörüldüğü şekilde 2012’de 9 milyon küsur yeşil kartlı yoksulun harcamalarının da Kurum’a verilmesi gerçekleştiğinde SGK, kamu sağlığının neredeyse “tek işveren”i durumuna gelecektir. Böyle olmakla beraber, sağlık harcamaları henüz SGK’nin, 2010 harcamalarının sadece yüzde 27’sini oluşturmakta, emekli aylıkları, giderlerin yüzde 65’ini bulmaktadır. (*) Özeti sunulan bu araştırmanın tamamı İzmir Tabip Odası tarafından bir kitap olarak yayına hazırlanmaktadır. ÖZEL F RMAL ARI PL ANL ANDIRMAYA DÖNÜK TUTUM SGK’DEN ÖZEL HASTANELERE YÜZDE 30 HASTA S GK’nin sağlık harcamaları, mevcut kaynak girişinde bile, olması gereken tutardan uzaktır ve yıllardır SGK giderlerinin yüzde 2527’si dolayında tutulmaktadır. Ayrıca yapılmış görünen sağlık harcamalarında da ibre özel sermaye birikimini, özel hastane ve ilaç firmalarını palazlandırmaya dönüktür. SGK sağlık harcamalarına bakıldığında, iki ana harcama kalemi öne çıkmaktadır: İlaç harcamaları ve tedavi harcamaları. İlaç harcamaları, 2001 yılında SGK sağlık harcamalarının yüzde 53.2’sini teşkil ederken, 2007 yılında yüzde 44’üne gerilemiş, buna karşın tedavi harcamaları aynı dönemde yüzde 40’tan yüzde 52’ye yaklaşmıştır. Söz konusu dönemde asıl ilgi çekici olan, tedavi harcamalarında özel hastanelerin artan payıdır. 2001’de tedavi harcamalarından yüzde 16, SGK sağlık harcamalarından yüzde 6 dolayında pay alan özel hastaneler, 2007’ye gelindiğinde tedavi harcamalarındaki paylarını yüzde 22’nin üstüne çıkarmışlardır. Bu, 6 yıl içinde paylarını 6 puan arttırmaları demektir. SGK, 2009 yılında 15.6 milyar TL’si tedavi harcaması, 16 milyar TL’si de ilaç gideri olmak üzere 31.6 milyar TL’lik sağlık harcaması yapmış görünmektedir. 2009’da devlet, üniversite ve özel sektör sağlık kuruluşlarına yapılan başvuruların 247 milyonu geçtiği ve bu başvurulardan üçte ikisinin devlet hastanelerine yapıldığı, özel sağlık kuruluşlarına yapılan ve SGK’ye fatura edilen başvuruların yüzde 27’yi bulduğu anlaşılmaktadır. SGK’lilerin 77 üniversite hastanesine başvuru oranı da kayıtlara yüzde 6.5 olarak girmiştir. Hastaneleri, laboratuvarları, klinikleri, diğer hizmet veren kuruluşları ile sayıları 1.854 olarak belirlenen özel sağlık kuruluşları, SGK’ye, tedavi ettikleri, hizmet verdikleri 66 milyon başvuru için 4.5 milyar TL’lik fatura göndermişler, böylece, toplam SGK tedavi harcamalarından yüzde 30’a yakın pay almışlardır. İlginç olan ise şudur: Devlet 2. basamak tedavilerinde başvuru başına 42 TL olan hasta tedavi maliyeti, özel 2. basamak sağlık kuruluşlarında 69 TL olarak gerçekleşmiştir. Özel sağlık kuruluşlarının, başvuru başına faturaları 27 TL daha yüksektir. Bu başvurular, devletin 2. basamağından karşılansaydı, SGK sağlık harcamasından 1.8 milyar TL’lik tasarruf mümkün olabilirdi. SGK’nin 2009 sağlık istatistiklerinin ortaya koyduğu bir başka gerçek de, üniversite hastanelerinin iş yükünün ağırlığıdır. Öncelikli işlevleri araştırma yapmak, uzman yetiştirmek olan üniversite hastaneleri, SGK’lilerin yüzde 6.5’inin başvurusuna hizmet verirken, tesis başına yılda 208 bin başvuruya yanıt vermiş görünüyorlar. Üniversite hastanelerinde başvuru başına maliyetin 184 TL ile en yüksek düzeyde olması ise, başvuruların komplike olması ile açıklanmaktadır. Başvuru başına maliyet, devletin 2. basamağında tesis başına 144 bin adeti ve başvuru başına 42 TL’yi bulurken, 3. basamakta tesis başına 592 bin başvuru, başvuru başına da 78 TL olarak gerçekleşmiştir. En yüksek iş yükünün, tesis başına 592 bin başvuru ile 3. basamak kurumlarda olduğu SGK emmebasma tulumba gibi... Sosyal sigorta sisteminin gelirleri, giderlerini karşılayamamakta ve sistem sürekli açık vermektedir. Sistemde yaşanan finansman sorununun en önemli nedenlerini, iktidar ve bürokrasi; “geçmişte uygulanan erken emekliliğin olumsuz etkileri, sağlık harcamalarının giderek artması ve sistemin bilgi teknolojisi altyapısındaki eksiklikler” olarak tanımlarken birçok gerçeği gizlemektemahrum etmektedir. Türkiye’de kayıt dışı istihdamın önü bir türlü alınamamaktadır. TÜİK’in hanehalkı işgücü anketlerinden, 10 milyar dolayında bir istihdamın kayıt dışı olduğu prim geliri yanı sıra Hazine’yi vergi kaybına da uğratmaktadır. SGK’nin mali acizliğinin bir nedeni de alacaklarını tahsil etmedeki yetersizliği, giderek biriken alacak cezalarını da sık sık affederek borçlu işve anlaşılmaktadır. SGK’nin ilaç giderleri ise 2007 yılında 11.3 milyar TL iken 2009 yılında 16 milyar TL’ye çıkmıştır. 2009 itibarıyla ilaç faturalarının yüzde 5’i memurlara ait görünürken sayıları 10 milyon dolayında olan yeşil kartlıların ilaç giderlerindeki payı da yüzde 10’dur. Bu durumda SGK bünyesindeki aktif ve pasif sigortalıların ilaç giderlerindeki payının yüzde 85 olduğu anlaşılmaktadır. Reçete başına ilaç giderinin 2007’de 42 TL iken; 2009’da 49 TL’ye çıktığı görülmektedir. dirler. Sıralanan nedenlerden daha geçerli ve asli olan etkenler, SGK’nin yeterince prim üretememesi, kaçakları önleyememesi, alacaklarını tahsil edememesi ve sağlığa ayrılmış kaynaklarda etkinlik sağlayamamasıdır. Bunların üstünden gitmek yararlı olacaktır. SGK, kayıt dışı istihdamın yaygınlığı nedeniyle, elde etmesi mümkün prim gelirlerinin altında prim üretimi gerçekleştirmektedir. 2010’da yaklaşık 16 milyon sigortalıdan 67 milyar TL prim geliri elde eden, böylece, sigortalı başına 4 bin TL’nin üstünde prim tahsil eden SGK, kurumu milyona yaklaşan kayıt dışı, kaçak çalıştırılan ücretlinin priminden anlaşılmaktadır. Yüzde 4 3 ’ ü aşan kayıt dışı istihdamın yaklaşık yarısı tarımdan, yarısı da tarım dışı kesimdendir. Bu 10 milyona yaklaşan kayıt dışı istihdamın 3.7 milyonu ücretli sınıftandır. Dolayısıyla, SGK’nin bu kesimden prim kaydı, sigortalı başına 4 bin TL ortalamadan 15 milyar TL’ye yaklaşmaktadır. Bu 2010 prim gelirinin yüzde 22’si demektir. Kaçak çalıştırmanın önünün alınmaması, renlere kaynak bağışlamasıdır. 2010 sonu itibarıyla SGK’nin prim alacaklarının 51 milyar TL’ye yaklaştığı anlaşılmaktadır. 2010 prim gelirlerinin 67 milyar TL olduğu anımsandığında, işverenlerin ve esnafın, SGK’ye, 2010 gelirlerinin yüzde 76’sı dolayında prim borcu taktıkları anlaşılmaktadır. Alacakların yüzde 53’e yakını sigortalı işçi çalıştıran işverenlerin, yüzde 47’si ise BağKur çatısı altındaki esnafındır. İşverenlerin 30.5 milyar TL’lik prim borçlarının yüzde 78’inin özel sektöre ait olduğu, belediyelerin borçlarının da yüzde 21’e yaklaştığı anlaşılmaktadır. Borçlu belediyeler içinde AKP’li Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ilk sırayı aldığı görülmektedir. Arıtman’dan Erdoğan’a dava ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında “Kendisine hakaret ederek, şeref ve haysiyetine doğrudan saldırarak, halkın kin ve nefretine maruz bırakılmasını amaçlayarak kişilik haklarına saldırdığı” gerekçesiyle 20 bin TL tazminat davası açtı. Arıtman Erdoğan’ın 15 Şubat 2011 AKP Grup toplantısında ‘vicdansızlar, izansızlar, bunlar tornadan çıkmış hanımlar, CHP zihniyeti bu’ diyerek CHP’li kadınlara hakaret ettiğini kaydetti. YARIN: KAP TAL ST TEDAV Ş RKETLER YAYILIYOR CHP yüksek mahkemeye gidiyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yargıtay ve Danıştay’ın yapısını değiştiren yasayı Anayasa Mahkemesi’ne götürecek olan CHP, reddi hâkim talebinde bulunacak. CHP, mahkeme Başkanı Haşim Kılıç’ın davadan çekilmesini isteyecek. Bugün CHP grubunun basına kapalı bölümünde yasasının Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi için gerekli imzalar alınacak. CHP’nin, yüksek mahkemeye bugün ya da çarşamba gitmesi bekleniyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle