23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 12 HAZİRAN 2010 CUMARTESİ 16 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Bunalımı Aşmak 2008 ortasında ABD’de başlayan finansal dalgalanmanın, dünya ölçeğinde büyük bir ekonomik bunalıma dönüşeceği belli olduktan sonra, devletlerce uygulamaya konulan önlemler, “kısa sürede yangını kontrol etmek” amacında ve yüzeysel kalmak zorunda idiler. Bunalım boyunca devletler, finansal pazarlardaki para miktarını hızla arttırarak, faizleri sıfırlara kadar düşürdüler ve bugüne kadar dünyada örneği görülmemiş oranlarda büyük kurtarma paketleri ile batmakta olan birçok özel şirketi “kurtardılar”. Böyle olduğu için de bugüne kadar, gelecekte finansal pazarları kalıcı bir dengeye kavuşturacak temel kurallar ve gerekli örgütlenmeler üzerinde uluslararası uzlaşmalar sağlanamamış, ancak bunalımın doğmasında payı olan eski düzene geri dönüşler ve bunalım öncesinin sağlıksız kurallarıyla bazı iyileşmeler elde edilebilmiştir. Geçen yılın son çeyreğinde başlayan iyileşmeler, bu türdendir. Geçen yıl sonunda Yunanistan’da ortaya çıkan borç krizinden ve bunun kısa sürede öteki bazı Avrupa ülkelerine de bulaşmasının kaçınılmaz olduğu anlaşıldıktan sonra, daha köklü önlemlerin alınmasına yönelik çalışmalar hızlandırılmıştır. Borç krizlerini çözmek için şimdiye kadar alınan önlemler, şirket kurtarmalarının arttırılması ve borç yüksekliği krizini ülkelere verilecek ek borçlarla çözme çabalarından oluşmaktadır. Ancak geleceğin finansal mimarisinin temel ilkeleri henüz tespit edilmemiş ve aşağıdaki sorunlara çözüm bulunamamıştır: 1. Büyük ölçekli kurtarma programları içinde, birçok özel kuruluşa önemli devlet yardımları yapılmış, bu yardımların devletlere geri dönmesi, devletleştirilen şirketlerin özelleştirilmeleri, ya da devlet işletmeleri olarak iyi yönetilmeleri için üzerinde uzlaşılan bir model kurulamamıştır. 2. Bunalım içinde zorunlu olarak uygulanan genişletici para politikaları yüzünden, gelişmiş ülkelerde para miktarları çok artmış, faiz oranları sıfıra yaklaşmıştır. Bunalımdan çıkarken yükselmesi zorunlu olan faiz oranlarının yaratacağı sorunların çözüm yolları daha yeni tartışılmaya başlanmıştır. 3. Çok sayıda devlette görülen borç yüksekliği sorununun, uluslararasında yaratılacak yeni borçlarla çözülmesi uzun süreli çözümü daha da zorlaştıracaktır; ancak soruna kalıcı bir çözüm bulunması çalışmaları henüz somut sonuçlara bağlanamamıştır. 4. Bunalımdan önceki 20 yılda, gelişmiş ülkelerde borçlanarak sağlanan yüksek tüketim talebinin, elde edilen yüksek büyüme hızlarını yaratmış olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Ancak ekonomilerde üretilenden fazla tüketme alışkanlığının, bunalım içinde satın alma gücü düşmüş ve çok sıkıntı çekmiş tüketicilerde yeniden canlandırılması olanaklarının sınırlı kalacağı beklenmektedir. Bu koşullar altında, tüketicilerin yeniden çok harcama yapmaya yönlendirilmesinde güçlükler çıkacağı belli olmuştur. 5. Son yıllarda yaratılan finansal türev ürünlere uygulanan muhasebeleştirme ve değerleme yöntemlerinin ya da bunların kötü niyetli uygulamalarının, varlık değerlerinin ve kârların şişirilmesinde ve bunalımın çıkmasında önemli payları olduğu ortaya çıkmıştır. Ülkemizde de Türkiye Muhasebe Standardı (TMS-39) olarak uygulamaya konmuş bu standardın kötüye kullanılmasını önleyecek kurallar, henüz yaratılamamıştır. Yukarıdaki sorunlara çözüm bulunamadığı için, tüm dünya finansal pazarları arada bir artçı depremlerle sarsılmakta ve ilerde de bu dalgalanmaların süreceği anlaşılmaktadır. Biz en iyisi, bu finansal depremlere göre kendimizi ayarlamalıyız. Bu açıdan, iç ve dış borçlarımızı, bütçe ve dış ticaret açıklarımızı azaltarak, ekonomimizin bu dalgalanmalara dayanıklılığını arttırmaya başlamalıyız. Gelişmiş ülke uzmanları, bugünlerde, AB’de, “Kurtaranları da kurtarmak gerekecektir? Kurtaranları kim kurtaracak?” gibi sorulara yanıt aramaya çalışmaktadırlar. Ortaya konan çözüm yolları önerileri çok, fakat üzerinde uzlaşmaya varılanları yok gibidir. Zorbalık Adaleti 7 TİP’li genci öldürmekten hükümlü Haluk Kırcı, Sabah’a yaptığı açıklamalarda diyor ki: “Kenan Evren’in talimatı ile devletin gizli birimleri ASALA’ya karşı eylem yapmak için Abdullah Çatlı ile irtibata geçmişler. Çatlı bazı şartlar ileri sürmüş. Bu şartlardan biri de benim idamımın durdurulması imiş. Çok sonra, böyle bir pazarlıkla hayatımın kurtulduğunu öğrendim. Benim idam edilmemi, Çatlı pazarlık yaparak engellemiş.” 12 Eylül zorbaları, işlerine geldiğinde sehpadan adam almışlar... Ya asılanlar? Örneğin, 17 yaşında asılan Erdal Eren’in avukatı İsmail Sami Çakmak, 24 Kasım 1980’de Askeri Yargıtay Başsavcılığı’na başvurmuş ve idam cezasının onanması kararının “vicdanları rahatsız edeceği”nin ısrarla altını çizmiş. Kararın oyçokluğu ile çıktığını, yani yüksek mahkemenin bazı üyelerini bile inandıramadığını vurgulamış ve uyarmış: “Mahkeme kararlarının temel özelliği inandırıcı olmak gerekirken böyle kendi üyelerini bile inandırmayan bir kararda diretmesini düşünemediğimiz ve buna inanmak istemediğimiz için kararın bir kere daha gözden geçirilerek düzetilmesini istemekteyiz.” Çatlı ile pazarlık yapanlar İsmail Sami Çakmak’ın adalet isteyen dilekçelerine göz bile atmamışlar: “Duruşmalarda 12 Eylül’ü gerçekleştiren 5 generalin oluşturduğu Milli Güvenlik Konseyi’nin, TBMM olmadığını, infaz için TBMM’nin kanun çıkararak Resmi Gazete’de ilan etmiş olması gerektiğini dillendirmiştik. Buna karşın konsey, önce infazı gerçekleştirmiş, 2 gün sonra da kendilerinin TBMM yetkisinde olduğuna ilişkin kanunu çıkartmıştı. Askeri Yargıtay’da dosyayı inceleyen kimi yargıçlar ‘Asmayın” diyorlar ve bunu gerekçelendiriyorlardı. Buna karşın Erdal asıldı. Ama yıllar sonra öğreniyoruz ki, Kenan Evren ve adamları ile anlaşan Çatlı ‘Asmayın’ demiş, Kırcı asılmamış.” Baştan aşağı kirliyiz, kepazeyiz. Çürümüşüz, kokuşmuşuz. Mezar kokuları arasında çakallar gibi uluyoruz... Fezleke Ahmet Ersin, hem milletvekili, hem de İnsan Hakları Komisyonu üyesi. Tarikatlar hakkında soruşturma yaptığı için tutuklanan Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner konusunda ilgililer ile görüşmek, ortada var olan insan hakları ihlallerine karşı inceleme yapmak Ahmet Ersin’in asli görevi. Ama Ersin’in bu görevleri suç sayılıp Silivri’deki bildik dava ile ilinti kurularak kendisi hakkında fezleke düzenleniyor. Öte yanda; Osman Can, Anayasa Mahkemesi raportörü. Görevi, yüksek mahkemenin öngöreceği konular hakkında rapor düzenlemek, o kadar. Ama Osman Can, kendini Anayasa Mahkemesi yerine koyabiliyor. Her gün açıklamalar yapıp “Anayasa Mahkemesi’nin anayasanın dışına çıktığı”nı söyleyebiliyor, “Anayasa Mahkemesi’nin, anayasa değişikliğinin bazı maddelerini iptal etmesi yok hükmünde sayılır” diyebiliyor. Osman Can hakkında hiçbir işlem yapılmıyor. Niye? Amaç Zor Mavi Marmara gemisindeki eylemi örgütleyen İHH’nin üyesi olduğu Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı’nın (TGTV) çatısı altındaki örgütlerden birçok ismin AKP’de siyaset yaptığını aktarmış, TGTV’nin kurucularını sıralarken Hak-İş Başkanı Salim Uslu’nun adına da yer vermiştik. Salim Uslu aradı ve TGTV’de neden kurucu olduğunu açıkladı: “TGTV’de yer almamın yegâne nedeni vardır: O da, TGTV’de bulunan çeşitli sivil toplum örgütlerinin demokratik sürece katkıları olabilir mi, amacıdır. Sağdaki, soldaki, hatta Kemalistler arasındaki cemaatçi yapıların demokratik bir toplum olmamıza engel teşkil ettiği kanısındayım. Kim adına yaptığımız hiç önemli değil cemaatçiliği. Geleneksel söylemler yerini daha demokratik daha evrensel daha bütünleştirici, birleştirici bir sürece bırakabilmesi gerek.” 100’e yakın cemaatçi örgütü kapsayan TGTV’de Salim Uslu’nun bu amacına ulaşması biraz zor gibi gözüktü bize... Atatürkçü Düşünce Derneği kongresi bugün başlıyor. Öğretmenimiz Prof. Dr. Muammer Aksoy, yakın düşünce arkadaşları ile birlikte ADD’yi kurarken, Atatürk’ün “halkçılık” ilkesine özen göstermişti. Aksoy, ne “sivil”ce bir toplum örgütü oluşturmuştu, ne siyaset için kullanılacak bir merdiven, ne bozuk düzenin aygıtlarına dayanan bir kulüp, ne de güdülenecek yurttaşlar topluluğu... ADD kurucularından Prof. Dr. Anıl Çeçen, son çıkan “ADD’nin Kitabı” adlı çalışmasında, katılamadığımız kimi öznel değerlendirmelerde de bulunmuş. Ancak, “ADD neden kurulmuştur” sorusuna kitapta verdiği karşılık, bizce nesneldir ve doğru olanıdır: “Dünya savaşları sonrasının büyük gerginliği ve baskıları ortadan kalkınca, yeni dönemde Türkiye açısından devlet ve ordu Atatürkçülüğü dönemi bitiyordu. Devlet zoruyla toplumun belirli görüşlere zorlanması geride kalırken artık Atatürkçülüğü devletin ya da ordunun değil, ama toplumun üstlenmesi gerekiyordu. Böylesine bir dönemeç noktasında bir devlet ya da ordu Atatürkçülüğünden söz etmek giderek zorlaşırken toplum adına ülkenin önde gelen Atatürkçüleri, bilim ve hukuk adamları bir araya gelerek Kurtuluş Savaşı yıllarındaki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri devamı özelliğinde ADD’yi kurmuşlardır. Devletin, ordunun ve kamu kurumlarının sahip oldukları statü ve anayasal düzen gereği Atatürk çizgisinde olmaları gerekirken, ülkenin önde gelen tanınmış aydınları ADD’yi kurarak geleceğe dönük bir biçimde Atatürkçülüğü devletin dışında ele alarak toplumsal alanda kurumlaştırmayı başlatmışlardır.” ADD, işte bu çizgisinden sapmamalıdır... ADD Neden Kurulmuştur? Doğa Anadan Özür Dilemek Yetmiyor SADIK ÇELİK 2010, ‘Dünya Biyoçeşitliliği Koruma Yılı’. Bilim adamlarına göre biyoçeşitlilik “yerkürenin sağlığı konusunda tartışılmayacak tek gösterge”. Ancak yine bilim adamlarına göre yeryüzündeki biyoçeşitlilik, 65 milyon yıl önce dinozorlar çağındakine benzer bir yıkımla karşı karşıya. Bu büyük yok oluşun tek sorumlusu ise yalnızca “insan”. Dünya çevre haftasının içinde bulunduğumuz şu günlerde küresel çeşitlilik alarm veriyor. Ekonomik, sosyal yapımızı, gıdamızı, uygarlığımızı ve yeryüzündeki yaşamın varlığını destekleyen ekosistem yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Yeryüzündeki doğal yaşam alanları giderek küçülüyor. Mevcut bitki ve hayvan nüfusunu ciddi tehdit altında bırakıyor. Son 30-40 yılda insanlar “doğaya bir şey olmaz” yanılgısı içinde doğanın çığlıklarına umursamazlıkla kulak tıkadılar. Yeryüzündeki her şey gibi doğa da sınırlı ve doğanın kendini yenileme eşiği, bilim adamlarına göre 1980’lerde aşıldı. Norveç’in buzdağları görenleri büyülüyor ama Kuzey Kutbu’ndan 1231 kilometre uzaklıktaki NY- Alesun kıyılarında sayısı gittikçe artan Kuzey Kutbu’ndan kopan buzdağları küresel ısınma endişelerini her geçen gün arttırıyor. Bölgedeki adalarda yaklaşık 3 bin 500 kutup ayısı yok olma tehlikesi altında yaşıyor. Küresel iklim değişikliğinin etkilerine en çarpıcı kanıtlardan bir başka örnek: Avrupa, Afrika ve Avustralya’da yapılan araştırmaların sonuçlarına göre son 10 yılda, farklı yılan türlerinin sayısında alarm verici düzeyde azalma tespit edildi. Uzmanlar bu sonuçlardan yola çıkılarak dünyada tüm sürüngen türlerinin azalmış olabileceğiyle ilgili endişelerinin arttığını söylüyorlar. John Perkins’in bu büyük yok oluşun sabıkalılarını anlattığı “Bir ekonomik tetikçinin itirafları” kitabında yer aldığı üzere şirketler küresel imparatorluk kurmak isteyen “Şirketokrasi” lere dönmüş durumda. Bu güçlü uluslararası şirketler ülke ekonomilerini yönlendiriyor, talep ettiklerini bazen güç göstererek elde ediyorlar. Tıpkı Union Carbide şirketinin Hindistan’da Bhopal şehrindeki fabrikasında meydana gelen zehirli gaz sızıntısının yarattığı çevresel felaket olayında olduğu gibi. Sızıntıdaki kimyasallar, 8 bin insanın ölümüne yol açmış, zehirli kaynak suyu ve toprak 500 bin kişinin sağlığını etkilemişti. Peki bu çevresel felaketin üzerinden 26 sene geçtikten sonra sorumlulara verilen 2 senelik hapis cezası insanlığın vicdanını rahatlatabildi mi? Görüyoruz ki bu güçler kendi çıkarlarına ters geldiği noktada uluslararası hukukun üstüne çıkıyor, çevresel önlemleri hiçe sayıyor ve basını da bu anlamda manipüle edebiliyorlar. ABD “Büyük güç” statüsüyle tüm dünyaya zehrini akıtmaktan çekinmedi. Hiroşima ve Nagazaki felaketlerinin başaktörü olan Amerika, Vietnam’ı terk ederken 80 bin ton kimyasal madde bırakmış, Yine BM’nin raporuna göre Körfez Savaşı’nda Irak’ta 15 bin km²’yi aşkın verimli tarım alanını, sülfirik asit, petrol, askeri araçlara ait mineral yağlar ve diğer atıklar, radyoaktif maddeler, katı atık maddeler, uçucu küller ve tuzlarla kalıcı zarara uğrattı. Açtığı savaşlarla ve tüketim çılgınlığı ile çevreye verdiği zararlar bir yana ABD, Kyoto protokolünün imzalanması konusunda da bugüne kadar ayak sürümüştür. Obama önderliğindeki yeni hükümetin politikası ise şimdi “Doğa anadan adeta özür diler” nitelikte. Meksika Körfezi’ndeki günde 40 bin varil dolaylarındaki petrol sızıntısı olayından sonra Obama yönetimi, ülkenin enerji politikasında değişikliğe gitme kararı aldı. Bu anlamda hükümet Meksika Körfezi’ni petrole bulayan BP’ye 69 milyon dolarlık bir fatura göndererek, oluşan ve oluşabilecek masrafları da üstlenmesine yönelik sert önlemler ve yaptırımlar uygulayacağını açıkladı. Ayrıca Obama hükümeti, uzun zamandır beklenen iklim değişikliği tasarısını da açıkladı. Karbon emisyonunu azaltan şirketlerin kâr etmesine dayalı hazırlanan yeni yasa tasarısı ile amaç 2020 yılına değin ABD’nin atmosfere saldığı karbon gazını yüzde 17 oranında düşürmek. Kaybolanları geri getiremeyeceğini bilen Obama, mevcut varlığın üzerindeki tehdidi bertaraf etmeye çalışıyor. Ancak şunu unutmayalım ki iklim değişikliklerine neden olan küresel ısınmadan korunmak için daha baştan önlem almamız gerekiyor. Tıpkı ünlü Fransız yazar Andre Gide’in bize tavsiyesi gibi. “Önem bakışında olsun, baktığın şeyde değil.” KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ sadik.celik@keyveni.com.tr BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Afganistan ve Pakistan’da kadõnlarõn yüz- lerini örtmek için kullandõk- larõ peçe... Gözleri görme- yen. 2/ Aldõrõş etmeyen. 3/ Ar- goda gizli yere verilen ad... Düz yer, ova. 4/ Çağrõ kâğõdõ, dave- tiye. 5/ Bağõşlama... “Ağlama salkõmsö- ğüt ağlama / Kara su- yun aynasõnda --- bağlama” (Nâzõm Hikmet)... Soyaçe- kim. 6/ Edepsiz, huy- suz, yaygaracõ... Bir bağlaç. 7/ Olağanõ aşan büyüklüğü olan... Fõrat Irmağõ’nõn iki kolundan biri. 8/ Bir ka- dõn giysisi. 9/ “Ne yanar kimse bana ateş-i dilden --- / Ne açar kimse kapõm bâd-õ sabâdan gayrõ” (Fu- zuli)... Mercan resiflerinden oluşmuş ada. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ At üstünde ve iki takõm arasõnda oynanan, Af- ganistan’õn ulusal sporu. 2/ İstek, arzu... Yeni çõk- maya başlamõş ekin. 3/ Boya ya da badana yapmakta kullanõlan, silindir biçiminde fõrça... Boks yapõlan alan. 4/ Küçük tuzlu bisküvi... Bir cetvel türü. 5/ “Kakım” da denilen bir kürk hayvanõ... İslam bil- ginlerine verilen ad. 6/ Eski dilde göz... Halat gibi örülmüş iplik çilesi. 7/ Keman yapõmõyla ünlü bir İtalyan ailesi... Dinsel tören ve kurallarõ. 8/ Polon- ya’ya özgü bir dans ve müzik. 9/ Ağzõmõzdaki diş- lerin bir bölümüne verilen ad... Büyük bakraç. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M O M E N T U M İ D O L Ü R E M K A R A R A Z İ S F A R E U Ç E T O L M A N O F İ L A T E L İ E R O T İ K Y A A J A N S E T İ N İ İ L E T İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com maysan@cumhuriyet.com.tr maaysan@superonline.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle