25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 HAZİRAN 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 21kultur@cumhuriyet.com.tr CMYB C M Y B Onat’ın (Kutlar) Sinema Bir Şenliktir’ini okudum yeniden. Sinema hâlâ şenlik midir, bilemiyorum, ama bir zamanlar bizim için kesinlikle şenlikti. Törenle yaşadığımız bir şenlik. 1940’ların Antep’inde ne çok sinema varmış meğer! En ünlüleri Nakıp’tı. Nakıp Ali’nin sineması. Sonra Yıldız, Dumlupınar, Baydar, Şehir. Başkaları da eklendi bunlara. Çocukluğumu şenliğe çevirdiler. Her gece film oynatılırdı da, her gündüz oynatılmazdı. Çarşamba, cumartesi, pazar. Bu günleri beklerdik. Bir de bayramları. Bayramların keyfi başkaydı. Genellikle dört film birden gösterilirdi. Üstelik biri “36 kısım tekmili birden”. Sabahleyin girerdik sinemaya, akşamüstü çıkardık. Dev Adam’ı, Görünmeyen Adam’ı, Yüzbaşı Amerika’yı yılda üç-dört kere izleme olanağını bulurduk. Dev Adam’ın yeri ayrıydı. Hele yanında King Kong da varsa. Bir de Tarzan filmi. Bayram o zaman bayram olurdu işte. Çarşamba hangi sinemaya gideceğimize pazartesiden karar verirdik. Errol Flynn’in, Gary Cooper’ın, Tyrone Power’ın ya da John Wayne’in bir filmi oynuyorsa sorun yok. Laurel- Hardy oynuyorsa da sorun yok. “Tekmili birden”lerden ne olursa olsun, yine sorun yok. Frankenstein, Kurt Adam filmlerinden de. Arap filmiyse, bir bakalım. Emine Rızık’sa değmez. Yusuf Vehbi’den zaten usandık. Onlar cumartesiye kalsın. Ama Leylâ Murat kaçırılmaz. Çarşambaları öğleden sonra iki buçukta başlardı film. Biz 12’de sinemanın önünde toplanırdık. Meyan şerbetçilerinden siftahımızı yapardık. Sonra gişeye dayanır, Tarzan Maymun Adam’ı kimbilir kaçıncı kere anlatırdık birbirimize. Arada bir de homurdanırdık: “Daha ne kadar bekleyeceğiz?” Homurtular artınca sinemacı dayanamaz, bir buçukta açardı kapıyı. Koşarak girerdik içeriye. Taş ya da ahşap, karanlıkta uzun süre koltuk beğenemezdik. Koltuk dediğim tahta iskemle. Geçmiş filmlerden sahneler bu kere oynanarak anlatılırdı. Salonda dolaşan meyan şerbetçiler taslarını çıngırdatmayı bırakır, gülerek bizi seyretmeye koyulurlardı. İki buçuk. Filmin başlama saati. Bilirdik filmin başlamayacağını. Yine de el çırpar, ıslık çalardık. Bu da törenin bir parçasıydı. Üçe doğru ilk zil. Alkış kopardı. Üçüncü zilde doruğa çıkardı alkışlar. Projeksiyon odasından bir hırıltı yükselir, bez perdede beliren ormanlarda, çöllerde, kovboy kasabalarında yerimizi alırdık. Sinemaya gitme keyfiyle film seyretme keyfini birlikte yaşamak isterim. Dev televizyon ekranı bile köhne bir sinemanın yırtık perdesiyle yarışamaz bence. Sinemaya “tam zamanında” yetişmeyi sevmem. Hiç değilse on dakika önce gitmeliyim. Sinemayı solumalıyım. Sinema sevgisi olmadan film sevgisi olur mu? Sadece Antep’te değildi köhne sinemalar. İstanbul’a geldiğimde, Sultanahmet’te Alemdar’ı, Çarşıkapı’da Azak’ı, Şehzadebaşı’nda Turan’ı hiç yadırgamamıştım. Çemberlitaş, hele Beyazıt’ta Marmara bayağı lükstü. Beyoğlu’nda Şark, Şık, Yıldız, İpek de öyle. Saray’ın, Melek’in, Lâle’nin, Atlas’ın görkemini ise düşümde görsem hayra yormazdım. Rita Hayworth’la Larry Parks’ın İlham Perisi, Antep’te Baydar’da karşıma çıksaydı, eh işte der geçerdim; ama Atlas’ta “şaheserler şaheseri”ydi. Onun için, arada bir televizyonda gösterilen bu filme ne zaman göz atsam eski Atlas Sineması gelir aklıma. Tek örnek bu değil. Birçok film sinemalarla özdeşleşmiştir bende. Şöhretin Sonu’nu İpek’le, Şeytan Kadın – Gilda’yı Melek’le, Felâket İncisi’ni Yıldız’la, Yeşil Yunus Sokağı’nı Alemdar’la, Dimitrios’un Maskesi’ni Lâle’yle, Yakut Gözlü Kız’ı Ar’la hatırlarım. Bazı filmler gösterildikleri sinemaların önüne geçmişlerdir elbet. Sözgelimi, Kazablanka her yerde Kazablanka’dır. Kahraman Şerif her yerde Kahraman Şerif’tir. Ama filmlerin üstüne çıkan sinemalar da vardır. Vardı. Şimdi de var mıdır? Sinemaya gitmek, bir törene katılmaktı. Şimdi de bir törene katılmak mıdır? Bir şenliği yaşamaktı. Şimdi de bir şenliği yaşamak mıdır? Yoksa biz artık sadece film seyircisi mi olduk? SELAM OLSUN ÜLKÜ TAMER ‘Bir Törene Katılmaktı...’ Osman Hamdi ve Şeker Ahmet Paşa’nõn hocasõ Gerome’un başyapõtlarõ, Paul Getty Müzesi’nde sergileniyor ÖZGEN ACAR ANKARA - Los Angeles’taki Paul Getty Müzesi, Türk resminin ilk kuşağõ Osman Hamdi ve Şe- ker Ahmet Paşa’nõn Paris’teki hocalarõ, oryantalist sanatõn ku- rucusu Jean Leon Gerome’un (1824-1904) çeşitli müzelerden derlenen başyapõtlarõnõ ilk kez bu ölçüde kapsamlõ olarak sergiliyor. 15 Eylül’e değin açõk kalacak sergide, ünlü ressamõn Türkiye bağlantõlõ “Halı Pazarı”, “Yılan Oynatıcısı”, “Başıbozuk Şarkı Söylüyor”, “Kudüs’te Türk Ka- sabı” ve “Esir Pazarı” gibi re- simleri de yer alõyor. Sergi, ünlü sanatçõnõn resimle- rini “konularına” ve “tarihsel dizi- nine” göre düzen- lemiş. Sergide ay- rõca 19. yüzyõl son- larõndaki İstanbul’u yansõtan Abdullah Freres (Kardeşler) fotoğrafhanesinin resimleri de Gero- me’un İstan- bul’unu belgeliyor. Paris’te Güzel Sanatlar Akademi- si’nde Paul Dela- roche’un öğrenci- si olarak 14 yaşõn- da resme başlayan Gerome, 19. yüz- yõlõn ikinci yarõ- sõnda “sanat” ve “ticaret” açõsõndan başarõ sağla- yan bir ressam oldu. Gerome, akademide 3. sõnõfta iken, öğret- meninin işliğinin kapatõldõğõnõ ve Roma’ya göç ettiğini öğrenince peşinden gittiği Roma yõllarõnõn “yaşamının en mutlu dönemi ol- duğunu” söylerdi. 16 yaşõnda iken zamanõnõn ço- ğunu geçirdiği Napoli Müzesi’nde Pompei’de bulunan gladyatör zõrh- larõndan etkilendikten sonra “Ye- ni Yunan” akõmõ bağlamõnda an- tik konulara ve mitolojiye merak sardõ. Babasõnõn isteği üzerine 20 ya- şõnda Paris’e dönünce, akademi- de, Charles Gleyre’in öğrencisi olarak arkeoloji alanõnda yeni öğ- renimler kazanmakla kalmaz, ba- kõş açõsõ Doğu’ya, Osmanlõ’ya yönelir. Bu gelişme ile Doğu’nun dünyasõ ona ününü kazandõra- caktõr. Bu konuda, “Sürekli İs- tanbul düşüm, Doğu’ya yönelme iştihamı biledi” diyecektir. 1855’te devletin satõn aldõğõ bir resmin mali olanağõ ile İstanbul’a gelecek, sonrasõnda Kudüs ve Ka- hire’ye gidecektir. Bu konuda “Mısır ucuz olduğu için yaşa- mımı sürdürebiliyordum” di- yecektir. 1857 “Yeni Yunan” akõmõndan kopup açtõğõ oryantalist sergi ile doruğuna koştuğu bu akõmõn ku- rucusu olarak kabul edildi. Doğu hakkõnda “ihmal edilen doğasal görselden, sokaktaki değişik in- sanın Batı’nın bilmediği çok renkli yaşamından büyülendi- ğini” söyleyecektir. Bu arada Pa- ris Akademisi’ne yap- tõğõ “profesörlük” başvurularõ reddedi- lecektir. Ancak 1860’ta hükümetin desteği ile öne çõkan ressamlar arasõna gi- recek, 1863’te Paris Güzel Sanatlar Aka- demisi’ne “alınmak- la” kalmayacak, “kendi özel işliğini kurmasına” da izin verilecektir. 1868 ve 1879’da yeniden Doğu gezisi- ne çõkan Gerome, ar- tõk Arapça da konuşa- biliyordu. Bu dönem- de oryantalizm artõk kanõna işlediğinden paletine çok renkli Osmanlõ ve Mõ- sõr dünyasõnõ “tiyatro sahnesi” gi- bi yansõtacaktõr. Artõk, sanatõnõn doruğundadõr. Sergide, Brütüs’ün Roma İm- paratoru Sezar’õ öldürmesini yan- sõtan panoramik resmi dahil, de- ğişik yapõtlarõ da bulunan Gerome, 10 Ocak 1904 sabahõ Rem- brandt’õn ve kendi tablosunun di- binde ölü olarak bulundu. Legion d’Honneur nişanõ sahibi olarak devlet törenine hakkõ olan Gero- me, vasiyeti üzerine çok yalõn bir törenle toprağa verildi. Türkiye’de en çok harem, ha- mam, pazaryeri resimleri ile tanõ- nan bu İstanbul hayranõ ressamõn sergisini, keşke özel müzelerimiz ülkemize de getirebilseler. Hiç kuşkusuz bundan en çok Osman Hamdi ve Şeker Ahmet Paşa mut- lu olacaklardõr! Heykeli, modeli ve kendisi. YılanOynatıcısı İstanbul hayranõ ünlü oryantalistin Los Angeles’ta sergilenen yapõtlarõ arasõnda Türkiye bağlantõlõ tablolarõ da yer alõyor. Keşke özel müzelerimiz bu dev sergiyi İstanbul’a da getirebilseler. Kültür Servisi - Sennur Sezer’in 45’inci sa- nat yõlõ bugün saat 10.00’da Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Yerleşkesi’nde kut- lanacak. Gece, Türkiye Yazarlar Sendika- sõ, Evrensel Basõn Yayõn ve Troya Folk- lor Araştõrmalarõ Derneği’nin işbirliği ile düzenleniyor. Sezer, 1982 yõlõna kadar çeşitli yayõnevlerinde ve ansiklopedilerde düzelticilik, metin yazarlõğõ yaptõ. Şimdi çalõşmalarõnõ başta Günlük Evrensel ve Evrensel Kültür olmak üzere çeşitli gaze- te ve dergilerde yazarak, belgesel anlatõ- lar hazõrlayarak sürdürüyor. Sennur Se- zer, 1980 yõlõnda kadõnlara yönelik yazõ- larõ ve şiirleri için “Kadõnõn Sesi Dergi- si”nin “8 Mart Ödülü”; 1987’de “Bu Re- simde Kimler Var” adlõ kitabõyla “Halil Kocagöz Şiir Ödülü”; “Kirlenmiş Kâğõt- lar” adlõ kitabõyla “2000 yõlõ Yunus Nadi Şiir Ödülü’nün de aralarõnda bulunduğu birçok ödül aldõ. Sennur Sezer’in 45. sanat yõlõ Kültür Servisi - Fotoğraf sanatçõsõ Seyit Ali Ak’õn Nâ- zõm Hikmet Kültür Merkezi’ne bağõş- lanan kitaplarõndan oluşan “Seyit Ali Ak Kütüphanesi” açõldõ. Kütüphane- ye, 12 Ocak 2009’da kaybettiğimiz Se- yit Ali Ak’õn eşi Nursen Karas tara- fõndan çoğunluğu fotoğraf kitabõ ol- mak üzere yaklaşõk 3000 kitap bağõş- landõ. Önceki gün gerçekleştirilen kü- tüphanenin açõlõş etkinliğinde Nâzõm Hikmet Akademisi kurucularõndan ve Seyit Ali Ak Kütüphanesi’nin koordi- natörü Zeynep Gü- ler, “Nâzım Hik- met Akdemisi’nin ikinci yılına bu önemli kütüpha- neyle adım atması hepimiz için çok gurur verici. Ayrı- ca bu kütüphane akademimizde okuyan sanat öğren- cileri için bulunmaz bir arşiv” dedi. Et- kinlik, Fotogen’in hazõrladõğõ Seyit Ali Ak’õn fotoğraflarõndan oluşan “İyi Ge- celer İstanbul” isimli dia gösterisinin ar- dõndan, Sevcan Tahtacı’nõn gitar resi- tali ile son buldu. www.nazimhikmetkulturmerkezi.org ‘Seyit Ali Ak Kütüphanesi’ açõldõ Kültür Servisi - Devlet sanatçõsõ, besteci ve orkestra şefi Dr. Okan Demiriş, dün sabah saatlerinde tedavi gör- düğü Amerikan Hastane- si’nde yaşamõnõ yitirdi. De- miriş için 21 Haziran’da sa- at 10.30’da Süreyya Opera- sõ’nda bir tören düzenlenecek. Tören sonrasõ Demiriş’in ce- nazesi Teşvikiye Camii’nde- ki öğle namazõnõn ardõndan Zincirlikuyu Mezarlõğõ’na defnedilecek. “IV. Murat”, “Karyağdı Hatun” ve “Yusuf ile Züleyha” operalarõnõn bes- tecisi Demiriş, 1942 yõlõnda İstanbul’da doğdu. 5 yaşõnda müziğe başlayan De- miriş, 1963 yõlõnda İstanbul Devlet Kon- servatuvarõ, 1964 yõlõnda ise Ankara Devlet Konservatuvarõ yüksek bölümü- nü bitirdi. 1979 ve 1992 yõllarõ arasõnda İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde dört kez müdür ve genel sanat yönetme- ni olarak görev yapan Demiriş, konser- vatuvarlarda armoni, keman ve müzik teo- risi öğretim üyeliği yaptõ. İstan- bul’da Opera’nõn varoluşundan bu yana konsertmayster, orkes- tra şefi, yönetim kurulu üyesi ola- rak çalõşan sanatçõ pek çok ope- ra bestelemişti. “Hançerli Dü- zü”, “Posof”, “Digor”, “Pa- sinler”, “Handere” isimli or- kestra süitlerini ve “Dere”, “Uyum”, “Boşlukta Bir Aşk”, “Dadaşım” isimli soprano için büyük orkestra eşliğinde konser aryalarõ ve “Rüyalar” isimli bale eser- leri bulunan bestecinin armoni ve teori üzerine kitaplarõ bulunmakta. Eserleri, yurtiçi ve yurtdõşõnda pek çok kez icra edilen Dr. Okan Demiriş, or- kestra şefi olarak yerli ve yabancõ birçok opera ve baleyi yönetmişti. 1990 yõlõn- da New York Senfoni Orkestrasõ’nõ yö- neten Demiriş’e, Boğaziçi Üniversitesi Senatosu tarafõndan 1986 yõlõnda fahri doktora unvanõ ve 1991 yõlõnda Kültür Bakanlõğõ’nca devlet sanatçõsõ unvanõ ve- rilmişti. SONYOLCULUĞUNA21HAZİRAN’DAUĞURLANACAK Besteci Okan Demiriş yaşamõnõ yitirdi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle