19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 12 HAZİRAN 2010 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kılıçlar Çekilirken PENCERE Devlet Baba Derinleşti... Geçen gün “Devlet Baba”ya rastladım, harmaniyesini uçura uçura yürüyordu. Seslendim: - Devlet Baba, Devlet Baba!.. Dönüp bakmadı. Bağırdım: - Devlet Baba, Devlet Baba!.. Aldırmadı. Bizim kırk yıllık Devlet Baba’mız Sağır Sultan mı olmuştu?.. Koştum, harmaniyesinin eteğinden yakaladım, çektim; döndü, baktı: - Ne istiyorsun?.. - Size ‘Devlet Baba’ diye kaç kez seslendim, bakmadınız; kulaklarınız ağır mı işitiyor?.. Kaşını çattı: - Ben artık Devlet Baba değilim, kimlik değiştirdim; ‘Derin Devlet’ benim yeni adım... - Kim koydu bu adı?.. - Seninkiler... Hoppala, ‘benimkiler’ de kim?.. Birden anladım; benimkiler, dönek sosyalistler, pişman komünistler, tövbekâr Marksistler, eski devrimciler, yeni mandacılar, enteller... Peki, Devlet Baba’ya birdenbire “Derin Devlet” adını neden taktılar?.. Eskiden “Bizimkiler”in ağzında “Derin Devlet” yoktu; “sermaye sınıfı” vardı. Artık “Büyük Sermaye”nin sofrasında tıkınıp, “Büyük Patron”a çanakyalayıcılık yaptıklarına göre “sermaye sınıfı” lafını ağzına almak bizimkilerden hangisinin haddine düşmüş!.. Marksizme göre devlet egemen sınıfların baskı aracıdır; bizimkiler ise şimdi egemen sınıfların “şamar oğlan”ı durumundalar; bu yolda hizmet verip büyük paralar kazanıyorlar. Çok üstüne varırsan bizimki: - Ben dönmedim, diyor, dünya değişti. Dünya hep değişecek... Marksizmin temel ilkelerindendir eytişimsel değişim; ama, değişmek başka, dönmek başka!.. YDD çıkalı, yeryüzüne yayılmış yoksul toplumlarla zengin egemenler arasındaki uçurum daha derinleşti; sınırları silen çokuluslu şirketler ulus devletleri ketenpereye aldı; finans kapitalin avucu içinde devlet, yani “rantiyeci sınıf”ın... Bizimki Başbakan’la çok yakın... Bir telefon... Bir randevu... Baş başa... Bizimki bakanlarla altın beşik kol bilezik oyunu oynuyor... Sabah akşam birlikteler... Dış gezilerde devletin uçağına gazeteciler cümbür cemaat dolduruluyor... Dışişleri, İçişleri, MİT Başkanı, Emniyet Müdürü, genel müdürlerle bizimki enseye tokat, yanağa çimdik, kol kola, sarmaş dolaş... Devletle al takke ver külah... Körebe mi oynuyoruz?.. Saklambaç mı?.. Bizimkilerle iktidar kodamanları, “derin devlet”ten yakınacaklar, bakanlarla viskiyi yudumlarken “derin devlet”i çekiştirecekler... Yetkiyi ve sorumluluğu üstlenen hükümetler halktan özür dileyecekler: - Ah şu ‘derin devlet’ olmasaydı, ben bu devleti gül gibi idare ederdim, ama, ne yapayım!.. (2 Aralık 1997 tarihli yazısı) D ilimizde çoğu zaman eş- anlamda kullanõlan töre, örf, âdet, gelenek gibi söz- cüklerle, toplumlarda be- nimsenmiş alõşkanlõklar, kuşaktan kuşağa aktarõlan öğretiler ve davranõş kurallarõ anlatõlmak istenmek- tedir. Bu kural ve öğretilerin çoğu çağ- daş, akõlcõ eleştiriden geçmeden be- nimsenmiş ve bugünün toplumlarõnda uygulanma olanağõnõ yitirmiş davranõş- lardõr. Atalarõmõzõn “Tarım Devrimi” ile yerleşik düzene geçmesi toplumsal kurallarõn oluşmasõnda en büyük et- kendir. Toplumsal yaşantõda ortak gü- venliğin bireysel özgürlüklerden daha önemli olmasõ nedeniyle ilişkilerin sağ- lõklõ yürüyebilmesi için kurallar ve ya- salarõn varlõğõ zorunlu hale gelmiştir. Tüm tarih boyunca iz bõrakan toplum- larda yasalara önem verildiğini gör- mekteyiz. Buna kanõt olarak “Eski Hint Medeniyeti”nde kutsal “Varuna”nõn, tüm evrensel kurallarõ koyan “Hukuk Tanrısı” ve gene “Eski Mısır”da tan- rõ “Ra”nõn “Yargı Efendisi” olarak ka- bul edilmelerini gösterebiliriz. Gene antik çağlarõn toplumlarõ için önem ta- şõyan “Hamurabi Yasaları” ve “Solon Yasaları”nõn da dönemlerindeki top- lumlar için önemlerini anõmsamak ge- rekir. “Ortaçağ”da yönetimler ve top- lumlar genellikle doğaüstü güçlerin et- kisinde kaldõğõndan toplum düzeni kut- sal kurallarla sağlanmaya çalõşõlmõştõr. Örneğin Roma İmparatorluğu’nda Au- gustus, topluma kendisini “Pontifex Maximus-Başkâhin” olarak ilan ederek yönetimi üstlenmiştir. Ayrõca gene “or- taçağ”da tüm krallar papa elinden taç giymiş ve “Rex Gratia Dei - Tanrının İnayetiyle Kral” kabul edilerek egemen olmuşlardõr. Rönesans ve Aydõnlanma Çağõ, top- lumlarda düşünce ve bilim alanõnda bü- yük gelişmelere neden olarak, değişmez göksel kurallar yerine insancõl yasalarõn yönetimlerde etkin olmasõnõ sağlamõştõr. Özellikle Amerikan ve Fransõz devrim- leri sonunda yönetimler, birey hak ve öz- gürlüklerinin koruyuculuğu ile yüküm- lü kõlõnmõş, toplumlarõn çağdaş yasala- rõn yansõz uygulanmalarõyla yönetilme- leri gerekliliği vurgulanmõştõr. İzleyen dönemde “Endüstri Devrimi” sonun- da, “emek-sermaye” çatõşmasõ sorun- larõ gelişmiş ve bir dönem etkinlik ka- zanan emek güçleri yasalarda da deği- şimlere neden olurken giderek küresel güç oluşturan sermaye karşõsõnda eski et- kinliklerini kaybetmişlerdir. Parasal güç emekçilerin direnişini kõrarken birçok ül- kede, siyaseti de kullanarak, yürütme ve yasamayõ denetimine almõş, ayrõca med- ya güçlerini de ya baskõ ya da sahiplen- me yoluyla etkisiz hale getirmiştir. Bu nedenlerle, özellikle sömürülen ülke- lerde, yasalar şekil olarak değişse de top- lumlarõn çağ dõşõ örf, gelenek ve göre- neklerin etkilerinden kurtulmalarõ bas- kõ ile engellenmiştir. Bu davranõş etki- siyle, günümüzde bireylerin bilinçli ol- duklarõ toplumlarda çağdaş yasalar yan- sõz uygulanõrken ümmet ve kulluk nite- liğinden kurtulamayan toplumlarda ya- salar ve uygulamalar çağõn gerisinde olan nitelikler taşõmakta ya da toplumu de- netim altõna alacak yönde olumsuz de- ğişiklikler yapõlmaya devam edilmek- tedir. Sözde uygar sömürücü ülkelerin bu konuda tepkisiz duruşlarõ çõkarlarõna uygun düşmektedir. Örneğin, Avrupa Birliği gözlemcileri ülkemiz yöneti- minde kendi çõkarlarõyla çelişen her şe- ye engel olduklarõ halde yasalarõmõzda yapõlan olumsuz değişiklikler karşõsõn- da sessiz kalmaktadõrlar. Küresel çõkar güçlerinin baskõsõyla ül- kemizde öncelikle 27 Mayõs 1960 dev- riminin eseri olan çağdaş anayasaya karşõt nitelikteki gerici akõmlar destek- lenmiş ve 12 Mart 1972 girişimi ile 12 Eylül 1980 darbesi uygulanarak da, “toplumun uyanışının ekonomik ge- lişmenin önüne geçmesi” önlenmiştir. Tarih sürecinde iz bõrakan yönetim- lerin tümünde, yasalarõn toplumsal ge- reksinimlere göre düzenlendiği bilindi- ği halde ülkemizdeki düzenlemelerin ça- ğõn gerisine doğru yönlenmesi bir çelişki oluşturmaktadõr. Oysa geçmişte, yasa- larõn sadece yönetimlerin uygulamalarõnõ kolaylaştõran baskõ unsuru olmasõ ama- cõyla düzenlenmesi, toplumlarda isyan duygularõ uyandõrarak kargaşaya ne- den olmaktan başka sonuç vermemiştir. Devletlerin etkinlik alanõ ve gerçek sõ- nõrlarõ, yasalarõn yansõz olarak uygula- nabildiği alandõr. Bu nedenle gerçek de- mokrasilerde yasal düzen yönetimlerden de öncelikli, yönetimin dõşõnda ve ondan üstün olarak benimsenmeli, yasalar ül- kenin tüm yörelerinde aynõ yorumla yansõz uygulanmalõdõr. Eğer yasalar be- nimsenen değil, sadece korku duyulan kõ- sõtlamalar niteliğine dönüşürse isyan duygularõ uyandõrõr ve kargaşa kaçõnõl- maz hale gelir. Öncelikle birilerinin kendisini yasalarõn üzerinde görmeye başladõğõ toplumlarda ise anarşinin ge- lişebileceği en uygun ortam yaratõlmõş olur ve bireysel güvenlik için alõnan ön- lemler hiçbir anlam taşõmaz. Ayrõca son dönemde, ülkemizde yasalarda ya- põlan değişikliklerin toplumumuzdaki kargaşayõ gidermediği ve bölücü akõm- lara etkinlik kazandõrmasõ gerçeği de bi- linenlerin bir defa daha yinelenen somut kanõtõdõr. Toplumumuzda güven duygularõnõn sarsõldõğõ bugünlerde, sorunlarõmõzõn çözümü için, tüm yurtsever aydõnlarõn yasalarda çağdaş düzenlemeler yapõla- rak yansõz uygulanmasõ gerekliliğinin bi- lincinde olmalarõ ve her ortamda bu ger- çeği vurgulamalarõ kaçõnõlmaz görevdir. Kaynaklar: Cassirer. E., Devlet Efsanesi. Remzi Kitabevi. 1984. Russel. B., İktidar. Cem Yayõnevi. 1990. Platon., Devlet. Remzi Kitab- evi. 1995. Akal. C. B., Devlet Kuramõ. Dost Ki- tabevi. 2000. Doehring. K., Genel Devlet Ku- ramõ. İnkõlâp Kitabevi. 2002. Schulze. H., Av- rupa’da Ulus Devlet. Literatür Yayõncõlõk. 2005 Törelerden Çağdaş Yasalara Prof. Dr. Abidin KUMBASAR Televizyonlarda Sergilenen Kara Gülmece B ir TV’den ötekine (belki de ederini katlayarak) geçen oyunda bir adam, “Ülenn!” diye bağõrarak durmadan bir kadõnõ tokatlõyor; arkadan gülme sesleri geliyor. Demek ki bu bir gülmece… Bir başka oyunumuz “Türk Malı” ki ne mal… Görünüşte bu da “mikemmmel” bir gülmece… Birileri Türkçenin canõna okuyarak, belden yukarõ çõkmayarak gülmece sergiliyor. Bu oyunda da çocuklar tokat yiyor, yalan söylemeye itiliyor; ana, baba, dayõ ile öyle bir aile yaratõlmõş ki insan, gerçekten Türk malõ düzen buysa, vay halimize! Bir TV oyunumuz daha vardõ; çok izlenen “harika” bir gülmeceydi; ancak Türkçeye verdiği zarar unutulmadõ. TV’lerde yalnõz gülmece yazanlar, yapõmcõlar mõ çuvallõyor; hayõr! Pek çok dizi, kara gülmecenin, yazõnsal değeri olmayan kapkara birer örneği… TV’lerde nüfus patlamasõ yaşanõyor; dizi yazarlarõ, Başbakan’õn çok çocuk isteğine destek için yarõşõyorlar. Maşallah bizim dizilerde kadõnla erkek yan yana geldi mi, bebekler yola çõkõyor. Türk yazõnõnõn dev yapõtlarõ “uyarlama” ayağõyla yazõn tarihimizdeki yerinden indiriliyor; Halid Ziya Uşaklıgil’in adõ bile yanlõş söylenerek yapõtõnõn içi boşaltõldõ. Reşat Nuri’nin, Halide Edip’in, Kerime Nadir’in, Halid Ziya’nõn ve başkalarõnõn kemikleri sõzlatõlõyor. Kimse savunmasõn; Yaprak Dökümü bir başyapõtõn sökümü oldu. Bir değil birçok yazõn öğretmeninden duyduk; gençlerin çoğu not korkusuyla okuduklarõ romanõ değil, diziyi beğeniyorlarmõş. Romanõn aslõ çok sõkõcõymõş… Bir de “realtiy show”lar var… Birinin adõ “Yüzleşme”yken birden “Pozitif Reality” oldu. İngilizce sözcüklerden ilki okunduğu gibi, ikincisi özgün biçimiyle yazõlõyor; buna kara gülmece desek yanlõş olur mu? Benzeri “şov”larla halkõmõz yitiklerini buluyor; evden kaçanlarõ kovalõyor, cinayetleri aydõnlatmak için çabalõyor. Evde kalanlar, eşini yitirenler “kısmet”lerini “izdivaç” izlencelerinde arõyor; 80’lik dedeler, 18’lik genç kõzlar, sunucularõ ve halkõmõzõ çok eğlendiriyor. En acõsõ TV tartõşmalarõnõn kara gülmeceye dönüşmesi… Çoğunda aynõ yüzler, ağõzlarõna geleni söylemeyi düşünce özgürlüğü diye yutturuyorlar. Halkõn gözünün içine baka baka akõl ve bilim dõşõ savlara tarihsellik süsü vermeye kalkõşõyorlar. Üstün bilimci, bulunmaz hukukçu, ünlü sanatçõ, deneyimli gazeteci sanõlan kimileri, beden dilleriyle, doğruyu tersyüz etme çabalarõyla pek kõnadõğõmõz dizilerin kötü tiplerine fark atõyorlar. Doğrularõ çarpõtmak aydõn sorumluluğu mudur? Yerli yerinde kullanõlamayan yayõncõlõk anlayõşõyla TV’ler bu duruma getirildi. TV, öylesine güçlü bir araç ki dili, toplumsal değerleri ve tüm gerçekleri yõpratanlarõ, sanatsal ve güzelduyusal olan her şeyi çürüterek kazanç sağlayanlarõ ünlü ve varsõl yapabiliyor. Birileri varsõllaşõrken toplumun yoksullaşmasõ TV sahibinin, yapõmcõnõn, yazarõn, kimi sanatçõlarõn, sözde aydõnlarõn umurunda bile değil. Kara gülmeceye saplanarak alõnan yol ak olur mu? Olur diyen varsa beri gelsin! Sevgi ÖZEL HİÇBİR çığlık, bir anababanın geçen günkü Cumhuriyet’te çıkan “anma” yazısı kadar hüzünlü, yürek burkucu, aynı zamanda isyancı, suçlayıcı, ama yine de her şeye karşın bu kadar serinkanlı ve düşündürücü olamaz. Yazı, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı iken 10 Haziran 1979 günü vurulup yaşamını yitiren oğulları Hakan Şenyuva’yı ölümünün 31. yılında anmak için yayımlanmıştı. Emekli General İ. Hakkı Şenyuva ve eşi onca yıllık evlat acısını böyle açığa vurmadan edememişlerdi. Ne var ki, 1976’nın haziranından 1980’in aynı ayına kadar o öğrenci derneğinin “liderleri konumunda” iken vurulup toprağa verilen başka yedi öğrenciyi adları ve tarihleriyle birlikte anmayı da unutmamışlardı. “Dış güçlerin beyin yıkaması sonucu” yaşamlarına kıyılan üniversite gençleri yanında bilim adamlarını, bürokratları, işçi liderlerini, yazarları, sanatçıları, Atatürkçü yurttaşları da “özlem ve hasretle gönüllerinde yaşatarak” anmaktaydılar. Sözde “sivil” bir toplumuz ve sivil örgütlerden, sivil anayasadan falan söz ediyoruz... “Sivis” diye okunan Latince “civis” sözcüğü ev ya da yurt demektir ve “civilis” sıfatı yurda, yurttaşlığa ilişkili her şey için kullanılır... Arapçanın “medina”yla ilgili “medeni” sıfatı gibi. Aynı evde aynı yurtta yaşayanların birbirini öldürmesi, daha doğrusu birbirini öldürmeye itilmesi kadar uygarlık dışı bir şey olabilir mi? Ama öyle öldürmeler oldu ve oluyor. Hakan’ın anababasındaki asıl üzüntü, çığlıklarının hiç yankı bulamadan uzayda kaybolup gitmiş olmasından. Çünkü, “31 yıllık adalet arayışı”na karşın evlatlarının katiliyle, ardındaki odaklar adalet huzuruna çıkarılamadan suç zaman aşımına uğramış. Anababa “adalet sisteminin zaaflarını ve emniyet teşkilatının sorumlu birimlerindeki yetersizliği” suçlamakla birlikte, gerçek isyanları “zaman aşımı” kavramına karşıdır. Artık hep biliyoruz ki, Birleşmiş Milletler’in 1948 Sözleşmesi’nden beri “soykırım” suçu için zaman aşımı yok. Peki, şöyle bir düşünürseniz, insanları bir soydan oluşlarından ötürü öldürme suçu zamanaşımına uğramıyor da, bir yurttaşın inancından ötürü öldürülmesi niçin zamanaşımına uğrayabiliyor? Hiç değilse bundan sonrası için bu kuralı değiştirmek gerekmez mi? “Sırası mı?” demeyin. Son yılların yönetim beceriksizlikleri yüzünden toplum hızla bir inanç kutuplaşmasına doğru sürükleniyor. “Bizden-sizden” düellosu yavaş yavaş bütün kurumları sarmaktadır. Kılıçlar, şimdilik mecazi anlamda çekilmiş, en dokunulmaz sanılan makamların insanları yine mecazi anlamda birbirini yemeye başlamıştır. Şiddete dönüşüp dönüşmeyeceği kolay kestirilemeyen bu tür inanç yamyamlığına ilişkin suçların da zamanaşımı dışında tutulması üzerinde şimdiden düşünmeye başlamak gerekmez mi? [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle