19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 PAZAR 25 TEMMUZ 2010/ SAYI 1270 • • • i DüNYALI YAZILAR ,,; ^^k^j^M ZÜLAL KALKANDELEN Kitapsız kütüphane ıy ütüphanelere ayrı birtutkum ı \ vardır benim. ilk kez gittiğim her yeni kentte önce orayı ziyaret ederim. Kentleri sahip oldukları kütüphanelere göre degerlendiririm bir bakıma... Güzel bir binası olan, geniş bir koleksiyona sahip bir kütüphane bulursam, o kentin benim için değeri artar. Kitaplara olan gönüllü bağımlılığın yani sıra, kütüphanelerin sessizliğine de düşkünüm. Sokağın kargaşasından kurtulmanın en iyi yollarından biridir bir kütüphaneye dalmak. Saatler geçer ama adeta zaman durur o mekânlarda... Hiç tanımadığım insanlarla aynı mekânı paylaşmak, neden hiçbiryerde olmadığı kadar kütüphanelerde mutlu eder beni? Yanıtı bellidir aslında; okuma, araştırma, keşfetme ve öğrenme eylemleıinin sağladığı tatmin duygusunun erişilmezliğidir hissedilen... Bütün bunları yazmamın nedeni, kütüphanelerin benim için kutsal bir nitelik taşıdığını vuıgulamak. Çünkü buna bağlı olarak aklımı meşgul eden soruları paylaşacağım sizlerle. Geçen gün gözüme bir haber ilişti. Stanford Üniversitesi'nin ağustos ayında açılacak yeni mühendislik kütüphanesinde, eskiye oranla yüzde 85 oranında daha az kitap bulunacakmış. Yani ratlarda 60 bin kitap yerine artık 10 bin kitap yer alacakmış. Üniversitenin •kütüphanecileri de, bunu "kitapsız gelecek" için büyük bir adım olarak sevinçle karşılamış... Stanford'da bu yönde karar alınmasının nedeni, kayıtlara göre, öğrencilerin e.skiye göre kütüphanederi çok daha az sayıda kitap alıyor olması. Ama bu demek değil ki, daha az kitap okunuyor. Kitapları basılı olarak değil dijital versiyonlarından okuyoılar... Kütüphaneden onca kitap çıkınca binada geniş bir alan açılmış. Kütüphaneciler, böylece sadece kitaplarla uğraşmak yerine çeşitli atölye çalışmaları yapacakları için heyecanlıymış... * * + Benim gibi ağzına kadar kitapla dolu temiz ve serin bir kütüphaneyi bu dünyadaki en güzel mekân olarak gören birisi için sarsıcı bir haber bu. Çünkü "kitapsız gelecek" düşüncesinin sadece Stanford'la sınırlı kalmayacağını biliyorum. Teknolojinin yönlendirdiği gidişat bu yönde... Bu durumda kendime şunları sordum: Raflarında az kitap olan bir kütüphaneye girince aynı heyecanı duyacak mıyım? Benim için kütüphaneyi kutsal kılan okuma, araştırma, keşfetme ve öğrenmenin sağladığı tatmin duygusu değil mi? Öyleyse aynı eylemleri farklı bir şekilde yaparsam aynı tatmini alabilir miyim? Benzer sorular, Kindle, Eee-Reader gibi elektronik kitap okuyucuları çıktığından bu yana da aklımıza geliyor. Ama o tür aletleri alıp almamak sonuçta kişisel bir tercih. Oysa '< ?in kütüphane boyutu, kendi isteğim dışında oluşabilecek ve durdurmak için herhangi bir önlem alamayacağım bir gelişme. Geleceğin kütüphaneleri, sadece bilgisayarlar ve e-kitap okuyucularını barındıran binalara dönüşecek mi? Öyle olursa, neden evimdeki bilgisayardan ya da şahsıma ait Kindle'dan okumak varken kütüphaneye gideyim? Bana kalırsa, "kitapsız gelecek" düşüncesini en son savunacak insanlar kütüphaneciler olmalı. 0 rtedenle, Stanford kütüphanecilerinin bu gelişmeden heyecan duyması beni fena halde şaşırttı. Kendi ayağına kurşun sıkmak bu olsa gerek... Diyebilirsiniz ki, "Teknolojiye direnilmez; en iyisi bir an önce uyum sağlayıp yeni kullanım amaçları üzerine kafa yormak." Yoralım tabii ama ben yine de ağzına kadar kitapla dolu kütüphanelerin kokusunu, görüntüsü duyumsamak istiyorum. Tutku işte; boş raflarla tatmin olmuyor... Çok zengin olsam, açarım bir tane kapatmam var olduğum sürece. Bu olanağım olmadığına göre, en iyisi devam evi kütüphaneye çevirmeye... • www.zulalkalkandelen.com / [email protected] Çocuk nörolojisi uzmanı bir doktor sırf bir roman yazmak için uzmanlık alanı dışına çıktı. Çoğul kişilik hastası N.A., hem izni bile alınmadan bir romana malzeme olduğu için hem de kasıtlı bir istismar ve sömürüye maruz kaldığı için bugün daha da kötü durumda. ŞULE KÖKTÜRK Doktorum yaralı ruhumu öldürdüÇocuk nörolojisi uzmanı Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin'in, alan ihlali yaparak yaklaşık 8 sene psikoterapi uyguladığı çoğul kişilik hastası N.A.'yı, romanını yazabilmek için yanına alıp çalıştırdığı, roman bittikten sonra da tazminatsız olarak işten attığı iddia ediliyor. N.A., Keskin'e dava açarken Keskin ilk duruşmada NA'nıri vesayet altına alınmasını istedi ancak bu talebi mahkemece reddedildi. N.A. "Ben sekiz sene bir doktor hatasına maruz kalmadım. Ben yazdığı romanına malzeme olsun diye, yaralı ruhumu yavaş yavaş öldüren bir doktorun kasıtlı ve bilinçli 8 yıl boyunca süren saldıhsına, istismarına maruz kaldım" diyor. Bir reklam ve halkla ilişkiler şirketinin sahibi N.A., yaklaşık 9 sene önce çocuğunun bazı ergenlik sorunlarına çözüm bulmak için Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde görev yapan Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin'le tanıştı. Kızı birkaç ay sonra doktoruna gitmek istemedi. Bu kez Prof. Dr. Keskin, N.A.'da çocukluk çağında yaşadığı travmaların izlerini gördüğünü ve ona yardımcı olmak istediğini söyledi. N.A. teklifi kabul etti. Keskin, Ocak 2002'den itibaren N.A.'ya tedavi uygulamaya başladı. Önceleri haftada bir başlayan terapi seansları, zaman geçtikçe sıklaştı. Yıllardır kendi içinde tuttuğu ve tekrar tekrar yaşadıgı travmaları, haftada bazen 6'ya varan terapi seanslarında Keskin'e anlatmaya başlayan N.A., daha önce yazdığı günlükleri dahi doktoruyla paylaştı. N.A. doktoruna bağımlı hale geldi, onu kendi deyimiyle "totemleştirdi." VANESSAYA TUTUNUYOR Bu sırada N.A'ya tedavi için gittiği Fransız Lape Hastanesi ve Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde "Disosyatif Kimlik Bozukluğu- (Çoğul kişilik hastası)" teşhisi konuldu. Bu hastalıkla uzmanının ilgilenmesi gerektiği halde bir çocuk nöroloğu olan Keskin, Duruş bozukluğunu önleyen korse DENİZ ÜLKÜTEKİN D uruş bozukluğunu ses ve titreşimle kişiye haber veren korse ELSA firması tarafından Türkiye'ye getirildi ve kullanıma sunuldu. "Bio Feedback" tekniğiyle kişinin algısını zorlayarak dik durmaya zorlayan korse, duruş problemi yüzünden kamburluk tehlikesi yaşayanlar için de çözüm olabilir. Çoğu kişi tarafından önemsenmese de duruş bozukluğu belki de çağımızın en büyük gündelik sağlık problemleri arasında. Günümüz çalışma ve yaşam düzeni insanları eskisinden çok daha fazla oturarak çalışmaya zorluyor. Elbette sabit bir pozisyonda uzun süre durmanın bedelleri de var. Ancak bu bedeller sandığınız gibi sadece fiziksel görüntü bozulmasıyla sınırlı değil. Dik duruş, vücuda stres ve yük binmesine engel oluyor, böylece ağrıların önüne geçerek vücudun hastalıklardan uzak kalmasını sağlıyor. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi'den Fiziksel Tıp ve Radyo Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Hürriyet Yılmaz "Dik duruş, bunu sağlayan tüm kemik, eklem, kas yapıları yanında sinir sistemi ve denge gibi yapılarla sağlanır" diyor ve dik duruşun önemine "duruşu sadece basit ayakta durma veya kas aktivitesi olarak anlamamalıyız" sözleriyle dikkat çekiyor. Potansiyel duruş bozukluğu yaşayabilecek kişiler arasında ojmanız ise Yılmaz'a göre oldukça muhtemel. Yılmaz büro görevlilerini, öğrencileri, bilgisayar kullanıcılarını, şoförleri yani sürekli aynı pozisyonda çalışan herkesi bu rahatsızlığa yakalanabilecek potansiyel hastalar olarak görüyor. Bunun yanında karın kasları zayıf ve göbekli kişiler de duruş bozukluğunun etkilerini daha sık yaşıyorlar. Rahatsızlık yaşayan hastalardaysa boyun, sırt ve bel ağrıları, vücutta farklı kaslarda tutulma, omuz hareketlerinde kısıtlama sık görülen şikâyetler. Duruş bozukluğunun hayatımızdaki önemini kavradık diyelim. Peki bu rahatsızlığı nasıl giderebiliriz? Yılmaz'a göre kişinin tedavi konusunda da bilinçlenmesi çok önemli. Bu yüzden tedavi sürecindeki kişinin günlük hayatta çalışırken, otururken ve ayakta dururken doğru duruş pozisyonunu öğrenmesi ve uygulaması çok önemli. Yılmaz sırt, bel ve omuz kaslarının egzersizlerle güçlendirilmesi gerektiğine işaret ediyor ve "kasların esnek olması için yapılacak yüzme ve pilates gibi aktiviteler çok önemli. İlerlemiş problemlerde hastaların bu çerçevede rehabilitasyon programına alınması gerekir" diyor. Duruş bozukluğu kapsamında üretilen korseyi son derece olumlu karşılayan Yılmaz "Bu tür korse veya sensörlü uyarıcılar yanlış duran kişiyi duyusal olarak uyararak hatırlatıcı bir etki gösterir. Backtone bu şekilde kısa süreli kullanılabilir. Gençlerde ve sürekli oturarak iş yapan kişilerde postür bilincini geliştirmek için geri bildirimsel bir süreci destekleyebilir" diyor. • bugün 50 yaşında biryetişkin olan NA'ya terapi uygulamayı sürdürdü. N. A. içinde, çocuk Vanessa, çılgın ve seksi kadın Cindy, iş kadını Inessa ve melankolik- depresif Floransia olmak üzere 4 kimlik barındırıyor, bu kişiliklerden en sık yaşadıgı ise küçük kız çocuğu Vanessa... NA'nın Vanessa'ya tutunması, Keskin'in de daha sonra çok işine yarayacaktı. Mart 2008'de, doktorunun ısrarıyla, onun yönetici asistanlığını, reklam ve halkla ilişkiler işlerini yapmaya başlayan N.A., yaşlı annesine ve köpeklerine bakım gibi özel işleriyle dahi ilgilendi. N.A. bu arada, Özel Fransız Lape ile Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları hastanelerinde de yatarak tedavi görüyordu. Prof. Dr. Keskin, N.A.'ya, kendisinin uyguladığı tedavilerden, başka hekimlere söz ederse terapiyi keseceğini söylüyordu. NA'nın hastalığıysa giderek ağırlaşıyordu. 2008 yılının eylül ayında Keskin romanını bitirdi. Romanı herkese okutan Keskin, N.A.'nın ısrarlarına karşın onunla paylaşmadı. Bir tesadüf sonucu N.A. romanı gördü. Okudukça her sayfasında kendi öyküsünü, günlüklerinde yazdığı ifadeleri buldu. Yalnızca içindeki kimliklerin isimleri değiştirilmişti. İŞİ BJTİNCE VESAYET İSTEDİ N.A. önce, "tanrı gibi güvendiği" doktoru Keskin'e bu romanı yayımlamaması için yalvardı. Keskin ise ikna edemediği NA.'nın Vanessa kimliği üzerinde baskı kurdu ama yine ikna edemeyince, 29 Haziran 2009'da hakaretler eşliğinde, ücretini ve tazminatını ödemeden işten kovdu. N.A. avukatı aracılığıyla, yayınevine çektiği bir ihtar ile kitabın yayımını engelleyebildi, ardından tazminat davası açtı. 1 Nisan'da Sirkeci 5.'nci İş Mahkemesi'nde başlayan davanın, 3 Haziran'da görülen ikinci duruşmasında Keskin, N.A.'nın vesayet altına alınmasını istedi ancak bu talebi mahkemece reddedildi. Bu kez kimliğinin aşağılanması ise N.A.'yı daha çok sarstı. "Kendisine bilim insanı diyen, tanrı gibi güvendiği ve sevdiği doktorunun ihanetine uğradığını" söyleyen N.A., Keskin'in yaşamla arasındaki bağı kestiğini ifade ediyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Prof. Dr. Keskin hakkında, olası kastla yaralama, mesleğini kötüye kullanma ve sır saklama yükümlüğünün ihlali nedenleriyle kamu davası açtı. istanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın isteği üzerine N.A.'yı muayene eden istanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Vedat Şar, raporunda şu görüşlere yer verdi: "Söz konusu ruhsal bozuklukların tedavisi ancak bir psikiyatri uzmanı tarafından yapılabilir. Çocuk nörolojisi uzmanı olan bir hekimin kendi uzmanlık alanı dışında bir psikiyatrik bozukluğu tedavi etmeye girişmesi hasta için risk yaratır. Bu, hastanın rneslek aracılığıyla istismar edilmesi anlamına gelir. Müştekinin ruhsal açıdan (hekimlik mesleği kullanılarak) ilişki travmasına maruz bırakıldığı ve duygusal istismara uğratıldığı, psikiyatrik bozukluğu da ağırlaştırdığı ve tedavisini de güçleştirdiği kanaatine varılmıştır." Davanın üçüncü duruşması eylül ayında görülecek. Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin ise konuya ilişkin olarak telefon görüşmesi dahi yapmak istemedi. • .* V
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle