22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 16 KÜLTÜR CUMHURİYET 4 OCAK 2011 SALI kultur@cumhuriyet.com.tr Oyun Atölyesi, 201011 tiyatro dönemine Kemal Aydoğan’ın yorumladığı ‘Macbeth’ yapımıyla girdi KARŞILAŞMALAR İNCİ ARAL Shakespeare ile hesaplaşmak Karakterler tek boyutta değerlendirilince, ‘şiirli’ anlatım gündelik dile dönüştürülünce, ‘iç hesaplaşma’ sahneleri vurgusuz bırakılınca, geriye ‘Shakespeare trajedisi’ değil, usta işi bir ‘çizgi roman’ kalacaktır... yun Atölyesi, 201011 tiyatro dönemine yönetmen Kemal Aydoğan’ın Shakespeare ile son yıllarda sürdürdüğü hesaplaşmaların bir yenisi olan ‘Macbeth’ yapımıyla girdi. Aydoğan, Shakespeare’in farklı yapıtlarını farklı biçimlerde okumayı seviyor. Onunla her zaman anlaşamıyoruz. Bu kez sevgili Ahmet Cemal’in, Cumhuriyet’teki oyuna ilişkin yazısında (10 Aralık) yer alan ‘Shakespeare’i güncel konum Ay Büyürken… Necati Cumalı’nın, “Yalnız Kadın”daki “Kanarya” adlı öyküsünde, genç bir adam karşı evde oturan kızı daracık odasında uçuşup duran bir kuşa benzetir. Hüzünlere dayalı bir hazla, kızı gizlice izler ve yarattığı bu sevgi nesnesini özgürlüğe kavuşturmak isteğiyle yanar. Bu öykü, yazarın kadına yaklaşımındaki sevecenlik ve esnekliğin küçük bir örneğidir. O, ister geleneksel kavrayışlarla kısıtlanmış, ister “hafif” olsunlar bütün kadın kahramanlarını çok sever, şefkatle ve dokunaklı bir dille anlatır. Cumalı’nın kişileri kendi kabul sınırları içinde yaşarlar ama hayat kural ve tabularla daraldığında ileri atılmaktan da kaçınmazlar. Örneğin erkek, sevdiği kızın kendisini aldattığından kuşkulansa bile yaşadığı mutlulukla yetinmeye çalışır. Yazar, ahlaki yargıların katılığından doğan sevgisizlik ve suçların korkularla nasıl beslendiğini iyilik üzerinden yansıtmıştır. Cinsel içgüdünün bastırılmasının mutsuzluk ve sıkıntıları, Cumalı’nın satır aralarından su gibi akar. En dar ortamda bile cinselliğin hayatı ferahlatan bir olgu olduğunu hatırlarız. Yazar, şairliğinin ince, yoğun üslubuyla küçük bir dokunuşun genç bir kızda yarattığı heyecanları ya da onunla buluşmaya hazırlanan parasız genç adamın paltosunu satışını, okuruna da yaşatır. Evde kalmış kızlar için üzülür. Onların yasakları hınzırca delmelerini, bakışlar, konuşmalar, beden dilinin gizleriyle coşkuyla anlatır. Genç dulların, mutsuz evli kadınların cinselliklerini engel tanımaz bir tutkuyla ve bazen ölümüne yaşamalarını ayıp günah toplumunun yüzüne vurur. Ustanın en önemli yönü, kadın cinselliğini ve arzuyu kutsallaştırarak, kadın şablonlarının pek bol olduğu “erkek edebiyatı”mıza yeni açılımlar getirmesi ve onun yolunda yazmaya başlayan genç kadınlara kendilerini çekinmeden anlatma cesareti vermiş olmasıdır. Yazar, toplumsal konulara önem vermekle birlikte kaba bir toplumcu gerçekçilik çizgisine hiç düşmemiştir. Köy edebiyatı kalıplarına yüz vermeyişi, köylüyü kusur, zaaf ve erdemlerini abartmadan yazması, Cumalı’yı özgün kılmış, yazarlığının estetik düzeyi ise adını parlak bir çizgiye taşımıştır. Cinsellik, toplumsal edebiyatın ihmal ettiği bir konuydu. Cumalı, bu gizli ama alttan akan gerçeği yadsımak yerine eğilmeyi ve doğru gözlemlerle işlemeyi seçmiştir. Bir dönem Ege’de avukatlık yapmış olması ise Cumalı’ya sayısız malzeme sağlamış olmalı. Zinalar, kadının istemediği evliliklere isyanı, kocasını bırakıp kaçması, yasak ilişkilerle kusurlu düşmesi gibi konuları, kadının özgürleşmesi ve maço erkek imgesini yıkmaktaki özlemini yansıtır. “Öte yandan kadını anlatırken erkek yalnızlığı ve çaresizliğine ışık tutmayı da ihmal etmemiştir. “Ay Büyürken Uyuyamam”da, çocuklarını ve kendisini genç bir ırgat uğruna terk eden karısını birkaç ay sonra geri almaya giden adam, “Pişman olduğunu söyle yeter” der ama kadın ısrarlara karşın, “Pişman değilim” demekten vazgeçmez. “Uzun Bir Gece” de yine bu bağlamda edebiyatımızın en güzel, en dokunaklı öykülerinden biridir. Boş Beşik ve Zeliş’ten sonra, seksenli yıllarda, yazarın öykülerinden bir dizi kadın filmi yapıldı. Mine, Adı Vasfiye ve Dul Bir Kadın, namus cinayetleri işlenen bu toplumda tartışmalar ve önemli algı değişimleri yarattı. Necati Cumalı’yı kaybedeli tam on yıl oldu. Büyük ustanın kitaplarını yeniden okumanızı diliyor ve onu sevgiyle, saygıyla anıyorum. aralinaral@gmail.com O da değerlendirme’ tartışmasıyla da pek uzlaşamadım. Shakespeare’in ‘güncelleştirme’ gerektirdiğini sanmıyorum. 1990 yılında, bir radyo konuşmasında, Shakespeare’in düşüncelerinin, sanki 20. yüzyılda oluşmuşçasına taze olduğunu, insanoğlunun dünyaya ve evrene egemen olma tutkusu süreceğine göre, büyük ozanın 21. yüzyılda da güncel kalacağını vurgulamışım: “Shakespeare oyunları toplumsal ve evrensel düzenin bozulduğu her tarih sel dönem içinde geçerlidir. İnsanın, yok etme gücünü, kendisinden büyük güçler karşısında sınayarak toplumu ve evreni denetim altına alma tutkusu hep ön düzeydedir çünkü. Kimi Shakespeare trajedilerinde olduğu gibi, insanoğlu bu eylem içinde kendisine sınırsız haklar tanır. Bu yolda ölümü de göze alır ve sıradan insanların ötesine ulaşır. Ne ki toplum ve dünya düzenini, dahası, doğa düzenini de altüst ettiği için sonunda yenik düşer.” ‘Macbeth’te Macbeth’i İlker Aksum, Lady Macbeth’i ise Esra Kızıldoğan canlandırıyor. Kadın Müzesi için geri sayım Sosyolog Meral Akkent, erkek egemen müzelere karşı kadın müzelerinin gerekliliğini anlattı SİBEL ÇORBACIOĞLU ‘Macbeth’ trajedisinin öyküsü de kısaca budur: İnsan yaşamına ilişkin olan, gürültülü patırtılı ama hiçbir anlam taşımayanbir masal… Bir yanıyla, şiddete, vahşete bulanmış insanlık tarihinden ders almayışın neden olduğu toplumsalevrensel yıkımı, öteki yanıyla, tutkular dünyasında ‘insan kalma’nın vazgeçilmez zorunluluğunu dile getirir. Aydoğan’ın ‘Macbeth’ yorumunda ise, ‘insan’ın yarattığı ‘yıkım’ın altı çizilirken, Macbeth ve Lady Macbeth’in ‘insan’ konumları ikincil düzleme atılmaktadır. Sorun buradadır. Shakespeare’in bu ünlü trajedisi, dramatik durumun ‘söz’ ve ‘görüntü’ ile baştan sona denetlendiği, şiirin (şiirin içerdiği derinliğin) karakteri incelikli ayrıntılarla üç boyutluluğa taşıdığı, karakterdeki derinliğin olayları/sahneleri vurucu ve anlamlı kıldığı, bakışımlı ya da koşut düzende konuşlandırılmış ilişki, olay ve söz dizileriyle oyunu baştan sona sarıp sarmalayan bir müzik yapıtı gibi biçimlendirilmiştir. Pek çok ‘solo’ ya da ‘ikili sahne’, bir operanın ünlü aryaları gibi, yapıtın ‘olmazsa olmazı’dır. Karakterler tek boyutta (yalnızca ‘itici’ özellikleriyle) değerlendirilince, ‘şiirli’ anlatım seyirci tarafından daha kolay anlaşılabilsin diye gündelik dile dönüştürülünce, ‘iç hesaplaşma’ sahneleri (kimi ‘arya’lar) vurgusuz bırakılınca, geriye ‘Shakespeare trajedisi’ değil, usta işi bir ‘çizgi roman’ kalacaktır. Anlaşılan, dünya düzeyinde esmekte olan ‘baskı’ ve ‘şiddet’ fırtınasını protesto etmek için yola çıkan yönetmen Kemal Aydoğan’ın seçimi bu yönde olmuştur. Çünkü, değerli genç sanatçılar İlker Aksum (Macbeth) ve Esra Kızıldoğan (Lady Macbeth) da rollerini ‘dıştan bakarak’, sanki bile isteye ‘çizgiromanlaştırarak’ oynamaktadır. Sahnelerin çoğu, genellikle ‘olaylar dizisi’ni göstermekten öteye gitmemekte, bu sahnelerde birkaç kişiyi birden canlandıran oyuncuların kimi zaman nerede ve hangi konumda oldukları (söz gelimi, Macduff’ın İngiltere’de Malcolm ile buluştuğu sahne) anlaşılamamaktadır. Aydoğan’ın, birkaç yıl önceki ‘Othello’ yorumunda, yalnızca ‘arya’ boyutundaki sahneleri ön düzeye çekmesi ya da ‘Shakespeare Müzikali’nde tek bir ‘tirad’ı yine Shakespeare’den dizelerle destekleyerek, renkli bir gösteriye dönüştürmesi, sanatçının ‘deneysel’ yaklaşımının çok olumlu yansımalarıydı. Bu son yapımda durum farklı. Çünkü Shakespeare trajik bir kahraman olan Macbeth’in tersine insanlıktan hiç pay almamış ‘kötü adam’ Richard karakterinde, dünyayı kana boyayan erk tutkusunu çok daha netlikle zaten dile getirmiştir. Amaç, ‘şiddet’i kınamaksa, ‘Richard III’, çizgiroman yaklaşımına daha çok yakışırdı… Yorumlama biçimine katılmasam da düzgün bir yapım var karşımızda. Özellikle Bengi Günay’ın dekor ve giysi tasarımı, Tolga Çebi’nin müziği, İrfan Varlı’nın ışık düzeniyle başarıya imza atıyor. Oyunun ‘cadılar’ının ‘güncel olan’a vurgu yapması ise bence gerekmiyor. Farid Farjad Türkiye’ye geliyor Kültür Servisi Dünyanın en ünlü keman virtüözlerinden Farid Farjad, 2011’in ilk konserini 1415 Ocak’ta İstanbul Kültür Üniversitesi Akıngüç Oditoryum ve Sanat Merkezi’nde verecek. Fars (İran) halk müziği hakkındaki birikiminin yanı sıra klasik Batı müziğini de başarıyla yorumlayan ve dünyada “kemanı konuşturan adam” olarak nitelendirilen Farid Farjad, İstanbul Kültür Üniversitesi’nin davetlisi olarak Amerika’dan İstanbul’a gelecek. Fars asıllı sanatçının konser biletleri Biletix’te. C MY B C MY B ünyada 1950’li yıllardan günümüze kadar kurulan 50’den fazla “Kadın Müzesi” bulunuyor. Bu müzeler, kadın tarihine ışık tutmaya ve kadın sanatçıların görünürlüğünü arttırmaya çalışıyor. Türkiye’nin ilk Kadın Müzesi niteliğini taşıyacak “İzmir Kadın Tarihi Müzesi”nin de 2011’in ikinci yarısında açılacağı açıklandı. 1973’ten bu yana, Almanya’da kültürlerarası karşılaştırmalı kadın araştırmaları konusunda çalışan ve 2003’te Bavyera eyaletinin ilk Kadın Müzesi’ni kuran sosyolog Meral Akkent ile dünyada ve Türkiye’de kadın müzelerinin görünürlüğü ve tarihi hakkında konuştuk. Kadın Müzesi’ne neden gerek duyuluyor? “Kadınlar vardır” demek için kadın müzelerine mutlaka gerek var. Kadın tarihini araştırmak, keşfetmek, anlamak ve anlatmak için kadın müzeleri çok önemli mekânlar. Var olan müzelerdeki erkek egemen bakış açısını tartışmaya açmak, müzeleri bu ayrımcı tutumları konusunda uyarmak ve müze ziyaretçilerini de erkek egemen bakış açısının ne olduğu yönünde aydınlatmak kadın müzelerinin çok önemli işlevlerinden biri. Kadın müzeleri ile geleneksel müzeler arasındaki farklar neler? Sanat müzelerinde sanat, erkek sanatçılar tarafından temsil edilir. Londra’daki National Gallery’de 2 bin 300 tablonun yalnızca 4’ü kadın sanatçıların imzasını taşıyor. Koleksiyonunda 35 bin tablosu olan Louvre’da birçok nü kadın resmi olmasına karşın, bir tek kadın ressamın bile yapıtı yok. Dünya müzelerinde sergilenen sanat ya D Türkiye’de kendisine Kadın Müzesi adını vermeyen, kendisini kadın müzesi olarak tanımlamayan ama kadın belleği oluşturma işlevi olan bazı müzeler var. Örneğin, İstanbul’da 1954’te Selimiye Kışlası’nda açılan “Florence Nightingale Müzesi”, 2008’de Ödemiş Belediyesi’nin, halk türküleri sanatçısı Bedia Akartürk’ün önerisiyle açtığı “Bedia Akartürk Müzesi” ve İstanbul’da Mayıs 2010’da İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın binasında Leyla Gencer’in vasiyetiyle açılan “Leyla Gencer Anı Evi”. Bu müzeler, İzmir’de açılması planlanan müzenin ilk Kadın Müzesi olma unvanını Meral Akkent elinden almıyor. Türkiye’de çeşitli profillerde kadın müzelerinin ortaya çıkması kaçınılmaz bir gelişme olacaktır. 2011’in ikinci yarısında Türkiye’de Kadın Müzesi kurmak açılacak İzmir Kadın Tarihi adına atılmış adımlar var mı? Neden soMüzesi, Türkiye’nin ilk kadın nuç alınamıyor? müzesi olacak. Akkent’e göre, Dünyadaki kadın müzelerinin çoğunluğu geleneksel müzelerde “cinsiyet oldukça uzun bir hazırlık döneminden sonadaleti” yok. Koleksiyonunda 35 ra ortaya çıkmış kurumlar. Kadın müzeleri muhalif kültür kurumları olarak, var bin tablo bulunan Louvre’da, olan müzelere alternatif olmak ve onları dekadın ressamlardan bir tek resim ğişime zorlamak istiyor. Muhalif bir kültür bulunmuyor. kurumunun ise madddi ve manevi destek bulmak, toplumda kendine yer edinmek için pıtlarının yalnızca yüzde 4’ü kadın sanat uzun bir zamana gereksinimi var. ODTÜ Kadın Çalışmaları Ana Bilim çılara ait. Demek ki en büyük fark, geleneksel mü Dalı Başkanı Prof. Dr. Yıldız Ecevit’in zelerde cinsiyet adaletinin olmaması. Kadın kadın emeği konusunu tartışacak, femimüzeleri, geleneksel müzelerdeki koleksi nist aktivist Nakiye Boran’ın kadın sayon politikasına ve müzelerin sergilemele natçılara su yoluyla sınırlar aştıracak, İsrinde görülen yorumlara karşı bir tepki ola tanbul Kadın ve Kültür Vakfı’nın İstanrak ortaya çıkan alternatif, yani “düzeltici” bul kadın tarihini keşfettirecek müze hayalleri var. Hayaller somut projelerin orkurumlardır. İzmir’de açılacak Kadın Tarihi Mü taya çıkması için çok önemli. Tek tek kizesi’ni, Türkiye’nin ilk Kadın Müzesi ola şilerin ya da küçük grupların bu projeleri zaman içinde mutlaka gerçekleşecek. rak nitelemek mümkün mü? ANTALYA KARİKATÜR YARIŞMASI Deniz Som adına özel ödül Kültür Servisi Antalya Büyükşehir Belediyesi bu yıl ilki düzenlenecek Ulusal Antalya Karikatür Yarışması’na imza atıyor. Bu yılki konusu “Turizm” olarak belirlenen yarışmaya son katılım tarihi 10 Mart. Karikatüristler Ercan Akyol, Ferit Avcı, Cihan Demirci, Kamil Masaracı, İbrahim Tapa’dan oluşan seçici kurul, yarışmanın sonuçlarını 12 Mart’ta açıklayacak, ödül töreni ise 19 Mart’ta gerçekleşecek. Yarışma kapsamında yakın zamanda yitirdiğimiz gazetemiz yazarı Deniz Som adına konan “Deniz Som Özel Ödülleri” de sahiplerini bulacak. Her yarışmacının en fazla bir karikatürle katılabileceği yarışmaya gönderilen karikatürlerin daha önce başka bir yarışmada ödül almamış olması gerekiyor, ama yayımlanmamış olması şartı aranmıyor. Gönderilen karikatürlerden jürinin seçtiği eserlerin yarışma sonunda sergileneceği yarışmaya başvurular posta yoluyla ‘Antalya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı, Sakıp Sabancı Bulvarı Atatürk Parkı İçi’ adresine yapılabilecek. Ayrıntılı bilgi için: www.antalya.bel.tr K A M İ L M A S A R A C I Ç İ Z İ K K Ü L T Ü R
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle