23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 13 TEMMUZ 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ben ve Anayasalar! 2 002’den başlayarak büyükelçi payesiyle AKP’nin dõş politika danõşmanlõğõna atanan Davu- toğlu’nun 2009’da Dõşişleri Bakanlõğõ’na getirilmesiyle uy- gulanmaya başlayan politikanõn izlerini, 2001’de yayõmladõğõ Stratejik Derinlik- Türkiye’nin Uluslararası Konumu (Küre Yayõnlarõ) adlõ kitapta bulmak mümkündür. Diğer deyişle, Davutoğlu’nun en üst so- rumlu sõfatõyla bu göreve yükselmesin- den başlayarak ülkemizin başõna gelen- ler, ki hemen hepsi öncesinde tantanalõ törenlerle zafer gibi sunulan ve fakat fi- yaskoyla sonuçlanan, anlaşmalar, ara- buluculuk girişimleri, alõşõlmamõş be- yanatlar vb.. hiç de şaşõrtõcõ olmamõştõr. Konu kitabõn özgeçmiş bölümünde Davutoğlu’nun 1990-1995 arasõ yurtdõ- şõnda görev yaptõğõ yazõlmakla birlikte, ülke adõnõn belirtilmemesi dikkat çek- mektedir. İhmal (!) edilen ülke adõnõn Malezya olmasõ ve Davutoğlu’nun par- lak kariyerini Batõ ülkeleri yerine radi- kal İslamõn egemen olduğu Malezya’da sürdürmeyi seçmesi, bugünlerdeki mis- yonunun habercisi olmuştur. Malezya Uluslararasõ İslam Üniversitesi mühen- dislik bölümlerinde dahi İslam dininin öğrenilmesi zorunlu, rektörünün nutuk- larõnda Atatürk’ü İslam düşmanõ olarak suçladõğõ bir irtica yuvasõdõr. Davutoğlu 5 yõl süreyle öğretim üye- liği ve yöneticilik yaparken, 1993’te doçentlik unvanõnõ da kazanõr ve burada yuvalanan Türk-Müslüman biraderle- riyle Türkiye dönüşü projelerini oluştu- rur. Nitekim bu grupla önce BİSAV’õ (Bilim ve Sanat Vakfõ) sonra da AKP’nin devlet kesesinden bağõşlarõyla Şehir Üniversitesi’ni kuracaklardõr. Malezya- lõ Biraderler kamuda (Üniversiteler, TRT, YÖK, Polis Akademisi ve Ensti- tüsü vb..) irticayõ geliştirme eylemlerini, Ahmet Necdet Sezer’in ayrõlmasõyla sa- vunmasõz kalan laik cumhuriyet üzerin- de yoğunlaştõrmayõ sürdürmektedirler. Bu İslam üniversitesindeki eğitimin Atatürk ve laik cumhuriyetine düşman- lõğõ Dõşişleri Bakanlõğõ’nca YÖK ve üniversitelere duyurulduğu ve denkliği kaldõrõldõğõ halde ÜAK’nin nasõlsa dik- katinden kaçmõş, Davutoğlu’nun do- çentliği onaylanmõştõr. Davutoğlu’nun derin stratejisi nedir? Kitapta tekrarlarla vurgulanan bu stra- tejinin ilk derinlik ayağõ; Osmanlõ vâ- risliğine dayalõ tarih bilinci imiş. Ömrünün son 200 yõlõnõ düşmanlarõnõn aralarõndaki rekabete borçlu Boğaz’õn ‘Hasta Adam’õnõn terekesinde, bir kül- tür ve uygarlõk birikimi mevcut mu ki, genç, laik ardõlõna geçebilsin? Kaldõ ki, tamamen ekonomik, askeri ve kültürel güce dayalõ bir gerçeklik üzerine kuru- lu dõş politika alanõnda, miras bõrakan devletin tarihi etkisi, muhataplarõnca önemsenseydi, eski Yunan-Roma, Çin (Mao’ya kadar), Moğolistan, B. Britan- ya, Fransa vd.’nin ardõllarõnõn şanlõ ta- rihlerini sürekli diplomasi masasõnda tutarak avantaj sağlamalarõ gerekirdi. Buna karşõlõk, Davutoğlu’nun ölçüt- lerine hiç uygun olmayan ABD’nin dün- yaya nasõl hükmettiğini anlamak için el- bette bilici olmak gerekmez. Dõş politi- kada Türkiye’ye Davutoğlu’unca öneri- len ikinci ayak ‘din kardeşliği ve da- yanışması sonucu liderlik(!)’tir. Bir devletin din birliği esasõna göre be- lirleyeceği dõş politika stratejisi, ister is- temez o ülkeyi diğer dinler mensubu ül- kelerden soyutlayacağõ için çağdaş de- ğildir. Diğer yandan, hedef din İslamiyet, 1400 yõldõr hiçbir reform geçirmediğin- den, uhrevi yanõ ile yetinmeyip inanan- larõnõn sosyal, ekonomik ve kültürel ya- şamlarõnõ düzenlemeye odaklanmõş ise, çağdaş dõş politika verisi olma özelliği- ni esasen kaybetmiştir. Kaldõ ki, bu önerme, reform geçirsin geçirmesin tüm dinler ve onlarõ ağõrlõkla benimseyen ül- keler için de geçerlidir. Bu strateji barışçı değil saldırgandır Davutoğlu’na göre Türkiye gücünü hesaplarken diğer ülkelerden farklõ dü- şünmeliymiş. Çünkü tarihi faktörler, Osmanlõ mirasõnõ devralan Türkiye’nin savunmasõnõ sadece sahip olduğu sõnõr- lar içinde planlamasõnõ olanaksõz kõl- makta imiş. Örneğin Türkiye, hava kuv- vetlerini sadece Bulgaristan ve Yuna- nistan açõsõndan planladõğõ için Bosna ve Kosova bunalõmlarõnda uçaklarõmõzõn bu ülke semalarõnda birkaç dakika kala- bilecek kapasitede olduklarõ anlaşõlmõş ve havada ikmal uçaklarõ alõmõna bu nedenle yönelinmiş (s.41-42). Davutoğlu, bu görüntüden yola çõka- rak Doğu Trakya ve İstanbul’un savun- masõnõ artõk Adriyatik ve Saraybos- na’dan başlatarak çözümlemekle kal- mõyor, Doğu Anadolu ve Erzurum’un sa- vunmasõnõ da Kuzey Kafkasya ve Groz- ni’den itibaren planlõyor (s.56). Davu- toğlu, acaba bu postmodern görüşlerini bakan sõfatõyla Rus yetkililerine aktara- bilmiş midir? Bu cümleden olmak üzere, Türkiye Balkanlar’da, Kafkasya’da, Arap ülke- lerinde Osmanlõ kültürünü canlõ tutma- lõ imiş. Bu görüşlerin ayrõca komşularla sıfır sorun safsatasõ ile de çeliştiğini eklemek gerekir. Hem tüm bu ülkelere karşõ akõl karõştõrõcõ emeller besleyeceksin, hem de onlarõ sözde barõşçõ söylemlerle avuta- caksõn(!). Bu çelişkinin bizde yarattõğõ kesin ka- nõ, AKP’nin her söyleminin içtenlikten uzak ve dõş politikasõnõn tamamen içeriye dönük propaganda ile yüklü olduğu, gizli gündemlerinin de tüm çıplaklı- ğıyla gözler önüne serili bulunduğu- dur. Türkiye’nin liderliğine gelince Türkiye’nin ekonomik, askeri ve politik gücünün dünya liderlik konumuna elve- rişli olmadõğõ, zorlamalarõn güldürü dü- zeyine vardõğõ ortadadõr. Buna karşõn ABD’de Graham Fuller gibi casus es- kisi birisinin başõnõ çektiği kesim, yatkõn bulduklarõ AKP’yi sürekli dolduruşa getirmiştir. Ayrõca İslamiyet ve laiklik konularõnda, sinsi ve adice yaklaşõmlar- la, AKP’yi yüreklendirmektedirler: “Türk İslamı, bölgesel bir itibara sa- hip olursa bölgedeki tartışmaları et- kileyebilir ve kamusal hayatta İslamın rolü hakkındaki münakaşaları değiş- tirebilir. Söz konusu model, devletin İs- lamı bastırdığı o eski LAİKÇİ KE- MALİST model değildir. Söz konusu model daha ziyade canlı, gururlu ve gayrimüslim devletlerle rahatça bir arada yaşayabilecek ılımlı bir Türk İs- lamıdır.” (G. Fuller, Yükselen Bölgesel Aktör, Yeni Türkiye Cumhuriyeti, Timaş 2008, s.320-321) Bu satõrlar size Türk basõnõndaki bazõ satõlõk kalemleri anõmsatmõyor mu?.. Eksen Neden ve Nasõl Kaydõ? Şevket ÇİZMELİ Avukat Türkiye’nin ekonomik, askeri ve politik gücünün dünya liderlik konumuna elverişli olmadõğõ, zorlamalarõn güldürü düzeyine vardõğõ ortadadõr. Buna karşõn ABD’de Graham Fuller gibi casus eskisi birisinin başõnõ çektiği kesim, yatkõn bulduklarõ AKP’yi sürekli dolduruşa getirmiştir. Ben 1961 Anayasası’nı istiyorum. Ama o anayasa 12 Eylül 1980 Evren Paşa darbesiyle ortadan kaldırılıp yenisi ortaya çıkarıldı. Şimdi yine 12 Eylül 2010’da bir başka anayasa halka sunulacak!.. Anayasalar bir kez yapılır. Bir iki kez bir yerleri değiştirilse de bütünü yerinde kalır... Ama bizim anayasalar birden fazla, kim iktidara gelirse, seçimle ya da seçimsiz, önce anayasa ile oynamaya kalkışır. İstenen, keyfe göre yenisini halka kabul ettirmektir. Ben, yazar olarak şu anayasalarla çok dertleşmiş biriyim! Dediğim gibi 61 Anayasası kalsın diyenlerdenim. Savcılıklara mı çağrılmadım. Askeri mahkemelere mi çıkmadım. Ceza mı almadım, üç ay hapis mi yatmadım! Yabancı gazeteciler sorarlardı: “Siz niye hapis yatıyorsunuz, suçunuz nedir?” Anlatmak güçtü, “Birkaç yazımda Evren Paşa’nın hazırlattığı anayasa taslağına ‘hayır’ oyu verilsin dedim de...” Üstelik benim “hayır” dediğim, yurttaşları da “hayır” demeye çağırdığım anayasa yüzde 93 oyla kabul edildi! Demek Türk milletinin bütünü o anayasayı beğenmişti! Bizim mahalle oldukça okumuş yazmışların yaşadığı bir yerdi. Sevgili Turgut Kazan’la gidip “hayır” oylarımızı attıktan sonra, parktaki çimenlere uzanıp sonucu beklemiştik. Akşam üstü gidip baktık ki bizim güvendiğimiz kişiler bile “evet” demişti... “Hayır” diyenler birkaç kişi, Turgut’la benim yakınlarım, hepsi bu! Anayasa Mahkemesi tek umudumdu. AKP anayasasını kökünden reddedecekti, etmeliydi. Yapamadı, yine siyaset ağır bastı. Bir 12 Eylül 2010 günü halkımız bir kez daha oylayacak. Evet mi, hayır mı diyecek! Evet dedi mi, iş biter. Ne mi başlar? AKP’nin, daha doğrusu ‘tek adam’ saydığım Tayyip Bey’in yıllar yılı sürecek egemenliği! Daha doğrusu Atatürk Türkiyesi’nin iflas etmesi, yerine İslamcı bir anlayışa, bir tutuma dayanan yeni bir başka Cumhuriyetin, adı “demokrasi” denilen bir geriliklere, ilkelliklere, bilgisizliklere kapıları açan düzenin ortaya çıkarılması... Dosyalar dolusu belge, masamda yayılmış bakıyor... Yeni bir şey yazmaktansa al birini sun bugünkü okurlara!.. 72’den, 80’den anayasa savaşımının anıları kanıtları, belgeleri diye... Belki yeni “evet”çiler vazgeçerler de “hayır” derler, Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi “Hayır’da hayır vardır” diye düşünüp... Genç yaşlardaydım. Orta yaşa geldim. Derken daha yaşlandım. Bitip tükenmedi anayasa kavgası!.. Gözlerim kapansa da sürüp gidecek mi daha diye düşünmeye başladım... Biraz, sizler de düşünseniz olmaz mı? Evet, bir kez daha yazayım: Ben 27 Mayıs Devrimi’nin 1961 Anayasası’nı istiyorum. G ömlek, demokrat dü- şünceden uzak dinci ve õrkçõ kesimlerin sa- rõldõklarõ bir kõlõftõr. İnsanõ, tek tip yapar; güdülmesi ko- laylaşõr. “Kara Gömlek”, bir İtalyan markasõdõr, faşizmin simgesidir. Necmettin Erba- kan, “Milli Görüş” gömleği- ni 1970’lerin başõnda yandaş- larõna giydirdi! Son yõllarda o gömleğe yeni tonlar kattõlar. Kayserilinin oğlu eşeği bo- yar, babasõna satarmõş. Şimdi o yolla, insanõmõza demirden deli gömleği giydirilmek iste- niyor. Geçende Başbakan Tayyip Bey bir toplantõda konuşmuş. Ağõr sözlerini dinleyenlerin canõnõ sõkmasõ, tepki almasõ beklenirken, uzun uzun alkõş- lanmasõ Tayyip Bey’i bile şa- şõrtmõş! Önemli bir ruhsal sorunla karşõ karşõyayõz. Tayyip Bey’i dinleyenlerin çoğu her söyle- diğine “evet” demek üzere koşullanmõş. Koşullanmadan öte “kurulmuş!” Dört kişiden biri işsizmiş. Ama Başbakan’a göre işsizlik “sanal”mõş. Ca- na kõymanõn sayõsõ katlanmõş. Beş kişiden biri yatağa aç gi- riyormuş. Şiddet azalmõyor, tõrmanõyormuş, hiç önemi yok. Bu güzel ülkeyi hapishaneye çevirenler, özgürlük getirdik- lerini söylüyor. Yeter ki şu gömlek bir giydirilsin... Hani bir masalda geçer; de- li yetiştirmek için deli okulu açõlõr. Orada, her şeyin tersi öğ- retilir. Örneğin, kara renk gös- terilir, ak demeleri istenir. Yi- nelene yinelene istenilen nok- taya gelinir. Günümüzde ge- riliğin övgüsünün, öğretiminin yapõldõğõ gibi. Bakõnõz, son örnek Başbakanõ bile hayrete düşürüyor. Sözü edilen o göm- lek çoktan giyilmiş. Kendileri için değil, yoksul halk çocuklarõna imam oku- lunun önü niçin açõlõyor? 18. yy. İngiliz lordunun, “Bindi- ğim at, benden akıllı olursa beni düşürür” sözü geçerli kõ- lõnõyor. Van’da bir zamanlar 168 köy sahibi (!) Kinyas Kartal, Köy Enstitüleri için ne demişti: “Bunlar, okuyup efendi olunca tarlalarımda kimi çalıştıracağım?” Cumhuriyetin ilk yõllarõnda Mustafa Kemal’in devrim- leriyle insanca yaşama dönü- şüm başladõ. Mustafa Ke- mal’in devrimini anlayan med- rese hocalarõna bile iş verildi, bir yerlere getirildi. Bazõlarõ ise Cumhuriyetin õşõğõnõ görme- mekte direndiler. İçlerinden kimisi Mustafa Kemal’e gider, dert yanar: “Paşam, biz ne olacağız?” Mustafa Kemal kesin konuşur: “Adam ola- caksınız, adam!” Onlar adam- lõğa adõm atmadõ; sindiler, beklediler, kinlerini bilediler; “Şimdiye kadar onlar bizi fişledi. Şimdi biz onları fiş- liyoruz!” diyecek kadar to- zuttular. ABD’ye gitmeyi su yolu yaptõlar. Onay oradan mõ alõ- nõyor? Ya o ABD’deki emek- li vaizimizi merak eden var mõ? Ufacõk emekli aylõğõyla, ülkesinden uzakta tek başõna ne yapar, ne eder? Ülkesinden neden kaçtõ? Ya o dünyaya ya- yõlmõş okullarõnõn suyu nere- den geliyor? Bunda bir kata- kulli olmasõn? Atatürk’ün aydõnlõk bilim yolundan ayrõlanlara giydiri- lecek bir gömlek her zaman bulunur. O gömleğin doku- masõ Arap ve ABD öncülü- ğündeki tezgâhlarda örülüyor bizdeki ortaklarõyla... Nusret ERTÜRK Gömleğin Markasõ... PENCERE Dünya Ahvali Çok Kötü... Bir de “Kürt Yahudisi” lafı sürüldü piyasaya, “Kürt Musevisi” daha doğru deyiş.. Olabilir.. Herhangi bir etnik kesimde çeşitli dinlerden kişilerin oluşması ve yaşaması doğal.. Ama bu haberin arkasında yatan mide bulandırıcı yorumlar var, Türkiye’de İslamcı iktidar atağı İsrail’in canını sıkmış, sırası geldiğinde İran’ı da vurmak için akıl hocası olduğu Bush yönetimiyle birlikte Kuzey Irak’ta üslenmek gerekliymiş, Kürtleri kafakola almak için de bu tezgâh kurulmuş... İyi mi?.. Gazete sayfalarının yalancısıyım ben; ama, şu garip dünyada gün geçtikçe her şeyin daha çok karıştığı gün gibi aşikâr... ABD’nin Asya petrol coğrafyasına yerleşmek için her şeyi göze aldığı malûm... Irak kanlı işgal sürecinde.. Afganistan’a el kondu.. İran ne olacak?.. Eskiden dünya Doğu-Batı diye ikiye ayrılmıştı ve “Soğuk Savaş” yaşanıyordu; Sovyetler çökünce “Küreselleşme” sürecine girildi; “Yeni Dünya Düzeni kuruluyor, artık barış dönemi başlıyor” derken gezegensel bir hırsın geriliminde savaş tohumları patlayıp sürgünlerini veriverdi... Bush yönetiminin Afganistan’dan İsrail’e dek Asya Müslüman coğrafyasına yerleşme kararını Amerika’da cumhurbaşkanlığı seçimi de değiştiremez; ‘Küreselleşme’nin özünü ABD’nin emperyalist stratejisi saptıyor. Peki, ABD doğal kaynakları elinde tutmak için Asya’ya el koyduğuna göre Rusya, Çin, Hindistan geviş getirip olan bitenleri uzaktan mı izleyecekler?.. Mısır’daki Sağır Sultan bile duydu ki Çin “muazzam” nüfus gücünü tek parti düzeninde planlayabildiği için çok yakın sürede ekonomik alanda Amerika’yı sollayacak bir kudret kazanacak... Ya Müslüman coğrafya?.. Tümü de ABD’nin “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ne girip kuzu kuzu güdülmeye razı mı olacaklar?.. Bush yönetiminin “Büyük Ortadoğu Projesi”ne razı AKP yönetiminin AB’ye girmek yolunda güdümlenecek on yıllık bir oyalama sürecinde yazgısı ne olacak?.. Müslüman coğrafyasında Filistin’den Afganistan’a dek uzayan haritaya el koyan bir Amerika ile Türkiye üzerine ilginç yaklaşımları olan bir Avrupa arasında soğuk ve sıcak çatışmaların odağına oturmuş bir Anadolu... Dünyada bütün yarımadalar, kuzeyden güneye doğru sarkarlar... Doğudan batıya uzanan tek yarımada “Türkiye Cumhuriyeti’nin Anadolusu”dur. Anadolu, Amerikan markalı Küreselleşme emperyalizminin tam da stratejik göbek noktasında... “Büyük Ortadoğu Projesi”nde bizden istenenler yenilir yutulur şeyler değil... Ya Avrupa?.. “Hıristiyan Avrupa”nın Anadolu üzerine iştahı “Sevr Antlaşması”nda kaldı. Ne yazık ki bu mirası güden Yunanlılar, Rumlar, Ermeniler ve bunların bütün Avrupa ve Amerika’yı saran diyasporaları yerlerinde rahat durmuyorlar ve oturmuyorlar. “Avrupa Birliği” Türkiye’yi ne dışlayabilir, ne de kısa sürede içleyebilir; ne tutabilir, ne de bırakabilir; elinin altında bulundurmak ister... Ne yani koskoca AB, en başta Fransa, Almanya, vesaire, bizi ABD’ye mi hediye edecek?.. Bu alanda da mide bulandırıcı gelgitlerin salıncağı kuruldu; müzakere tarihi verilecekken, Kıbrıs Rum yönetiminin, Atina’nın neden sesleri yükselmeye, şartları ortaya çıkmaya başladı? Meşhur rapordan sonra niçin Türkiye içinde Lozan Antlaşması tartışılmaya açıldı?.. Azınlıklar, azınlıkların birdenbire gündeme gelmesi hayra alâmet mi? Türkiye, rahat bırakılırsa, kendi sorunlarını kendi içinde çözebilir; ama, dünya çok karışık ve bunun sorumlusu da biz değiliz... Peki, Ankara’da bu karışık dünyanın Türkiye’ye yönelik boyutlarını düşünen, irdeleyen, tartışan, bir siyaset ve strateji oluşturan bir ulusalcı hükümet var mı?.. Haydi canım sen de!.. (20 Ekim 2004 tarihli yazısı )
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle