Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
HAYAL ve GERÇEK
KÜRŞAT BAŞAR
Füsun Akatlı
Füsun Hanım’ı tanıdığım zaman ilk yazılarım
yeni yayımlanıyordu. 80’lerin başıydı. Gösteri
dergisinde çalışırken Akatlı’nın yazılarını,
eleştirilerini de yayımlıyorduk zaman zaman.
İlk kitabım “Kış İkindisinin Evinde”
yayımlandığında ilk eleştiriyi Cumhuriyet’te o
yazmıştı.
Gösteri dergisinde, her ay bir hikâye, birkaç
yeni şiir, edebiyat sanat insanlarıyla söyleşiler,
eleştiriler, araştırmalar yayımlanırdı. Orası aynı
zamanda bir buluşma yeri gibiydi.
Eleştirmenler, yazarlar, ressamlar, müzisyenler,
sinemacılar, fotoğrafçılar, çizerler,
akademisyenler gelir, yazılarını getirir, bazen bir
araya gelip uzun sohbetlere girişirlerdi.
18 yaşlarındaki bir edebiyat sevdalısı için
bulunmaz bir ortamdı.
Adnan Benk’in çıkardığı Eleştiri dergisi vardı.
Uzun, kapsamlı edebiyat eleştirileri, söyleşileri
yayımlanırdı.
Daha önce Yazı dergisi, Yeni Dergi gibi çok
güçlü, hem yeni ürünleri izleyebildiğiniz, hem
ciddi araştırmalar okuduğunuz, edebiyat
tartışmaları yapılabilen dergiler çıkıyordu.
Okuyucu bu dergilerin çıkmasını bekler,
bazen günlerce bayiye gidip gelirdi yeni sayıyı
alabilmek için.
Yazık ki o dönem geçti. Daha sonra onların
yerine daha güzel basılmış, daha renkli dergiler
de çıktı ama onların yerini tutamadı. Onlardaki o
amatör ruh, heyecan gitti.
Son yıllarda inanılmaz sayıda kitap basılıyor
ama o dergiler yok, varsa da eskisi gibi değil.
Eleştiri nankör bir iştir. Eleştiriye konu olanlar
eleştirmeni sevmez. İyi bir eleştiri yazmak, hele
bir yazar üzerine kapsamlı bir yazı hazırlamak
zordur. Doğrusu burada bu çabanın pek bir
karşılığı yoktur. Yazsanız yayımlayacak yer
bulmakta zorlanırsınız. Çoğu kişi için eleştiri
okumak sıkıcı bir iştir. Çünkü iyi bir eleştiriyi
anlamak için de bir ön bilgi gerekir.
Ama eleştiri yol göstericidir, okur için de,
yazar için de... Üstelik bizde alışıldığı üzere ille
de kötü, olumsuz olması gerekmez.
Ben en çok, bir kitaptaki göndermeleri,
kitabın arka metnini, katmanlarını inceleyen,
okura, o kitabın içinde başka kapıları aralayan,
o metinle başkaları, öncülleri, türdeşleri
arasında bağ kuran, hatta orada kalmayıp farklı
sanat dallarındaki örnekleriyle zenginleştiren
eleştiri yazılarını özlerim.
Akatlı böyle, titiz, ciddi bir eleştirmendi.
Felsefenin süzgecinden geçen, edebiyat
bilgisiyle zenginleşen yazılar yazardı. Yakın
dostu Bilge Karasu gibi gizli, herkesin
bilmediği ince bir ironisi vardı.
İyi eleştiriler yazılmayınca neredeyse bir kitap
boyutunda günlük tutabilen herkesin yazdığı,
roman adı altında yayımlanıyor. Çok yıllar önce
geçilmiş teknik sorunlar, edebiyatta gelinmiş
üslup düzeyi bile artık tartışılmıyor. Sanki yazıyı
bile yeniden keşfediyor herkes kendince.
Edebiyattaki birçok önemli isim artık
hatırlanmıyor, klasikler de ancak dizi film olunca
yeniden gündeme geliyor.
Füsun Hanım, sabahlara kadar gözlerini
köreltme pahasına incelikli bir yazıyla uğraşan
özel insanlardan biriydi.
Yazık ki onlardan artık çok az kaldı.
kursatbasar63@gmail.com
E
duardo Galeano’dan ülkemizle ilgili
kõsa bir alõntõyla başlamak istiyorum:
“…Geraldine Chaplin bir filmde çalı-
şacaktı; film Türkiye’de dağların arasında-
ki küçük bir köyde çekilecekti.
İlk akşam dolaşmaya çıktı. Sokaklarda
kimse, hemen hemen hiç kimse yoktu. Çok az
erkek vardı ve hiç kadın yoktu. Ama bir kö-
şeyi döndüğünde, birdenbire bir grup deli-
kanlıyla karşılaştı.
Geraldine sağına baktı, soluna baktı, ar-
kasına baktı; etrafı çevrilmişti, kaçış yoktu.
Tek kelime etmeden, neyi varsa sundu; saa-
tini, parasını.
Delikanlılar güldü. Hayır, o değildi. Ve az
çok İngilizceyle, ona gerçekten Chaplin’in kı-
zı olup olmadığını sordular.
Geraldine, şaşkın, başıyla onayladı.
İşte, tam o anda, bütün delikanlıların bo-
yanmış siyah bıyıkları olduğunu ve her biri-
nin elinde baston biçiminde bir dal tuttuğu-
nu fark etti.
Ve oyun başladı.
Herkes ‘O’ oldu…”
Nasreddin Hoca ülkesinin insanlarõna da an-
cak bu betimleme yakõşõrdõ.
Yõlõn ilk günlerinde Amerika’daki evimdeyim.
New York son yõllarõn en soğuk günlerini yaşõ-
yor ve ben günlerden beri, röportaj yapmaya gi-
deceğim Uruguaylõ yazar Eduardo Galea-
no’nun son kitabõ ‘Aynalar’õ okuyorum. Ölüm-
süz eseri “Latin Amerika’nın Kesik Damar-
ları” adlõ kitabõnõ 20 yõl önce babamõn kütüp-
hanesinde bulmuş, İstanbul’da okumuştum.
Eduardo Galeano’nun tümcelerini soğuk su
içer gibi dinlene dinlene okuyarak, notlar aldõm.
Ve çok etkilendim. Çünkü Eduardo Galeano san-
ki, Latin Amerika ülkelerini değil de bizim ül-
kemizi anlatõyordu. Latin Amerika ile ülkemizin
dertlerinin örtüştüğünü gördüm.
Sõfõrõn altõndaki New York Kennedy Havaa-
lanõ’ndan Meksika’ya 7 saat, Meksika’dan Ar-
jantin’in başkenti Buenos Aires’e 10 saat uçtum.
Yaz günlerini yaşayan, artõ 39 derecedeki, tan-
go ve hüznün başkenti Buenos Aires’te 15 gün
kaldõm. Eva Peron’un sendika binasõndaki ça-
lõşma masasõnõ ve mezarõnõ ziyaret ettim, kõrmõzõ
bir karanfil bõraktõm. Başkanlõk sarayõnõn önün-
de rastgeldiğim bir sokak protestasõnda müca-
deleci genç Che’lerle yürüdüm.
Borges, Cortazar, Lorca.. gibi okuyarak
büyüdüğüm yazarlarõn ve tangonun hüzünlü
sesi Gardel’in müdavimi olduğu, otelimin kö-
şesindeki Cafe Tortoni’de onlarõn oturduğu ma-
salarda Galeano’yu okumaya devem ettim. Üç
saat süren feribotla gümüş nehrin öbür yakasõnda
yer alan ve Brezilya ve Arjantin arasõna sõkõşmõş
Eduardo Galeano’nun memleketi Uruguay’a
geçtim. Geleneksel karnaval hazõrlõğõndaki
Montevideo davul sesleriyle karşõladõ beni.
Kahvede ‘El Pepe’ Jose Mujica
Bir şubat günü, yõlõn en sõcak günlerini yaşa-
yan başkent Montevideo’nun en eski yerleşim ye-
ri, limana yakõn “Cuidad Viaje”nin ana mey-
danõna vardõm. Ulusal kah-
raman, devrimci Jose Arti-
gas’õn heykelinin köşesinde-
ki 154 yõllõk Solis Opera binasõ-
nõn karşõsõndaki kahve Bacacay’da
üstat Galeano’yla buluşacağõz. He-
yecanõmõ yenmek için iki saat önce-
sinden vardõm kahveye. Dokuz-on ma-
sadan oluşan kahvede iki masa ilerim-
de oturan Jose Mujica’yõ görünce heye-
canõm iyice arttõ. 1 Mart 2010 günü Uru-
guay hükümetini devralacak olan yetmiş dört
yaşõndaki yeni başkan Jose Mujica bu.
Sadeliği ve içtenliğiyle bir Anadolu köylü-
süne benzetiyorum onu. Kurucularõ içinde bu-
lunduğu Tupamaros gerilla hareketinin eski li-
deri Jose Mujica ve eşi Lucia, ömürlerinin en de-
ğerli on dört yõlõnõ Uruguay zindanlarõnda geçi-
ren iki güzide insan ve Uruguay halkõnõn göz-
bebekleri. Halk ona ‘El Pepe’ diyor. GDO’lara
savaş açan, hapishaneleri özelleştiren, eski Ta-
rõm Bakanõ El Pepe, başbakanlõk maaşõnõ ev-
sizlere adayan bir insan. Kasõm 2009’da, seçimi
kazandõğõ zaman, yüz binlerin önünde yüksek bir
platformdan şöyle sesleniyordu halkõna Mujica:
“Yoldaşlarım, içi dışına çıkmış bir dünyada
yaşıyoruz. Sizlerin burada, benim aşağıda si-
zin yerinizde olmam gerekirdi. Sizler, ulusum
bana bu zaferi kazandırdı. Esas gücün hü-
kümette olduğunu sananlar yanılıyor, esas güç
halkın kalbinde yatıyor. Minnettarım. Bunu
anlayabilmem koskoca bir hayata mal oldu…”
Masasõna giderek kendimi tanõtõyorum. Birlikte
fotoğraf çektiriyoruz.
Az sonra, elinde adõma imzaladõğõ “Zamanın
Ağızları” kitabõyla Eduardo Galeano geliyor ya-
nõmõza. Mujica ile Galeano dostça sarõlõyorlar.
Bu tarihi anõ izleyen beni Galeano, “Türk ga-
zeteci” diye tanõtõyor ona. El Pepe bütün içtenliği
ile sõrtõma vurarak, “Biliyorum onu, senden ön-
ce tanıştık” diyor.
Eduardo Galeano anlattı, ben ülkemi duydum
E
duardo Galeano ile, savaş yanlõsõ olduğu halde Nobel Barõş
Ödülü verilen ABD Başkanõ Obama’nõn savaş bütçesi ve
dünyanõn umuduna vurulan darbe; küreselleşmenin evrensel
değerlere vurduğu balyoz; Bolivar’õn aydõnlanmacõ eğitim sistemi
ve Köy Enstitüleri; ölüm tohumlarõ, Haiti gerçeği, politikanõn
futbol oyunlarõ ve uyuşturucu savaşõ bahanesiyle Afganistan ve
Kolombiya’daki askeri konuşlanmasõ gibi konular üzerine,
memleketi Uruguay’da Cumhuriyet okurlarõ için söyleştik.
BARKIN ŞIK
ANKARA - Türkiye ABD’de açacağõ sa-
vunma ofisinde çalõşmak üzere Amerikalõ
emekli bir korgeneral tuttu. İzmir’deki NATO
Güney Avrupa Müttefik Hava Unsurlarõ Ko-
mutanlõğõ’ndan 2009 yõlõnda emekliye ayrõlan
Korgeneral Maurice McFann, Türkiye’nin
ABD ile ilgili savunma ve askeri işbirliği ko-
nularõnda Washington’da lobi faaliyetlerinde
bulunacak. McFann, 2007 yõlõnda Ege’de Yu-
nanistan ile yaşanan bir ihtilafta Türk tarafõnõn
tezlerini destekleyerek gönülleri kazanmõştõ.
McFann’in maaşõ Savunma Sanayi Müste-
şarlõğõ tarafõndan karşõlanacak. McFann, askeri
ve savunma konularõnda ABD Savunma Ba-
kanlõğõ Pentagon’un yanõ sõra Amerikan savun-
ma şirketleri ile ilgili koordinas-
yon ihtiyacõ duyulan konularda
devreye girecek. McFann’in kõsa
süre önce Ankara’da başta Ge-
nelkurmay Başkanlõğõ olmak
üzere bir dizi temasta bulunduğu
öğrenildi.
McFann, 2007 yõlõnda Ege’de
yapõlan bir NATO tatbikatõnda, Yunan tezleri-
ne karşõlõk Türk tezlerini desteklemişti. Türki-
ye, Mart 2007 tarihinde Ege’deki Bozbaba ada-
sõ yakõnlarõnda NATO’nun tatbikat yapmasõna,
“Bölgenin Lozan Antlaşması gereği ‘silahsõz-
landõrõlmõş’ bölge” olduğu gerekçesiyle karşõ
çõkmõştõ. O dönem NATO Güney Avrupa
Müttefik Hava Unsurlarõ Komutanõ olan
McFann de, Türkiye’nin itirazõnõ haklõ bularak
tatbikatõ iptal etmişti. Yunanistan bu olaya sert
tepki gösterirken kararõn hemen düzeltilmesini
istemiş ve “NATO’nun, uluslararası hukuk
ve anlaşmalarla kontrol edilen bu tip konu-
lar üzerinde karar verme yetkisi bulunma-
maktadır” açõklamasõnda bulunmuştu. Anka-
ra’nõn gönlünü kazanan McFann, artõk ABD’de
savunma alanõnda Türkiye için lobi faaliyetle-
rinde bulunacak. Türkiye, ABD’nin yanõ sõra
Ortadoğu ve Uzakdoğu’ya da savunma ofisi
açmayõ planlõyor.
ATİNA’YI KIZDIRAN KOMUTAN
Türkiye için
ABD’lilobici
L
atin Amerika’ya sonradan getirilerek
ekilen “beyaz altın” şeker başta olmak
üzere kakao, kahve, pamuk, kauçuk,
muz ve diğer tarõm ürünleri bütün Güney Ame-
rika’nõn plantasyonlarõnda üretilir ve Avru-
pa’ya ihraç edilir. Süreç boyunca, dev plantas-
yonlara daha büyük ekim alanlarõ açmak için do-
ğal doku tahrip edilir. Müthiş bir hõrsla sömü-
rülen toprak verimsizleşir, tahrip edilir. Plan-
tasyon adõ verilen sömürge çiflikleri Latin
Amerika’nõn tek bir ürüne adanan topraklarõy-
la giderek ithalat bağõmlõsõ haline gelen zayõf
ekonomilerinin temelini atar.
“Şeker adaları” diye adlandõrõlan Küba ve
Haiti de Venezüella’da; şeker, kakao, kahve ve
kauçuk kõrõlganlaşan ekonomilerin özeti gibi-
dir. Dünya piyasasõnda rekabet gücünü koruma
çabasõndaki ülkede geriye kalan ucuz işgücüdür.
Kahve plantasyonlarõnõn yaygõn olduğu Gua-
temala’da şu söz çok ünlüdür: “Bir adam me-
zarından daha ucuza gelir”. Yerliler kendi zen-
ginliklerinin gazabõna uğrarlar. Latin Ameri-
ka’nõn acõklõ tarihinin özeti kõsaca budur.
“Düşünürseniz, acı çekersiniz! Şüphe eder-
seniz, delirirsiniz! Hissederseniz, yalnız ka-
lırsınız!” diye yazar Galeano ‘Yürüyen Keli-
meler’ kitabõnda.
Ateşe atılan bellekler
Galeano, ‘Zamanın Ağızları’ adlõ kitabõndan
metinler okumaya devam ediyor: 1499’da Gra-
nada da Başpiskopos Cisneros İspanya 800 yõl-
lõk İslam kültürünü anlatan kitaplarõ ateşe attõ,
diğer taraftan 1300 yõllõk Yahudi kültürü de En-
gizisyon ateşlerinde yakõlõyordu.
1562’de Meksika Yucatan’da Fray Diego de
Landa 800 yõllõk Maya edebiyatõnõ ateşe ver-
di. Dünyada daha önce de başka yakma ey-
lemleri, ateşe atõlan bellekler olmuştu, daha son-
ra da çok oldu. 2003 yõlõnda, Irak’õn işgalini ta-
mamladõklarõnda, işgalciler petrol kuyularõnõ ve
petrol bakanlõğõnõ tanklar ve askerlerle sardõlar.
Tek bir farkla: Bütün müzeler boşaltõlõrken ve
dünyada yazõlõ ilk destanlarõn, ilk hikâyelerin ve
ilk yasalarõn olduğu pişmiş kilden kitaplar ça-
lõnõrken askerler õslõk çalõp başka yana baktõlar.
Hemen ardõndan kâğõt kitaplar yakõldõ. Bağ-
dat Ulusal Kitaplõğõ yakõldõ ve yarõm milyondan
fazla kitap kül oldu. Arap ve Fars dilinde ba-
sõlmõş ilk kitaplarõn çoğu orada öldü.
Eşimle Türkiye’yi gezdik
Ben soruyorum, Eduardo Galeano yanõtlõyor:
Birkaç yõl önce eşim Helena’yla birlikte ülkenizi
ziyaret ettik. Kendi olanaklarõmõzla, rehbersiz tu-
ristler gibi gezdik, dolaştõk. Truva’da Penelope’un
kahramanõnõ beklediği yerleri görmek istedim. Kõ-
yõ şeridi boyunca gezdik. Şansõmõza, kötü bir za-
mandõ, fõrtõna çõktõ ve bindiğimiz feribotun ne za-
man kalkacağõ belirsizdi. Fakat herkes çok yar-
dõmseverdi ve yardõmcõ olmaya çalõştõ. Küçük ka-
sabalarda dil bilmemek her şeyi zorlaştõrõyor, ama
hiç kaybolmadõk ve ellerin, hareketlerin ortak giz-
li diliyle anlaştõk halkõnõzla.
“Bir gezgin olarak ben de aynı dili kul-
lanmaya çalışırım. Gittiğim kırk beşe yakın
ülkede ora insanları gibi duyumsamaya,
karşılaştırma yapmamaya çalışırım” diyorum.
“Haklısın” diyor Eduardo Galeano: Gittiği ye-
re ait olmaya çalõşmalõ insan. Yediğiniz içtiği-
niz şeyler için de geçerli değil midir bu? Her ül-
kenin özgün tatlarõnõ, geleneksel içkilerini içe-
rim. Bir Türk çayõ tutkunu olsam da Bolivya’da
koka çayõ, Arjantin ve Uruguay’da mate çayõ,
Kolombiya’da kahve içerim.
Aynen. Yansõttõğõnõz enerjiye bağlõ her şey.
Yabancõ bir ülkede de olsanõz, insanlar, hay-
vanlar ve bitkilerle açõk bir iletişim kurarsanõz
her şey daha kolay olacaktõr. Ama işin başõnda
çevrenize korkuyla yaklaşõrsanõz; sizi kaçõra-
caklar, cüzdanõnõzõ çalacaklar gibi bir duygu ta-
şõrsanõz her şey zorlaşacaktõr. Ben de birçok ül-
ke gezdim, gördüm ama hiçbir tersliğe rastla-
madõm. Etrafõnõzdakilere yansõttõğõnõz enerjinin
gizemli evrensel bir dil olduğunu düşünüyorum.
Bitki ve hayvanlar da bu enerjiyi duyumsarlar.
Galeano: Hep gittiğim ülkelerin insanları gibi olmaya çalıştım
Sadeliği ve içtenliğiyle bir Anadolu köylüsüne
benzettiğim Mujica ile fotoğraf çektiriyoruz.
‘Siz gerçekten Chaplin’in
kõzõ mõsõnõz?’
B
uluşmadan önce bana yalnõz-
ca bir saat ayõrabileceğini söy-
leyen Galeano ile üç saate
yakõn konuşuyoruz. Kahveye girip çõ-
kan hayranlarõnõn sevgi seline uğru-
yor. Herkese samimi ve babacan ta-
võrla hitap etmesi gözümden kaçmõ-
yor. İnsanlara asla üstten bakmõyor.
Alabildiğine alçakgönüllü bir aydõn-
yazar olarak konuşuyor okurlarõyla.
Fakat, ‘uygarlık’, ‘özgürlük’
sözcüğünü ağõzlarõndan hiç düşür-
meyen, asla ‘eşitlik’ten söz etmeyen,
yok edici Batõlõ emperyalistlere kar-
şõ, ezilmiş, hor görülmüş, belleği
eritilmiş yerel halklarõn safõnda yer
alan ve diklenen bir yazar Galeano.
Daha sorularõma geçmeden, “Ben
tarihçi değilim, Latin Amerika’nın
çalınmış belleğinin bulunmasına
yardımcı olmak isteyen bir yazarım
sadece” diye söze giriyor efsane ya-
zar. Bana getirdiği ‘Zamanõn Ağõzlarõ’
adlõ kitabõndan metinler okuyor:
“Hâlâ aynı durumdayız: Korkudan
ölerek, soğuktan donarak kelime-
ler arıyoruz”, “Bizler zamanın
ayakları ve ağızlarıyız. Ama za-
man, rüzgâr gibi estiğinde, ayak iz-
leri de silinir. Zamanın yolculuğu
ise ancak zamanın ağızlarından
dinlenir. Bütün bu hikâyeler as-
lında tek bir hikâye anlatıyor: Za-
manın hikâyesini...” dedikten son-
ra kitabõ bõrakõyor. İlk kitabõ “Latin
Amerika’nın Kesik Damarları”nõ
eline alarak bir başka metni okuma-
ya başlõyor:
“Uluslararası işbölümü sonu-
cunda bazı ülkeler kazanırken ba-
zı ülkeler de kaybediyor. Hep ka-
zananlarla hep kaybedenler. Bizim
bugün Latin Amerika diye adlan-
dırılan toprağımız kendini hep
kaybetmeye adamış durumda. Rö-
nesans Avrupalılarının dişlerini
boğazımıza geçirmek üzere okya-
nusa atıldıkları uzak çağlardan
beri böyle bu...”
O çağlardan 1970’li yõllara dek uza-
nan tarihi, sömürgecilik ekseninde an-
latõr Galeano. Yenenlerin ağzõndan
anlatõlan tarihin haksõz bir tarih ol-
duğunu, asõl gerçekleri gizledikleri-
ni, tarihini unutanlara asõl tarihlerini
yeniden anlatma çabasõdõr bu; Ga-
leano, yoksullarõn unutulan, unuttu-
rulan tarihini yazarken “Sömürge
soygununda kılıç ve haç yan yana,
omuz omuza yürümüştür hep” di-
ye vurgular.
‘Çalõnmõş belleği arõyorum’
Herkese
karşı
samimi ve
babacan
G
ittiği yere ait olmaya çalışmalı
insan. Yediğiniz içtiğiniz şeyler
için de geçerli değil midir bu?
Her ülkenin özgün tatlarını, geleneksel
içkilerini içerim. Bir Türk çayı tutkunu
olsam da, Bolivya’da koka çayı,
Arjantin ve Uruguay’da mate çayı,
Kolombiya’da kahve içerim.SÜRECEK
13 TEMMUZ 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 9