23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 OCAK 2011 ÇARŞAMBA KÜLTÜR CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr 17 Yıllardır solo resital vermeyen ünlü piyanist Martha Argerich bir konser için İstanbul’daydı DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Bir kuyrukluyıldız... eçen hafta Boğaziçi Üniversitesi’nde iki gece art arda çağımızın en büyük piyanistlerinden Martha Argerich’i ağırladık. Gerçekten tarihi bir olay yaşadık. Tekniği, müzikalitesi, yapıtlara egemenliği, güçlü kişiliği, disiplini, 70 yaşına karşın bir çocuk gibi öğrenme merakı, onu ayrıcalıklı kılıyor. Argerich yıllardır solo resital vermiyor. Oda müziği yapmaya bayılıyor. Yeni yeteneklerle, saygı duyduğu çok ünlülerle veya eski dostlarıyla çalıyor. Oda müziğinde her çalgının solist olduğu pasajlarda saygıyla, harika bir eşlikçi rolü üstleniyor, kendi sololarında parlak piyanistliğini sergiliyor, diğerleriyle tekrar kaynaştığında liderliğini kullanarak son derece estetik bir bütünlük sağlıyor. Cenevre’den eski dostları Ayla Erduran, Ayla’nın öğrencisi ve sonradan Cenevre Konservatuvarı’nın öğretim üyesi olan kemancı Ömer Sipahi, yine Ayla’nın öğrencisi olan, Martha’nın kızı viyolacı Lyda Chen ve son yılların parlayan çellistlerinden Jing Zhao oda müziğinin üyeleriydi. Martha programın başından sonuna, her yapıtta piyanosunda yer aldı. Çellist Jing Zhao, Franck’ın sonatını ve Chopin’in çellopiyano için yazdığı “Parlak Polonez”ini romantizmin derin tutkusuyla, çalgısıyla tümleşerek seslendirdi; Martha’dan büyük övgüler aldı. Önümüzdeki yıllarda onların bir arada kayıt yaptığını görürsek, bu birleşmeyi İstanbul’daki konserin tetiklediğini anımsayacağız. Ömer Sipahi, saygılı bir oda müzikçisi. Bilge kişiliğiy ‘Düşkaçıran’ Usta öykücümüz Cemil Kavukçu’nun yeni kitabının adı “Düşkaçıran”. 90’lı yıllardan günümüze yayımlanan her yeni kitabıyla okurların gönlünde taht kuran yazarımız, efsane eleştirmen Fethi Naci’nin dediği gibi, “Elini neye değdirse öykü oluyor, tam bir anlatı ustası.” Onu bu denli okurla yakın kılan öğelerin başında, sıradan insanların sıradan yaşamlarındaki küçük olaylardan zengin dünyalar yaratabilmesi geliyor. Ayrıntılarla, benzersiz bir dille oluşturulan her öykü, kendi özgün anlatısını yaratıyor. Sait Faik’i andıran duyarlığın sıcaklığı, okuru da neredeyse öykünün bir parçası kılıyor. Bu nedenle dışardan bir gözle okunabilecek bir yazar değil Cemil Kavukçu. Okurunu kendi dünyasına çeken, o dünyanın parçası kılan bir yazar. “Düşkaçıran”daki öyküler, yazarın tanıdığımız dünyasının yeni ürünleri gibi gelse de, gerçeküstü öğelerin öne çıkışıyla öteki kitaplarından ayrılan farklı bir çizgiye yönelmiş görünüyor. Kitaptaki öyküler, sanki bu eğilimi daha belirgin kılmak istercesine üç kümede toplanmış: “Kaçan”, “Kovalayan”, “Yakalanan”. Bu bölüm başlıkları öykülerin ruh halini yansıtıyor gibi. Gerçeküstü öğelerin yaşamlarına karıştığı öykü kahramanları tedirginlik içindeler. Sıradan hayatlarının olağanlığı, yine sıradanmış gibi görünen olağandışı olay ve olguların karışmasıyla sarsılıyor. Halkımızın kendi arasında söyleşirken, sıradan hayatlarını renklendirmek için kendilerinin de inanarak anlattıkları olağandışı öyküler vardır. Avcı hikâyeleri, ıssız yerlerde, ormanlarda, mağaralarda yalnız dolaşılırken başa gelen sıra dışı olaylar, bilinmedik varlıklarla karşılaşmalar vb... Sanki Cemil Kavukçu da, öykülerinde bu damarı işleyerek günlük hayatın içinde aslında farkında olsak da, olmasak da bir arada bulunan olağan dışılıklara yönelmiş. Belki de bu anlatım biçimi, bize günümüz dünyasının gerçeğini daha derinden kavramamızı sağlayacak yeni bir yöntemdir. Gerçekten de, okuduğum öyküler beni kitaptaki olayların bir anlamda çok uzağına sürükledi. Öyküleri unutamasam da, onların dünyasından uzaklaşıp toplumca içinde yaşadığımız güncel “olağandışılıklar”ı düşünmeye başladım. Bende her gün gerçek olmayan başka bir dünyada yaşıyormuşum duygusu uyandıran bir basın dünyamız var sözgelimi. Sabahları okuduğum gazeteler, akşamları izlediğim televizyon kanalları, bana sürekli, “Hangi ülkede yaşıyorum, bu konuşan insanlar nereli, gerçekler nasıl bu denli tersyüz edilebilir” sorularını sorduruyor. Askerliğimi yaptığım yerde, Bitlis’in Mutki ilçesinden gelmiş, hiç Türkçe bilmeyen, okuması yazması olmayan, daha önce köyünden çıkmamış bir er vardı. Televizyonda ilk kez bir çizgi film görünce arkadaşlarına, “Bu insanlar nerede yaşıyor” diye sormuş. Ben de televizyon ekranlarında konuşanlara baktıkça aynı soruyu sormaktan kendimi alamıyorum: “Bu insanlar nerede yaşıyor? Ülkemiz, insanımız nereye gitti?” Bir ülkenin “gazeteci”, “yazar”, “aydın” denilen insanları, nasıl böyle gerçeküstü varlıklar olabilirler; günlük gerçekler, ağızlarında nasıl bu denli gerçeküstüne dönüşebilir diye şaşarak, kara bir kâbus görüyormuş gibi izliyorum. Ülkemizin, insanımızın var olan yaşama kültürünü, geleneklerini değiştirmek isteyen, “düşkaçıran”larla karşı karşıyayız. Bu kara kâbustan sağ salim uyanıp uyanamayacağımızı gelecek günler gösterecek. Yazarımızın bir öyküsünün adı gibi, bir “Büyübozan”a gereksinim var. Ancak toplumsal tarih, halk dediğimiz o kutsal gücün iradesiyle yazılıyor. Büyük önderin dediği gibi, “halkı kurtaracak olan yine milletin azim ve kararlılığıdır”. turgay@fisekci.com G Argerich’i dinlerken bir biçem özgünlüğü ne demek, bunu anlıyorsunuz. Kendi tuşesini nasıl kontrol ediyorsa çevresindeki de öylesine sahip. Besteciyle öylesine tümleşmiş ki sanki notalar olmasa da onun basacağı tuşlarda yine o besteci tınlayacak. ateşli coşkusunu her zamanki gibi kendine özgü güçlü tamperamanıyla birleştirdi. ARTHA ARGERICH’İN GÜÇLÜ KİŞİLİĞİ Martha Argerich’i, o efsaneyi yakından tanımak başlı başına bir olaydı. Yapıt biter bitmez, son akoru bastığı anda büyük bir enerjiyle ayağa fırlıyor ve sadece birkaç dakika içinde bir yandan selam veriyor, bir yandan sahne arkadaşlarına yorum hakkındaki izlenimlerini anlatıyor. Konser bittikten sonra imza almak, onunla resim çektirmek için odasına doluşanları nezaketle karşılıyor, beden olarak herkesin karşısında. Ancak ruh olarak bir başka gezegende. Onun gezegeninden bizimkine M le topluluğa uyum sağladı. Lyda Chen, böylesi ünlü bir annenin kızı olmanın kolaylığı kadar zorluğunu da yaşıyordur mutlaka. Müzik disiplinini, müziğe saygıyı küçük yaştan beri tanımış. Özellikle ikinci gecede Schumann’ın “Masal Resimleri”ni viyolasının güzel tonunda duyarlılıkla seslendirdi. Ayla Erduran, Schumann’ın Beşli’sinde birinci kemanı çalıyordu. Rus ekolünün gelmesi bir saat kadar bir süre alıyor. Biraz dinlendikten sonra büyük bir enerjiyle yönelttiği ilk soru, “Bu gece salonda çalışabilir miyim” oluyor. Geceleri geç saate, neredeyse gün ağarana dek çalışmaya bayılıyor. Dışarda el ayak çekildiğinde piyanosuyla baş başa kalmaya, onu dinleyen, onunla konuşmaya çalışan kimsenin olmadığı anları seviyor. Ve karanlığın içinde kampusun ortasında piyano bir orkestra oluyor yeri göğü dolduruyor. Yarınki konser için mi çalışıyor, hayır. Gelecek hafta, kendi keşfettiği harika çocuklardan, kemancı Géza HosszuLegocky (1985) ile birlikte Lyon’da vereceği resitale mi çalışıyor, hayır. Ancak, 9 Şubat’ta Luzern’de Misha Maisky ile çalacağı Rus besteci Shchedrin’in (Şedrin) ikili konçertosunda aklı. Bestecinin onlara adadığı konçertonun son derece zor olduğunu söylüyor. Kendisi de harika bir piyanist Şedrin’in, acaba piyano partisini neden bu denli zor yazmış, diye şaşıyor. Boğaziçi konserinin provaları sırasında da diğer üyeler kendi aralarında bir şeyler konuşmaya başladığında o hiç zaman yitirmiyor: Derhal Şedrin’in zor pasajlarını çalışmaya koyuluyor. Argerich’i dinlerken bir biçem özgünlüğü ne demek, bunu anlıyorsunuz. Kendi tuşesini nasıl kontrol ediyorsa çevresindeki de öylesine sahip. Besteciyle öylesine tümleşmiş ki sanki notalar olmasa da onun basacağı tuşlarda yine o besteci tınlayacak. Konserde seslendirilen Beethoven, Chopin, Franck ve Schumann, her birisi kendi dönemi, kendi dili, kendi bireyselliği içinde Martha’nın parmaklarında denetim altındaydı. Dürüstlük, onu tanımlamak için kullanabileceğimiz bir başka sözcük: Müziğe, kendine ve çevresine karşı net, dobra ve dürüst. Her şeyi denetliyordu; çevresindeki yorumcularla bir bütün oluşturmayı, biçeme bağlı kalmayı, ortamı, yerçekimini, her şeyi... Martha Argerich bir kuyruklu yıldız olarak İstanbul’un üstünden gelip geçti. evini@boun.edu.tr ‘ZORAKİ KRAL’ 83. OSCAR ÖDÜLLERİ’NE 12 DALDA ADAY Kültür Servisi Bu yıl 83. kez düzenlenecek olan sinema dünyasının en prestijli ödülü Oscar’ın adayları dün açıklandı. Türkiye’de henüz gösterime girmeyen “Zoraki Kral” (King’s Speech) 12 dalda aday gösterilerek en fazla adaylığı olan film oldu. Coen kardeşlerin “True Grit” filmi 10 dalda adaylıkla “Zoraki Kral”ı takip ederken “Sosyal Ağ” (Social Network) ve “Başlangıç” (Inception) filmleri sekiz dalda adaylıkla “True Grit”in hemen ardında yer alıyor. 10 filmin yer aldığı “En İyi Film” kategorisindeki adaylar arasında ise “Zoraki Kral”a “Başlangıç” ve “Sosyal Ağ”ın yanı sıra “Siyah Kuğu” (Black Swan) da eşlik ediyor. “En İyi Erkek Oyuncu” adayları arasında ise “Zoraki Kral”daki rolüyle Colin Firth ve “Biutiful”daki rolüyle Javier Bardem yer alırken “En iyi Kadın Oyuncu” adayları arasında da beklenildiği gibi “Siyah Kuğu”daki rolüyle Natalie Portman bulunuyor. Ödüller Hollywood Kodak Tiyatrosu’nda 27 Şubat’ta düzenlenecek törenle açıklanacak. Başlıca adaylıklar ise şöyle: En İyi Film: The Social Network, Black Swan, The King’s Speech, The Fighter, Inception, The Kids are All Right, 127 Hours, Toy Story 3, True Grit, Winter’s Bone En İyi Yönetmen: Darren Aronofsky, David O. Russell, Tom Hooper, David Fincher, Coen kardeşler En İyi Kadın Oyuncu: Annette Bening “The Kids Are All Right”, Nicole Kidman “Rabbit Hole”, Jennifer Lawrence “Winter’s Bone”, Natalie Portman “Black Swan”, Michelle Williams “Blue En İyi Erkek Oyuncu: avier Bardem “Biutiful” , Jeff Bridges “True Grit”, Colin Firth “The King’s Speech”, Jesse Eisenberg “The Social Network”, James Franco “127 Hours” J Valentine” En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christian Bale “The Fighter”, John Hawkes “Winter’s Bone”, Jeremy Renner “The Town”, Mark Ruffalo “The Kids Are All Right”, Geoffrey Rush “The King’s Speech” En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Amy Adams “The Fighter”, Helena Bonham Carter “The King’s Speech”, Melissa Leo “The Fighter”, Hailee Steinfeld “True Grit”, Jacki Weaver “Animal Kingdom” En İyi Animasyon: How to Train Your Dragon Chris Sanders and Dean DeBlois , The Illusionist Sylvain Chomet, Toy Story 3 Lee Unkrich En İyi Görüntü Yönetmeni: Black Swan Matthew Libatique, Inception Wally Pfister, The King’s Speech Danny Cohen, The Social Network Jeff Cronenweth, True Grit Roger Deakins En İyi Orijinal Senaryo: Another Year: Mike Leigh, The Fighter: Scott Silver, Paul Tamasy, Eric Johnson, Inception: Christopher Nolan, The Kids Are All Right: Lisa Cholodenko, Stuart Blumberg The King’s Speech: David Seidler En İyi Uyarlama Senaryo: 127 Hours (2010): Danny Boyle, Simon Beaufoy, Toy Story 3 (2010): Michael Arndt, John Lasseter, Andrew Stanton, Lee Unkrich, True Grit (2010): Joel Coen, Ethan Coen, Winter’s Bone (2010): Debra Granik, Anne Rosellini En İyi Belgesel: Exit through the Gift Shop, Gasland, Inside Job, Restrepo, Waste Land En İyi Sanat Yönetimi: Alice in Wonderland, Robert Stromberg, Karen O’Hara , Harry Potter and the Deathly Hallows Part 1, Stuart Craig, Stephenie McMillan, Inception, Guy Hendrix Dyas, Larry Dias ve Doug Mowat, The King’s Speech, Eve Stewart, Judy Farr, True Grit, Jess Gonchor, Nancy Haigh En İyi Kurgu: Black Swan, Andrew Weisblum, The Fighter, Pamela Martin, The King’s Speech, Tariq Anwar, 127 Hours, Jon Harris, The Social Network, Angus Wall ve Kirk Baxter Yabancı Dilde En İyi Film: Biutiful, Dogtooth, In a Better World, Inofndie, Outside The Law “Zoraki Kral” (King’s Speech) ‘Kral’ tam 12’den vurdu C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle