19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 20 TEMMUZ 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Gazeteciler, yazarlar, sanatçılar siyasal parti üyesi olmamalıymış!.. Hele partilerin yönetimlerine adım bile atmamalı, milletvekili seçilmeye de kalkmamalıymış!.. CHP’nin yeni kurultayında parti meclisine birkaç gazeteci, yazar girdi ya, kimileri bunu eleştiriyor, ‘gazetelerindeki köşelerinden ayrılmalıdırlar’ diye yazılar yazıyor!.. Bir düşündüm, bugüne dek nice yazar, şair, gazeteci partilerde yer aldı, milletvekili, bakan bile oldu... Saymaya kalksam bu köşeye sığdıramam adlarını... Milliyet’te güzel köşe yazılarını izlediğim Hurşit Güneş, TV’de ilginç söyleşmelerini dinlediğim Enver Aysever ve Cumhuriyet’te yıllardır yararlı yazılarını okuduğum Mehmet Faraç, CHP Parti Meclisi’ne üye seçildiler. Bunu eleştirmek değil, desteklemek gerekir... Köşe yazarları partili olunca, çok mu değişiyorlar? Kişilik sahibi bir gazete yazarı bir partiye katılmışsa okurlarına, dolayısıyla halkına daha yararlı olacaktır. Gerçek bir gazeteci, bir yazar, parti üyesi olmakla gerçeklerden kopamaz... Diyeceksiniz öyle olmayanlar da var. Onları, ben gerçek gazete yazarı saymıyorum ki!.. Kendimi düşündüm. DP, CHP, ANAP, AP gibi partilerin iktidar yıllarından bugüne “Evet Hayır”ları yazıyorum. Ama hiçbir partiye girmeden, zaman zaman yararlı gördüğüm bir politika akımını, bir kişiyi, bir tutumu desteklemekten de geri kalmadan... Gerçek bağımsızlık bir partiyi sağduyu ile, bilgiyle, yansızlıkla, daha da çok topluma yararlı olduğu ölçüde desteklemektir. Bunu da az çok yaptığımı sanırım. Genç gazeteci arkadaşların CHP yönetim kadrolarında yer almalarını, yazarlıkları açısından da yararlı görüyorum.. EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Gazeteci ve Politika PENCERE Şeriatçıya Zulüm!.. Zavallı şeriatçı!.. Istırap çekiyor.. Ruhsal gerilimin pençesinde kıvrım kıvrım kıvranıyor, moda deyişle ‘stres’ içinde... Hazret bunalıyor; Cumhuriyet Bayramı bir sorun, 10 Kasım bir sorun, 23 Nisan bir sorun; çünkü her resmi törende karşısına Atatürk çıkıyor... Hazret “nefret ediyor” Atatürk’ten... Ne ki Hazret, devletin resmi makamında oturuyor, odasında Atatürk’ün resmi var... Başbakan, bakan, genel müdür, müsteşar, belediye başkanının odalarına Atatürk’ün fotoğrafını kimler asmış?.. Atatürk duvardaki portresinden mavi gözlerini açmış Hazret’i sanki gözlüyor, izliyor, denetliyor... Zulüm bu!.. Zorla güzellik olmaz ki!.. Hazret, Atatürk’ün yüzünü görmek istemiyor, resmi törenlerde sinirleri bozuluyor, dişlerini gıcırdatıyor, terleyen ellerini ovuşturuyor, içinden ya sabır çekiyor, dışından çevreye gülümseyerek bakınıyor, ama, bu gidişle sağlığı bozulacak... Zavallı şeriatçı!.. Arada patlıyor: “- Ey Müslümanlar!.. Zulüm bu, ama, siz içinizdeki hırsı, kini, nefreti saklayın!..” Peki, ne yapmalı?.. Yapılacak iş belli... Atatürk’ün fotoğraflarını resmi dairelerden kaldırmalı, heykellerini yok etmeli, adını resmi törenlerde anmaktan kaçınmalı, okul kitaplarında Mustafa Kemal’e ilişkin ne varsa silmeli, kazımalı... Öğretimde, imam okullarındaki gibi, öğrencilere Atatürk düşmanlığı aşılamalı... Şeriatçıyı zulümden kurtarmanın reçetesi, Atatürk’ü Türkiye’nin yaşamından silip yok etmek... Yoksa Hazret, Hıristiyan Avrupa’nın İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurup diyecek ki: - Yetti bu zulüm!.. Ben bakan oluyorum, başbakan oluyorum, belediye başkanı oluyorum, put saydığım heykellerin önünde saygı duruşuna zorlanıyorum... Avrupalı ne yanıt verir: - Hükümetini kurmuşsun, iktidar olmuşsun, sen zulümden nasıl söz açarsın?.. Türkiye’de fikir suçluları cezaevlerindeyken, işkenceler sürerken, sen iktidar koltuğunda oturup zulüm gördüğünden nasıl yakınırsın?.. Hey benim Türkiyem!.. Sevgili ülkem... Senin havanı koklayan ya da suyunu içen, aklını mı yitiriyor? Yoksa bu yaşadıklarımız bir düş mü?.. (15 Kasım 1996 tarihli yazısı) 2 2/23 Mayõs günlerinde Ankara’da yapõlan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 33. kurultayõnda öne çõkan söylemlerin içinde, “İktidara koşuyo- ruz” savsözü başta geliyordu. Elbette ik- tidara gelmek tüm siyasal partilerin varlõk nedenidir, ister yürüyerek ister- se koşarak olsun... Ama unutmamak gerekir ki her si- yasal parti bir sõnõf temeli üzerine otu- rur ve temsil ettiği sõnõfõn öğretisel, si- yasal ve ekonomik istemlerinin iktidar aracõlõğõyla yaşama geçirilmesi için sa- vaşõm verir. Ancak yaşananlar öğret- miştir ki ister sağda olsun ister solda, hiçbir siyasal partinin salt kendi sõnõf tabanõnõn desteğiyle demokratik yol- dan iktidara gelme şansõ hemen hemen yok gibidir. Bu nedenle çok daha ge- niş halk kesimlerinin desteğine ge- reksinmeleri vardõr. Siyasal partilerin geniş halk kesim- leriyle yüz yüze gelmesinin en kestirme ve sağlõklõ yolu, onlarõn örgütsel yapõ- larõyla bire bir ilişki içinde olmalarõ, or- ganik ve kurumsal bağlar kurmalarõdõr. Değilse seçimden seçime sandõkta seç- menle kurulacak bir bağla iktidar olun- sa bile o koltukta rahat oturmaya, sõkõ durmaya olanak yoktur. Özellikle Batõ’daki sosyal demokrat partilerin kendi üyeleri dõşõndaki halk kesimlerinin örgütsel yapõlarõyla sõkõ bir işbirliği yapmanõn yanõ sõra ortak et- kinlikler gerçekleştirdikleri de bilin- mektedir. Bunlar işçi sendikalarõ, oda ve meslek kuruluşlarõ, sivil toplum örgüt- leri, vakõflar, kooperatifler gibi geniş ta- banlõ toplum örgütleridir. Partiler, bu toplumsal örgütlerle salt seçimlere dö- nük (yerel ya da genel) erk yönetimi oluşturmakla yetinmezler, yaşamõn her anõnda ve alanõnda ortak projeler üre- terek uygulamaya sokmaya da büyük özen gösterirler. Dolayõsõyla, bu siyasal işbirliğini şöylesi bir benzetmeyle özet- leyebiliriz: Partiler siyaset yapmanõn atardamarlarõnõ oluşturuyorsa yukarõda sõraladõğõmõz toplum örgütleri de böy- lesi bir yapõyõ besleyen kõlcal damarlar gibidir. Bu ilişki ve dayanõşma, sosyal demokrat olmanõn taktik bir tutumu ol- manõn da ötesinde stratejik ve kalõcõ po- litikasõdõr. İster iktidarda olunsun, ister muhalefette, bu stratejik anlayõş salt sos- yal demokrat partilerin değil, tüm siyasal partilerin varlõk nedeninin temelinde bir ölçüde vardõr. Anõmsanõrsa, Türkiye Cumhuriye- ti’nin kurucu öğelerinin içinde yer alan CHP, daha sosyal demokrat söy- lemi dile getirmediği yõllarda bu stra- tejiyi, Halkevleri yoluyla yaşama ge- çirmekteydi. CHP, sosyal demokrat söylemi 60’lõ yõllarõn ortasõnda Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) siyaset sahnesi- ne çõkmasõ ve toplumda kök salmasõ üzerine dillendirmeye başlamõştõ... Böylesi bir siyasal rota değişikliğini “ortanın solu” biçiminde yönlendir- meye çalõşõrken aslõnda siyaset diliy- le betimlersek, tipik bir sol sapma ör- neği de yaratmõş oluyordu. Oysa Ba- tõ’daki sosyal demokrasi, izlenceleri- ne Marksizmi temel almõş işçi sõnõfõ partileri içinden bir “sağ sapma” ola- rak çõkmõş siyasal örgütlenmeydi... İşte bizdeki ile Avrupa’daki sosyal de- mokrasinin sõnõfsal köklerinden gelen bu başkalõk, doğal olarak CHP’yi birçok konuda çelişik tutumlar almaya, özel- likle örgütlü toplum kesimleriyle bağ kurmada çekingenliğe itmektedir. Ay- nõ durumu, CHP’nin örgütsel yapõsõn- da da görmek olasõdõr. Gerek merkez- deki kurmay kadrolar gerekse taşrada- ki yöneticiler, sõnõf temeline ve kurumsal temsiliyete dayanmaktan çok, kişisel yeğlemelere göre seçilmiş bir örgüt- lenme izlenimi vermektedir. Bu nedenle de gerek merkez düzeyinde, gerekse taş- ra birimlerinde yukarõda vurguladõğõmõz örgütlü toplum kesimleriyle ilkeli ve ka- lõcõ bir iletişim kurulamamakta, siyasetin gerçek okulu olan toplum yaşamõnõn CHP Nasõl Koşmalõ?.. Sönmez TARGAN içinde olunamamaktadõr. Oysa özellikle kendini solda tanõmlayan partiler salt iktidar olmak için de- ğil, yaşamõ da örgütle- mek için var olmalõdõrlar. Ayrõca vurgulamak ge- rekirse, Batõ’daki sosyal demokrat devinmeler ken- di solundaki siyasal yapõ- larla, onlarõn görüş ve dü- şünceleriyle daha bir ba- rõşõk tutum içindedirler. Bizde ise bunun tam ter- si olagelmiştir. Örneğin 1977 genel seçimleri ön- cesi Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanõ Behice Boran, o dönemin CHP Genel Başkanõ Bülent Ecevit’e seçim ortaklõğõ- nõ da içine alan, demok- rasinin korunmasõ ve güç- lendirilmesi önerisinde bulunmak için gittiği bu- luşmada ret yanõtõ alarak geri dönmüştü. Yine bu satõrlarõn yazarõ, 2007 ge- nel seçimleri öncesi CHP Grup Başkanvekili Ke- mal Anadol’a, Mec- lis’teki grup odasõnda ger- çekleşen görüşmede şu öneriyi getirmişti: “Solda seçmen sayılarına göre küçük konumda olan birkaç parti var. Bu par- tilerin var olan Seçim Yasası ve uygulanmak- ta olan bugünkü baraj sistemiyle parlamentoya girmelerine olanak yok- tur. Hiç olmazsa bunla- rın en azından genel başkanlarını listeleri- nizden milletvekili ada- yı yapıp Meclis’e taşı- yamaz mısınız? Bu, par- tinize yük olmak şöyle dursun size hem say- gınlık getirir hem de parlamentoya daha bir nitelik kazandırır.” Bu görüşme ve yapõlan öneri, olumlu olumsuz hiçbir yanõt alõnamadan grup odasõnõn duvarlarõn- da acõ bir çõğlõk gibi asõl- dõ kaldõ... Oysa bu öneri gerçekleşebilseydi, AKP siyasal erkine ve emper- yalist kuşatmaya karşõ yõl- lardõr bir araya geleme- miş, solun demokratik sa- vaşõmõnda güç ve eylem birliğinin oluşturulma- sõnda önemli bir adõm olabilirdi... Evet, yeniden başa dö- nersek, CHP son genel kurulunda Sayõn Kemal Kılıçdaroğlu ile büyük bir rüzgâr almõştõr. Ancak bu rüzgâr genel başka- nõn, kişisel verim gücüy- le (performansõyla) uzun süre gidemez. Gidebil- mesinin itici gücünü ye- niden oluşturmak gere- kir. Bunun için başta par- ti izlencesi olmak üzere toplumla olan bağlarõ ye- ni baştan gözden geçire- rek buna dayalõ bir altya- põ oluşturulmasõnõn; ger- çek anlamda sosyal de- mokrat normlarõ yaratacak adõmlarõn hõzla atõlmasõ- nõn artõk zamanõ gelmiştir. Özetle, önümüzdeki son derece kritik bu ta- rihsel evrede CHP iktida- rõ nasõl bir formayla ko- şacağõna artõk bir karar vermek zorundadõr.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle