19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 AĞUSTOS 2010 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 17 DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ ‘Sosyalizm Ahlaktır’ Aziz Nesin aramızdan ayrılalı on beş yıl oldu. Öldüğü söylenebilir mi? Sağlığında kitaplarının satışı yılda ortalama kırk bin kadardı. Bugün yüz bini aşıyor. Üstelik sağlığında kişiliği çevresinde oluşan tartışmalar, tavırlarıyla yarattığı olaylar da yok bugün. Toplumumuzun düşünce genlerine sevabıyla günahıyla yerleşmiş, orada yaşayan bir yazar, düşünce insanı var. Üstelik geçen on beş yılda onun kitaplarından ve düşünce dünyasından uzaklaştığımız da söylenemez. Geride bıraktığı yüzlerce klasör dolusu yazılar, notlar derlenip toparlanıp yeni kitaplara dönüştürülüyor. Daha yenilerde bin sayfayı aşkın iki kalın ciltte toplanan “Mum Hala” (Nesin Yayınları) adlı eski yazıyla tuttuğu günlüğü yayımlandı. Tanıdığı, birlikte çalıştığı, aydınlara ilişkin dosyalarında biriktirdiği anı yazıları da “Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim” adıyla kitaplaşmıştı. Eylül başında da rüyalarını kaleme aldığı defteri, “En Güzel Rüyalarım” adıyla ve Sali’nin desenleriyle çıkıyor. Aziz Nesin belki çoğumuz için bir gülmece yazarıdır. Toplumumuzun tuhaflıklarını görmüş, bunları öykülere, gazete yazılarına dönüştürmüş bir yazar. Bu yanıyla asıl ününü sağladığı da bir gerçek. Öte yandan onun örneği az görülen ilkeli bir aydın olduğunu da eklemek gerek. Yaşama ilkeleriyle, topluma, çağının olaylarına bakışıyla örnek, ilkeli bir aydın. Geçende Aziz Nesin’in eski kitaplarından birini, “Az Gittik Uz Gittik”i karıştırırken bir yazının başlığı ilgimi çekti: “Sosyalizm Ahlaktır.” 1961’de, elli yıl önce “Öncü” gazetesinde yayımlanmış. Sosyalizm düşüncesinin ülkemizde açıkça yeni yeni tartışıldığı bir dönem. Dönemin önde gelen konularından biri sosyalizme geçişin ve uygulamasının nasıl olacağı yolundaki tartışmalardı. Aziz Nesin, sanki bu tartışmaların somut, gerçek hayatla yakın ilgisinin olmadığını göstermek istercesine bambaşka bir konuyu taşımış yazısına: “Sosyalizm Ahlaktır.” Bakın yazıda, sosyalizm anlayışını nasıl özetlemiş: “? Sosyalizm, insanın başka insanlarca sömürülmemesi için emeğin değerlendirilmesi, emek değerince kazanılmasıdır. ? Sosyalizm, insanların yarın korkusundan kurtarılarak bugünlerinde ve geleceklerinde güvene kavuşmalarıdır. ? Sosyalizm, ancak toplumsal adalet ve güvenliğin gerçekleştiği toplumlarda kişiliklerin gelişip gerçekleşebileceği demektir. Bunun için kıran kırana bir savaşma olan kurt kanununa karşıdır. ? Sosyalizm, insanların eşit koşullar altında yetişip yarışmaları, hak ettikleri, layık oldukları ve çalıştıkları oranda kazanmaları, bu oranda dünya nimetlerinden yararlanmalarıdır. İşte bunun içindir ki, en iyi ekonomik ve toplumsal düzen olan sosyalizm, hem de en iyi ahlaktır. Ancak sosyalist bir düzen içinde genel ahlak yükselebilir, birey ahlakı düzelebilir, aile ahlakı sağlamlaşabilir.” Bugün aradan elli yıl geçtikten ve derelerin altından çok sular aktıktan sonra, durup düşününce, sosyalizm her şeyden önce ahlaklı, yani sorunlar karşısında dürüst olabilmeyi başarabilse, belki de bugün başka bir dünyada yaşıyor olacaktık. Aslında her işte öyle değil mi? Dürüstlük temeline dayanmayan düşünceler, eylemler, davranışlar bir süre göz boyayabilir ama altında güvenilir, güçlü bir temel barındırmıyorsa ulaşabileceği başarılar da sınırlı olacaktır. Aziz Nesin’e dönersek, içinde eğitimden siyasete, yaşam bilgelikleriyle dolu düşünce yapıtları da bıraktı bizlere. Bu kitaplarda çağının fırtınalı siyasal ve toplumsal olayları karşısında her zaman kendi doğrularını savunabilmiş, eğilmemiş, yan çizmemiş bir aydın kişilikle karşılaşıyoruz. Örnek özellikleri kolay kolay değerini yitirmeyecek bir aydın kişilik. Günümüzde toplumsal düzene sosyalist bir seçenek sunma savında olanların, “sosyalist bir ahlak” düşüncesi ve uygulaması içinde olmaları, sağlam bir çıkış noktası oluşturabilir. [email protected] [email protected] CMYB C M Y B F azıl Say’õn arabesk müzik/arabesk yaşam tarzõ üstüne başlattõğõ tartõşmalar yalnõz müzikçiler çevresinde kalmadõ, daha geniş kitleleri de uyardõ. Arabesk, bir müzik bi- çemi değildir. 1960’lõ yõllarda başlayan köyden kente göç eden kesimin yalnõzlõğõnõ, Alman- ya’daki Türk işçilerinin bunalõmõnõ ve genelde yaşama küskünlüğü dile getiren şarkõlardõr. Sosyal koşullarõn doğurduğu ruhsal bunalõmõ an- latan sözlere dayalõ, monofonik, çok sazlõ, ke- manlarõn Arap müziği tarzõndaki kaydõrmalarõyla süslenen şarkõlar. Arabesk söylem, yaşamaya değer olmayan bir dünyada gelişmeden, savaşmadan ve durmadan yakõnarak, uyuşukluk içinde yuvarlanõp git- menin simgesi olmuştur. Arabesk bugün ar- tõk göçmen ya da yoksul bir kesimin yakõn- masõ değildir. Ne yazõk ki lahmacunla viski içen, kültür derinliğinden yoksun bir ‘sos- yete’nin uyuşukluğa, düzeysizliğe özenme- sidir. Bu şarkõlarõ halen piyasaya sürenler de kolayca ‘arabesk zengini’ olmaktadõrlar. Bü- tün bunlarõn ötesinde insanlarõmõzõn neme- lazõmcõlõğõ ve kendini geliştirmeden, kolay kö- şeyi dönme anlayõşõ da arabesk davranõşlarõn örneğidir. 1970-80 arasõnda birçok arabeskçi, kaset pi- yasasõnõn zengini olmuştu. Arabesk, o yõllarõn tek yayõn organõ TRT’de yasaklanmõş, sonra ilk kez Polis Radyosu’nda yayõmlanmõş ve birdenbire yasaklar kalkmõş, her yayõn organõnõ kuşatmõş- tõ. Doğal ki yasaklar da bu müziği merak ettirt- miş, kaset satõşõnõ arttõrmõştõ. Arabesk, klasik Türk müziğini de Türk halk müziğini de kullanõp, kolay yoldan elindeki mü- ziksel malzemeyi ağdalõ ağlamalara çeviriyor- du. Arabesk tartõşmalarõnõn en yoğun olduğu 1980-1990 arasõndaki dönemde nice müzikçiy- le bu yozlaşmaya değinmişim. Aralarõndan üç ta- nesini sizlerle paylaşmak istedim. Ekrem Zeki Ün (1910-1987): “Yüzyıllar bo- yu Arap’tan ve Fars’tan alınan cicili bicili mıs- ralar gibi şakrak nağmelerin süslediği müzik giderek bayağılık ve basitliğe büründü. Bu sa- ray artığı müzikte pasiflik, yatay görüş, ken- dinden memnun olma duygusu hâkimdi. Kendini aşamayan bir hayat görüşü. De- vamlı tekrar ve hamam taşında uyuşmuşluk ifade eden hareketsizlik. Çokseslilikte teker- rür yoktur. Durmadan yenilenerek çeşitlenir.” Halk müziğimizin ünlü saz ustasõ Nida Tü- fekçi’ye (1929-1993) şöyle sormuşum: “Ücra dağ köylerinde bile halkın kendine özgü tav- rını değişikliğe uğrattığı, oralara da arabesk havası girdiği söyleniyor...” Ve onu çok öfke- lendirmişim: “Öyle şey yok... Ben bugüne dek halktan arabesk türkü çıktığını duymadım. Bu değişiklik ancak şehirlerde oluşuyor. Çünkü musikinin ticareti başladı. Sanatın ti- careti olunca müşteriye göre malzemeler üretmek gerekiyor. Ama halk kendi üslubu- nu, kendi musiki tarzını bırakmıyor.” Cengiz Tanç (1933-1997) demiş ki: “Kent- leşme sürecinde olan vatandaşlar, kentlere geldikten sonra yeni kavramlara gereksinme duyuyorlar ve dolmuş müziği meselesi orta- ya çıkıyor. Yine şehirlerde yozlaşmış, ala- turka, teksesli Türk müziği de hiçbir zaman büyük bir yükseliş gösteren Osmanlı müzi- ğinin ilk dönemlerindeki Dede Efendi’ler de- ğil. Bir de bunlara arabesk türü ekleniyor. Bu da genellikle, kasetçilerin, plak firmala- rının arz-talep meselesinde alevlendirdikle- ri bir konu.” İşte şimdi aradan 30 yõl geçti ve biz hâlâ ay- nõ tartõşmalar içindeyiz. MÜZİK TARİHİNDE ARABESK Sanat tarihinde arabesk; mimariden gelen, Arap tarzõnda, aşõrõ süslemeli bir tarzdõr. Müzikte ‘arabesk’ deyişini ilk kullanan Schumann’õn kõsacõk piyano yapõtõ ne Arap tarzõndadõr, ne de aşõrõ süslemeler içerir. Anlaşõlan bir imgesel yol- culuktur. Yirminci yüzyõl başlarõnda ise Debussy, Satie, R.Strauss, Respighi gibi besteciler mi- nör tonlardaki gizemli besteleri ve süslemeleriyle oryantalist düşünceye itibar etmişler, dolayõsõyla Arap müziğinde de esin kaynaklarõ aramõşlardõr. Arabeski asla blues gibi toplumun acõsõnõ de- rinden dile getiren bir türle karşõlaştõramayõz. Blu- es’daki felsefenin melodiye, ritme ve polifoni- ye işlenişi çağõmõz klasik müziğine zenginlik- ler sunmuştur. Bize dönersek, okullarõmõzda müzik derslerini kaldõrdõğõmõz gibi çocuklarõ TV yarõşmalarõnda arabeskçilere özendiriyoruz. Bilgiyi ve kültürü arttõrmaya uğraşmazsak arabeske şarkõsõyla, yaşama tarzõyla teslim olmak durumundayõz. Böylece onu üreten müzik medyasõndaki zen- ginlerin sayõsõ da durmadan artacaktõr. [email protected] Arabeskmüzikvearabesk yaşam Arabesk bir müzik biçemi değildir. 60’lõ yõllarda başlayan köyden kente göç eden kesimin yalnõzlõğõnõ, Almanya’daki Türk işçilerinin bunalõmõnõ ve genelde yaşama küskünlüğü dile getiren şarkõlardõr. Arabeski asla blues gibi toplumun acõsõnõ derinden dile getiren bir türle karşõlaştõramayõz. Blues’daki felsefenin melodiye, ritme ve polifoniye işlenişi çağõmõz klasik müziğine zenginlikler sunmuştur. 40 ’lı ve 60’lı yıllarda caz sanatçılarının fotoğraflarını çeken Amerikalı fotoğraf sanatçısı Herman Leonard, 87 yaşında Los Angeles’ta hayatını kaybetti. 1956 yılında Uzakdoğu ülkerine seyahate çıkan Marlon Brando’ya fotoğraflarını çekmek için eşlik eden Leonard’ın ödül alan birçok fotoğrafı, aralarında Washington’daki ünlü Smithsonian Institution’un da bulunduğu müzelerde sergileniyor. Ünlü caz sanatçıları Charlie Parker, Dizzy Gillespie, Billie Holiday, Duke Ellington, Miles Davis, Leonard’a poz veren isimler arasında. Kültür Servisi - Yaklaşõk 20 yõl- dõr evinden çõkmadan resim ve hey- kel yapan Pordenone Montana- ri’nin yapõtlarõ, II. Dünya Savaşõ sonrasõ Avrupa sanatõna benzersiz bir katkõ olarak değerlendirildi. İtalya’nõn Piedmonte bölgesinde- ki evinde yõllarca münzevi yaşamõ süren 73 yaşõndaki sanatçõnõn hey- kelleri, duvar resimleri, natür- mortlarõ ve manzaralarõ, uzman- larca “köktenci” olarak nitelendi ve büyük bir sergiye değer bulun- du. Gelecek ay Londra’daki İtalyan Kültür Enstitüsü’nde açõlacak ser- gi daha sonra İtalya ve Rusya’da yi- nelecek. Britanyalõ sanat tarihçisi Ed- ward Lucie-Smith, Montanari’nin “bambaşka bir ses” olduğunu vurgulayarak “Montanari ben- zersiz bir sanatçı. Onun yapıt- larının ortaya çıkması, savaş sonrası İtalyan sanatının alışılmış öyküsünü tümden değiştirecek” dedi. GİZLİ YETENEK... Montanari’nin Piedmonte’deki 19. yüzyõl evinin kepenkleri yõl- lardõr açõlmamõştõ. Yörede yaşa- yanlar, evi, şehirli bir ailenin zaman zaman uğradõğõ kõr evi sanõyordu. Oysa bu süre boyunca Montanari içeride, bugün uzmanlarõn Picas- so, Chagall ve Bacon’la kõyasla- maya kalkõştõklarõ yapõtlarõyla uğ- raşõyordu. Montanari’nin gizli yeteneği bir rastlantõ sonucu keşfedildi. Karõsõ, dört katlõ evi kendilerine çok büyük geldiği için satmaya karar ver- mişti. Yörede oturan Hint asõllõ işa- damõ Raja Khara ve İtalyan or- tağõ, oradan geçerken, bahçe ka- põsõna asõlmõş “Satılık” levhasõnõ gördüler ve evi gezmek istediler. Ancak evi gezerken gördükleri “sanat hazinesi” karşõsõnda şaşkõna döndüler. Bazõlarõ birkaç metre yüksekliğinde 500’den fazla resim evin tüm odalarõnõ doldurduğu gi- bi, Montanari evin içinde hemen tüm düz yüzeyleri resimlemiş, bu- nunla da yetinmeyerek ahşap ve taş heykeller yapmõştõ. 1960’larda Milano Üniversite- si’nde felsefe, Brera Güzel Sa- natlar Akademisi’nde heykel oku- yan Montanari, Khara ve ailesi evi gezerlerken de resim yapmayõ sür- dürmüş, ilk başta resimlerini sat- maya bir türlü yanaşmadõysa da, sonradan bir Montanari Vakfõ ku- rulmasõna ve evin yakõnlarõnda kendisi için bir atölye oluşturul- masõna razõ olmuştu. “Dört esin perim var: Oku- mak, yazmak, resim ve heykel” diyen Montanari’den sanat tarihçisi Lucie-Smith, “Bazı ressamlar ün peşinde koşarlar, bazıları ünü yollarına çıkan bir engel ola- rak görürler. O, bu ikinci kate- goriden” diye söz ediyor. İTALYAN SANATÇI 20 YIL EVİNDEN ÇIKMADAN RESİM VE HEYKEL YAPTI 73 yaşında keşfedildi Ela Güntekin uğurlanıyor Kültür Servisi - Fransõz edebiyatõnõn pek çok yapõtõnõ dilimize kazandõran, Reşat Nuri Güntekin’in kõzõ Ela Güntekin’in cenazesi bugün Teşvikiye Camii’nde kõlõnacak ikindi namazõnõn ardõndan Kilyos Mezarlõğõ’nda toprağa verilecek. 1941 doğumlu Güntekin, eğitimini Notre Dame de Sion’un ardõndan Fransa’da tamamlamõştõ. TRT’de uzun yõllar devam ettirdiği program uzmanlõğõnõn yanõ sõra Boğaziçi Üniversitesi’nde de öğretim görevlisi olarak çalõşmõştõ. Feyza Zaim’den ‘Ermeni Masalları’ Kültür Servisi - Can Çocuk, “Sefarad Yahudilerinden Masallar” ve “Kürt Masallarõ”ndan sonra, bu kez de “Ermeni Masallarõ”nõ yayõmladõ. Feyza Zaim’in derleyip çevirdiği kitapta yer alan masallarõn tümü, Anadolu’da yüzyõllardõr birlikte yaşayan insanlarõn ortak dili ve kültür mirasõnõ yansõtõyor. Kitabõn ilüstrasyonlarõnõ ise An-Su Aksoy gerçekleştirdi. Can Çocuk, önümüzdeki aylarda da Destanlar ve Masallar dizisinden “Rum Masallarõ” ve “Anadolu Masallarõ”nõ yayõmlayacak. Antoninler Çeşmesi restore edildi Kültür Servisi - UNESCO’nun “Dünya Mirasõ Listesi”ne aday Sagalassos antik kentindeki Antoninler Çeşmesi’nin restorasyon çalõşmalarõ tamamlandõ. 1993 yõlõnda başlanan kazõlarda ortaya çõkarõlan Antoninler Çeşmesi, yüksek mühendis Semih Ercan liderliğindeki restorasyon ekibi tarafõndan, ilk olarak 2007 yõlõnda tüm parçalarõ birleştirilerek ayağa kaldõrõldõ. Antoninler Çeşmesi’nin depreme karşõ güçlendirme çalõşmalarõ 2008 yõlõndan bu yana devam etmekteydi. Konu şiddet, ‘atış serbest’ Kültür Servisi - Bir yanda türlü cinayet haberlerinden yola çõkan kara mizah bir stand- up gösterisi, öte yanda hayatlarõ intikam hikâyeleriyle dolu bir grup gencin şiddet dolu öyküsü... “Şiddetin hangi biçimi daha komiktir, şakasõ mõ yoksa kendisi mi” sorusuna yanõt arayan Studio 4 İstanbul, “Atõş Serbest” adlõ oyunla bugün ve yarõn saat 21.00’de Garajistanbul’da. Onur Karaoğlu’nun yönettiği oyunda Fatih Gençkal, Zinnure Türe ve Şafak Ersözlü rol alõyor. Herman Leonard’ın objektifinden Dexter Gordon (1948). Arabesk söylem, yaşamaya değer olmayan bir dünyada gelişmeden, savaşmadan uyuşukluk içinde yuvarlanõp gitmenin simgesi oldu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle