19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 14 EYLÜL 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Türklüğü Savunmak Suç mu? Talat Paşa Komitesi’ni ya da Talat Paşa adı altında toplanan yurttaşların, ülke içinde ve dışında giriştikleri mücadeleyi anımsıyor musunuz? Kolay unutulur gibi değil!.. Yoksa unuttunuz mu? Hükümettekiler çoktan unuttu. Görmek, bilmek, anlamak istemedi. Oysa Talat Paşa olayı günlerce gazetelerde yazıldı, resimleri yayımlandı, yurtdışında bile yankılar yarattı. Neydi savunulan: Biz Türkler hiçbir zaman Ermeni soykırımı yapmadık, ortaya atılanlar yalandır, iftiradır... Ellerinde Türk bayrakları ve pankartlarla sayısız Türk aydını katıldı bu olaya... Ama AKP hükümetine, Başbakan’a vız geldi! Bütün dünya yasalar çıkarıyor, Türkler soykırım yaptı, diyor. Türkiye’de bir grup aydın tek başına desteksiz, yardımsız sokak sokak, kent, kent yürüyor, bağırıyor, konuşuyor. Yalnız Türkiye’de değil, birçok Avrupa kentinde!.. Hatta İsviçre’de bile öyle büyük bir etki yarattı ki, Talat Paşa Komitesi’nin öncüsü, mahkemeye çağrıldı, nerdeyse hapse bile girecekti. Kimdi o? Şimdi nerde? Bir teşekkür aldı mı işbaşındakilerden “yaşayın” Türklüğü savundunuz, diye!.. Evet Talat Paşa Komitesi’nin önderi şimdi nerde? Silivri zindanında!.. Evet, anladınız kim olduğunu!.. Neden iki yılı da aşan bir süredir zindanda olduğunu, aleyhinde idamlık iddianamelerle yargılandığını!.. Evet o kişi, Dr. Doğu Perinçek... Ne büyük suç işlemiş, onu bilen yok. Yargı sürüp gidiyor. Balbay’ın, Özkan’ın, Haberal’ın da, daha başka suçsuzların da Silivri’lerde yattıkları gibi. Perinçek’in bir başka suçu var, o da “Tayyip Erdoğan’ın Yüce Divan Dosyası” adlı bir kitap yazması, yayımlaması. AKP liderinin tüm yaşantısını ele alan ayrıntılı bir çalışma yapması. Dergisinde de sürekli hükümetin yanlış işlerini sergilemesi... Ermenilerin ve onlara uyan tüm Batılıların iddialarına karşı en güçlü yanıtı verenler, heyetler halinde yurtiçinde ve dışında, hatta Avrupa kentlerinde “Türkler soykırım yapmaz, yapmadı” diye bağıran insanlar, suç mu işlediler? Dünya parlamentoları Türkleri kınayan yasalar çıkarırken bir avuç insanımız bütün bu iftiralara karşı çıkmış, yanlış mı yapmış? Türklüğü can başla savunan Doğu Perinçek nerdeyse iki yıldır Silivri zindanında yatıyor! İşte yaşam bu, yönetim bu, adalet bu! Alkışlanacak bir kişi hapislerde... Ben Dr. Doğu Perinçek’i ülkemizin az yetiştirdiği gerçek bir yurtsever, gerçek bir Atatürk devrimcisi, gerçek bir aydın olarak seviyorum, sayıyorum. Türklüğü savunmayı kendine görev bilmiş bir insanın yıllarca zindanlarda acı çekmesinin bağışlanmaz bir yanlışlık olduğuna inanıyorum. Aylar, yıllar geçtikçe içimdeki acı daha da büyüyor. Ya sizler, ey yurttaşlar, sizler de bu Ergenekon saçmalığının acısını duymuyor musunuz? PENCERE İnsanlardan Sonra Sözcükler mi? İnsan kimi zaman bunalıma düşebilir. Yaşamın çeşitli aşamalarında olur böyle şeyler. Kişinin sinirleri davul gibi gerildiğinde sağlıklı düşünme olanakları azalır. Bakarsınız adam durup dururken çevresindekilere saldırıyor; neden yokken çocuğunu dövüyor; karısını azarlıyor; arkadaşlarıyla kavga ediyor. Böyle dönemlerde düşünmek gerekir: - Ne oluyor? Yatıştırıcı (müsekkin) ilaç almak akla ilk gelen önlemdir; ama, bunalım hastalığa dönüşüyorsa en iyisi bir hekime başvurmaktır. Bunalımın nedenlerini aramak, köktenci bir çözüm yolu bulmak doğru yöntemdir. Toplum da insan gibi bunalıma düşebilir ve toplumu oluşturan bireylere yansır bunalım... Türkiye’nin bir bunalım dönemi yaşadığı kesindir. Böyle zamanlarda yatıştırıcı önlemlerle serinkanlı davranmanın yolu yordamı aranır. Ama görüyorum ki akıl ve sağduyunun sesini çok az kişi dinliyor; ve iş öylesine çığrından çıkıyor ki insanların suçlanması da artık kimilerine yetmiyor; sözcüklerin suçlanması aşamasına girdik. Bu tutum bir salgına dönüşüyor; Danışma Meclisi’nde bir üye “çağdaş” sözcüğünü şöyle suçluyor: “Son zamanlarda memleketimiz basın yayınında bazı tabirler, bazı fikirlerin işareti olarak, bazı doktrinlerin alameti olarak kullanılagelmiştir.” Peki, ne yapalım? ‘Çağdaş’ı anayasadan çıkarıp atalım. İstanbul’da yapılan 18’inci Ulusal Nöroloji Kongresi’nde de “ulusal” sözcüğüne karşı çıkmış bir profesör; kimi üyelerce de alkışlanmış. “Devrim” sözcüğü zaten düşman ilan edilmişti; “sosyal” sözcüğü sosyalizmi anımsatıyordu; “özgürIük” anayasadan atılmıştı. Acaba bu gidişi sağlıklı sayabilir miyiz? Ortaçağda böyle sayrılıkların koyusu yaşanmıştır. İnsanı bedenindeki cinlerden kurtarmak, kişiyi kötü ruhlardan soyutlamak için ne acılar çekilmiştir? Kimi sözcüklerin cehennem zebanilerinin simgesi ve günahların ürünü olduğu ileri sürülmüştür. Toplumların kocaman bir cadı kazanı gibi fokur fokur kaynadığı dönemleri tarihte okuyoruz. Şimdi Türkiye’de bir tanıdığa rastladın mı ne diyeceksin? - Selamünaleyküm.. - Günaydın.. - Merhaba.. - Bonjur... Her bir sözcüğün insanın art niyetini vurgulayan bir yanı mı var? Ne yapalım? İnsanları selamlaşmalarına göre kovuşturalım mı? Zaten mahpushanelerimiz kişilerle ağzına kadar dolu; bu kez sözcükleri suçlayıp yargılayarak toplumu bir ortaçağ hastalığının batağına mı gömelim? Hayır... Ne olur, biraz serinkanlılık, biraz temiz hava, biraz sağduyu, biraz mantık... Anayasa tasarısından “çağdaş” sözcüğünün çıkarılması bir bakıma yerinde olmuştur.. Çünkü tasarı çağdaş değildir. Ama “çağdaş” sözcüğünü ceza yargıcının karşısına sanık diye çıkarmak isteyen eğilimin Danışma Meclisi’nde çevre bulması kaygı verici değil mi? Bu durumda kimilerine hemen biraz “yatıştırıcı” verilmesi gerekir. Eğer bu önlem sinirleri yumuşatıp dengeyi sağlamıyorsa, ağır bir hastalığın başlangıcında olduğumuzu söyleyebiliriz. (14 Eylül 1982 tarihli yazısı) K imse referandumun konusunu anlayacak kadar bilgili olma- dõğõ, genelde hukuksal öneri- lerin yaşamlarõna nasõl etkili olacağõnõ anlamakta zorluk çektiği ya da tümden karanlõkta olduğu için, nüfusun büyük bir yüzdesinin, içeriğini an- lamasõ söz konusu olmayan referandum amacõ dõşõnda çarpõk bir oylamadõr. Sonuçta AKP’li ya da AKP karşõtõ olmaya indirgenen oylama, sorularõn yanõtõ olma- yan, bir evet-hayõr sorgulamasõna dönüştü. Halkõn Türkiye anayasasõnõ ya da anayasal haklarõnõ bildiği yok. Pratikte politikada ‘o’ ve ‘ben’e indirgenmiş bir bölünme aracõ ola- rak kullanõlõyor. Bu ikilik Cumhuriyetten sonra da Halk Partisi ve karşõtlarõ olarak vardõ. Sonunda Demokrat Parti ile aptal bir particilik kav- gasõ sağlõklõ ve gerçekten demokratik bir parlamento yaşamõna ulaşmayõ engelledi. Seçimlerde sonuçlar değişebildiğine göre halk ikiye ayrõlmõyor. Fakat politikacõ olanlar bütün politik görüşlerini iktidar ve muhalefet karşõtlõğõ üzerine kuruyorlar. Nedense halkõn sağduyusu parlamentoya yansõmõyor, cehaleti yansõyor. İkilik heve- si, iktidarõn cehaleti ile ilgili olarak güçle- niyor. Seçim döneminde toplumun kuşku- lu uygulamalardan biraz haberi oluyor. Sen ve benin kavgalarõ cemaziyülevvel’li karanlõk olaylarõn peçesini kaldõrabiliyor. Bu bağlamda Türkiye’de politikacõ kimliği ağõrlõklõ bir sorun. Horoz dövüşü Ne var ki toplumun asõl sorunlarõ bunlar değil. Devlet kimin elinde olursa olsun, top- lumun geleceğine ilişkin yanõtlanmasõ ge- reken sorunlar değişmiyor. Bugünkü man- zarayõ 1950’den bu yana biliyoruz. Ana- yasanõn bir parti önerisi, bir güreş olmadõ- ğõnõ bir ‘uzlaşma’ (concensus) belgesi ol- duğunu ve bunun toplumdaki değişik hak- larõ açõkça kollayan bir temel yasa olduğunu öğrenmeden, halk, ‘evet-hayır’a indir- genmiş bir horoz dövüşüne davet ediliyor. Halkõn bir şey anlamamasõ bir yana, ip- siz sapsõz laflarla taraf tutanlar da bir şey bilmiyor. Hukukçularõn büyük bir özveriyle çalõşõp halka doğru olanõ duyurmasõ süre- ci çalõşmõyor. Çünkü demokratik bir bilgi kirliliği var. Demokratik(?) yalanlar var. Ca- hil bir toplumda demokrasi olmayacağõnõ Jefferson 18. yüzyõlda söylüyordu. Biz han- gi bilgilenme aşamasõna geldik de cahil- likten kurtulduğumuzu savlayacağõz? Top- lumu cahil görmekten üzücü ne olabilir? Halkın sağduyusu Bu süreçte AB ve ABD kendi tarihlerin- den bildikleri gerçeğe boş vermeleri Tür- kiye’yi hangi statüde gördükleri ve eski de- yimiyle ‘zımnen’ bizi demokrasiye layõk görmediklerini kanõtlõyorlar. Kimi açõkgöz görevlilerin liberalizm ve demokrasi çõ- ğõrtkanlõğõ yapmalarõ tozu dumanõ büsbü- tün arttõrõyor. Dümeni kõrõlmõş, pusulasõz ge- minin bir kayalõğa kendinden çarpacağõnõ bir yana bõrakõp, mademki anayasa soru- nunu bilmiyoruz ve sorunu partiler karşõt- lõğõna indirgiyoruz, öyleyse halkõn anlaya- cağõ gerçek sorunlara partilerin yanõt ver- mesi istenmeli. Toplumun tek kozu yine hal- kõn sağduyusudur. Yoksa bu olan biten ha- vanda su dövmektir. Havanda su döverken doğru yoldan sapõlabilir. Kanõmca halk aşağõdaki sorunlara bir tarafõndan bulaş- mõştõr. Ve yanõtlarõnõ da anlayabilir. 1. Türkiye neden yeteri kadar buğday üre- temiyor? Fiziksel olanak mõ yok, yoksa it- halat kimilerine para mõ kazandõrõyor? Rusya, Ukrayna, Türki Cumhuriyetler hat- ta İsrail, şu veya bu nedenle buğday vermez ya da veremezse, halk ekmeğe kaç para öde- yecek, buna yanõt arayan, ve halka anlatan biri var mõ? 2. Türkiye teknolojide neden İsrail’den geri? Biz de Amerikan dostu değil miyiz? İsrail 5.5 milyon, altmõş yõllõk bir devlet ve sürekli savaşta ve geliri adam başõna yõlda 23 bin 500 dolar. Bu utanç verici bir durum değil mi? Bizimkini kimse doğru dürüst bil- miyor. 3. Türkiye neden enerji açõğõ bir ülke? Su var, güneş var, rüzgâr var. Neden bütün ge- lişmiş ülkeler gibi alternatif enerjiyi vakit varken geliştirmiyoruz? 4. Türkiye’de benzin neden bütün ülke- lerden daha pahalõ? 5. Hükümet neden ordu ile, hukukçular- la, işçilerle, çiftçilerle, emeklilerle ve üni- versitelerle kavgalõ? 6. Türkiye neden dünyanõn en borçlu ül- kelerinden biri? 7. Halkõn anlayacağõ en önemli gösterge yõllar içinde gelirle soğan fiyatõ arasõndaki ilişkinin doğasõ. Ekmek, soğan, patates, zey- tin, pirinç fiyatõ her şeyden daha açõk ola- rak toplumun ekonomik durumunu açõklõ- yorsa neden soran ya da sormayanlarõn söy- lemine yansõmõyor? 8. Eğer teknolojide, bilimde, öğretimde, üretimde geri kalõndõğõ zaman buna önce ge- lişmemişlik, sonra fakirlik deniyorsa ve bu- nun gelecekte köleliğe dönüşmesinden başka bir alternatif yoksa bizim gibi bütün Müslümanlar her şeyden önce bunu dü- şünmek zorunda değiller mi? 9. Kuran dünyanõn en seçilmiş halkõna kö- leliği mi uygun gördü? Yoksa gelişmiş ül- kelerin istedikleri kõvamdaki ülkelerde ya- şayanlar mõ insanlarõn en seçilmişi? Kuran’õ bazõlarõ yanlõş yorumluyor kuşkusuz. Hiç olmazsa AB ve ABD gibi yorumlamasõn- lar. Hiç olmazsa bu fakir halka 15 yõl son- ra, çocuğu okula gitmeye başladõğõ zaman emperyalizmin kölesi olmayacağõmõzõn kanõtlarõnõ versinler. Çağdaş bir İslam devleti, olayõnõ ha- tõrlatayõm: İran, köpek besleyenleri suç- lu sayan bir yasa (ya da başka bir şey) çõ- karmõş. Kimileri İran’a benzemeye çalõ- şõrken köpeklerin mekruh mu, tahir mi ol- duğunu incelemeli. Ashab-õ Kiram ne dü- şünüyor acaba? Sorunlar Alanlarda Konuşulanlar Değil Doğan KUBAN Bugünkü manzarayõ 1950’den bu yana biliyoruz. Anayasanõn bir parti önerisi, bir güreş olmadõğõnõ bir ‘uzlaşma’ (concensus) belgesi olduğunu ve bunun toplumdaki değişik haklarõ açõkça kollayan bir temel yasa olduğunu öğrenmeden, halk, ‘evet-hayõr’a indirgenmiş bir horoz dövüşüne davet ediliyor. Açõk Toplum İstiyoruz B atõ kültürünü Do- ğu toplumlarõn- dan ayõran en önemli özelliklerden bi- ri ilişkilerdeki açõklõktõr. Açõklõk, görüş ve dav- ranõşlarda kesin ve net olmayõ içerir. Bu, öne sürülen düşüncenin tek doğru olduğu anlamõna gelmez, o anki koşul- larda akla en yatkõn gö- rüş olduğunu ifade eder. Doğrunun mutlak ol- madõğõ toplumca içsel- leştirildiğinden kişinin kendini açõkça ifade et- mesi kolay ve arzulanan bir durumdur. Doğu kültüründe açõklõğõn gelişmemiş ol- masõnõn ekonomik ve coğrafi birçok nedeni olabilir. Bu ayrõ bir araş- tõrma konusudur. An- cak şunu rahatlõkla söy- leyebiliriz ki açõklõk ve şeffaflõğõn gelişimini önleyen en önemli kay- nak, otoriter toplum ya- põsõ ile katõ töre ve ge- leneklerdir. Günümüzde mahalle baskõsõ olarak dillendirilen gerçek de bundan başka bir şey değildir. Böyle bir kül- türde, yaşamõn her ala- nõnda mutlak gerçekler ve doğrular vardõr. Bun- larõn değiştirilmesi mümkün olmaz. Ancak hayatõn akõşõ- nõn önüne geçilemez. Bilgi ve inançlardaki değişim mutlaklõkla çe- lişir, görüşlerin rahatça dile getirilmesi zorla- şõr. O zaman da yan yollara sapmak, tevil oyunlarõna girişmek, gizli kapaklõ işler çe- virmek, kişisel kültü- rün parçasõ halini alõr. Şark kurnazlõğõ olarak adlandõrõlan davranõş kalõbõ da baskõ altõnda- ki kişinin kendine bir yaşam alanõ açmasõ mü- cadelesinden başka bir şey değildir. Şeffaflık Otokratik yapõdan kaynaklanan korku ve tabular yüzyõllardan be- ri töre ve gelenekler aracõlõğõyla sürdürül- mekte. Gerçeklerin ra- hatça ifade edilememe- si; gizemli, bulanõk, ne olduğu tam anlaşõla- mayan, kaçamak, kimi zaman da maksadõnõ aştõğõnõ söyleyerek ge- ri adõm atan kültür ya- põsõnõ öne çõkarmakta. Buna yaşamõn farklõ alanlarõndan örnekler verilebilir. Tõbbi alan- dan bir örnek: Bir kan- ser hastasõna gelişmiş toplumlarda olduğu gi- bi gerçeklerin açõklõkla söylenememesi, şeffaf bir kültüre sahip olma- dõğõmõzõn ifadesidir. Din hayatõndan bir ör- nek verelim: Ku- ran’daki birçok hüküm bugün açõkça dile geti- rilmemekte, anlamõ de- ğiştirilerek açõklanma- ya çalõşõlmaktadõr. As- lõnda lafzõna göre böy- ledir, ama ruhu öyle değildir gibi zorlama yorumlara gidilmekte- dir. Hatta daha uç ör- neklere gidip tarihi- mizde düello geleneği- nin olmamasõnda bile kültürün açõkça kendi- ni ortaya koyamayan unsurlarõnõn etkili ol- duğunu söyleyebiliriz. Toplumsal açıklık Ülkeyi yönetmesini istediğimiz kişiler için bulduğumuz sözcüğe bakõn: Hükümet. Hük- metmekten geliyor. Ya adalet dağõtmasõnõ iste- diğimiz kişi: Hâkim. Hep egemen olmasõnõ istiyoruz. Yürütme ve yargõ için bulduğumuz bu sözcükler bile yö- netimde gücün varlõğõna inanan, otokrasiye bağ- lõ bir toplumun ipuçla- rõnõ vermektedir. Askeri ve sivil vesa- yet tartõşmalarõnõn ya- põldõğõ şu günler, top- lumsal açõklõğõn en çok tartõşõlmasõ gereken za- mandõr. Ne yazõk ki gü- cün tek elde toplanma- sõ, insanoğlunun geldi- ği bugünkü bilinç dü- zeyinde kolaylõkla bas- kõ ve şiddete dönüşe- bilmekte. Bu nedenle otoritenin ister asker, isterse sivil bir güçte toplanmasõ, toplumsal yaşam için çok da fark- lõlõk göstermez. Yapõl- masõ gereken, toplumda hiçbir kurumun tek ba- şõna güç odağõ olmasõna izin vermemektir. Buna ordu da dahildir, hükü- metler de. Klasik olarak bilinen yasama, yürütme ve yargõnõn birbirinden ay- rõlmasõnõn dõşõnda ka- muoyunun oluşumunda etkili tüm güçlerin tek elde toplanmamasõ esas olmalõdõr. Buna med- ya, sivil toplum örgüt- leri ve diğer tüm toplum kuruluşlarõ da dahildir. Yaşamõn her alanõnda farklõ görüşlerin, ço- ğulculuk içinde kaosa yol açmadan ifadesi mümkün kõlõnmalõdõr. Bugün insanoğlunun ulaştõğõ genetik şifre ne yazõk ki kurumlarõ kişi- sel iyi niyetlere bõraka- cak noktada değil. İle- ride insanoğlunun ev- rimleşmesinin buna ola- nak sağlayacağõ da kuş- kulu. O nedenle öyle bir sistem oluşturulma- lõdõr ki tüm toplumsal güçler birbirini denet- leyebilsin. Bu şekilde toplumun kendisi oto- kontrol sistemine dö- nüşmüş olur. Bunun sağlanabilmesinin ko- şulu, kurum ve kuru- luşlarõn topluma açõk olmasõ ve hesap vere- bilmesidir. Sistemin un- surlarõnõn birbirini de- netlemesi, onlarõn her an gözaltõnda olmasõ anla- mõna gelmez. Baskõya dönüşebilecek güçleri- nin başka odaklarca diz- ginlenmesi olarak an- laşõlmalõdõr. Kuvvetler ayrõlõğõ il- kesi o kadar önemlidir ki, ABD’de bir başkan, bazõ konularda kendi partisindeki parlamen- to üyelerinden farklõ düşünebilmekte, tüm ikna girişimlerine rağ- men istediği yasalarõ geçirememektedir. Tür- kiye’de ise yasama ve yürütme arasõnda kuv- vetler ayrõlõğõ ilkesi sözde vardõr. Kimse de bundan rahatsõz olma- maktadõr. Bõrakõn ra- hatsõz olmayõ, yürüt- meye ayak bağõ olma- masõ için zaten böyle olmasõ doğal görül- mektedir. Şimdi buna bir de yargõyõ, yürüt- menin güdümüne sok- ma çabalarõ eklenmiştir. Siyasal partiler içinde de durum farklõ değil- dir. Değişik görüşlerin filizlenmesine izin ve- rilmemektedir. Grup kararlarõ kimi zaman farklõ seslerin kõsõlma- sõ için gerekçe oluştur- maktadõr. Adõ demokrasi olan sistemde bu türden an- tidemokratik uygula- malara sayõsõz örnek ve- rilebilir. Üstelik bunlar demokrasi adõna savu- nulmaktadõr. Açõklõğa izin vermeyen bu tür otokratik yaklaşõmlar iktidarda kim olursa ol- sun toplumsal gelişimin unsurlarõ olmadõklarõ gi- bi korku kültürünün sü- rüp gitmesine neden olurlar. Coşkun TECİMER 196Sayfa,‹nceleme,12TL
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle