22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B HAYAL ve GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR Füsun Akatlı Füsun Hanım’ı tanıdığım zaman ilk yazılarım yeni yayımlanıyordu. 80’lerin başıydı. Gösteri dergisinde çalışırken Akatlı’nın yazılarını, eleştirilerini de yayımlıyorduk zaman zaman. İlk kitabım “Kış İkindisinin Evinde” yayımlandığında ilk eleştiriyi Cumhuriyet’te o yazmıştı. Gösteri dergisinde, her ay bir hikâye, birkaç yeni şiir, edebiyat sanat insanlarıyla söyleşiler, eleştiriler, araştırmalar yayımlanırdı. Orası aynı zamanda bir buluşma yeri gibiydi. Eleştirmenler, yazarlar, ressamlar, müzisyenler, sinemacılar, fotoğrafçılar, çizerler, akademisyenler gelir, yazılarını getirir, bazen bir araya gelip uzun sohbetlere girişirlerdi. 18 yaşlarındaki bir edebiyat sevdalısı için bulunmaz bir ortamdı. Adnan Benk’in çıkardığı Eleştiri dergisi vardı. Uzun, kapsamlı edebiyat eleştirileri, söyleşileri yayımlanırdı. Daha önce Yazı dergisi, Yeni Dergi gibi çok güçlü, hem yeni ürünleri izleyebildiğiniz, hem ciddi araştırmalar okuduğunuz, edebiyat tartışmaları yapılabilen dergiler çıkıyordu. Okuyucu bu dergilerin çıkmasını bekler, bazen günlerce bayiye gidip gelirdi yeni sayıyı alabilmek için. Yazık ki o dönem geçti. Daha sonra onların yerine daha güzel basılmış, daha renkli dergiler de çıktı ama onların yerini tutamadı. Onlardaki o amatör ruh, heyecan gitti. Son yıllarda inanılmaz sayıda kitap basılıyor ama o dergiler yok, varsa da eskisi gibi değil. Eleştiri nankör bir iştir. Eleştiriye konu olanlar eleştirmeni sevmez. İyi bir eleştiri yazmak, hele bir yazar üzerine kapsamlı bir yazı hazırlamak zordur. Doğrusu burada bu çabanın pek bir karşılığı yoktur. Yazsanız yayımlayacak yer bulmakta zorlanırsınız. Çoğu kişi için eleştiri okumak sıkıcı bir iştir. Çünkü iyi bir eleştiriyi anlamak için de bir ön bilgi gerekir. Ama eleştiri yol göstericidir, okur için de, yazar için de... Üstelik bizde alışıldığı üzere ille de kötü, olumsuz olması gerekmez. Ben en çok, bir kitaptaki göndermeleri, kitabın arka metnini, katmanlarını inceleyen, okura, o kitabın içinde başka kapıları aralayan, o metinle başkaları, öncülleri, türdeşleri arasında bağ kuran, hatta orada kalmayıp farklı sanat dallarındaki örnekleriyle zenginleştiren eleştiri yazılarını özlerim. Akatlı böyle, titiz, ciddi bir eleştirmendi. Felsefenin süzgecinden geçen, edebiyat bilgisiyle zenginleşen yazılar yazardı. Yakın dostu Bilge Karasu gibi gizli, herkesin bilmediği ince bir ironisi vardı. İyi eleştiriler yazılmayınca neredeyse bir kitap boyutunda günlük tutabilen herkesin yazdığı, roman adı altında yayımlanıyor. Çok yıllar önce geçilmiş teknik sorunlar, edebiyatta gelinmiş üslup düzeyi bile artık tartışılmıyor. Sanki yazıyı bile yeniden keşfediyor herkes kendince. Edebiyattaki birçok önemli isim artık hatırlanmıyor, klasikler de ancak dizi film olunca yeniden gündeme geliyor. Füsun Hanım, sabahlara kadar gözlerini köreltme pahasına incelikli bir yazıyla uğraşan özel insanlardan biriydi. Yazık ki onlardan artık çok az kaldı. kursatbasar63@gmail.com E duardo Galeano’dan ülkemizle ilgili kõsa bir alõntõyla başlamak istiyorum: “…Geraldine Chaplin bir filmde çalı- şacaktı; film Türkiye’de dağların arasında- ki küçük bir köyde çekilecekti. İlk akşam dolaşmaya çıktı. Sokaklarda kimse, hemen hemen hiç kimse yoktu. Çok az erkek vardı ve hiç kadın yoktu. Ama bir kö- şeyi döndüğünde, birdenbire bir grup deli- kanlıyla karşılaştı. Geraldine sağına baktı, soluna baktı, ar- kasına baktı; etrafı çevrilmişti, kaçış yoktu. Tek kelime etmeden, neyi varsa sundu; saa- tini, parasını. Delikanlılar güldü. Hayır, o değildi. Ve az çok İngilizceyle, ona gerçekten Chaplin’in kı- zı olup olmadığını sordular. Geraldine, şaşkın, başıyla onayladı. İşte, tam o anda, bütün delikanlıların bo- yanmış siyah bıyıkları olduğunu ve her biri- nin elinde baston biçiminde bir dal tuttuğu- nu fark etti. Ve oyun başladı. Herkes ‘O’ oldu…” Nasreddin Hoca ülkesinin insanlarõna da an- cak bu betimleme yakõşõrdõ. Yõlõn ilk günlerinde Amerika’daki evimdeyim. New York son yõllarõn en soğuk günlerini yaşõ- yor ve ben günlerden beri, röportaj yapmaya gi- deceğim Uruguaylõ yazar Eduardo Galea- no’nun son kitabõ ‘Aynalar’õ okuyorum. Ölüm- süz eseri “Latin Amerika’nın Kesik Damar- ları” adlõ kitabõnõ 20 yõl önce babamõn kütüp- hanesinde bulmuş, İstanbul’da okumuştum. Eduardo Galeano’nun tümcelerini soğuk su içer gibi dinlene dinlene okuyarak, notlar aldõm. Ve çok etkilendim. Çünkü Eduardo Galeano san- ki, Latin Amerika ülkelerini değil de bizim ül- kemizi anlatõyordu. Latin Amerika ile ülkemizin dertlerinin örtüştüğünü gördüm. Sõfõrõn altõndaki New York Kennedy Havaa- lanõ’ndan Meksika’ya 7 saat, Meksika’dan Ar- jantin’in başkenti Buenos Aires’e 10 saat uçtum. Yaz günlerini yaşayan, artõ 39 derecedeki, tan- go ve hüznün başkenti Buenos Aires’te 15 gün kaldõm. Eva Peron’un sendika binasõndaki ça- lõşma masasõnõ ve mezarõnõ ziyaret ettim, kõrmõzõ bir karanfil bõraktõm. Başkanlõk sarayõnõn önün- de rastgeldiğim bir sokak protestasõnda müca- deleci genç Che’lerle yürüdüm. Borges, Cortazar, Lorca.. gibi okuyarak büyüdüğüm yazarlarõn ve tangonun hüzünlü sesi Gardel’in müdavimi olduğu, otelimin kö- şesindeki Cafe Tortoni’de onlarõn oturduğu ma- salarda Galeano’yu okumaya devem ettim. Üç saat süren feribotla gümüş nehrin öbür yakasõnda yer alan ve Brezilya ve Arjantin arasõna sõkõşmõş Eduardo Galeano’nun memleketi Uruguay’a geçtim. Geleneksel karnaval hazõrlõğõndaki Montevideo davul sesleriyle karşõladõ beni. Kahvede ‘El Pepe’ Jose Mujica Bir şubat günü, yõlõn en sõcak günlerini yaşa- yan başkent Montevideo’nun en eski yerleşim ye- ri, limana yakõn “Cuidad Viaje”nin ana mey- danõna vardõm. Ulusal kah- raman, devrimci Jose Arti- gas’õn heykelinin köşesinde- ki 154 yõllõk Solis Opera binasõ- nõn karşõsõndaki kahve Bacacay’da üstat Galeano’yla buluşacağõz. He- yecanõmõ yenmek için iki saat önce- sinden vardõm kahveye. Dokuz-on ma- sadan oluşan kahvede iki masa ilerim- de oturan Jose Mujica’yõ görünce heye- canõm iyice arttõ. 1 Mart 2010 günü Uru- guay hükümetini devralacak olan yetmiş dört yaşõndaki yeni başkan Jose Mujica bu. Sadeliği ve içtenliğiyle bir Anadolu köylü- süne benzetiyorum onu. Kurucularõ içinde bu- lunduğu Tupamaros gerilla hareketinin eski li- deri Jose Mujica ve eşi Lucia, ömürlerinin en de- ğerli on dört yõlõnõ Uruguay zindanlarõnda geçi- ren iki güzide insan ve Uruguay halkõnõn göz- bebekleri. Halk ona ‘El Pepe’ diyor. GDO’lara savaş açan, hapishaneleri özelleştiren, eski Ta- rõm Bakanõ El Pepe, başbakanlõk maaşõnõ ev- sizlere adayan bir insan. Kasõm 2009’da, seçimi kazandõğõ zaman, yüz binlerin önünde yüksek bir platformdan şöyle sesleniyordu halkõna Mujica: “Yoldaşlarım, içi dışına çıkmış bir dünyada yaşıyoruz. Sizlerin burada, benim aşağıda si- zin yerinizde olmam gerekirdi. Sizler, ulusum bana bu zaferi kazandırdı. Esas gücün hü- kümette olduğunu sananlar yanılıyor, esas güç halkın kalbinde yatıyor. Minnettarım. Bunu anlayabilmem koskoca bir hayata mal oldu…” Masasõna giderek kendimi tanõtõyorum. Birlikte fotoğraf çektiriyoruz. Az sonra, elinde adõma imzaladõğõ “Zamanın Ağızları” kitabõyla Eduardo Galeano geliyor ya- nõmõza. Mujica ile Galeano dostça sarõlõyorlar. Bu tarihi anõ izleyen beni Galeano, “Türk ga- zeteci” diye tanõtõyor ona. El Pepe bütün içtenliği ile sõrtõma vurarak, “Biliyorum onu, senden ön- ce tanıştık” diyor. Eduardo Galeano anlattı, ben ülkemi duydum E duardo Galeano ile, savaş yanlõsõ olduğu halde Nobel Barõş Ödülü verilen ABD Başkanõ Obama’nõn savaş bütçesi ve dünyanõn umuduna vurulan darbe; küreselleşmenin evrensel değerlere vurduğu balyoz; Bolivar’õn aydõnlanmacõ eğitim sistemi ve Köy Enstitüleri; ölüm tohumlarõ, Haiti gerçeği, politikanõn futbol oyunlarõ ve uyuşturucu savaşõ bahanesiyle Afganistan ve Kolombiya’daki askeri konuşlanmasõ gibi konular üzerine, memleketi Uruguay’da Cumhuriyet okurlarõ için söyleştik. BARKIN ŞIK ANKARA - Türkiye ABD’de açacağõ sa- vunma ofisinde çalõşmak üzere Amerikalõ emekli bir korgeneral tuttu. İzmir’deki NATO Güney Avrupa Müttefik Hava Unsurlarõ Ko- mutanlõğõ’ndan 2009 yõlõnda emekliye ayrõlan Korgeneral Maurice McFann, Türkiye’nin ABD ile ilgili savunma ve askeri işbirliği ko- nularõnda Washington’da lobi faaliyetlerinde bulunacak. McFann, 2007 yõlõnda Ege’de Yu- nanistan ile yaşanan bir ihtilafta Türk tarafõnõn tezlerini destekleyerek gönülleri kazanmõştõ. McFann’in maaşõ Savunma Sanayi Müste- şarlõğõ tarafõndan karşõlanacak. McFann, askeri ve savunma konularõnda ABD Savunma Ba- kanlõğõ Pentagon’un yanõ sõra Amerikan savun- ma şirketleri ile ilgili koordinas- yon ihtiyacõ duyulan konularda devreye girecek. McFann’in kõsa süre önce Ankara’da başta Ge- nelkurmay Başkanlõğõ olmak üzere bir dizi temasta bulunduğu öğrenildi. McFann, 2007 yõlõnda Ege’de yapõlan bir NATO tatbikatõnda, Yunan tezleri- ne karşõlõk Türk tezlerini desteklemişti. Türki- ye, Mart 2007 tarihinde Ege’deki Bozbaba ada- sõ yakõnlarõnda NATO’nun tatbikat yapmasõna, “Bölgenin Lozan Antlaşması gereği ‘silahsõz- landõrõlmõş’ bölge” olduğu gerekçesiyle karşõ çõkmõştõ. O dönem NATO Güney Avrupa Müttefik Hava Unsurlarõ Komutanõ olan McFann de, Türkiye’nin itirazõnõ haklõ bularak tatbikatõ iptal etmişti. Yunanistan bu olaya sert tepki gösterirken kararõn hemen düzeltilmesini istemiş ve “NATO’nun, uluslararası hukuk ve anlaşmalarla kontrol edilen bu tip konu- lar üzerinde karar verme yetkisi bulunma- maktadır” açõklamasõnda bulunmuştu. Anka- ra’nõn gönlünü kazanan McFann, artõk ABD’de savunma alanõnda Türkiye için lobi faaliyetle- rinde bulunacak. Türkiye, ABD’nin yanõ sõra Ortadoğu ve Uzakdoğu’ya da savunma ofisi açmayõ planlõyor. ATİNA’YI KIZDIRAN KOMUTAN Türkiye için ABD’lilobici L atin Amerika’ya sonradan getirilerek ekilen “beyaz altın” şeker başta olmak üzere kakao, kahve, pamuk, kauçuk, muz ve diğer tarõm ürünleri bütün Güney Ame- rika’nõn plantasyonlarõnda üretilir ve Avru- pa’ya ihraç edilir. Süreç boyunca, dev plantas- yonlara daha büyük ekim alanlarõ açmak için do- ğal doku tahrip edilir. Müthiş bir hõrsla sömü- rülen toprak verimsizleşir, tahrip edilir. Plan- tasyon adõ verilen sömürge çiflikleri Latin Amerika’nõn tek bir ürüne adanan topraklarõy- la giderek ithalat bağõmlõsõ haline gelen zayõf ekonomilerinin temelini atar. “Şeker adaları” diye adlandõrõlan Küba ve Haiti de Venezüella’da; şeker, kakao, kahve ve kauçuk kõrõlganlaşan ekonomilerin özeti gibi- dir. Dünya piyasasõnda rekabet gücünü koruma çabasõndaki ülkede geriye kalan ucuz işgücüdür. Kahve plantasyonlarõnõn yaygõn olduğu Gua- temala’da şu söz çok ünlüdür: “Bir adam me- zarından daha ucuza gelir”. Yerliler kendi zen- ginliklerinin gazabõna uğrarlar. Latin Ameri- ka’nõn acõklõ tarihinin özeti kõsaca budur. “Düşünürseniz, acı çekersiniz! Şüphe eder- seniz, delirirsiniz! Hissederseniz, yalnız ka- lırsınız!” diye yazar Galeano ‘Yürüyen Keli- meler’ kitabõnda. Ateşe atılan bellekler Galeano, ‘Zamanın Ağızları’ adlõ kitabõndan metinler okumaya devam ediyor: 1499’da Gra- nada da Başpiskopos Cisneros İspanya 800 yõl- lõk İslam kültürünü anlatan kitaplarõ ateşe attõ, diğer taraftan 1300 yõllõk Yahudi kültürü de En- gizisyon ateşlerinde yakõlõyordu. 1562’de Meksika Yucatan’da Fray Diego de Landa 800 yõllõk Maya edebiyatõnõ ateşe ver- di. Dünyada daha önce de başka yakma ey- lemleri, ateşe atõlan bellekler olmuştu, daha son- ra da çok oldu. 2003 yõlõnda, Irak’õn işgalini ta- mamladõklarõnda, işgalciler petrol kuyularõnõ ve petrol bakanlõğõnõ tanklar ve askerlerle sardõlar. Tek bir farkla: Bütün müzeler boşaltõlõrken ve dünyada yazõlõ ilk destanlarõn, ilk hikâyelerin ve ilk yasalarõn olduğu pişmiş kilden kitaplar ça- lõnõrken askerler õslõk çalõp başka yana baktõlar. Hemen ardõndan kâğõt kitaplar yakõldõ. Bağ- dat Ulusal Kitaplõğõ yakõldõ ve yarõm milyondan fazla kitap kül oldu. Arap ve Fars dilinde ba- sõlmõş ilk kitaplarõn çoğu orada öldü. Eşimle Türkiye’yi gezdik Ben soruyorum, Eduardo Galeano yanõtlõyor: Birkaç yõl önce eşim Helena’yla birlikte ülkenizi ziyaret ettik. Kendi olanaklarõmõzla, rehbersiz tu- ristler gibi gezdik, dolaştõk. Truva’da Penelope’un kahramanõnõ beklediği yerleri görmek istedim. Kõ- yõ şeridi boyunca gezdik. Şansõmõza, kötü bir za- mandõ, fõrtõna çõktõ ve bindiğimiz feribotun ne za- man kalkacağõ belirsizdi. Fakat herkes çok yar- dõmseverdi ve yardõmcõ olmaya çalõştõ. Küçük ka- sabalarda dil bilmemek her şeyi zorlaştõrõyor, ama hiç kaybolmadõk ve ellerin, hareketlerin ortak giz- li diliyle anlaştõk halkõnõzla. “Bir gezgin olarak ben de aynı dili kul- lanmaya çalışırım. Gittiğim kırk beşe yakın ülkede ora insanları gibi duyumsamaya, karşılaştırma yapmamaya çalışırım” diyorum. “Haklısın” diyor Eduardo Galeano: Gittiği ye- re ait olmaya çalõşmalõ insan. Yediğiniz içtiği- niz şeyler için de geçerli değil midir bu? Her ül- kenin özgün tatlarõnõ, geleneksel içkilerini içe- rim. Bir Türk çayõ tutkunu olsam da Bolivya’da koka çayõ, Arjantin ve Uruguay’da mate çayõ, Kolombiya’da kahve içerim. Aynen. Yansõttõğõnõz enerjiye bağlõ her şey. Yabancõ bir ülkede de olsanõz, insanlar, hay- vanlar ve bitkilerle açõk bir iletişim kurarsanõz her şey daha kolay olacaktõr. Ama işin başõnda çevrenize korkuyla yaklaşõrsanõz; sizi kaçõra- caklar, cüzdanõnõzõ çalacaklar gibi bir duygu ta- şõrsanõz her şey zorlaşacaktõr. Ben de birçok ül- ke gezdim, gördüm ama hiçbir tersliğe rastla- madõm. Etrafõnõzdakilere yansõttõğõnõz enerjinin gizemli evrensel bir dil olduğunu düşünüyorum. Bitki ve hayvanlar da bu enerjiyi duyumsarlar. Galeano: Hep gittiğim ülkelerin insanları gibi olmaya çalıştım Sadeliği ve içtenliğiyle bir Anadolu köylüsüne benzettiğim Mujica ile fotoğraf çektiriyoruz. ‘Siz gerçekten Chaplin’in kõzõ mõsõnõz?’ B uluşmadan önce bana yalnõz- ca bir saat ayõrabileceğini söy- leyen Galeano ile üç saate yakõn konuşuyoruz. Kahveye girip çõ- kan hayranlarõnõn sevgi seline uğru- yor. Herkese samimi ve babacan ta- võrla hitap etmesi gözümden kaçmõ- yor. İnsanlara asla üstten bakmõyor. Alabildiğine alçakgönüllü bir aydõn- yazar olarak konuşuyor okurlarõyla. Fakat, ‘uygarlık’, ‘özgürlük’ sözcüğünü ağõzlarõndan hiç düşür- meyen, asla ‘eşitlik’ten söz etmeyen, yok edici Batõlõ emperyalistlere kar- şõ, ezilmiş, hor görülmüş, belleği eritilmiş yerel halklarõn safõnda yer alan ve diklenen bir yazar Galeano. Daha sorularõma geçmeden, “Ben tarihçi değilim, Latin Amerika’nın çalınmış belleğinin bulunmasına yardımcı olmak isteyen bir yazarım sadece” diye söze giriyor efsane ya- zar. Bana getirdiği ‘Zamanõn Ağõzlarõ’ adlõ kitabõndan metinler okuyor: “Hâlâ aynı durumdayız: Korkudan ölerek, soğuktan donarak kelime- ler arıyoruz”, “Bizler zamanın ayakları ve ağızlarıyız. Ama za- man, rüzgâr gibi estiğinde, ayak iz- leri de silinir. Zamanın yolculuğu ise ancak zamanın ağızlarından dinlenir. Bütün bu hikâyeler as- lında tek bir hikâye anlatıyor: Za- manın hikâyesini...” dedikten son- ra kitabõ bõrakõyor. İlk kitabõ “Latin Amerika’nın Kesik Damarları”nõ eline alarak bir başka metni okuma- ya başlõyor: “Uluslararası işbölümü sonu- cunda bazı ülkeler kazanırken ba- zı ülkeler de kaybediyor. Hep ka- zananlarla hep kaybedenler. Bizim bugün Latin Amerika diye adlan- dırılan toprağımız kendini hep kaybetmeye adamış durumda. Rö- nesans Avrupalılarının dişlerini boğazımıza geçirmek üzere okya- nusa atıldıkları uzak çağlardan beri böyle bu...” O çağlardan 1970’li yõllara dek uza- nan tarihi, sömürgecilik ekseninde an- latõr Galeano. Yenenlerin ağzõndan anlatõlan tarihin haksõz bir tarih ol- duğunu, asõl gerçekleri gizledikleri- ni, tarihini unutanlara asõl tarihlerini yeniden anlatma çabasõdõr bu; Ga- leano, yoksullarõn unutulan, unuttu- rulan tarihini yazarken “Sömürge soygununda kılıç ve haç yan yana, omuz omuza yürümüştür hep” di- ye vurgular. ‘Çalõnmõş belleği arõyorum’ Herkese karşı samimi ve babacan G ittiği yere ait olmaya çalışmalı insan. Yediğiniz içtiğiniz şeyler için de geçerli değil midir bu? Her ülkenin özgün tatlarını, geleneksel içkilerini içerim. Bir Türk çayı tutkunu olsam da, Bolivya’da koka çayı, Arjantin ve Uruguay’da mate çayı, Kolombiya’da kahve içerim.SÜRECEK 13 TEMMUZ 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle