18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 EKİM 2011 PAZAR PAZAR KONUĞU CUMHURİYET SAYFA [email protected] 9 AB dönem başkanı Polonya’nın Ankara Büyükelçisi Wilczek’ten ikili ilişkiler ve Avrupa perspektifi değerlendirmeleri: AB’nin dönem başkanı Polonya’nın Ankara Büyükelçisi Marcin Wilczek bu haftaki konuğumuz. Büyükelçi Wilczek’le Polonya’nın Atatürk Bulvarı üzerindeki muhteşem binasındayız. Üst kat salonlarında hâkim renk toz pembe. Acaba bu Türkiye’ye bir uğur mesajı mı? Polonya, dönem başkanlığında Türkiye’nin AB üyeliğine pembe gözlüklerle bakıyor olabilir mi? Bunu Wilczek’in ağzından öğreneceğiz. Ayrıca da Wilczek’den ülkesinin AB üyeliği sürecinde yaşadığı ciddi zorlukları dinleyeceğiz. Türkiye’yle Polonya arasında çok önemli tarihi ilişkiler olduğunu biliyoruz. Bugünden baktığınızda bu ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? M.W. Ben ülkemin büyükelçisi olarak, Türkiye’nin Polonya’da ve Polonyalıların kalbinde özel bir yeri olduğunu söylemek istiyorum. Üç yıl sonra, 2014’te Türkiye’yle Polonya arasındaki ilişkilerin 600. yılı kutlanacak. Ben Polonya’nın Türkiye’deki 147. temsilcisiyim. İlk büyükelçimiz Bursa’ya gönderilmişti. O zaman daha İstanbul Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti değildi. Avrupa tarihinde gerek Osmanlı İmparatorluğu, daha sonra da Türkiye ve Polonya çok önemli iki ülke olmuştur. Ne ilginçtir ki tarihte, her iki ülke de neredeyse eşzamanlı olarak, 18. ve 19. yüzyıllarda büyüklüklerini ve etkilerini kaybetmeye başladılar. O nedenle her iki ülke de benzer deneyimlerden geçti. İki halk olarak ortak tarihimizin hatırasını koruyoruz. Bugün iki ülke de Avrupa’nın sınırlarında konumlanıyor. İkimiz de NATO üyesiyiz; dolayısıyla müttefikiz. Ortak tarihimiz ve ortak tecrübelerimiz bugün Polonya’yla Türkiye’nin işbirliğinin kolaylaşmasını sağlıyor. Sizin İstanbul ve Ankara’daki görevleriniz sırasında sanat ve kültür etkinliklerine çok önem verdiğinizi biliyorum. Bize biraz bu etkinliklerden söz edebilir misiniz? M.W. Hem karşılıklı ilişkilerin güçlendirilmesi hem de karşılıklı olarak bilgi akışını sağlamak, hatta kültür etkinlikleri düzenlemek bir büyükelçinin en önemli görevlerinden sayılır. O yüzden misyonum sırasında mümkün olduğunca en geniş çapta kültür etkinlikleri organize etmeye çalıştım. Bunların amacı burada Polonya’yı tanıtmaktır. Bu etkinlikleri Ankara ve İstanbul dışındaki kentlerde de yapmaya çalıştık. Antalya, Konya, Mersin gibi kentlere müzik gruplarımızı taşıdık. Sinema ve tiyatro da çok önemli. Geçen yıl Başkent Üniversitesi’yle ortaklaşa piyano yarışması düzenledik. Şu anda Ankara’da bir karikatür sergisi açtık. Serginin konusu AB’ye Polonyalı karikatüristlerin eleştirel bakışları. Serginin açılışında Türk konukların karikatürlere bakıp gülmeleri ortak duygularımızın da açığa çıkmasını sağladı. Bu sergileri sürdürmeyi planlıyoruz. Ayrıca Polonya’nın Ankara’nın merkezinde bu kadar güzel bir büyükelçilik binasına sahip olması bizim için bir ayrıcalık. Burası Polonya’nın ilk büyükelçilik binası. Arazinin bir parçasını Atatürk hediye etti. Öbür parseli satın aldık. Bu Kuğulu Park’ın bir parçasıydı. 1980’lerde onu Büyükşehir Belediyesi’ne verdik. Belediye Polonya Caddesi’ni yaptı. Polonya AB’ye tam üyelik aşamasında ciddi sıkıntılar yaşadı. Türkiye’nin de AB’ye tam üyelik müzakerelerinde benzer sıkıntılar var. Polonya’nın deneyiminden yola çıkarak bir kıyaslama yapabilir misiniz? M.W. İki ülkenin deneyimlerini karşılaştırmak biraz zor. AB, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan bir örgüt. AB’ye girmek bizim için çok başka bir anlam taşıyordu. Halkımız AB’ye tam üyeliği, ülkenin bin yıllık tarihinde Avrupa’daki hak ettiği yere geri dönmesi olarak algıladı. Üstelik AB üyeliği Polonya’daki biri hariç tüm siyasi partilerin ortak hedefi oldu. Aynı durum kamuoyu için de geçerliydi. Üyelik süreci Ankara’ya yarar H A SÖYLEŞİ P O R T R E MARCIN WILCZEK Varşova, 1967 doğumlu. Uygulamalı Dil Bilim Enstitüsü ve Varşova Üniversitesi Kamu Yönetimi Yüksekokulu’nu bitirdi. Gittiği ilk yabancı ülke Türkiye oldu. 10 yaşındayken babası Polonya Havayolları’nın Türkiye Temsilciliği görevine getirildi. Ailesiyle birlikte 197781 yılları arasında Nişantaşı’nda oturdu. Polonya Devleti’nin resmi temsilcisi olarak Türkiye’de yedi yıldır görev yapıyor. 2005’te İstanbul’a Başkonsolos olarak atandı. Bu konuda Türkçe, “Gençlik şehrime dönüş yaptığımı düşündüm” diyor. Üç yıl süren bu görevinden sonra 2008’den beri Polonya’nın Ankara Büyükelçisi. LEYLA TAVŞANOĞLU er genişleme süreci farklı olmuştur. Bu süreçlerde AB yeni yeni şeyler öğrenmiştir. Daha çok ders çalışması gerekiyor. B hiçbir zaman kusursuz çalışan bir örgüt olmamıştır. Zaman içinde düzeltilmesi ya da değiştirilmesi gereken noktalar ortaya çıkabilir. Brüksel ‘denemeyanılma’ yöntemiyle öğreniyor Her şeye rağmen AB’nin çok başarılı bir proje olduğunu unutmamalıyız. Çünkü AB sayesinde 20. yüzyılda Avrupa’da başlayıp dünyaya sıçrayan iki büyük savaşı bir daha yaşamadık Türkiye’de zaman içinde AB’ye destek giderek azaldığına göre, Polonya’nın AB üyeliği deneyimi Türkiye’den daha farklı mı oldu? M.W. Türkiye’yle Polonya’nın Avrupa’yla tarihsel ilişkileri çok farklı. Son genişleme sürecinde Polonya kendi grubunda AB’ye tam üye olan en büyük ülkeydi. Türkiye ise Polonya’dan çok daha büyük. 2004’te on ülke AB’ye girdi. Türkiye ise o on ülkenin toplamından daha büyük. Bugün Türkiye’de AB üyeliği konusundaki tartışmalar Polonya’daki bir siyasi partinin AB üyeliğine karşı çıkarken kullandığı söyleme çok benziyor. Ayrıca Polonya medyasında tam üyelik öncesi AB’nin ne anlama geldiğini, kurumlarının nasıl çalıştığını açıklayan programlar yayımlanıyordu. Türkiye’nin AB üyelik macerası çok eski. 1963’lere dayanıyor. Bugün AB çok ciddi ekonomik sıkıntılar içinde ve bir daha ne zaman yeni bir genişleme sürecinin hayata geçeceği bilinmiyor. Siz bu durumda Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği şansını nasıl görüyorsunuz? . Tabii ki 1963’teki AET bugünkü AB’den çok farklıydı. Ayrıca Türkiye’nin üyelik müzakereleri fiili olarak 1963’te değil, 2005 yılında başladı. Hep söylediğim bir söz var. Her yeni genişleme önceki genişlemeden daha değişiktir. Genişleme süreçlerini birbiriyle kıyaslayamayız. AB’nin ilk genişlemeleri daha kolaydı. Polonya’nın AB üyeliğine girmek için kabul ettiği şartlar Türkiye’den farklıdır. Bu, Polonya’dan önce AB üyeliğine kabul edilen için de geçerli olmuştur. Örneğin 2004 genişlemesinde AB üyeliğine alınacak ülkelerin Avro Bölgesi’ne katılmaları ön görüldü. Oysa daha önce AB’ye tam üye olan Danimarka, İngiltere, İsveç gibi ülkelere Avro Bölgesi’ne katılma gibi bir koşul uygulanmadı. Türkiye konusunda şu anda iki tarafın da sorun yaşadığının bilincindeyiz. Kıbrıs sorunuyla ilgili gelişmeleri ilgiyle izliyorum. Kıbrıs’ta iki toplumun arasındaki sorunların giderilmesi ve bir barışa ulaşılması Türkiye’nin AB’yle müzakerelerine katkıda bulunabilir, o dinamik sürdürülebilir, müzakerelerin havasını değiştirebilirdi. AB’ye tam üyelik kriterlerinden birisi, tam üyeliğe alınacak ülkelerin komşuları ve kendi içlerinde sorunları olmamasıdır. Örneğin Slovenya’yla birtakım sınır sorunları yüzünden Hırvatistan’a zorluk çıkarıldığını biliyoruz. Ama Kıbrıs bölünmüş olmasına rağmen Kıbrıs Rum Kesimi’nin adanın tek temsilcisi olarak AB üyeliğine alınması sizce çifte standart değil mi? M.W. Ben de bunu söylemeye çalışıyorum. Her genişleme süreci farklı olmuştur. Her genişlemede AB yeni yeni şeyler öğreniyor. Daha çok ders çalışması gerekiyor. Ayrıca AB’nin kendi içinde ciddi sorunları olduğunu biliyoruz. AB hiçbir zaman kusursuz çalışan bir örgüt olmamıştır. Zaman içinde düzeltilmesi ya da değiştirilmesi gereken noktalar ortaya çıkabilir. Zaten bu vesileyle neler yapılması gerektiğini de görebilmiş oluyoruz. Her şeye rağmen AB’nin çok başarılı bir proje olduğunu unutmamalıyız. Çünkü AB sayesinde son 60 yılda, 20. yüzyılda Avrupa’da başlayıp dünyaya sıçrayan iki büyük savaşı bir daha yaşamadık. O nedenle AB’nin bu başarılarını hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Öte yandan, demin de söylediğim gibi AB’nin düzelmesi gereken birtakım kusurları olabilir. Bu da doğaldır. Herkesin bugün bildiği ve dile getirdiği bir gerçek, Türkiye’nin de AB üyelik sürecinden ciddi biçimde yararlandığıdır. Türkiye AB süreci sayesinde bir hayli yol kat etmiş ve reform yapma açısından büyük gelişme göstermiştir. Öte yandan sıklıkla sorulan soru, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin ne zaman gerçekleşeceğidir. Ama bu süreç içinde AB’nin Türkiye’ye sağladığı yararlar içtenlikle kabul edilmelidir. Türkiye, üye olmaya aday ülkelerin hepsinden daha fazla destek alan bir ülkedir. Türkiye’deki başarılı AB projeleri Türkiye’ye AB fonlarından ne kadar destek yapıldı? M.W. AB’den şimdiye kadar 2 milyar Avro desteği sağlanmıştır. Türkiye’nin her köşesinde, Şanlıurfa’da, Trabzon’da, Mersin’de AB’nin desteklediği pek çok proje var. Pek çok arıtma tesisleri yapılıyor. Polonya ve İspanya’nın ortaklaşa desteklediği hava kirliliğiyle mücadele projesi yürüyor. Bu projeler sayesinde Türkiye’deki yaşam standardı yükseliyor. Başka bir örnek, öğrenci değişimini öngören Erasmus programıdır. Bence Erasmus programı en başarılı olanlardan birisidir. Polonya Türk öğrencilerin en tercih ettikleri ülke olarak ortaya çıkıyor. Aynı şekilde Polonyalı öğrenciler de ikinci ya da üçüncü seçenek olarak Türkiye’yi istiyorlar. Bu, uzun vadeli bir yatırım olarak görülmesi gereken bir proje. Çünkü onun sayesinde gelecekte iki ülkeyi tanıyan, bilen, birbirinin dilini konuşan insanlar yetişecek. İlerleme raporları reformlara yardımcı Türkiye AB ilişkileri son zamanlarda sağırlar diyaloğu haline gelmeye başladı. En son İlerleme Raporu’nda Türkiye’ye başardığı reformlar için övgüler kadar birtakım eksiklikler, antidemokratik uygulamalar nedeniyle eleştiriler de var. Bunun üzerine AB Bakanı Egemen Bağış’ın, “AB Türkiye’ye övgüde cimri, eleştiride cömert davranıyor” demesini nasıl karşıladınız? M.W. Bu haberleri izleyince zamanında Polonya hakkında yazılan raporlara bizim tarafın yaptığı yorumlar, verdiği tepkiler aklıma geldi. İlerleme Raporu AB’ce onaylanan bir belgedir ama aynı zamanda da Türkiye’nin o anki fotoğrafı gibidir. O belgede kaleme alınan eleştirilerin çoğu aslında Türkiye’deki kamuoyu tarafından bilinen gerçeklerdir. Çünkü o konularda Türkiye ve Türk hükümeti çok farklı çalışmalar yürütüyor. Bunun en iyi kanıtı da Türkiye’de yeni bir anayasa için çalışmalara başlanmasıdır. Bu çalışma, bu eleştiriler sayesinde başlatılmıştır bence. Yeni bir anayasayla birlikte tüm hukuk çerçevesi değişecektir. Bu nokta çok önemlidir. Türk halkının hukuk çerçevesinin yeniden tanımlanması gereğini duyduğu açıktır. Yeni anayasa ulusal sözleşme olmalı Yeni bir anayasa Türkiye için yeni bir ulusal sözleşme olarak da algılanabilir mi? M.W. Evet. Tıpkı Rousseau felsefesi... Türkiye’nin bir de boğuştuğu terör belası var. Onlarca yıldır ülkede terörün bir türlü bitmemesini siz nasıl değerlendiriyorsunuz? M.W. Öncelikle son baskınlarda şehit olan askerlerin ailelerine baş sağlığı dilemek istiyorum. Çok trajik bir olay. Devam eden terör konusunda düşüncelerimi belirtmem biraz zor. Polonya olarak terörü kınıyorum ve kesinlikle terör yoluyla hiçbir siyasi hedefe ulaşılamayacağını söylemek istiyorum. Bizim pozisyonumuz budur.Tabii bazı sorunların siyasi çözümleri olabilir. Bunun için de en iyi adres parlamentodur. Aslında bu konuda kesinlikle hiçbir tavsiyede bulunmak istemiyorum. 12 Haziran seçimlerinde parlamentoya seçilen tüm milletvekillerine büyük görev ve sorumluluk düşüyor. Arkalarında toplumsal destek varken anlaşmaya varabilmek önemlidir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle