25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 OCAK 2011 CUMARTESİ CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 Önce SHP’li bakanlardan, sonraları DYP’li hükümet üyelerinden Çiller ile ilgili öyküler gelmeye başladı Hükümette Çiller sorunu baktım. Sürekli gülmesi, cinselliğini ortaya çıkaran hareketleri, kimi tutarsız sözleri... Ve, çevresini kırıp geçiren, aşağılayıcı sert davranışları ile tutarsızlığını sergileyen olaylar... Demirel hükümeti kurulduktan kısa bir süre sonra, önce koalisyon ortağı SHP’li bakanlardan, sonraları DYP’li hükümet üyelerinden Çiller’in gerçek yüzünü betimleyen öyküler gelmeye başladı. Öyle öyküler ki, yazılması bile utandırıcı. Başbakan Demirel’in, ‘partiye yeni ve genç bir çehre kazandırma uğruna’ partiye alıp önce milletvekili, sonra bakan yaptığı Tansu Çiller’den ‘memnun olmadığı’ da gelen haberler arasındaydı. Birkaç kez, çevresindeki bürokratlara, hükümete ters düşen kimi hareketlerine değinerek Demirel’e ‘bu kadından kurtulmasını salık veren’ konuşmalar yaptım. Çiller’i onaylamadığı ve ilk fırsatta kurtulmaya çalıştığı söylenebilirdi. Her seferinde bana “Çaresine bakacağım” diyordu. Geçimsiz ve sürekli kavgacı tutumuyla, gün gelecek basının diline düşecekti. Ocak 1993 ortalarında basın Çiller’den söz etmeye başladı. Çiller, bakanlığına bağlı üç kurumun başındaki kişilerle uğraşıyor, değiştirmek istiyordu. İlk isim, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı Tevfik Altınok’tu. Altınok, özel sektörde önemli yeri olan bir isimdi. Demirel, hükümeti kurarken öncelikle ekonomiye ağırlık vermeye özen gösterdiği için Altınok’u adeta özel sektördeki görevinden ‘söküp aldı’ ve Hazine’nin başına getirdi. Demirel’in ısrarı olmasaydı, Altınok’un Ankara’da yeniden bürokratlığa soyunması söz konusu bile değildi. Elbette, Altınok gibi isimler, ne yaptığı ya da ne yapacağı belli olmayan bir bakanın buyruğunda olamazlardı ve böyle bir bakanın her dediğini yerine getirmeyi akıllarından bile geçirmezlerdi. HAYAL ve GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR Güzel Bir İstanbul Filmi S iyasete girdiği ilk günden itibaren Tansu Çiller’e kuşkuyla sine karşı çıktı. Başbakan’la görüştü ve borsanın kurulmasını engelledi. Tansu Çiller ayaklandı. Her iki bürokratın ‘siyasi iradeye karşı geldiklerini’ söylüyordu. Tansu Çiller, ekonomiden sorumlu bakandı ve ekonomiyi bilen yegâne isim sayıyordu ya kendisini; Altınok’un gerçeklere dayanan politikalarını asla kabullenemiyordu. Dediği yapılmalıydı. Altınok da yanlış olanı yapmamakta direniyordu. İkinci isim, Merkez Bankası Başkanı Rüşdü Saraçoğlu idi. Çiller’in altın borsası kurulması öneriÜçüncü isim, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanı Orhan Güvenen idi. Onu da istemiyordu Çiller. Nedeni ise basitti: DİE’nin her ayın 4. günü ilan ettiği enflasyon yüzdelerinin önce kendisine verilmesini istiyordu Çiller. Yasa vardı; yasaya göre, oranları kimseye göstermeden ilan etmekle yükümlüydü DİE. Çiller diretiyor Öneriye karşı çıktı “Hayır!” diye ayaklarını yere vuruyordu Çiller: “Hayır, önce bana verilecek”. Verilmedi. Çiller bu üç bürokratla çalışamayacağını ilan etti. Başbakanlık’ta yaprak kımıldamadı. Zira, Başbakan Demirel, hükümete geldikten sonra ‘görevlerini başarıyla yürüten hiçbir bürokrata dokunmamış’, üstelik bu bürokratların Özal’ın adamı oldukları için görevden alınmasını isteyen baskılara karşı durmuştu. Birkaç kez Çiller’i istifa noktasına getirdi Demirel. Hem de hükümet toplantılarında. Ama Çiller, Demirel’in istifaya yönlendirdiği anlarda gülüyor, anlamazlıktan geliyordu. Örneğin Çiller, hem de Bakanlar Kurulu toplantısında, “Ben ekonomistim. Her zeminde düşündüğüm şeyi söyler ve tartışırım” deyince, Başbakan Demirel’den şöyle bir yanıt almıştı: “Hayır, her zeminde konuşamazsınız. Siz hükümet üyesisiniz, burada tartışırsınız!” Bu sert uyarıdan sonra kimi bakanların dikkatini çeken bir olay oldu: Çiller, hemen dışarı çıktı. İstifasını yazıp geleceğini sanan bakanlar hayretle gördüler ki, yüzü allak bullak dışarı çıkan Çiller; gülen, yüzünde güller açan bir Çiller olarak geri gelmiş, yerine oturmuştu. Kimi bakanlar, örneğin Hikmet Çetin, “Mutluluk hapı mı alıyor acaba?” diye şaka yollu konuşuyordu. Yıllardır konuşulup duran bir konudur, birçok ülkede filmler çeken Amerikan sineması, neden İstanbul’da geçen unutulmaz bir film çekmiyor? Biz niye çekmiyoruz diye sormaktan çok, nedense bunu merak ederiz. Örneğin Mumbai’yi üne kavuşturan Hollywood sineması olmadı, “Slumdog Millionaire” oldu. Ama doğrusunu söylemek gerekirse, dünyanın en büyük sinema endüstrilerinden birine sahip olan Hindistan bile Amerikan sinemasının ilgi alanına pek giremedi bunca yılda. Gerçekten de, “Casablanca”dan tutun “Lost in Translation”a, “Out of Africa”dan tutun “Barcelona Barcelona”ya, “Death in Venice”den tutun da “Roman Holiday”e kadar pek çok film çekildikleri kentlere büyük bir ün kazandırdılar. Birkaç filmde geçiş noktası olma dışında, 1964’te İstanbul’da çekilen bir “Topkapı” filmini hatırlıyorum. Peter Ustinov, Melina Mercouri gibi isimlerin rol aldığı film İstanbul’u ne kadar anlatıyordu o da tartışılır. Değişik bir kentte geçen filmlerin bir kısmı, dönemsel özellikleri, bir kısmı adapte edildikleri kitap nedeniyle, bir kısmı tümüyle egzotik bir etki yaratabilmek için, bir kısmı da doğal plato olarak o kentin etkisinden faydalanmak için yapılıyor. Venedik, Floransa, Salzburg gibi çok özel bir tarihsel dokuya sahip olması, İskoçya veya Kenya gibi çekilen filme uygun doğal platoları olması da önem taşıyor. Peki, bize yakın ülkelerde durum ne diye düşününce, ilk aklıma gelen Yunanistan ve adaları oluyor. En son hatırladığım “Mamma Mia”... Daha eskilerden “Zorba the Greek” ve “Never on Sunday” var. Ve tabii “Captain Corelli’s Mandolin”. Hemen birçokları ABD’deki lobilerden söz edecektir ama pek aynı düşüncede değilim. Çünkü eğer öyle olsa İsrail’de geçen iyi ve ünlü bir film gelirdi aklımıza. Filmin pazarlanacağı yer göz önünde tutulduğunda, genel seyircinin filmin geçtiği yerle en azından bir bağlantısı olması, bir biçimde kendisiyle doğrudan olmasa da kökenleriyle ilişki kurması, o ülkenin diline, müziğine çok yabancı olmaması da önemli... Yani filmin o kentin reklamını yapmasından çok, kentin çok önceden kendi reklamını yapmış olması... ‘Çaresine bakacağım’ O gün... 24 Ocak 1993! ğur Mumcu’yu öldürdüler. Ugittiğimi anımsamıyorum bile.Evine Yıkıldığım gün.. Yıllar geçti. nasıl Şok!. Günlerce, aylarca ve hâlâ yıllardır Uğur’u kimin öldürdüğü araştırılıyor. Fakat doyurucu, inandırıcı bilgi, belge, kanıt hâlâ yok, yok, yok! O sırada Uğur’u İran’dan gelenlerin öldürdüğünü öne süren kimi bilgilerden söz ediliyordu ama… kesin değil bu iddialar.. Şubat ayında kamuoyu beklenmedik bir olayla sarsıldı: ANAP’tan 16 milletvekili istifa etti. İstifalara Özal’ın Genel Başkan Mesut Yılmaz’la anlaşmazlığa düşmesinin neden olduğu ve bir başka gerekçe istifaları Özal’ın kuracağı yeni parti ile ödeştiriliyordu. 14 Şubat’ta Anadolu Ajansı’nın Özal’la ilgili verdiği haber ise kimi varsayımları doğrular nitelikteydi ve şöyle diyordu haber. “Ege’de işadamları toplantısında Özal şöyle dedi: Bu makama geldim.. Bundan sonra, cumhurbaşkanlığını bıraktıktan sonra... herhangi siyasi bir oluşumun başına geçebilirim.” Fakat bu açıklama Özal’ın cumhurbaşkanı iken görevi bırakıp fiili siyasete döneceğini doğrulamıyordu. “Cumhurbaşkanlığı sonrasından” söz ediyordu. Kafalar yine karıştı. Ne var ki Köşk’te Özal’ın çevresinde olanlar, Cumhurbaşkanı’nın görev sırasında ayrılıp fiili siyasete dönmekte kararlı olduğunda ısrar ediyordu. Demirel’in ısrarı Özal’ın ölümünden önce... Mart 1993. Özal’ın ölümünden önceki günler… Güneydoğu kan gölü… Kürt realitesinin açıklanmasından sonra hızlanan gelişmelerde kültürel haklar dayatması sahneye giriyor. O tarihte devlette tedirginlik yaratıyor bu dayatma. Zira kültürel haklar istemini daha başka, daha aşırıya kaçacak isteklerin izleyeceği kaygısı egemen devlete. Örneğin belki otonomi, belki azınlık hakları… Özerklik yoluna çıkan isteklerden söz ediliyor. Nevruz yaklaşıyor. Kaygılı günler. Zira geçen yıl Nevruz kanlı olaylara sahne oldu. Öcalan Talabani ile görüşüyor. O da Cengiz Çandar’a Özal’a iletilmesi kaydıyla bir haber ulaştırıyor: Nevruz’da ateşkes! Öcalan bir basın toplantısında açıklama yapacak; Ankara ve medya bu açıklamayı bekliyor. Öcalan (Apo) ateşkesi açıklarken Ankara’dan da olumlu bir yanıt beklediği medyadaki haber veya yorumlarda yaygın bir kanı. Kaldı ki, filmin geçtiği ülkeden de bir gelir bekleneceği düşünülürse Türkiye’de seyirci sayısı oldukça düşük hâlâ... Peki, bu filmler gerçekten de o kentlere, ülkelere turist gitmesine büyük bir katkı sağlıyor mu? Bazılarının sağladığı kesin. Salzburg’a giderseniz “Sound of Music” filminin geçtiği bu kente neden bu kadar çok ABD’li turist geldiğini anlayabilirsiniz. Yalnızca filmin çekildiği yere düzenlenen turlar, kentin tanıtım broşürleri de sürekli bu filme vurgu yapıyor zaten. Bazı filmler, “Last Tango in Paris”, “Roman Holiday”, “Barcelona Barcelona” gibi doğrudan o kentin adını kullanıyor ve eğer film unutulmazlar arasına girerse, yıllar boyunca, kuşaklar boyunca o kentin gönüllü tanıtımını yapıyor. Ama unutmayalım ki, Roma aslında Fellini’nin filmleriyle ünlüdür. Paris, Fransız sinemasının unutulmaz filmleriyle hatırlanır. New York, Amerikan sinemasıyla dünyanın dört bir yanındaki insanların hiç görmeseler bile zihnine kazınır. Onun için, unutulmaz bir İstanbul filmini önce bizim çekmemiz gerekiyor bence. kursatbasar63@gmail.com Apo’nun ateşkes ilan edeceğine ilişkin haberleri Demirel ve İnönü irdelerken Özal başka bir havadaydı Hastanın tek gözü alındı ‘Ateşkesi ilan etsin, görelim’ azeteci Cengiz Çandar aracılığıyla ÖzalApo arasındaki dolaylı görüşmeleri izledik. Sıra hükümet cephesinde ve siyasal alandaki gelişmeleri izlemeye geldi. Başlayalım: Apo’nun ateşkes ilan edeceğine dair haberler üzerine Başbakan Demirel’le Başbakan Yardımcısı İnönü durumu irdeliyorlar... O sırada Cumhurbaşkanı Özal da ‘ateşkesi ilan etsin, görelim’ havasında. İstihbarat kaynakları Apo’nun, örgütte güven yitirdiği için ateşkes isteyeceği kanısında. Ama yanlış. Oyun başka! Apo, başka havalarda; şayet ateşkes kabul görmezse, ‘barış için elinden geleni yapmasına karşın Türk hükümetinin yanaşmadığını’ dünya kamuoyuna söylemeye hazırlanıyor. Bir çarşamba günü. 17 Mart 1993. Sabah, devleti yönetenlerin ‘ihtiyatlı’ demeçlerini okuyanlar, Apo’nun basın toplantısında söylediklerini de birlikte duyuyorlar. ‘20 Mart’la 15 Nisan arasında ateşkes ilan ediyor’ Apo. Ama, bir koşulu var: “Masaya oturalım.” Demirel ve İnönü, Apo’nun açıklamalarıyla ilgili ayrıntılı bilgi almadan değerlendirme yapmayacaklarını söylüyorlar. İçişleri Bakanı İsmet Sezgin hükümete ortak iki parti liderinden daha sonra gelecek olan açıklamayı önceden özetliyor: “Devlet kimseyle pazarlık yapmaz!” Bir başka söylenmesi gerekeni de açıklıyor Sezgin: “Apo Türkiye’ye geldiğinde tutuklanır. Kendisiyle masaya oturmayız.” Apo’nun elini kolunu sallayarak, sanki onca cana kıyan kendisi ve emrindeki örgüt değilmiş gibi, Türkiye’ye gelmekten söz açması, devlet katında ve halk arasında hiddet uyandırıyor. Daha fol yok yumurta yokken Katarakt ameliyatı dünyasını kararttı İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde katarakt ameliyatı olan 8 kişide oluşan enfeksiyonun ardından, hastaların birçok kez ameliyat edilmesine karşın, birinin gözünün, enfeksiyonun dağılmaması nedeniyle alındığı öğrenildi. Kurumda 10 Ocak tarihinde 8 hasta, Başhekim Yardımcısı Dr. Gökhan Kerci tarafından ameliyat edilmiş, operasyonun ardından hastalarda enfeksiyon belirlenmişti. Kentteki farklı kurumlarda tedavi altına alınan hastalar çok sayıda ameliyat geçirirken, hastalardan Şerafettin Karabük’ün tek gözü, enfeksiyonun gelişmesi nedeniyle alındı. Hastanın yeğeni Selma Karabük “Amcamın morali çok bozuk” dedi. G ‘Öcalan bir işaret mi aldı?‘ genelde gözden cak üzerine varılmayan gerçek şu: İşte, diye sadece pek kaçan, nasılsa olmaya“İstedikleri ateşkes değil; azınlık hakları, yeni bir anayasada Kürtlere ayrı bir yer ve federatif bir devlet!” Aracıların getirdiği haberleri Apo değerlendiriyor: Turgut Özal’ı, “Daha ciddi... Çözüm noktasında daha ağırlıklı görüşler belirten kişi” diye tanımlıyor. Beyrut’ta Apo’nun basın toplantısında bulunan Cumhuriyet’ten Celal Başlangıç’ın bir sorusu, daha sonra açıklanan gerçeklere ışık tutuyor: “Apo, ateşkes çağrısı için Türkiye’den bir işaret mi aldı? Kimden aldı işareti? Turgut Özal’dan mı Süleyman Demirel’den mi?” Demirel’den Apo’ya bir işaret söz konusu değil. Öyleyse Başlangıç’ın sorusu önemli bir ipucu değil mi? “Olağanüstü Hal Kanunu’nun sansürsürgün kararnamelerinin çıkmasına önayak olan Özal’ın hiç mi eleştirilecek yanı yoktu?” sorusuna Apo’nun yanıtı: “Var” diyor, “Mevcut düzenin koordinatörlüğünü yürütüyor Özal.” Bir başka haber: Öcalan, Demirel’e kızgınmış! Yani? Tavşan dağa küsmüş... Arkası malum! Özal’ın federasyon konusundaki yaklaşımını bir tanık doğruluyor: Apo! “...Özal’ın zaman zaman soruna biraz daha yakınlık gösterdiği, çözüme cesaretlenmek istediği, mesela federasyon tartışmasını ortaya attığı dikkate alınmalıdır. Ama ‘İşte önümü kesiyorlar, bu olmasa daha ileri adımlar atarım’ diyor. Özal’a yakınlık bu çerçevededir” diyor. Bakanlık soruşturma başlattı Apo’nun koşulu Başbakan Süleyman Demirel, Abdullah Öcalan’ın ateşkes önerisini değerlendirirken Cumhurbaşkanı Turgut Özal, olaya daha temkinli yaklaşıyordu. ortada, Apo’nun bu sözlerine, Çankaya’dan tepkiler işitiliyor. Özal’ın “Deli mi bu, Türkiye’ye gelmekten falan söz ediyor” dediği duyuluyor. Ana muhalefet lideri Mesut Yılmaz “Devletin kimseyle pazarlığa oturamayacağını” söylüyor. Genelde, ateşkese karşı ‘ihtiyatlı’, ama Apo’ya karşı sert bir hava oluşuyor Ankara’da. Bir çevre dışında: Kürt kökenli milletvekillerinden Ahmet Türk, içinde bulunduğu çevrenin eğilimini yansıtıyor: “Bu fırsat kaçırılmamalı.” Fırsat dediği, ateşkesin kabulü ve masaya oturulup ‘eşkıya başı ile barış konuşmalarına geçilmesi.’ Ve gazetelerde: Apo’nun ateşkesi manşetlerde! Apo’nun basın toplantısında art arda sı raladığı soruları yansıtıyor gazeteler: “Hükümet çözüm istiyor mu, istemiyor mu? Kanı durdurmayı istiyor mu istemiyor mu? Kürt halkının hakkını tanıyacak mı tanımayacak mı? Demokrasi yolunu açacak mı açmayacak mı?” Sanki muzaffer bir komutan! Ankara’daki diplomatların ‘ateşkese olumlu gözle baktıkları’ yazılıyor: Ancak, “Türkiye’nin terörist örgütle masaya oturamayacağını” söylüyorlar. Başbakan Demirel, çevresine; “Bu iş, Apo’nun merhametiyle bitecek iş değil” diyor. Apo ise: “Eğer çağrımız reddedilirse uluslararası alanda Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerindeki baskılar artar. Üzerimizdeki baskılar hafifler. Çünkü, biz ‘siyasi çözüm’ istiyoruz.” Emekleyerek muayeneye gitti Haber Merkezi Adana’da Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne giden yürüme engelli bir kadın, kimse yardım etmeyince merdivende ve koridorda onlarca kişinin arasından emekleyerek muayene olmaya gitti. İddiaya göre yaşlı kadın tekerlekli sandalye için yardım istedi ve hiçbir görevli de duyarlı davranmadı. Olayın medyaya yansıması üzerine Sağlık Bakanlığı konuyla ilgili soruşturma başlattı. Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde engelli ve yaşlı bir kişinin muayene odasına sedye ya da tekerlekli sandalye ile taşınmadığı, bir doktorun müdahalesinin ardından tekerlekli sandalye ile taşındığı yönündeki iddialar anımsatılarak konunun yakından izlendiği belirtildi. ‘Baskılar artar’ Mesut Yılmaz ihtiyatlı YARIN: APO LİDERLERİ DEĞERLENDİRİYOR C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle