23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Ü niversiteler tüm dün- yada “özerk kurum- lar” olarak tanõmla- nõr. Ülkemizde “göre- ce” özerkliğe dahi ta- hammül edilemiyor. Sessiz-seda- sõz çõkarõlan bir yasa ile üniversi- telerin hizmet ve uygulama sun- duğu, halka uzanan eli olan has- tanelerine el konulacaktõr. Üniversiteleri “şirket” gibi al- gõlayan, kâr-zarar ilişkisine göre değerlendiren anlayõş “kamu has- tane birlikleri yasası”nõ bekle- yemeden eyleme geçti. İlk uygu- lama Marmara Üniversitesi Has- tanesi’nde başladõ. Yasadan önce yapõlan protokol, son çalõşmalar ile hazõrlanan tüzük ve yönetmeliklere göre yeniden şekil alacak. Mar- mara Üniversitesi Hastanesi Sağ- lõk Bakanlõğõ’na bağlandõ, tüm iş- leyiş Bakanlõk hastaneleri gibi yü- rütülecek. Son birkaç yõldõr torba-çorba niteliğinde yasalar çõkarõlmakta, yasa maddesinin arkasõna birbiriyle ilgisi olmayan konularda bir dizi madde ya da geçici madde eklen- mektedir. 1 Ağustos’ta yürürlüğe giren 6009 sayõlõ yasanõn geçici 9. maddesine göre 5 Bakan ve YÖK Başkanõ’nõn oluşturduğu kurul, mali durumunun zayõf olduğuna karar verilen üniversite hastanele- rine rektörlerin talebiyle mali yar- dõm yapacak. Ancak belirlenecek tedbirleri uygulamayı kabul et- mesi ve fiilen uygulaması şar- tıyla. Belirlenecek tedbirlerin ne olduğu bilinmektedir. Bu tõpkõ IMF’nin Türkiye’ye parasal yar- dõm yapmak için öngördüğü ko- şullarõn benzeri olacaktõr. Üniversiteler ve organlarõ şirket mantõğõ ile yönetilemez. Üniver- siteler “parayı veren düdüğü ça- lar” kurumlarõ değildir. Üniversi- teler özerk kuruluşlardõr. Özerk- lik bir üniversite için olmazsa ol- maz koşullardan birisidir. Bu aka- demik özerklik; idari, mali ve bi- limsel özerkliği içerir. Bunun an- lamõ asla denetimsizlik demek de- ğildir, devlet bütçesinden pay alan üniversite, bütçeden aldõğõ parayõ ülkeye, bilime ve yurttaşlara fay- da sağlayacak şekilde kullanmak durumundadõr. Bu vergi ödeyen yurttaşlara karşõ bir sorumluluktur. Akademik özerklik; denetim- sizlik, keyfilik, kuralsõzlõk ve etik dõşõlõk anlamõnõ taşõmaz. Kamu pa- rasõnõn kullanõlmasõ, harcanmasõ kurallara bağlanmõş olmakla bir- likte aynõ zamanda çok ciddi so- rumluluk da gerektirir. Devlet eğitime yatõrõm yaparken şirket mantõğõ ile kâr-zarar hesabõ yapamaz. Eğer böyle düşünülür ise örneğin felsefe, tarih, iktisat, ulus- lararasõ ilişkiler, hatta hukuk fa- kültelerinin kurulmasõna hiç gerek yoktur. Zira devlet konservatu- varlarõ ve güzel sanatlar hiç gelir getirmiyor, hepsini kapatalõm, üni- versite binalarõna alõşveriş merke- zi, finans merkezleri kuralõm. Son yõllarda sağlõk yatõrõm ve harcamalarõna yönelik çõkarõlan yasalar üniversite hastanelerini ekonomik darboğaza sokmuştur. Sağlõkta dönüşüm plan ve projeleri tõp-sağlõk mesleğini adeta bitir- CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 20 EYLÜL 2010 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER BÜYÜK ve unutulmaz, dönülmez, vazgeçilmez davaları sahiplenenler her fırsatı iyi değerlendirmek için hep uyanık dururlar ve gerekeni yapmakta hiç gecikmezler. Batı dünyasındaki bazı toplumların bu çeşit davaları olduğunu hep söylemiyor muyuz? Öbür Batılı ya da Hıristiyan toplumların da derece derece ve zaman zaman onlara destek olduklarını biliyoruz. Bütün iyi niyetimize ve yakın komşuyla dostluğu sürdürme özenimize karşın Pontus’çuluk büsbütün öldü mü Yunanistan’da? Kıyılarımızın burnu dibinde kalmış Yunan adaları bir yana, Gökçeada ve Bozcaada’nın Türkiye’de kalmış olmasını büsbütün sindirebildiler mi? Batı Trakya’daki Türk nüfusun bu kimliği hâlâ “Müslümanlık” kimliği içinde eritilmek istenmiyor mu? Fener Patrikhanesi’nin Lozan’da centilmence kararlaştırılmış statüsü değiştirilip “Konstantinopolis Patrikliği” ekümeniklik yani Papalığa benzer evrensellik statüsünü Türkiye’ye de kabul ettirme iddiası sürüp gitmiyor mu? Heybeliada’daki okulun Tevhid-i Tedrisat, kuralları içine alınmasını Avrupa’nın sorunu yapma çabaları eksiliyor mu? Öte yanda, Ermeni diyasporasının iddiaları ve istekleri yalnız “soykırım” iddiasından mı ibaret? Ona bağlı olarak, olaylı yollardan, Kuzeydoğu Anadolu’ya ve Kilikya’ya ilişkin söylenenler sadece özlemden mi ibaret? Ara sıra, dıştaki yazıların satır aralarında ve konuşmaların bazı sözlerinde toprak isteklerine ilişkin tırtıklama girişimleri hissedilmiyor mu? Hoşumuza gitmese de bütün bunları birlikte yaşanmış bir tarihin kalıntısı olarak hoşgörüyle karşılamaya, “Büyüklük bizde kalsın” demeye alışmışızdır. Sumela Manastırı’nda ve Akdamar Kilisesi’nde ayinlere izin vermenin insanlık ödevi olduğunu ve turizme de yararlı olacağını söyleyenlerimiz de çoktur. Bunları, unutulmamış, dönülmemiş, vazgeçilmemiş davalar çerçevesinde düşünmeyi kendimize yakıştırmayız. İyi, hoş da ya Kıbrıs? O da bizim unutulmaz, dönülmez, vazgeçilmez davamız değil miydi? Üstelik, uğruna şehitler verdiğimiz, haksızlığını yaşadığımız, sıkıntısını çektiğimiz? Yarım yüzyılı aşkın bir ulusal dava bu kadar çabuk unutulur, neredeyse yük, başka hayallerin önünde engel sayılır mı? Şimdi de haksızlığı başlatmış olanları akıl almaz mülkiyet hesaplarıyla memnun etmeye, davanın özünden vazgeçip Batı’nın hoşuna gitmeye çalışılıyor. Tehlike, bu tükenmez sabrı ve bu bitmez hoşgörüyü koca Türk’ün saflığı ve sürüp giden uykusu sanıp tırtıklamaları açıktan açığa küstahlığa dönüştürmeleridir. O zaman da vakit geçmiş olabilir. Üniversite Hastanelerine El Konuluyor Prof. Dr. Osman İNCİ Üniversite hastaneleri yalnõzca hizmet birimleri değildir. Eğer Marmara Üniversitesi Hastanesi’ndeki durumu yaygõnlaştõrõrlar ise tõp eğitiminin kalitesi düşer, bilimsel araştõrma ve verimlilik geriler; Türk bilim adamlarõ sadece başka ülkelerin ürettiği bilgileri aktaran, izleyen, uygulayan doktorlar haline gelir. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Tırtıklamalar ve Uyuklama miştir. Sağlõk çalõşanla- rõnõn emeklerini baktõk- larõ hasta sayõsõna göre (parça başõ ücret) değer- lendiren ücretlendirme- ler getirilmiştir. Üniversite hastaneleri diğer hastaneler gibi al- gõlanamaz. Sağlõk araş- tõrma-eğitim-uygulama merkezi olan bu kurum- larda tõp fakültesi öğ- rencilerinin, araştõrma görevlilerinin, sağlõk yüksekokulu ve hemşi- relik öğrencilerinin mes- leki eğitimleri verilmek- tedir. Ayrõca bu kurum- larda hastalõklar ve te- davi yöntemleri konu- sunda bilimsel çalõşma- lar yürütülmekte, araş- tõrmalar yapõlmaktadõr. Bu kurumlara cihaz alõ- nõrken bunun kâr etme- si amaçlanmaz, yani ya- tõrõmlar kâr-zarar hesa- bõna göre değil, eğitime yapõlõr. Bilimsel araştõr- malara kaynak ayrõlõr. Mali özerklik asla ak- lõna geleni yapmak, key- fi davranmak yetkisi ver- mez. Devlet bütçesin- den alõnan pay ya da dö- ner sermaye geliri har- camalarõ, yatõrõmlarõ cid- di olarak denetleniyor mu? Eldeki cihazlar ve- rimli çalõştõrõlõyor mu? Cihazlarõn bakõm ona- rõmlarõ yapõlõyor mu? Hiç kullanõlmayan ci- haz var mõ? Kamusal kaynaklar peşkeş çekili- yor mu? Kurumun ön- celikleri bireyin önce- liklerine dönüşüyor mu? Yetişmiş kadrolar aldõk- larõ eğitime uygun alan- larda çalõşõyor mu? Bir- kaç yõl öncesine kadar normal çalõşan bu ku- rumlar hangi iç ve dõş et- kenlerle bu hale geldi? Bu sorularõn yanõtlarõ mutlaka verilmeli; yö- netsel kusur, hata ve hat- ta suçlar var ise gereği yapõlmalõdõr. Bu güzide kurumlarõn bu hallere düşmesi kesinlikle ince- lenmeli ve irdelenmeli- dir. Üniversite hastaneleri yalnõzca hizmet birimle- ri değildir. Eğer Mar- mara Üniversitesi Has- tanesi’ndeki durumu yaygõnlaştõrõrlar ise tõp eğitiminin kalitesi dü- şer, bilimsel araştõrma ve verimlilik geriler; Türk bilim adamlarõ sa- dece başka ülkelerin ürettiği bilgileri aktaran, izleyen, uygulayan dok- torlar haline gelir. Key- fi davrananlarõn, özerk- liği krallõk, padişahlõk olarak düşünenlerin yö- netimsel yetmezliklerini bu kurumlardan çõkar- mayõn. Marmara Üni- versitesi Hastanesi’nde- ki uygulama durdurul- malõdõr. Bizlere büyük haksõzlõk yapõlmaktadõr. Akõl ve bilimi önceleyen yönetimleri yaşama ge- çirelim, yoksa hepimiz kaybederiz. PENCERE Sınav?.. Gazetedeki odamda birkaç arkadaşla söyleşiyorduk. Herkes kendine göre eleştiriler yapıyordu. Uzun süre bu eleştirileri dinleyen biri sordu: - Peki, ne yapalım; 11 Eylül’e mi dönelim? Bir suskunluk oldu. Hani “şeytan geçti” derler ya, o biçim bir sessizlik sırasında, bir başkası, düşünmüş taşınmış kafasında yeni bir soru hazırlamıştı: - 11 Eylül’e dönmek isteyen var mı? İkinci bir suskunluk dönemi başladı. Kim isteyebilirdi 11 Eylül’e dönmeyi? Böyle soruların yanıtları kişilerin durumuna göre değişebilir. Terör eyleminden ötürü ağır cezada yargılanıp ölüm cezasına çarptırılan biri 11 Eylül’e dönmek istemez mi? Ya da “24 Ocak+12 Eylül” formülleriyle bağdaşmayıp fabrikasını yeniyetme bir girişimciye satmak durumunda kalmış işadamı 11 Eylül öncesini özler mi? Toplumdaki çeşitli kesimlerden değişik yanıtlar gelebilir; soruyu çarpık mantıktan kurtulmak için, şöyle sormalıyız: - 11 Eylül’e dönmek olası mı? Yanıt: - Hayır. Aynı suda iki kez yıkanılamayacağını insanoğlu İsa’dan bin yıl önce biliyordu; artık 11 Eylül’e bir daha dönülemeyeceğini söylemek gereksizdir. Buna karşılık günümüzde her eleştiriyi ya da toplumun yeniden düzenlenmesi yolundaki her isteği “Peki, 11 Eylül’e mi dönmek istiyorsun” sorusuyla yanıtlamak da mantıksızlıktır. Yaşananlar geride kalır. Aynı kadınla iki kez evlenen erkek, iki ayrı kadınla evlendiğini bilmelidir. Kadın da bilmelidir ki ikinci kez nikâh masasına oturduğu adam ilk evliliğini yaptığı kişi değildir. Hayat insanı değiştirir... Toplumları da. Ne var ki bu değişimin koşullarını iyi değerlendirmek gerekir. 12 Eylül’den geriye dönmek olasızsa; 12 Mart’tan, 27 Mayıs’tan, 14 Mayıs’tan geriye dönmek de olası değildir. Toplumsal birikimleri bir karatahta üzerindeki beyaz tebeşirden çizgiler gibi ıslak bezle silemeyiz. Böyle bir şey yapmak isteyenin tarih bilinci yok demektir. Ama insanın elinde kuşkusuz bazı olanaklar da bulunmaktadır. Eline tarihsel bir fırsat geçiren kişi ya da kişiler belirli -bir ölçüde- yetkilerini kullanmakta özgürdürler. Gazi Mustafa Kemal, kişiliğinde odaklaşan tüm gücünü Türkiye’yi devrimci bir atılımla ileriye doğru götürmek ve çağdaşlaştırmak için kullanmıştır. 12 Mart’ta ise elinde yetki bulunan ünlü bir kişinin şu sözü tarihe geçti: - Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı; bu uyanışı dizginlemek gerekiyor. 1920’lerin Türkiye’sinde toplumun sosyal uyanışı cumhuriyetçilik bilincini mi içeriyordu? Atatürk kişisel ağırlığını ve saygınlığını sosyal uyanışı daha büyük uyanışlara yöneltecek yetkiyle kullanmasaydı Atatürk olabilir miydi? 11 Eylül’e artık dönülemez. Ne var ki 12 Eylül’den sonra yeniden biçimlenen Türkiye’nin varoluşunda herkes isteklerini, özlemlerini, ağırlığını, yetkilerini bir doğrultuda kullanacaktır. Bireyin kimliğini tarih önünde saptayacak ölçüt böylece belirecektir. Kim bilir? Belki tarihe bile gerek kalmayacak; çok kısa yaşam süresinde kimlik sınavı sonuçlarını verecek ve her şey hayatımızda saptanacaktır. (30 Nisan1982 tarihli yazısı) mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle