10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 MAYIS 2010 ÇARŞAMBA 20 KÜLTÜR DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ ‘Sonuncu’, Tarihsel Bir Dönem Romanı mı? Tahsin Yücel’in yeni romanı “Sonuncu” (Can Yayınları), görünen anlatımının ötesinde çok katmanlı okumalar için de elverişli bir yapıt. Yazarın klasik yapıtlara özgü ince mizahıyla örülü anlatımı, okuru gerçek mi, düşsel mi olduğu tam ayrımına varılamayan alegorik bir dünyaya götürüyor. “Salaklık Üstüne Deneme”de (Yapı Kredi Yayınları) doruk noktasını bulan mizahi bakış, hayatla öylesine sıkı bir bağla oluşturuluyor ki, okur ağlasın mı, gülsün mü bilemiyor. “Güleriz ağlanacak halimize” ya da “ağlamakla gülmek arası” denebilecek bu mizah dozu, yazarın elinde güçlü bir anlatım silahı oluyor. Shakespeare’den Çehov’a yeryüzünün büyük yaratıcılarının elinde kusursuz bir anlatım aracına dönüşen bu tür mizahın edebiyatımızdaki en usta temsilcisi Tahsin Yücel. Romanda bir mirasyedi ailenin üç kuşağı anlatılıyor. Hiçbir şey üretmeden, yalnızca dedenin türlü yolsuzluklarla elde ettiği serveti harcayarak yaşamlarını sürdüren aile bireyleri. Dışardan bakınca tek tek insanların içine doğdukları hayat biçimini sürdürdükleri görülüyor. Aslında romanın başkahramanı Selami Bey için tümüyle asalak bir birey denemez. Ailesinin sağladığı olanaklarla Sorbon’da doktora yapacak kadar çalışkan biridir. Sonraki yaşamında da bu çalışkanlığını tek başına yıllar boyu kapandığı odada yazdığı “Serencam” adlı büyük ve benzersiz yapıtıyla da gösterir. Ancak ortaya çıkan yapıt, kimsenin okuyamadığı, anlayamadığı koca bir kütleden başka bir şey değildir. Bütün bu anlatılan olaylar Osmanlı’dan günümüze uzanan bir zaman dilimini kapsadığına göre “Sonuncu” için tarihsel bir dönem romanı da denebilir. Ne ki, romanda ülke ya da tarihsel olaylardan neredeyse hiç söz edilmemesine karşın anlatılan bireylerden, bu bireylerin nasıl bir toplumun üyeleri olduklarını, arkalarındaki tarihsel ve toplumsal süreçleri merak ederiz. Dahası yazar bize öylesine ilginç roman kişileri sunar ki, bu “sağlıksız” bireylerin ardında da kocaman bir “sağlıksız” toplumun varlığını duyumsarız. Bu noktadan sonra artık roman, okur için mizahi olayların anlatıldığı bir yapıt olmaktan çıkar, toplumsal bir ağıda dönüşür. Tahsin Yücel, yeni romanında da anlattığı şeylerin çok ötesinde okurunu yaşadığı çağ ve toplum üstüne sorular ve sorgulamalara sürüklemeyi başarıyor. Sonuncu bana, İvan Gonçarov’un ünlü yapıtı “Oblomov” ile onun başkahramanını anımsattı. Selami Bey, Oblomov gibi uyuşuk, boşvermiş değil, tersine hayatta bir tutkusu var. Ancak Selami Bey’in tutkusu, yaşadığı toplumdan ve çağından yani gerçek hayattan o denli kopuk ki, sonunda bu iki kahraman aynı yolun yolcusu olmaktan kurtulamıyorlar. Oblomov tipi, 19. yüzyıl Rus toplumunun geriliğini, uyuşukluğunu belirten bir simge olmuştu. Selami Bey ve ailesinin serüvenlerini de toplumumuzun gelişim süreçlerini yansıtan böyle bir simge olarak görmek sanırım yanlış olmayacaktır. [email protected] [email protected] CMYB C M Y B BBC’nin kazananı Lara Ömeroğlu LONDRA (AA) - İngiliz televizyonu BBC tarafõndan önceki gün 32.’si düzenlenen “Yõlõn Genç Müzisyeni” yarõşmasõnõ bu yõl 16 yaşõndaki Lara Ömeroğlu kazandõ. 300 kişinin katõldõğõ yarõşmanõn ilk elemesinde 25 kişi arasõnda kalmayõ başaran Ömeroğlu, daha sonra piyano kategorisinde ilk beşe girdi. Müzik eğitimine Londra’da devam eden Ömeroğlu, yarõşmada Beethoven ve Chopin’in eserlerini seslendirdi. Borusan’da Ece Demirci konseri Kültür Servisi - Piyanist Ece Demirci, yarõn saat 19.30’da Borusan Müzik Evi’nde Chopin’in doğumunun 200. yõlõ kutlamalarõ kapsamõnda bir resital verecek. Demirci konserde, O. Gibbons’un “Preludium & Gailliard”; C.Debussy’nin “Images”, B. Bartok’un “Romen Halk Danslarõ”, F. Chopin’in “3. Sonat” eserlerini çalacak. Altõn Palmiye adaylarõ göründü 6 3 . U L U S L A R A R A S I C A N N E S F İ L M F E S T İ V A L İ FEYZA ZAİM “Magnus” adlõ romanõyla 2010 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödü- lü’ne değer görülen Sylvie Germa- in’le, Fransõz Sarayõ’ndaki ödül tö- reni öncesinde sohbet etme olanağõ bulduk. NDS Ödülü, Germain için büyük bir sürpriz olmuş. “Demek ki- tabım başka bir dile, başka bir kül- türe göç edebilmiş” diyen Fransõz yazar, kitabõnõn çevirmeni Yıldız Ademoğlu Atlan’a da gönderme yapmadan edemiyor: “Çevirmenlere her zaman çok büyük bir hay- ranlık duymuşumdur. Onlar ol- masaydı eserlerimiz yolculuk ede- mezlerdi.” - “Magnus” nasıl doğdu? Her zaman bir görüntüden yola çõ- karõm. Beni “Magnus”u yazmaya iten, geniş omuzlu, paltolu, şapkalõ bir adamõn arkadan görüntüsüydü. Yazmaya başladõğõmda onun beni nereye sürüklediği, işin sonunun nereye varacağõyla ilgili en küçük bir fikrim bile yoktu. - O halde yazmak size bir çeşit macera duygusu yaşatıyor. Hem de nasõl! Gerçekliğe gazete haberleriyle, belgesellerle ya da ta- rihle ulaşamazsõnõz. Gerçeğe ger- çeklik boyutunu kazandõran kurma- cadõr. Yazõyla gerçeği deştiğimde, onun derinliklerine indiğimde kar- şõlaştõklarõm beni şaşkõnlõklara sü- rüklüyor. Örneğin “Magnus”ta ro- manõmõn kahramanõ bir yerde man- tõğõma öylesine aykõrõ bir davranõş- ta bulundu ki, öfkeden köpürdüm. Onu kendi mantõk çizgime geri ge- tirecek olsam samimiyeti kaybede- cektim, bir şeyler aksamaya başla- yacaktõ. Biraz koklaya koklaya iler- liyorum galiba. Burnuma kötü bir ko- ku gelmeye başladõğõnda anlõyorum ki, işe fazlaca müdahale etmişim, he- men geri çekiliyorum. - Magnus’un kahramanı ro- manda pek çok kere farklı adlar- la hayata sıfırdan başlıyor. Bu kadar değişken bir karakterin eli- nizin altından kayıp gideceğin- den korkmadınız mı? Romandan sıvışıp giderse, sonuna kadar kal- mazsa diye korkmadınız mı? Galiba başõndan beri güvendim ona. Doğru zamanlama çok önemli. Doğru zamanda doğru yerde olma- yõ, kendini yapõlandõrmayõ, gerçek- leştirmeyi becereceğini hissediyor- dum. - Doğru zamanda gitmeyi de becerdi zaten. Romanın sonunda... “Ayrılıp gitmek, diye çok hafiften bir şarkı tutturuyor harikalar ve bilinmezler kitabı, gitmek… Git- mek…” Doğru zamanda bõrakõp gitmeyi becerebilmek büyük bir erdemdir za- ten. Hayatta da, romanda da. - Magnus, “bir kimlik arayışı ro- manı” olarak tanımlandı. Evet, zaten gençlerin beğenisini bu yönüyle de kazandõ. - Oysa ben romanı “Kayıp Söz’ü Arayış” olarak tanımlardım. Kah- raman Adam adıyla Comala’da toprağın sesini dinliyor, o başlan- gıçtaki, ilksel, ‘yegâne dil’e ulaşı- yor ve… Adam! Bunu nasõl fark etmemişim daha önce! Adam, ilk insanõn adõ! - Peki, o halde kahraman, Mag- nus, Franz-Georg, Adam, tekrar Magnus ve son olarak, hatırlan- masıyla unutulması bir olan, ge- riye yalnızca “l” harfi kalan isim- lerle ülkeden ülkeye, kıtadan kı- taya gezmesiyle, dilini yitirdikten sonra dağılan ve gerçeğinin ara- yışında yeryüzüne yayılan insan- lığı simgeliyor olmasın? Okurlar, yazarlarõn ne kadar çok şey fark etmesini sağlayabiliyor! Evet dediğiniz gibi olduğunu şimdi apaçõk görüyorum. Babil! Yine de iyi ki bunlarõ yazarken fark etmemişim. Çok tehlikelidir bu. Fark etseymişim farklõ bir yönde ilerleyebilirmişim. - Kahramanın sığınıp kök sala- bileceği bir anadili yok. Bir çeşit dilsel sürgün yaşıyor. Romanın so- nunda sığındığı, arındığı küçük Fransız köyünde sözcüklerin, di- lin ötesine geçiyor, kendini süzüp damıtıyor. Neredeyse gerçek kim- liğine ulaşıyor. Geriye yalnızca “l” harfi kalan bir adla… Ben o “l” harfinin kahramanõm için uydurduğum ismin içinde geçen “l” harfi olduğunu sanmõştõm önce. Son- radan anladõm ki, Eli peygamberin adõnõn içinde geçen “l” harfiymiş… Sizler onu nasõl adlandõrõyorsunuz? - Hızır peygamber. Eli peygamber, sonsuzdur. Üste- lik geri gelip insanlara görünür. Ses- sizliği başlatan nefestir. Asõl güç, Tanrõsal güç, yakõp yõkan da değil- dir. O narin nefestedir. - O halde romanın sonu aynı za- manda bir başlangıç… Kesinlikle. Romanlarõmõn okur- larõm tarafõndan sürdürülmesini is- terim. UĞUR HÜKÜM CANNES - Cannes’da pazarõ asaletin simge ren- gi masmavi bir sa- bahla açtõk. 08:30 gösterisi Fransõz si- nemasõnõn yaşayan, ‘baba’ sinemacõla- rõndan Bertrand Tavernier’nin he- yecanla beklediği- miz “La Princesse de Montpensier /Montpensier Pren- sesi” idi. Her filmini bir ilk film titizliğiy- le yapmaya çalõştõğõ- nõ belirten Tavernier, dünyanõn muhtemelen yel- pazesi en geniş yönetmenlerinden biri. Fran- sa’nõn dağlarõndan ABD Louisiana bataklõkla- rõna, caz ustalarõndan karakol polislerine her tür ve devir üzerine aynõ keyif ve itinayla çalõşan, sürekli kendini yenilemek isteyen bir yönetmen. Yeni filminde Madame de La Fayette’in (1634-1693) tarihi gerçeklere dayanan bir hi- kâyesinden hareket eden Tavernier, kamerasõ- nõ Kral IX. Charles ve din savaşlarõnõn hüküm sürdüğü 16. yüzyõl Fransasõ’na yerleştirmiş. Ana kraliçe, tahtõn varisi Anjou dükü, prensler, prensesler, baronlar dahil asiller tekmili birden sahnede. Filmin 4 asilzadesi arasõnda paylaşõ- lamayan genç ve güzel prenses Marie yasak aş- kõyla, mantõğõnõn bağladõğõ saygõ değer prens ko- casõ arasõnda gidip geliyor. En asil duygular ve tavõrlarõysa filmin gizli kahramanõ, asiller hi- yerarşisinin en alt kademesinde yer alan bilge ve yiğit Kont Chabannes sergiliyor. Taverni- er’nin filozof, matematikçi, doktorluk, şairlik ka- dar şövalye ve âşõklõğa da soyunabilen kontu- na biçtiği en güzel rol ise kanlõ bir çağa ve din temelinde karanlõk bir mutlakiyetçiliğe karşõ sa- vaşan bir aydõn kişilik rolüdür. Türkiye’de de gösterilmesini dilediğimiz eseri Altõn Palmiye adaylarõ arasõnda görmekte yarar var. Yeni haftaya ise Türk seyircisinin “Param- parça Aşklar ve Köpekler”, “24 Gram” ve “Babel” ile tanõdõğõ Meksikalõ yönetmen Ale- jandro Gonzales İnarritu’nun tam bir “kara- Gerçekçilik” olarak nitelenebilecek filmiyle gir- dik. Rumenlere has kara mizahla kara realizm arasõ bir çizgiden mizahõ düşürdüğünüz takdir- de ortaya “Biutiful” çõkõyor. İnarritu tezgâhõ bu kez Barcelona’ya kurmuş. İlk filminden sonraki en iyi, belki ondan da başarõlõ bir eser yaratmõş. Yaşamõnõ sokaktan, kaçak göçmen Afrikalõ ve Çinlilerin sõrtõndan kazanan Uxbal özünde ni- ce kraliyet ailelerine taş çõkartacak asalette bir adam. Başroldeki İspanyol aktör Javier Bardem hayatõnõn rolünü canlandõrõyor. Şimdilik te- reddütsüz En İyi Erkek Oyuncu Palmiyesi’nin gönlümüzdeki baş adayõ. Ve İranlõ büyük sinemacõ Abbas Kiarosta- mi İran dõşõnda çektiği ilk filmi “Copie Con- forme / Tasdikli Kopya/ Tıpkısının Aynısı” isimli filmiyle hiç beklemediğim biçimde fa- vorilerimin en üstüne yerleşiverdi. Hem gönlümü hem aklõmõ çalan bu filmin ‘karizma’sõnõ, çar- põcõlõğõnõ neye borçluyum? Jürinin sade bir Al- tõn Palmiye taltifiyle yetinemeyeceği, bu sene- nin afişini de õşõldatan, her filminde daha gü- zelleşen Juliette Binoche’a mõ; yoksa bu fil- minde İtalya bağlamõnda “doğu-batı/güney- kuzey” alaşõmõnõ hiç tutturamadõğõ oranda ya- kalayan usta yönetmen Kiarostami’ye mi? Toskana’nõn bir köyünde yerleşik Fransõz ga- lerici kadõnla, oraya bir konferans için geldiği- ne inandõğõmõz İngiliz yazarõn karşõlaşmasõ gi- bi sõradan bir hikâye nasõl böyle bir duygusal, zihinsel coşku ve zenginlik yaratabilir? Ceva- bõn anahtarõ eserde saklõ. Görmekten başka ça- rem(n)iz yoktur. 2010NotreDamedeSionEdebiyatÖdülü’nedeğergörülenSylvieGermain‘Magnus’romanõnõanlattõ ‘Kayõp Söz’ün peşinde Sylvie Germain romanlarõnda, her zaman bir görüntüden yola çõkõyor. Onu ‘Magnus’u yazmaya iten de, geniş omuzlu, paltolu, şapkalõ bir adamõn arkadan görüntüsü olmuş. Bertrand Tavernier’nin yeni filmi Altõn Palmiye adaylarõ arasõnda. Javier Bardem şimdilik En İyi Erkek Oyuncu ödülünün baş adayõ. Juliette Binoche da buradan Altõn Palmiye’siz dönmez gibi görünüyor. ANKARA (AA) - Sadri Alışık anõsõna 15 yõldõr İstanbul’da yapõlan ve bu yõl ilk kez Anadadolu’da düzenle- nen “1. Sadri Alışık Anadolu Tiyatro Oyuncu Ödülleri”, törenle sahiplerine verildi. Ödüllerin kazananlarõ şöyle: “Onur Ödülü”: Nurşen Girginkoç, “Seçici Kurul Özel Ödülü”: Samsun Sanat Tiyatrosu, “En İyi Yapõmõn Yönetmeni Ödülü”: Ayşe Emel Mes- ci - “Kerbela” (ADT) , “En Başarõlõ Er- kek Oyuncu”: Mithat Erdemli - “Bir Savaş Hikâyesi” (ADT), “ En Başarõlõ Kadõn Oyuncu”: Tomris Çetinel - “Gõlgamõş” (KDT), “Yardõmcõ Rol- de En Başarõlõ Erkek Oyuncu”: Fer- di Dalkılıç - “Cumhuriyetin İlk Sa- dasõ” (EDT), “Yardõmcõ Rolde En Ba- şarõlõ Kadõn Oyuncu”: Yaprak Selin Onat - “Gizliyer Çarşõsõ”(ADT), Ko- medi dalõnda “En İyi Yapõmõn Yö- netmeni”: Bozkurt Kuruç - “Rab Şeytana Dedi ki” (ADT), “En Başarõlõ Erkek Oyuncu”: Durukan Ordu - “Rab Şeytana Dedi ki” (ADT), “En Başarõlõ Kadõn Oyuncu”: Servet Pan- dur - “Krem Karamel” (ADT), “Efes Pilsen Genç Yetenek”: Gonca Erçil - “Sinek Kadar Kocam Olsun Başõm- da Bulunsun”(ADT). Juliette Binoche Cannes’da Kiarostami’yle (üstte). “Copie Conforme filminden bir kare(sağda). ‘1. Sadri Alışık Anadolu Tiyatro Oyuncu Ödülleri’ EnİyiYönetmenÖdülüAyşeEmelMesci’ye
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle