18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 8 İstanbul S Edirne B Kocaeli S Çanakkale S İzmir B Manisa B Denizli B Zonguldak PB Sinop PB Samsun PB Trabzon PB Giresun PB Ankara PB 15 20 20 16 19 19 18 14 13 17 15 15 14 Eskişehir Konya Sıvas Antalya Adana Mersin Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars PB PB PB B B B B B B B B B B 15 14 10 19 20 19 18 19 14 16 8 9 4 HABERLERİN DEVAMI Oslo PB Helsinki B Stockholm B Londra PB AmsterdamB Brüksel PB Paris B Bonn B Münih PB Berlin Y Budapeşte Y Madrid Y Viyana B 1 1 3 16 16 17 17 14 14 14 18 14 16 Belgrad B 20 Sofya Y 19 Roma Y 16 Atina B 18 Zürih PB 19 Moskova K 3 Aşkabat K 6 Taşkent Y 5 Baku PB 8 Bişkek Y 6 Tiflis Y 8 Kahire B 24 Şam B 19 Doğu bölgelerimiz parçalı bulutlu, sabah saatlerinde Hakkâri çevreleri kar yağışlı, diğer yerler az bulutlu ve açık geçecek. Marmara ile iç ve doğu kesimlerde gece ve sabah saatlerinde yer yer sis, iç ve doğu bölgelerimizde buzlanma ve don olayı görülecek. Doğu Karadeniz’in iç kesimleri ile Doğu Anadolu bölgesinde çığ tehlikesine, iç ve doğu kesimlerde kar erimelerinin oluşturacağı olumsuzluklara karşı tedbirli olunması gerekmektedir. 15 MART 2011 SALI TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 15 Mart GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK Baştarafı 1. Sayfada bakışı da… AKP’ye tam destek veren gazetelerin birinci sayfalarına bakmak; iktidarın basın özgürlüğüne nasıl baktığını kanıtlamaya yeter. Sırasıyla Sabah, Star, Yeni Şafak, Yeni Akit gazetelerinin birinci sayfalarında her şeye yer var ama örneğin önceki gün İstanbul’da Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun çağrısıyla gerçekleşen, yüzlerce gazetecinin katıldığı yürüyüşten tek satır yok! Nedeni de gerekçesi de ortada: RTE’nin, Çankaya’daki AKP’linin ağabeyi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın basın özgürlüğüyle ilgili sözleri; yandaş, yalaka basının gazeteciler yürüyüşüne neden iltifat etmediğini kanıtlıyor. Arınç son demecinde; “Gazeteci kılıklı birkaç kişi bazı iddialarla gözaltına alınmışlar... Gazetecilerin özgürlüğü gitti, basın sansürleniyor, hükümeti eleştirenlerin üstüne gidiliyor...” diyor. Basını suçlamaya, hükümetini aklamaya çalışıyor. Zaman zaman gerine gerine söylediğine göre (bilinen özgeçmişi ile taşra avukatlığından gelen) bir hukukçudur. Ama Silivri’de muhakemeleri devam eden, üstelik ulusal ve uluslararası hukuksal koşullar da çiğnenerek cezaya dönüşen tutukluluk süreleri iki yılı aşan gazetecileri “terör örgütüne üye olmakla... örgüt lehine silahlı eylem yapmakla” suçlayarak yargısız infazın daniskasını sergiliyor. Oysa tablo ortada: Cezaevlerinde 68 basın emekçisi yatıyor. 2009’dan bugüne 30 gazeteci tahliye edilmiş, ancak davaları devam ediyor. Son dönemlerde en az 98 gazeteci cezaevi koşullarını görmüş durumda. Tutuksuz olarak yargılanan en az 45 gazeteci hakkında verilmiş mahkumiyet kararları var. 150’ye yakın gazeteci cezaevine girme tehdidi altında. 2 binden fazla dava, 4 binden fazla soruşturma devam ediyor ve: Bu rakamsal gerçeklere karşın; Bay Bülent Arınç, ısıttığı koltuğun hakkını veriyor. Gönül rahatlığıyla Türkiye’de basın özgürlüğünün var olduğunu söyleyebiliyor, savunabiliyor. Hukukçu ama iktidarın dar kalıpları içinde gören, duyan ve yaşayan bir hukukçu. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin basın özgürlüğüne bakış açısını içeren ilgili kararlardan bilgi sahibi değilmiş gibi konuşuyor. AİHM’nin eski üyesi Rıza Türmen, “Basın, AİHM’nin deyimi ile ‘demokrasinin bekçisidir’” diyor. Mahkemeye göre basın özgürlüğü “gazetecilerin basılmamış eserlerinden, haber kaynağının gizliliğine dek çok geniş bir alanı kapsıyor.” Türmen diyor ki: “AİHM açıkça şiddete teşvik, ırkçı söylem, hakaret gibi istisnalar dışında basın özgürlüğünün sınırlanmasını kabul etmiyor. Bu durumlarda bile gazetecilerin hapis cezasıyla cezalandırılmasını basın özgürlüğünün ihlali olarak görüyor.” Üstelik AİHM, tutukluluk sürelerinin cezaya dönüşmesini kabul edilemez hukuksal bir durum olduğunu da açıklamış bulunuyor. Fakattt, Arınç’a göre ikiüç yıldır Silivri’de yatan, şimdi maddi manevi olumsuz yaşamsal koşullardaki hücreye kapatılan Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve diğer gazeteciler var mı yok mu bir türlü saptanamayan Ergenekon örgütüne üye olmakla suçlanıyor ve tahliye talepleri bire karşı iki oyla reddediliyor. Balbay, Özkan gibi İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek üç yıldır içeride! Balbay, Tuncay gibi önce hücreye alındı. Parti Genel Başkan Yardımcısı Bülent Esinoğlu’nun bana yazdığına göre, “cezaevi yöneticileri tarafından hata yapıldığı belirtilerek tekrar üç kişilik eski koğuşuna götürülen Perinçek, 7 Mart günü yeniden tek kişilik hücreye nakledilerek tecrit edildi”. Perinçek’in yıllardır iki şapkası var; gazeteciyazar ve parti başkanı. Bu noktada bir başka olaydan artık söz etmek gerekiyor: Yazar olarak özgürlüğü elinden alınan bir siyasetçi. Diğer partiler: Perinçek’in başkanı olduğu partinin programıyla uyguladığı siyaset ile aynı düşüncede, aynı kulvarda olmayabilirsiniz. Hatta karşı da olabilirsiniz, ancak: Madem ki gerçek demokrasi için savaşıyorsunuz ve madem ki anayasaya göre partiler demokrasinin vazgeçilmez öğeleridir. O halde içerideki parti başkanları için sürdüre geldiğiniz suskunluktan vazgeçmeli ve… ...AKP’ye karşı yürüttüğünüz özgürlük ve demokrasi savaşımında; İşçi Partisi Başkanı’nı, aynı zamanda gazeteci Tuncay Özkan’ın Yeni Parti’sini de görmek, bu partilerin tutuklu genel başkanlarının hukuksal haklarını savunmak zorunda değil misiniz? Silivri’de yatan, tutukluluk süreleri hücreye kapatılarak yaşamları katmerli işkenceye dönüşen gazetecilerin yanı sıra... siyaset dünyasının, medyanın, aydınların ve parlamento ve dışındaki partilerin… ...cezaevlerindeki parti başkanlarının da seçimlerden önce tahliye edilerek tutuksuz muhakeme edilmelerini savunmaları gerekiyor. Yoksa demokrasi etiğine göre tahliye edilmeleri, tutuksuz yargılanmaları gerekmiyor mu? Başbakan, Türkiye’de basın üzerindeki baskıları eleştirenlere kızıyor ve kendilerine haksızlık edildiğini söylüyor. İktidarın kimi öbür üyeleri de aynı yönde laflar etmekten çekinmiyorlar. Ne zaman “Basına baskı yapmayın! Basın özgürlüğünü kısıtlamayın! Gazetecileri içeri tıkmayın!” diye uyarılarda bulunulsa, şu klasik yanıt hazırdır: Onlar gazetecilikten yatmıyorlar ki, siz yanılıyorsunuz. Ne zaman böyle bir yanıtla karşılaşsam, hüzünlenip acı acı söyleniyorum: Ama biz bu filmi daha önce görmüştük. Gazeteciler içeri atıldığında ya da insanlar fikir suçundan tutuklandıklarında, eleştiriler geldiğince klasik yanıt hazır olmuştur Türkiye’de hep: Yok canım ondan yatmıyorlar ki, suçları şiddet ve terorizm. Geçen gün Turgut Kazan belirtiyordu. 12 Mart döneminde Altan Öymen de gazeteci olduğu için değil, “uçak kaçırdığı!” için hapse tıkılmıştı. 12 Eylül döneminde, Barış Derneği davasıyla ilgili olarak 50 Amerikan Kongre üyesi Türkiye’ye “bu insanların neden hapiste olduğunu” sorduklarında devletin resmi yanıtı şu olmuştu: Onlar fikir suçlusu değil, Ama Biz Bu Filmi Daha Önce Gördük terorist ve anarşist. Arada duruşmalarımızdan birkaç gün önce, Kenan Evren ekranlarda, ne kadar tehlikeli işlere soyunan terörist örgüt üyeleri olduğumuzu anlatırdı. Bunu da askeri yargıçlara kanaat olsun diye yapardı herhalde. Şimdi ne zaman Başbakan’ın, Türkiye’de basın özgürlüğünün çiğnenmediğini söyleyen demeçlerini duysam, hep bu filmi daha önce gördüğümüzü anımsıyor ve her defasında yeniden bir “dejavu” duygusu yaşıyorum. Evet biz bu filmi daha önce görmüştük... Ama o zamanların kendilerine göre mazeretleri vardı. O dönemler, demokrasinin resmen askıya alındıkları “geçiş dönemleri” idi. Şimdi ise “ileri demokrasinin kalıcı dönemi”ni yaşıyoruz. 12 Eylül “geçiş dönemi”nde Kenan Evren’in yaptıklarını, şimdi de “ileri demokrasinin kalıcı dönemi”nde Başbakan Tayyip Erdoğan yapıyor. Sayın Başbakan ayrıca, tıpkı 12 Mart ve 12 Eylül döneminin sıkıyönetim mahkemeleri gibi bağımsız olmayan bir yargı ortamında, sanki gazetecilere karşı yürütülen davaların savcısıymışçasına (hoş bir kez savcılığını açık etti. Ama artık hafi savcılığı yeğler oldu) çıkıp davalar ile ilgili olarak konuşmaktan da çekinmiyor. Nitekim 8 Mart Salı günü partisinin grup toplantısında içeride bulunan gazeteciler ile ilgili olarak yaptığı konuşmada, aynen şöyle buyurmuştu: Onlar gazetecilik yaptıkları için değil, bu suçlar nedeniyle içerideler. Mustafa Balbay, Başbakan’a seslenen dünkü yazısında şöyle diyordu: Bu sözler ne adalete, ne siyasete ne de vicdana sığar. Ve aynı zamanda Mustafa bir gerçeği şöyle anımsatıyordu: “...Eğer iddianame metinlerinde yazılı olan suçlamalar doğrudan insanlara yaftalanacaksa, siz şiir okuduğunuz için yargılanmadınız. 1998 yılında sizin için hazırlanan iddianamede suçunuz şöyle yazılmıştı: Halkı din ve ırk farklılığı gözeterek açıkça kin ve düşmanlığa tahrik etmek...” Görülüyor ki, geçiş döneminin uygulamaları aynen devam etmektedir. Bu arada Balbay, yazılı çığlığında, Tayyip Erdoğan’ın dört ay süren hapislik dönemindeki koşullarını saydıktan sonra, kendi koşullarını şöyle özetliyor: Bu mektubu hücrede tek başıma yazıyorum. Geçiş dönemlerindeki hapishane günlerimde arkadaşlarıma hep şunu söylerdim: Siyasetin egemenlerini ve yargının efendilerini bir süre hapiste tutmalı ki, içeridekinin halinden anlasınlar. İleri demokrasi döneminin, bir zamanlar hapis yatmış siyaset efendisinin içeridekiler karşısındaki tavrına bakınca, kendi kendime diyorum ki: Meğer ne kadar da safmışım!.. GÜNDEM Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY konuşumun onuncu gününde 26. kez tamirci girmişti. Bu geliş, çalışmayan anons sistemi içindi. İki teknisyen işini yapmaya çalışırken demir kapı bir kez daha şangırdadı. Doğal bir davranışla, “acaba neyi tamir etmek için geldiler” diye düşünüp, kapıya döndüm. Posta dağıtımmış... İlk güvercinler geldi. Aman Tanrım!.. 5 Mart günü postalanmış üç güvercin. Demek ki 5 gün de posta sürmüş. Önce zarfın üstündeki damgaya baktım; Ankara... Yenişehir postanesi. 5 Mart toplantısının hemen sonrasında gidip atmış olmalılar. Hapiste mutlu anlar, hapiste olduğunu unuttuğun anlardır. Üç güvercinle birlikte bir an kendimi, bir zirvede, sarp bir kayanın oyuğunda, bulutların yanı başında hissettim. Güvercinlere usulca dokunup, sizi ZULÜMNAME’nin kapağına koymayı düşünen, oradan alıp bana gönderen, postadan koğuşa getiren sağ olsun derken dile geldiler: “Ankara’ya teşekkür etmelisin. Güzel bir buluşma toplantısı oldu. Başkentliler seni unutmamışlar. Bir an önce dönmeni bekliyorlar.” Çok güzel haberler getirdi güvercinler. Gazeteden okudum dedimse de, “Bizden ayrıca dinle” diye başladılar söze. Kim bilir kaç kez konuşmacı olarak, dinleyici olarak gittim Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’ne. Güvercinlerin söylediğine göre 34 bin insanın, merkezin üç katını da doldurması, içimi de doldurdu. Meslektaşlardan, dostlardan ne çok isim saydılar. Sanatçılarımız Yıldız Kenter’e, Fazıl Say’a, toplantı için emeği geçen herkese, tüm katılanlara yeryüzündeki bütün güvercinlerin kanat kırpışı kadar selam olsun. Tek tek isimleri saymak isterdim. Yersizliğime verin. Diyor ya Nâzım, “İçerde bir tarafınla yapayalnız / kalabilirsin / kuyunun dibindeki taş gibi. / Fakat öbür tarafın / öylesine karışmalı ki dünyanın / kalabalığına / sen ürpermelisin içerde, / dışarda kırk günlük yerde / yaprak kıpırdasa.” Güvercinler beni aldı hücrenin dibinden Ankara buluşmasının coşkusuna taşıdı. Ankara toplantısı, Balbay yazarlarımız kitaplarımız aydınlık insanlarımız buluşmasının dördüncüsüydü. İlk üçten dağarcığımdakileri paylaşmadan geçemeyeceğim. 8 Ocak 2011’deki Kadıköy buluşmasında Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi (CKM) yöneticileri bir de defter açmışlar. Defteri gönderdiler. İki kez baştan sona okudum. Şöyle düşündüm; “Bu kadar temiz yürekli insanların bulunduğu bir ülkede, hiçbir kirlilik kalıcı olamaz.” CKM’deki toplantı için çevre illerden de gelenler olmuş. Kimileri de defterde benim o salonda, tutuklanmadan 1,5 ay önce 24 Ocak 2009 günü yaptığım konuşmayı anımsatmış. O günü, özgürlükte nasıl bir yaşam sürdüğümün kesiti olarak özetlemek isterim. Sabah 05.30’da Bektaş beni evden aldı. Yolda biraz uyudum, biraz günlük gazeteleri okudum, biraz o günkü yazımın notlarını çıkardım. 09.30’da Şişli Mecidiyeköy’deki CUMOK’ların Uğur Mumcu’yu anma toplantısına konuşmacı olarak katıldım. 13.00 sıralarında ayrıldım, saat 16.00’daki CHP Pendik Gençlik Kolları’nın toplantısına katılmak üzere yola çıktım. Yolda Ankara Büro’yu aradım, bilgisayar uzmanımız Bilal Uçar’a telefonla yazımı yazdırdım. Hareket halinde başka olanak yoktu. Bilal de alışıktı. Pendik’te, önce gençlerin sunumunu izledik, sonra ben konuştum. Oradan saat 19.00’da Kartal Cemevi’nin toplantısına yetiştim. Konuşmamı yapıp ayrıldım, 21.00’de Kadıköy Belediyesi’nin CKM’deki Sakıncalı Piyade’nin de oynanacağı toplantıya yetiştim. 1.5 saat kadar konuşup 2 saat kadar kitap imzalayıp, Başkan Selami Öztürk’le bir saat kadar sohbet oturması yapıp yola koyuldum. Karım, kızım, oğlum uyanmadan eve girip güne onlarla başlamalıydım. Bir defter beni nerelere getirdi. Deftere yazan herkes adına, sayfalardan birini paylaşmalıyım: “Sevgili Mustafa Amca, ben Mustafa Ekmekçi’nin torunuyum. Sizi seviyorum. Sevgiler. Günce.” Mustafa Ekmekçi beden dolu gülüşüyle girdi hücreme, hücrelerime. Kadıköy’ün ardından 24 Ocak Antalya buluşması vardı. Oradan da pek çok okur mektubu salonun havasını Silivri’ye taşıdı. Belediye Başkanımız Prof. Mustafa Akaydın’dan bir mektup aldım. “Toplantı güzeldi, ama bundan sonrakilere senin de gelmen gerekir” diyor. Akaydın Hoca’yı da kırmak olmaz, ama dur bakalım! Antalya’nın ardından 12 Şubat’ta Eskişehir buluşması vardı. Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç, duruşma salonuna geldi. Buluşma programını anlatırken, “Seni götüremeyeceğiz, ama binlerce Eskişehirli seninle olacak” dedi. Öyle olmuş. Mektuplardan ve özellikle Eskişehir’in gazetelerinden öğrendim. Kentin 3 ayrı yerinden bütün Eskişehir gazetelerini alıp göndermişler. 13 Şubat günü beni manşetine, birinci sayfasına taşımaya değer gören tüm Eskişehir gazetelerine teşekkür ediyorum. Elbet toplantıya emeği geçenlere ve katılanlara da. Çağdaş Gazeteciler Derneği Eskişehir Şubesi’nin 2011 Basın Ödülü’nü bana vermesinin övüncünü de paylaşmalıyım. Değinmiştim; hapiste mutlu anların başında, hapiste olduğunu unuttuğun anlar gelir. Bir de yalnız olmadığını hissettiğin anlar... ‘Osmanlı vurgusu’ İstanbul Haber Servisi Başbakan Tayyip Erdoğan, “Türkiye, mevcut rejimiyle, demokrasi tecrübesiyle, bugün ulaştığı ileri demokratik standartlarla, İslamla demokrasinin yan yana olabileceğini tüm dünyaya başarılı şekilde göstermiştir” dedi. Erdoğan, Türkiye’deki basın özgürlüğünün yok edildiği endişesine yer veren AP raporuna da tepki gösterdi. Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenen “Değişim Liderleri Zirvesi”nin açılışında yaptığı konuşmada, İstanbul’un iyi anlaşılması gerektiğini söyledi. Ergenekon davası kapsamındaki gazetecilerin tutuklanmasının uluslararası platformlarda yanlış değerlendirildiğini öne süren Erdoğan şöyle konuştu: “Şu anda cezaevinde tutuklu bulunan ki 27 kişidir bunlar. Bunların nedenini araştırdığınız zaman, anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs veya bunun yanında bazı terör örgütlerine üye olmak, terör örgütleriyle birçok ortak faaliyetlerdir. Bunun yanında birçok şu anda ifade etmekten esef duyacağım bazı konular. Başta AP olmak üzere, Türkiye üzerine raporlar hazırlayan çevrelerin, meselelerin özüne hâkim olarak görüş beyan etmelerinin daha hakkaniyetli olacağı inancındayım” dedi. Bakan Davutoğlu ‘Değişim Liderleri Zirvesi’nde zihnindeki resmi anlattı L DERLERLE GÖRÜŞTÜ Başbakan Tayyip Erdoğan, zirve kapsamında Türkiye’de bulunan, eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Ukrayna Başbakanı Nikolay Azarov, Kosova Başbakanı Haşim Taçi, Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi, BM Kalkınma Programı Direktörü Helen Clark ile eski Malezya Başbakanı Abdullah Ahmed Bedevi’yi Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde kabul etti. Görüşmeler basına kapalı gerçekleştirildi. Zirvede Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve Atlantik Konseyi Dinu Patriciu Avrasya Direktörü Wilson da konuşma yaptı. (AA) Yeni küresel düzen Zirvede konuşan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Bu değişimin liderleri eğer değişimin doğasını doğru okurlarsa, bu doğayı doğru yorumlayıp bu değişimi doğru bir eksende şekillendirmeye çalışırlarsa dünyada yeni bir düzenin işaretleri ortaya çıkar ve yeni bir küresel düzene doğru gideriz. Ama bu değişim doğru okunmazsa ya da doğaya aykırı bir şekilde, değişim yerine statükonun muhafazası yoluna gidilirse değişim yanlılarıyla statüko yanlıları arasındaki çatışmalar yeni uluslararası bölgesel gerilimlere yol açar” diye konuştu. Davutoğlu, “Ben Ortadoğu’daki şu anki değişimlerin tarihin doğal seyrine dönüşü olarak değerlendiriyorum. Gelecek gecikti Ortadoğu’da... Aslında Ortadoğu’da bugün yaşananların 20 yıl önce yaşanması lazımdı. O değişim sürecinin 20 yıl önce belli bir dinamizm içinde doğru bir eksene oturtulması lazımdı” dedi. Davutoğlu, konuşmasını şöyle tamamladı: “Ortadoğu’da, Balkanlar’da sınırların kalkmasını istiyoruz, anlamsızlaşmasını istiyoruz. Tarihte olduğu gibi bu halkların bir arada yaşamasını istiyoruz. Dünyada şu anda iki vizyon çarpışıyor; bütün bu ekonomik havzayı bütünleştirme çabası içindeki Türkiye’nin vizyonu, maalesef ikinci vizyon bizim entegre olmak istediğimiz bir başka dünyanın kısıtlayıcı vizyonu, Edirne’ye vize duvarı örmek isteyen Avrupa’da statükocu vizyon. (...) Türkiye’yi kendi coğrafyasına hapsetmek isteyenler ya da Türkiye’nin etrafına duvar ör mek isteyenlere karşı bizim vizyonumuz; Türkiye’nin liderliğinde, ‘liderliği derken herhangi bir empoze anlamında demiyorum’ Türkiye’nin zihnindeki resimle bütün bu coğrafyayı bütünleştirmek...” ‘Belki düzensizlik olacak’ Atlantik Konseyi Dinu Patriciu Avrasya Direktörü Ross Wilson, Türkiye’nin etrafındaki bölgede akut sorunlar yaşandığına dikkati çekerek “Sayın Bakan Davutoğlu yeni düzenden bahsetti. Yeni düzen, belki de düzensizlik olacak” dedi. “Hilal ve Yıldızİki Dünya Arasında” kitabının yazarı Stephen Kinzer ise Türkiye’nin içişlerini son derece sabit temele oturtması gerektiğini belirterek, “Türk toplumunda kutuplaşma işaretleri görülüyor” diye konuştu. Baştarafı Arka Sayfada teknolojiler ve oluşan yeni tehlikeler karşısında lisans konusunda sakıncalarını belirtiyorlar. Öte yandan Sinop lisansını Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) hazırlıyor, yani lisans verecek kurum lisansı hazırlıyor, tam Türk işi. Biraz bu nükleer santrallar konusunda bilgilenelim. Greenpeace’e göre nükleer enerji “pahalı, kirli, verimsiz, gelişmeye müsait olmayan eski, hantal ve tehlikeli bir teknoloji”. Şu nedenlerle: Bir nükleer santralın kurulmasına karar verildikten sonra tamamlanması 10 yıl sürüyor. Üretime başladıktan sonra ortalama 23 yıl sonra tükeniyor. Bu kez de çok masraflı olan kapanma ve söküm süreci başlıyor. Üretim maliyetleri çok yüksek olmasına rağmen elde edilen enerji toplam enerjinin yüzde 6.5’ini karşılayabiliyor. Nükleer enerji sadece elektrik üretebiliyor. Isınma ve ulaşım gibi talepleri karşılayamıyor. Evet, şimdi ders çalışma zamanıdır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle