20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 20 EYLÜL 2010 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Ülke korku tünelindeMaraş’tan sonra Çorum’da da aynı senaryo oynandı. ‘Bardağı taşıran son damla ise 12 Eylül’den altı gün önce Milli Selamet Partisi’nce düzenlenen Kudüs Mitingi’ydi Darbeye giden yolda mezhep ve ideolojik çatõşmalar da tõrmandõrõlõyordu. Çorum’da 4 Temmuz 1980’de ülkücüler, cuma namazõ çõkõşlarõnda solcularõn Milönü Mahallesi’ndeki bir camiye bomba attõklarõ söylentisi çõkardõ. Camiden çõkanlarõn provoke edilmesiyle galeyana gelen kalabalõk, kolluk kuvvetlerinin denetiminde, Alevilerin yaşadõğõ Milönü Mahallesi’ne doğru yöneldi. Milönü halkõnõn daha önce yaşanan “Maraş Katliamı”ndan sonra tedbirli olmasõ ve solun bu mahallede örgütlü olmasõ, saldõrganlarõn barikatlarla kapaõlan mahalleye girişini engelledi. Saldõrõlar, Milönü Mahallesi dõşõndaki hazõrlõksõz olan mahallelerde can kaybõna daha çok yol açtõ. Sicili bozuk polisler Çorum katliamõndan önce Emniyet Müdürü Hasan Uyar görevinden alõnarak, yerine Tunceli’de birçok katliamda adõ geçen Nail Bozkurt, milli eğitim müdürlüğüne de MHP’nin militanõ olarak tanõnan Fethi Katar getirilmişti. Yine õrkçõlõğõyla bilinen Rafet Üçelli de Çorum Valiliği’ne atanmõş, demokrat olarak bilinen devlet görevlileri Çorum’dan bir bir sürgün edilmişti. Çorum’da artõk MHP’lilere silah ruhsatõ yaygõn biçimde verilmeye başlanmõştõ. MHP’li eski bakan Gün Sazak’õn öldürülmesini provoke eden gruplar tarafõndan 28 Mayõs günü Çorum’un en işlek yerlerinde cadde ve sokaklar “Kana kan, intikam” sloganlarõyla işgal edildi. Kuruköprü, Sigortaevleri, Terlemezevler, Milönü, Kale, Esnafevler, Şenyurt, Bahçelievler, Karşõyaka, Nadõk mahallelerinde saldõrõlar yoğunlaşõrken Ahmetdoğan, Çobandoğan, Savak Yoğunşehit ve Kozluca köylerinde yaşayan Aleviler evlerinden dõşarõ çõkamadõ. Olaylarõn önlenmesi için girişimlerde bulunan Adalet Partisi (AP) il saymanõ Celal Taşçı’nõn evi MHP’lilerce önce bombalandõ ve sonra da yakõldõ. 1 Temmuz 1980 günü, “Ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız” sloganõyla ikinci katliam başlatõldõ. Pek çok semtin telefon şebekeleri kesilerek iletişim engellendi. Bu gelişmeler üzerine valinin sokağa çõkma yasağõ ilan etmesine karşõn ülkücüler ev ve işyerlerini yakmaya devam etti. Cami bombalandı yalanı Çorum Valisi Rafet Üçelli’nin 4 Temmuz sabahõ “bir gün önce” koyduğu sokağa çõkma yasağõnõ kaldõrmasõ olaylarõ tetikledi. Değişik camilerde provokasyon için hazõrlanan ülkücüler, cuma namazõnõn bitiminde camilere girerek “Ey Müslümanlar, solcular-Aleviler Milönü’ndeki Alaaddin Camisi’ne bomba attılar. Cami yanıyor, namaz kılan Müslümanları katlediyorlar” sözleriyle halkõ Alevilere karşõ kõşkõrttõlar. Cuma namazõndan çõkan Çorum’un birçok camisinden çõkan kalabalõk Alevileriin yaşadõğõ Milönü Mahallesi’ne akõn etti. Olaylar öncesinde mahalleden geçen polis panzerinin hedef gözetmeksizin açtõğõ ateş sonucu Hatun Dursun adõnda hamile bir kadõn başõndan vurularak yaşamõnõ yitirdi. Milönü Mahallesi’nde ilk kan aktõğõnda, devletin televizyonu TRT’de de “Çorum’da Alaaddin Camisi’ne patlayıcı madde atılması ve dışarıdan ateş açılması ile olaylar başladı” haberi yayõmlanmaya başladõ. Çorum TRT muhabiri ise böyle bir haber geçmediğini açõklamõştõ. TRT’nin haberiyle Çorum’da katliamõn fitili ateşlenmişti. 27 Mayõs - 5 Temmuz tarihleri arasõnda Çorum’da yapõlan katliamda 57 kişi hayatõnõ kaybetti, 200’den fazla kişi yaralandõ. 300’e yakõn ev ve işyeri ise tahrip edildi. Katliam sonrasõ binlerce aile Çorum’dan göç etmek zorunda kaldõ. Türkiye tank sesiyle uyanıyor 12 Eylül darbesinden 6 gün önce Milli Selamet Partisi tarafından Konya’da düzenlenen “Kudüs Mitingi” de müdahaleye zemin hazırlamıştı. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Haydar Saltık, mitingin darbenin gerekçelerinden biri olduğunu belirttiği basın toplantısında, “Konya mitingi, 12 Eylül’e gelinmesinde bardağı taşıran son damla olmuştur” değerlendirmesini yapmıştı İsrail hükümeti, Kudüs’ü bütün dünyanın tepkisine karşın 23 Temmuz 1980’de “İsrail’in ebedi başkenti” olarak ilan etti. Kararın 30 Temmuz 1980’de İsrail parlamentosu Knesset’te onaylanması üzerine 28 Ağustos 1980’de Türkiye, tepki olarak Kudüs’teki başkonsolosluğu kapatıp İsrail’le ilişkilerini maslahatgüzarlık seviyesine indirdi. Ancak muhafazakâr çevrelerin İsrail’e tepkisi bununla sınırlı kalmayacaktı. Milli Selamet Partisi (MSP) Genel Merkezi, kendisine yakın çevrelerin bu tepkisini dile getirebilmesine olanak sağlamak amacıyla 6 Eylül 1980’de Konya’da “Kudüs’ü Kurtarma Mitingi” düzenlemeye karar verdi. Mitingin Tertip Komitesi’ne Konya Belediye Başkanı MSP’li Mehmet Keçeciler önderlik etmişti. MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın da katıldığı mitinge, Konya ve çevre illerden gelen ve büyük çoğunluğu sarık, cüppe ve şalvar giyen yaklaşık 100 bin kişi katılmıştı. Mitinge katılanlar çevredeki binalara yeşil boyalarla slogan yazmaya başladı. Kızılay Derneği’ne ait olan Dergâh Oteli yetkilileri duvarlarına yazı yazılmasına izin vermeyince, boyunlarına tahta tespihler asmış olan bir başka grup, otelin camlarına taşlarla saldırdı. Kalabalık, daha sonra kent merkezindeki TEKEL bayilerine ve içki satan lokantalara da saldırdı. İstasyon Meydanı’ndan İtfaiye Meydanı’na kadar yaklaşık 7 kilometre yürüyen topluluk burada “Şeriat İslamdır, anayasa Kuran’dır”, “Şeriat hakkımız söke söke alırız”, “Komutan Erbakan akıncı asker”, “Dinsiz devlet yıkılacak elbet” “Yaşasın İslam devleti hakkımız”, “Ya şeriat ya ölüm”, “Tek halife tek devlet”, “Cihadımız devletimizi kuruncaya dek” yazılı pankartlar açtı. İstiklal Marşı protestosu Miting başlarken okunan İstiklal Marşı, topluluk tarafından yuhalandı. Marş okunmaya başlayınca kalabalık yere oturdu, bu sırada da üzerinde “Kelime-i Tevhid” bulunan yeşil bayraklar açıldı. Mitingin tepki toplayacağını bilen Erbakan, mitingin ardından yaptığı “Konya mitingini MSP olarak biz yapmadık. Bütün partilerin sahip çıkması için bir tertip heyeti düzenlendi ve önemine binaen, bütün partileri ve liderleri davet etti” açıklamasıyla sorumluluğu Konya Belediyesi’nin üzerine attı. Ancak dönemin MSP’li Konya Belediye Başkanı Mehmet Keçeciler, mitingin MSP tarafından düzenlendiğini, hatta kendisinin mitingden önce Necmettin Erbakan ve Oğuzhan Asiltürk’le, Ankara’da MSP Genel Merkezi’nde bu mitingi iptal ettirmek için görüştüğünü, iptal ettiremeyince MSP’den istifa ettiğini, fakat bunun da kabul edilmediğini yıllar sonra kamuoyuna açıkladı. Mitingin ardından Konya Cumhuriyet Başsavcılığı, MSP hakkında soruşturma başlattı. 12 Eylül 1980’de Türkiye tank sesleriyle uyandı. TSK, “Emir ve komuta zinciri içinde ve emirle” ülke yönetimine el koydu. Yasama ve yürütme yetkilerini kullanacak bir Milli Güvenlik Konseyi kuruldu. Konsey, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan oluşuyordu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Evren, Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı’nın yanı sıra devlet başkanlığı görevini de üstlendi. 12 Eylül 1980 Cuma günü saat 03.59’da Türkiye radyoları, İstiklal Marşı’nın çalınmasıyla birlikte yayına geçti. Ardından anons yapılmadan Harbiye Marşı çalındı. Marşın bitiminde Genelkurmay ve Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Evren imzasıyla yayımlanan Milli Güvenlik Konseyi’nin bir numaralı bildirisi okunmaya başlandı. Bu bildiriyi yasakları her gün biraz daha pekiştiren bildiriler izledi. Kudüs Mitingi’nde açılan Arapça pankartlardan biri... 12 Eylül bildirisinin radyoda okunduğu saatlerde parti liderlerine de “geçici süreyle ikamet edecekleri” yerler tebliğ edildi. Tebliğde, Adalet Partisi (AP) Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel ile CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in Gelibolu-Hamzakoy, Milli Selamet Partisi (MSP) Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in İzmir-Uzunada’da “geçici süreyle ikamet edecekleri” belirtilerek şöyle deniliyordu: “Yapılan bütün uyarılara rağmen, siyasi partilerin takındıkları uzlaşmaz tutum ve aşırı uçlara sempati gösterilmesi veya destek sağlanması; anarşi, terör ve bölücülüğü büyük boyutlara ulaştırarak ülkemizi parçalanma noktasına getirmiştir… Parlamento ve hükümet feshedilmiş, siyasi faaliyetler durdurulmuştur. Parlamento üyeliği sıfatınız kaldırılmıştır. Hiçbir konuda beyanat vermeye yetkiniz yoktur. Can güvenliğiniz TSK’nin teminatı altındadır. Bu talimat ile belirtilenler dışındaki her türlü tutum ve davranışınız suçtur.” Milli Güvenlik Konseyi, 2 Haziran 1981’de, “11 Eylül 1980 tarihinde, parlamento üyesi bulunan siyasi parti mensupları ile her kademede siyasi parti yöneticisi ve mensuplarının Türkiye’nin geçmiş veya gelecek siyasi veya hukuki yapısıyla ilgili olarak kendi anlayışları doğrultusunda sözlü veya yazılı beyanda bulunmaları veya makale yazmaları ve bu amaçlarla toplantı yapmalarını” yasakladı. 16 Ekim 1980’de siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin yasanın yayımlanmasından sonra Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren, TRT’den yaptığı radyo televizyon konuşmasıyla bu kararlarının gerekçesini şöyle açıkladı: “Türkiye’de siyasi partilere dayalı demokratik parlamenter sistem mutlaka kurulacaktır. Ama mevcut, bu partilerle değil, yıkılan bir binanın enkazını kullanarak yapılan bir bina nasıl çökerse, yurdu 12 Eylül öncesine getiren partilerle kurulacak bir demokrasi de yeniden yıkılmaya mahkûm olacaktır. Sağlam olması için yeni malzeme ile yapılan binada olduğu gibi, biz de hür, demokratik parlamenter sistemimizin ancak yeni Anayasa ve Partiler Kanunu’na uygun olarak kurulacak yeni siyasi partilerle inşa etmenin mümkün olacağına inandık ve milletin de isteği doğrultusunda mevcut partileri feshetme kararını aldık.” Parti liderleri tutuklandı Evren ve MGK üyeleri Hazırlayan: TARKAN TEMUR SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Referandum ve Meşru Olmayan Halkoylaması (2) Çoğumuz, yüzde 42 “hayır” oyunun dağılımını aşağı yukarı biliyoruz. CHP de biliyor. Bizler bu yüzde 42 oyun, hiç de az olmadığını da biliyoruz. MHP’nin yüzde 16 oyunun en azından 10 – 11’inin neden “evet” verdiğini, neden “evet”e kaydığını da biliyoruz. Hepsini tartışacağız da... Ama her şeyin başında da 12 Eylül halkoylamasının bir referandum olmadığını, eğer referandum olduğunda ısrar edenler varsa da bunun “gayrimeşru bir referandum” uygulaması olduğunu da biliyoruz. Neden mi? Gerçek bir referandumu, gayrimeşru bir referandum taklidinden ayıran 4 nokta olduğunu söylemiştim; amacı, hazırlanış biçimi, uygulama biçimi ve içeriği. Birinci unsurdan cuma günü söz etmiştim. Halkoylamasının referandum olup olmadığını belirleyen ikinci nokta ise hazırlanış usulüdür. Başta ne demiştik? “Referandum, belirli yol ayrımlarında, önemli kararların alınması durumunda, halka ne düşündüğünü, ne istediğini sormak, doğrudan kararını vermesini sağlamak için kullanılan bir yöntemdir”. Böylece halk, Meclis aracılığı ile değil, temsili organlar aracılığı ile değil, doğrudan doğruya kararını vermiş olur. Oysa 12 Eylül oylamasına bakın. Tamamı birbirinden farklı 26 soru. Bir tarafta yargı, diğer tarafta sözde haklar. Ve tümüne tek yanıt. Aynen 12 Eylül 1982 referandumunda yapıldığı gibi; hem anayasanın, hem Kenan Evren’in oylandığı gibi. O zaman da halkın neye oy verdiği bilinmemişti. Aralarındaki tek fark, o dönem halkın yüzde 92 si “evet” demişti, bugün yüzde 58’i “evet” dedi. Ve neye dediği bilinmeden. Neye verdiğini bilme olanağı olmadan. Referandumu “taklidinden, demokratik görünümlü ahlaksız uygulamadan” ayıran üçüncü fark ise uygulanma biçimidir. Yani “halktan bir konuda karar vermesi isteniyor” ya, işte bunun için, gerçek referandumlarda, her iki tarafa da “eşit olanaklar” verilir. Eşit süre verilir. Eşitlik tanınır. Hem de her alanda, halkın bilgilendirilmesi alanında da propaganda konusunda da. Böylece halk önce “evet”i dinler, sonra “hayır”ı. Tam olarak anlamayabilir. Anlamadı mı? Bir daha dinler, bir daha dinler, yine dinler. Eşit sürede ve eşit olanaklarla dinler. Ve bilgilenir. Ve bir karara varır. İşte bu karar doğrudur. “Neden öyle karar verdin?” diye soramazsınız da. Bunu sormaya hakkınız yoktur. İşte bu nedenle bu “eşitliğin korunmasını” da tüm hukuksal ve siyasal kurumlar da hatta medya da sağlamakla yükümlüdür. Ama en çok devlet bu eşitliği korur. Ve zaten gerçek bir demokrasiyi, baskıcı devletten ayıran en önemli fark da budur. Ve gerçek referandumu, sahte referandumdan, gayrimeşru oylamadan ayıran en önemli fark da budur. Şimdi bir de 12 Eylül 2010 oylamasına bir daha bakın. O gerçek referandumu, sahtesinden ayıran “eşitlik kuralı” nasıl işlemiş, bir bakalım. Televizyon yayınlarına bakalım. Acaba her gece en azından bir kanalda, hem de bırakın yandaş kanalları, tümünde, bir Bakan ya da Başbakan çıkıp tek taraflı beyin yıkamış mı, yıkamamış mı? Önemli bir haber kanalının yöneticisi, iki kez Başbakan’ı, üç kez de Bakanları çıkarttığı için, kendi içlerinden bir arkadaşları, “bu kadarı ayıp” deyip, CHP liderini çıkartmış mı, çıkartmamış mı? Hem de açıkça itiraf ederek. Medyası böyle de acaba devletin tüm kurumları, TRT’si, valileri, kaymakamları, emniyet müdürleri, tüm kurumları, RTÜK’ü nasılmış acaba? Doğrudan taraf tutmuşlar mı, tutmamışlar mı? Sürüyle örneği görülmüş mü, görülmemiş mi? Valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri, pankart bekçiliği yapmış mı, yapmamış mı? Eskişehir Valisi, tüm memurları, Başbakan’ın mitingine zorla göndermiş mi, göndermemiş mi? Ankara Belediyesi 50.000 kişilik iftar verip, Başbakan katılıp, dağıtılan yemeklerim üstünde “evet” yazdırılmış mı, yazdırılmamış mı? Hem de yasak olduğunu bile bile! Eyüp Savcısı bile, televizyonda tek taraflı propaganda yapmış mı, yapmamış mı? Tüm bunları düzeltmekle yükümlü, “halkoylamasının, gerçek bir referandum olmasını sağlamakla, dürüstlüğü, eşitliği korumakla” yetkili Yüksek Seçim Kurulu, nedenini bilemem korku mu, boşvermişlik mi ama yasanın açıkça ihlal edildiğini görerek, bile bile, tüm bu olanları görmezden gelmiş mi, gelmemiş mi? Ve yetkisini kullanır gibi yapmış mı, yapmamış mı? Dediğim gibi her şeyi tartışacağız. Ama her şeyden önce, bu oylamanın “gerçek bir referandum” olmadığını bilelim bir kere. Ve gelin bazılarına soralım ve yanıt isteyelim. AB temsilcilerinden bazıları, örneğin Lagendijk ya da Ria Oojmen, uygulamayı çok beğenmişler ya! Haydi Lagendijk’i boş verin. Ama Ria Oojmen’e bir sorun bakalım. Demokratik ülkelerin bir tekinde, böyle eşit olmayan bir referandum göstersin bakalım. Tek bir örnek. Bir tanecik. Sonra geri kalanı konuşuruz. Demokrasiyi de konuşuruz, hukuk devletini de. ÖSYM gözaltılarında 4 tutuklama ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Ankara polisi, ÖSYM tarafõndan gerçekleştirilen çeşitli sõ- navlarda, organize şekilde kopya çekilmesi olayõ- na karõştõklarõ iddiasõyla 58 kişiyi gözaltõna aldõ. Zanlõlardan 39’u, ifadeleri alõndõktan sonra serbest bõrakõlõrken adliyeye sevk edilen 4’ ü “Resmi bel- gede sahtecilik, özel belgede sahtecilik ve 6136 sayõlõ kanuna muhalefet” suçlamasõyla tutklandõ. Milli Eğitim adliyelik ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Milli Eğitim Bakanõ Nimet Çubukçu, MHP İzmir Mil- letvekili Şenol Bal’õn, bakanlõğõ aleyhine açõlan davalara ilişkin soru önergesini yanõtladõ. Çu- bukçu’nun verdiği bilgilere göre bakanlõk aleyhi- ne 2003-2010 yõllarõ arasõnda toplam 31 bin 616 dava açõldõ. Bu davalardan 6 bin 578’inde ba- kanlõğõn uygulamalarõnõn iptali kararlaştõrõldõ.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle