10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 15 MAYIS 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 “- Yıl hesabı yapamıyorum... Ama uzun yıllar... Örneğin ulusal savaşın ilk yıllarında başlayan ve öldüğü ana kadar süren beraber- lik. Neredeyse çeyrek yüzyıl. Onunla birlikte yediğiniz öğle ye- mekleri... özellikle sofraları, orada yaşananları, özel, resmi yaşamını ayrıntılarıyla yaşayan bilen nadir insanlardansınız. Özel söyleşileri- niz size kalsın. Sofralarını, kimi özelliklerini anlatır mısınız?..” “Atatürk’ün en büyük zevki sof- rasıydı. Çok mütevazı olduğu için bize her zaman şöyle derdi: Bir lokma ekmek... Bunu birkaç yakın arkadaşla oturup birlikte yemek ve içmek bana yeterlidir.” Sofranõn bir bizim gibi devamlõ müdavimleri, bir de milletvekilleri ve milletvekili gazetecilerden çok- lukla davet edilenleri, ayrõca büyük- elçilerden, komutanlardan, kendisi- nin eski dostlarõndan, her tertipten ara sõra davet edilenleri vardõ. Atatürk’ün sofrasõna hiç kimse izinsiz ve davetsiz gelemezdi. An- cak İsmet Paşa (İnönü), Dõşişleri Bakanõ Dr. Tevfik Rüştü Aras ve Şükrü Kaya’nõn ayrõcalõklarõ vardõ. Bunlar her zaman, işlerinden arta kalan zamanlarõnda ve gerek gör- dükleri vakit, hangi saatte olursa ol- sun, sofraya gelebilirlerdi. Bir çeşit dershaneydi... İsmet Paşa, sõk sõk, hemen hemen her gece sofranõn müdavimi iken son zamanlarda ziyaretlerini seyrek- leştirmişti. Tevfik Rüştü Aras ve Şükrü Kaya ise sofraya sõk sõk gelir- lerdi. Atatürk çok düzenli ve çok dik- katli bir insan olduğu için, sofrasõnõn da düzenli ve özenli olmasõnõ isterdi. Sofraya otururken her şeyin yerli ye- rinde olmasõna özellikle dikkat eder- di. Sofranõn düzeninde, tabaklarla çatal ve bõçaklarda bir çarpõklõk, bir yanlõşlõk görürse bunlarõ bizzat dü- zeltir, ondan sonra sofraya otururdu. Bu düzene yalnõz kendi evinde de- ğil, davetli olduğu başka yerlerde de dikkat ederdi. Hatta gittiği yerlerde bazen salonlarõn tefrişinde gördüğü yanlõşlarõ hemen düzeltirdi. Duvar- lardaki tablolarõn düzgün ve yerinde takõlõp takõlmadõklarõ hemen dikkati- ni çeker, herhangi bir tablonun kar- şõsõna geçer, “Biraz sağa, hafif aşa- ğıya” diye kumanda ederek, tabloyu düzgün duruma sokardõ. Karmakarõ- şõk, gelişigüzel tefrişata tahammül edemez, hemen düzelttirirdi. Sofra, Atatürk’ün karar ve düşün- celerinin bir çeşit odak noktasõ, mü- davimlerinin ise adeta feyz kayna- ğõydõ. O sofra, bir yemek sofrasõ, bir içki sofrasõ, bir eğlence sofrasõ değil, bir çeşit akademi, adeta bir çeşit dershaneydi. Kararlar alınırdı Sofranõn karşõsõnda daima büyük bir karatahta, üzerinde tebeşirle sil- gisi de hazõr bulunurdu. Bu sofrada iç politika, dõş politika, ekonomi, ta- rih, coğrafya, dil gibi çeşitli bilimsel konular, günün önemli sorunlarõ, in- kõlap hareketleri ve buna paralel her çeşit milli mesele görüşülürdü. Sof- rada herkes açõk konuşur, herkes dü- şüncesini ve görüşünü söyler, herkes kendi tezini savunur, hatta Atatürk gerek gördüğü zaman kararlar bile alõnõrdõ. Bununla birlikte sofra, bazõ- larõnõn sandõğõ ve telkin etmek iste- diği gibi, bütün devlet işlerinin gö- rüşüldüğü yer değildi. Bu önemli gerçeği fark etmeyerek ya da göz ar- dõ ederek, “Sofrada devlet işleri hallolunuyor” diye günün birinde Atatürk’e karşõ gelmeye kalkõşanlar, ağõr sorumluluklarla etekleri tutuştu- ğu zaman o sofraya içinden çõkama- dõklarõ devlet işlerini getirirler ve onlarõ sofrada Atatürk’e hallettirir, rahatlamõş ve ferahlamõş olarak sof- radan kalkarlardõ. Hatta bazen de dedikodu konusu yapmak istedikleri sofradan nasõl perişan bir halde, kol- tukla götürüldüklerine az mõ tanõk olmuştuk? Atatürk’ün, sofrasõnda yapõlma- yan, yapõlmasõna izin vermediği tek şey dedikodu idi. Bu gibi konuşma- lara asla izin vermez, hoşgörü gös- termezdi. Kin, intikam bilmezdi... Atatürk, her yerde olduğu gibi sofrasõnda da düşüncelerin ve kana- atlerin serbest açõklanmasõ için hoş- görülü davranõrdõ. O’nun bu hoşgö- rüsünden yararlanarak işi tartõşmaya kadar götürenlerin taşkõn hallerine nasõl tahammül ederdi? Hâlâ hayret ederim. Atatürk, kusurlarõ, kabahatleri dai- ma insanlarõn yüzüne söyler, bazen çok sinirlenirdi. Fakat haksõz yere kõzdõğõ, hiddetlendiği asla görülmez- di. Kin, garez, hele intikam, bilme- diği ve daima nefret ettiği şeylerdi. Atatürk, çok sevimli ve şirin bir tartõşmacõydõ. Çok güzel ve tatlõ ko- nuşurdu. Konuşmalarõ daima sami- mi ve doğaldõ. Konuklarõna büyük bir nezaketle hitabederdi. Ne kadar uzun sürerse sürsün, hangi konuda olursa olsun, kendisini dinlemekte kesinlikle bir yorgunluk duyulmaz- dõ. O konuştukça insan kendini san- ki mutlu hissederdi. Sonsuz bir âlem, sanki perde perde gözler önünde açõlõverirdi. Saatlerce ve sa- atlerce konuşur, sözleri gözlerinin içine bakõlarak büyük bir huşu için- de dinlenirdi. Sofrada çocukluğuna, gençliğine, askerlik ve inkõlapçõlõk hayatõna dair nice hikâyeyi tekrar etmekten ve an- lattõğõ hikâyelerle olaylara adõ karõ- şan arkadaşlarõna tekrar ettirmekten son derece zevk alõrdõ. Atatürk’ün sofrasõnda eski arka- daşlarõndan biri davet edilmişse, o gecenin bütün konusu genellikle o arkadaşõ ile olan anõlarõn tekrarõndan ibaretti. Kendisi anlatõr, arkadaşõna anlattõrõr, anõlarõn canlõ bir şekilde tekrarlanmasõndan mutlu olurdu. S Ü R E C E K Gece gündüz Atatürk’ün yanõndan ayrõlmayan bir tanõğõn anlatõmõyla ‘sofra’ ‘Birlokmaekmekyeter’ Sunduğumuz iki tabloda 11 cumhurbaşkanının Çankaya’ya çıkışları ve ayrılışları ile seçim süreleri ve aldıkları oyların dökümünü bulacaksınız. Bir özet daha “Haber vereyim ki Atatürk ne yaptõğõnõ, nasõl yapacağõnõ, kimlere ne yaptõracağõnõ, kimleri nasõl ve nerede kullanacağõnõ bilen pek hesaplõ bir adamdõ. Yapmõş olduklarõ üzerinde istediğiniz tenkitlerde bulunabilirsiniz. Fakat kendi varmak istediğine ulaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, dostluklarõnõn, yakõnlõklarõnõn sözde sõrdaşlarõnõn üstünde bilhassa ‘kendi kendine vefalõ’ bir lider olduğu su götürmez bir gerçektir.” (Falih Rıfkı Atay) ‘Yani’ kelimesini çok sık kullanırdı Atatürk’ün bazı kelimeleri kendi- ne özgü bir telaffuz şekli vardı. Mesela ta- bancaya tapanca, kır- baça kirpaç, henüze henus, muhakkak’a muhakkaka (özellikle bu kelimeyi çok beğe- nir, yeni dil teorisinde muhakkak kelimesinin bu şekilde değiştiril- mesini isterdi), yoğur- ta yuğurt, sarhoşa sarfoş derdi. “Yani” kelimesini çok kullanırdı. Özel- likle uzun açıklama- larda bulunanların sözü uzatmaması için “yani” diyerek muhatabını sadede davet ederdi. En ağır kelimesi eb- leh yerine geçen he- benneka idi. Kelimeleri, dikkat ederek, tam hecele- riyle telaffuz ederdi. Dil kurultaylarının birinde özel bir komis- yon toplantısında tar- tışma yapılıyordu. Toplantıda konuşan- lardan birine Atatürk takıldı: “Çok renneli konu- şuyorsunuz. Yani ‘re’leri yutarak konu- şuyorsunuz.” Ata- türk’ün takıldığı kişi de güzel bir karşılık verdi: “Evet Paşam, ama siz de çok ağdalı ko- nuşuyorsunuz!” Ata- türk bu cevaba kah- kahalarla gülmüştü. Bu kişi yanılmıyorsam eski Giresun Milletve- kili gazeteci Hakkı Ta- rık (Us) Bey’di. Sofradaki sohbetlerinde özellikle yakın ar- kadaşı Nuri Conker’e çatmaktan ve ona diğer arkadaşları sataştırmaktan, Nuri Bey’e muziplikler yaptırmaktan çok zevk alırdı. Şaka yapmaktan çok hoşlanırdı. Fakat bu şakalı soh- betler sırasında birdenbire sözü değiştirir, İsmet Paşa ve hükümet mensupları hazır bulunurken, Nuri Bey’e hükümetin icraatını tenkit ettirirdi. İs- met Paşa, bu izin ve hoşgörünün anlamını çok iyi bilirdi. Zavallı arkadaşımız Nuri Conker, bu yüzden İsmet Paşa’nın gadrine az uğramamıştı. Atatürk, her gece sofraya oturmadan önce, denebilir ki gözleriyle hep Nuri Conker’i arardı. Eğer o sofrada yoksa hemen emir verir, Nuri Bey nerede ve ne durumda olursa olsun, onu buldurup sofraya getirtirdi. Bizim sofraya otur- madan veya sofraya oturduktan sonra ara sıra kaçamak yaptığımız olurdu. Fakat Nuri Con- ker’in bu şansı yoktu. Nuri Bey’in sofrada önemli bir görevi de kaçamak yaptığımız zaman Atatürk nerede olduğumuzu sorduğunda maze- ret icat etmek ve işi idare etmekti. Atatürk çok dikkatli bir insandı. O koskoca sofrada bulunanların hal ve hareketlerini ne du- rumda olursa olsun gözlerinden kaçırmazdı. Ko- nuşulanları asla unutmazdı. O kadar unutmazdı ki, yıllar ve yıllar sonra sırası gelince, geçmişteki bir gece içerisinde konuşulanları tekrar eder, hatırlatırdı. Atatürk’ün sofrasına davetler şu şe- kilde gerçekleşirdi: Başyaver, akşam saat 19.00 sıralarında Ata- türk’e gelir, sofra için kimleri emrediyorsa not edip davetlileri telefonla haberdar ederdi. Da- vetliler birer birer gelerek saat 20.00’de köşkün bilardo salonunda toplanırlardı. Atatürk eğer ge- zintiye çıkmışsa tam saatinde mutlaka köşke gelmiş olurdu. Davetlileri uzun süre bekletmek istemez, bu konuya bilhassa özen gösterirdi. Köşke geldiğinde bilardo salonunda toplanmış olan davetlilerine “Hoş geldiniz” der, ellerini sıktıktan sonra “Buyurun, sofraya oturalım” diyerek önlerine düşer, sofraya götürürdü. (Kılıç Ali’nin Anıları kitabından) Conker’le şakalaşırdı Nuri Conker. HAYAL ve GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR Dedemin Bıyıkları Dedemin büyük çerçeveli, rötuşlu, sonradan renklendirilmiş fotoğrafına bakıyorum. Dedemin badem bıyıkları var. Yoksa, muallim Rüştü Bey faşist miydi? Acaba Kars’ta elleriyle taşıdığı tahtalarla bir okul inşa ederken, ilk okulu açtığında 8 yaşından 40 yaşına kadar öğrencilerine okuma yazma öğretmeye çalışırken dedem Rüştü Bey de insanları bıyığına göre yaftalıyor muydu? Onu bilmem ama benim okul yıllarım böyle geçmişti. Tabii benim zamanımda badem bıyık modası çoktan tarihe karışmıştı. Ama sarkık bıyık bir görüşü, düz bıyık başka bir görüşü, tıraşlı sakal ve bıyık da başka bir görüşü simgeliyordu. İmparatorluk günlerinden gelen bir alışkanlık mı bu? Osmanlı’da giysilerin rengi, biçimi, takılan başlıklar bile sınıfınızı, etnik kökeninizi, dini konumunuzu belirlemiyor muydu? Hani şu, çok kültürlülüğe sonsuz saygılı olup, etnik ayrımcılık yapmayan ve bir “mozaik” halinde toplulukları bir arada yaşatan Osmanlı’da! Düşünün ki, yeni kurulan Cumhuriyet’in devrimlerinden biri kılık kıyafetle ilgili. Basit bir bakışla şimdilerde, “İnsanların kılığına karıştılar, zorla şapka taktırdılar,” denilen bu uygulamanın asıl nedeni, sınıfların, ayrıcalıkların en azından görüntüde ortadan kaldırılmaya çalışılmasıydı. Bey, efendi gibi lakapların yazışmalarda yasaklanması gibi tıpkı. Oysa yalnız devlet mi, Türkiye’de herkes birbirinin kılığına kıyafetine karışır, bunlarla uğraşır. İslamiyetle ilgili en önemli, en değerli konuların hiçbiriyle ilgilenmeyip bunca yıldır yalnızca başörtüsünü tartışmıyor muyuz? Bu ülkenin bütün erkekleri olarak önce annemizin, ablamızın, kız kardeşimizin sonra sevgilimizin, karımızın ne giydiğine karışmaz mıyız hepimiz? Üstelik bunu bize verilmiş doğal bir hak olarak görmez miyiz? Bugün bile birçok yerde kadınlar istediği giysilerle dolaşabiliyor mu rahat rahat? Şimdi değişti mi bilmiyorum ama ben çocukken gittiğim bütün okullarda saçımızdan kıyafetimize her şeye karışırlardı. Hatta o yıllarda üniversitede bile... Geçenlerde bir başörtülü kızımızla konuşurken bana, “Sizi snob biri olarak düşünmüştüm, giysileriniz filan öyle görünüyordu” dedi. Bunu söyleyen, başörtüsü nedeniyle kendisinin ayrımcılığa maruz kaldığını düşünen biriydi üstelik. [email protected] 4 bin yıl önce de hapishane varmış KAYSERİ (AA) - Hapishanelerin, Anado- lu’da 4 bin yõl önce de var olduğu, bazõ suçlularõn hapishanelerde tutulduklarõ bildirildi. Kültepe hö- yüğünde kazõ çalõşmalarõ yapan Ankara Üniversite- si Öğretim Üyesi Prof. Fikri Kulakoğlu, höyükten çõkan tabletlerin M.Ö. 2 binli yõllardaki yaşam tarzõ hakkõnda fikir verdiğini belirtti. Kulakoğlu, okunan bir tablette, yerel bir kralla, aralarõnda anlaşmazlõk çõkan Asurlu Bazia’nõn krala 10 aydõr hapishanede yattõğõnõ, kurtarõlmasõ için elçi göndermesini rica ettiğini anlattõğõnõn yazdõğõnõ söyledi. Üniversitede gerginlik İZMİR (AA) - Ege Üniversitesi’nin (EÜ) Bor- nova Yerleşkesi’ndeki Hazõrlõk Bölümü Toplantõ Sa- lonu’nda yapõlacak “Türk Tarihi” konulu konferansa katõlmak isteyen öğrenci grubu ile karşõt görüşlü öğ- renciler arasõnda kavga çõktõ. Öğrenciler yumrukla birbirine saldõrdõ. Kampus içinde bir süre gruplar ha- linde ellerinde taş ve sopalarla dolaşan ve slogan atan öğrenciler, polisler tarafõndan ikna edilerek dağõtõldõ. Aydın, TBB Başkanlığı’na aday İstanbul Haber Servisi - İstanbul Barosu Başkanõ avukat Muammer Aydõn, baronun 80 dele- gesi tarafõndan Türkiye Barolar Birliği (TBB) Baş- kanlõğõ’na aday gösterildi. İstanbul Barosu TBB De- legasyonu’nun 11 Mayõs’ta yaptõğõ “aday belirleme” çalõşmasõnda delegasyon adaylar için oy kullandõ. Aydõn, 12-13 Haziran’da Ankara’da düzenlenecek olağan genel kurulda başkanlõk yarõşõna katõlacak. ‘Halet Abla Destanı’ tamam Kültür Servisi - Bartõn Valisi İsa Küçük, ar- keoloji dünyasõnõn önemli isimleri arasõnda yer alan Prof. Dr. Halet Çambel’in hayatõ, yaşadõklarõ ve yap- tõklarõna dair “Halet Abla Destanõ” adlõ bir kitap ha- zõrladõ. Arkeoloji ve Sanat Yayõnlarõ’ndan çõkacak olan kitap, bugün saat 11.00’de Beşiktaş Belediye- si’nin katkõlarõyla Levent Kültür Merkezi’nde düzen- lenecek törenle Çambel’e sunulacak. ‘Sevgi Bayrağı’ Ankara yolunda ERZURUM (AA) - Ankara’daki 19 Mayõs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramõ törenleri sõrasõnda Cumhurbaşkanõ Abdullah Gül’e verilmek üzere Samsun’dan yola çõkarõlan “Sevgi Bayrağõ” törenle Erzurum’dan uğurlandõ. Sevgi Bayrağõ’nõn, bir gün kaldõğõ tarihi Erzurum Kongre binasõ önün- de tören düzenlendi. Bayrak, Erzurum-Erzincan il sõnõrõnda törenle Erzincanlõ atletlere teslim edildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle