10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 19 MAYIS 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İÇ ve dış gözlemcilerin büyük çoğunluğuna göre Türkiye Cumhuriyeti çok önemli bir dönüm noktasına yaklaşmaktadır. Onların değerlendirmesine bakılırsa, dananın kuyruğu, halkoylaması sonrasındaki genel seçimle kopacağa benziyor. Devletin kritik mevzilerinin büyükçe bir bölümünü şimdiden ele geçirmiş olan AKP o genel seçimle de yine tek başına iktidar olma noktasına gelirse, onların gözünde bir bakıma “Türk İslam Cumhuriyeti”nin ilanı artık “birkaç gün” değilse bile “birkaç yıl meselesi” olmuş demektir. Dış gözlemcilerden bir bölümünün, özellikle İngiliz-Amerikan ittifakı ile ve Avrupa Birliği’ndeki sermaye çevrelerinin, resmen öyle bir etiket altında olmasa bile, Ortadoğu’da Batı’nın çıkarlarına uygun bir arabuluculuk rolü üstlenmiş “İslamcı” bir Ankara iktidarına ters bakmayacakları bellidir. Dolayısıyla, Kemalizmin kurduğu cumhuriyetin pek devrimci olmayan, “daha az laik”, hatta Ortadoğu’da kabul görebilecek “az çok İslamcı” bir mevziye çekilmesi gerekecektir. Bizlerin, yani “Cumhuriyetçiyiz” diyebilenlerimizin böyle bir gidişe seyirci kalma lüksümüz olabilir mi? Ohalde, başlangıçtaki “Cumhuriyetçi tek parti”nin sağ kanadından kopmuş da olsa kapatıldığı güne kadar şeriatçılığa teslim olmamış bir Demokrat Parti geleneğini bugün devam ettiren Cindoruk çizgisinden Perinçek’in ulusalcı yeni politikasını savunan İşçi Partisi’ne kadar uzatılabilecek bir cumhuriyetçi partiler kanadının bu gidiş karşısında darmadağınık seyirciler olarak bekleme lüksü var mıdır? Endişe verici gidişin kritik başlangıç noktası anayasa değişiklikleri konusunda yapılacak halkoylaması ise, o partilerin bu oylama öncesindeki kampanyayı birlikte yürütmek için bir araya gelerek hiç değilse bir eşgüdüm mekanizması kurmaları gerekmez mi? O zaman, şimdiye kadar böyle bir toparlama girişimine önayak olmamış bir CHP’nin, özellikle Kılıçdaroğlu olayında, sonra hâlâ iç oyunların furyasında yuvarlanıp durma lüksü olabilir mi? Bu günlere gelinceye kadar cumhuriyetçi partiler düzeyinde ortaklaşa bir şeyler yapma gereği hiç böylesine bir zorunluluk olarak görülmemişti. Ne tuhaf, demek ki siyaset arenasını ancak edilgen seyircilerin merakıyla izlemeye alıştırılmış bir toplumda ana muhalefet partisinin bile uyuşukluktan silkinişe geçmesi için yine magazin sayfası dedikodusuna benzer bir komplonun ortaya atılması gerekiyormuş. Ama artık, gerileyişin uçurum kenarına gelmiş bir cumhuriyetçiliğin böylesine tuhaf bir rastlantı beklemek lüksü hiç ama hiç kalmamıştır. PENCERE Aykırı Bir Yazı Pierre de Coubertin, modern olimpiyatların kurucusudur; 1894'te Sorbonne'da 14 ülkenin katıldığı bir toplantı düzenledi; halkın desteğiyle ve Yunanlı zenginlerin katkısıyla Atina'daki Perikles Stadyumu onarıldı; ilk çağdaş olimpiyat, 1896'da burada yapıldı. Olimpiyatlar, baştan sona amatör bir ruhla yeniden canlandırılmıştı. Aradan 100 yıl geçti. 1996 Atlanta Olimpiyat Oyunları'nda 100'üncü yıl kutlanıyor. Görkemli bir açılışla başlayan olimpiyat oyunlarındaki başdöndürücü yarışmaların çarpıcı görüntüleri, televizyon ekranlarına yansıyor. Yeryüzü yuvarlağı bir büyük stadyumun tribününe dönüştü. Üç milyarı aşkın insan soluğunu keserek izliyor olimpiyat yarışmalarını... Ama eksik bir şey yok mu Atlanta'da?.. Birisi olimpiyat meşalesini eline alsa, Diogenes'in gündüz vakti sokakta fenerle adam aramasına benzer bir çabayla, Atlanta'da amatör spor ruhunu bulmaya kalkışsa... Aradığını bulabilir mi?.. 20'nci yüzyılın son olimpiyatı, göz kamaştırıcı bir sirke dönüştü. Beşikten başlayarak kobay gibi yetiştirilmiş çocuklar ve dopinglerle şişirilmiş profesyoneller, dünyayı saran tekelci holdinglerin reklam yıldızları gibi kahredici yarışmaların potasında gençliklerini zorlayıp geleceklerini tehlikeye sokuyorlar. Somut örnek mi?.. Atlanta Olimpiyatları'nda meşaleyi yakmak onurunu üstlenen Muhammet Ali Clay!.. Muhammet Ali (Cassius) Clay, 1960 Olimpiyatları'nda yarı ağır sıklet şampiyonluğunu kazandıktan hemen sonra profesyonelliğe geçti; para için dövüşmeye başladı; temelinde amatörlük ruhu yatan olimpiyatlarda meşaleyi yakmak görevinin Clay'e verilmesi, bir çelişkidir. Profesyonel boks yaşamında Ali, göz kamaştırıcıydı; ama şişinmesiyle ve hasımlarını azımsayıp küçülten konuşmalarıyla da ün yaptı; umarını Müslümanlıkta aradı; sonunda boksörlerde çok görülen peltek konuşma, yüz kaslarının yetersizliği, denge bozukluğu, yürüme güçlüğüyle simgelenen bir sayrılığa tutuldu. Zavallı Muhammet Ali, Atlanta'da olimpiyat meşalesini yakmak için olağanüstü güç harcadı, kollarını ve ellerini istediğince kullanamıyordu, belki en ağır maçında bile bu ölçüde zorlanmamıştı. Oysa genç denecek bir yaştaydı, 1942 yılında dünyaya gelmişti. Spor, insanların yaşamını altüst etmek ve genç yaşta açmazlara sürüklemek için mi yapılıyor?.. El kadar çocuğu en bilinçsiz çağında yakalayarak yarışma kobayı gibi yetiştirmek, 'sözde uygar' dünyayı saran bir hastalık!.. Sonra bu çocuk şampiyon olur da bir firmanın ürettiği ayakkabıyı ya da tişörtü giyerse, dünya kadar para kazanacak; ama yaşamının geri kalan süresini nasıl geçirecek?.. 21'inci yüzyıla yaklaşan dünyamızda spor, sporluğunu yitirme tehlikesi karşısında!.. Atlanta Olimpiyatları'nda bu tehlike çok daha çarpıcı biçimde ortaya çıktı. Yine de hepimiz, bu görkemli gösteriyi izlemek uğruna televizyonların başında uykusuz geceler geçirmekten zevk alıyoruz. Ama keyif verici her şeyin, insanlığa mutluluk sağladığını kimse öne süremez. ( 26 Temmuz 1996 tarihli yazısı) Kod Adõ Mürekkepbalõğõ İlhan İREM D evrim tarihinin üzerine siyah bir mürekkep damladõ. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün göze- neklerine dağõldõ yõllarla… Cahiliyenin asõrlõk bir ya- yõlma ile kendi karanlõk ülkesini inşa etmesidir bu. Din değerlerini sömürme ve paranõn bileşkesinde, cahilin daha cahili uyuşturup, birlikte kurduklarõ zindan… Karanlõk sularda güç görün- tüsünde bir çekim alanõ yara- tarak, kaynama noktasõ düşük aydõnlarõ da peşine takan omur- gasõz mürekkepbalõklarõnõn dünyasõ… Bu sessiz yapõlanma, rahle- leri okula, bölük pörçük biri- kimleri devasa holdinglere, ka- saba zübüklerini devlet adamõ- na dö-nüştürecek denli yol al- dõğõnda, vahim gelişmeleri ba- şõndan beri “demokrasi ve öz- gürlük” diye seyredenler için yapacak pek bir şey kalma- mõştõr artõk. “Uzlaşma” türküleriyle usul usul semirip büyüyen dev ah- tapotun gözleri kör, kulaklarõ sağõrdõr. Onunla uzlaşamaz, ona mu- halif olamazsõnõz!.. En ulvi değerleri kendine tramplen yaparak çamurlu su- lara dalmõştõr bir kere… Bildiği sadece, kirli bir âle- min senaryolarõndan ibarettir. Ona ayna tutup çiğliğini yan- sõtmak, aydõnlõğõ anlatmak, dip- siz karanlõklara seslenmektir… Arkası 16. Sayfada AÇI MÜMTAZ SOYSAL Lükslerimiz [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle