10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 15 MAYIS 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 19 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Bunalımdan Çıkılıyor mu? Son altı ay boyunca 2009 bunalımının sonuna yaklaştığımızı sanıyorduk. Özellikle gelişmiş ekonomilerden gelen haberler, iyiydi. Oysa son birkaç ayda Yunanistan’dan başlayarak Avrupa’ya yayılmakta olan borç krizleri, ekonomilerdeki canlanma belirtilerinin kalıcılığı konusunda kuşkular yarattı. Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, uzun süren çalışmalardan sonra, Yunanistan’ın borç krizini, bu ülkeye verilecek 110 milyar Avro tutarındaki yeni borçlanmalarla çözmeye karar verdiler. Gelen haberlere göre, İspanya, Portekiz, İtalya ve hatta İngiltere gibi ülkelerde de benzer sorunlar vardı ve bunalımdan çıkışın kalıcı olmadığı konusunda kaygı duyulmalıydı. Oysa 2009’da, dünyanın en büyük ekonomisi olan ve dünya gelirinin yüzde 25’ini temsil eden ABD ekonomisinde, canlanma belirtileri geçen yılın son çeyreğinde ortaya çıkmıştı. 2010’un ilk çeyreğinde de tüketim harcamaları, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 4 artmıştı. Son iki yıldır, tüketimini azaltmış bu toplumda, artan mal ve hizmet talebi, fabrikaların çalışmasına ve sanayi üretiminin hızla artmasına neden olmuştu. Bunalımın asıl tetikleyicisi olan konut fiyatlarındaki düşüşler durmuş, yeni yılın ilk çeyreğinde konut fiyatları, önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 25 artmıştı. Geçen yılın sonunda, 2010’da ABD ekonomisinin yüzde 2 oranında büyüyeceğini tahmin etmiş bulunan ekonomi uzmanları, bu yılın ilk çeyreğinde alınan olumlu sonuçlar nedeniyle büyüme konusundaki beklentilerini yüzde 3’e yükseltmişlerdi. Üretim ve satışlardaki bu canlanmanın, bunalım içinde yükselen işsizlik oranlarında da düşmeler yaratması beklenmekteydi. Avrupa’dan gelen borç krizi haberleri, ABD ekonomisindeki bu olumlu gelişmelerle bağdaşmıyordu. AB ülkelerinde arka arkaya ortaya çıkmaya başlayan borç krizleri, nasıl yorumlanmalıdır? Konu ile ilgili tartışmalardan çıkarılabilecek sonuçlar, şöyle özetlenebilmektedir: Özellikle Batı’nın gelişmiş ülkelerinde, bunalımdan önceki yıllar boyunca üst üste gelen kamu kesimi ve dış ticaret açıkları, bu ülkelerin yıllık ödeme güçlerini aşan oranlarda kamu borçları biriktirmelerine neden olmuştu. Örnek olarak Yunanistan’ın bütçe açığı, 2009’da milli gelirinin yüzde 13.6’sı (yüzde 3 olan Avro bölgesi tavanının 4.5 katı) düzeyine yükselmişti. Ülkenin aynı yıldaki dış ticaret açığı da milli gelirinin yüzde 12.5’i oranındaydı. Önceki yılların bunlara benzeyen açıkları nedeniyle ülkenin dış borç toplamı 406 milyar dolara ve milli gelirinin yüzde 125’ine (Avro bölgesi tavanının 2 katı) yükselmişti. ABD ile öteki AB ülkelerinde Yunanistan’daki kadar çarpıcı olmasa da aynı durum söz konusuydu. Ancak gelişmiş ülkeler arasındaki zincirleme borç/alacak ilişkilerini düzene koyacak bir uzlaşma sağlanamamıştır. “Uluslararası finansal mimari”nin yeniden düzenlenmesini isteyenler çoktur; ama henüz bu konuda kalıcı çözüm bulunamamıştır. 2009 bunalımının ortaya çıkmasında önceki dönemlerde şirket varlık değerlerinin ve kârlarının olduğundan yüksek gösterilmiş olmalarının önemli payı olduğu anlaşılmıştı. Önemli bir kısmı gerçekleşmemiş olan kâr rakamlarıyla yükseltilen hisse senetleri ve tahvil fiyatlarıyla, yatırımcılar ve halkın aldatılması önlenememişti. Bu sonuçta, bu tür finansal rapor yayınlamalarını olanaklı kılan muhasebe standartlarının büyük payı olduğu da kuşkusuzdur. Son zamanlarda, şirketlerde yaratılan gerçek dışı değerler ve kârların, şirketlerin varlık değerleri arasında gösterilebilen türev ürünlerden ve onlarla ilgili değerlemelerle ilgili muhasebe standartlarından kaynaklandığı bilinmektedir. Bununla birlikte bu eksik ve çarpık uygulamaların düzeltilmesi için gösterilen çabalar, henüz bu alanda uygulanan kuralların kalıcılığını sağlayamamıştır. Bugün de türev ürünler ve onlara uygulanan değerleme yöntemleri, bunalım öncesindeki durumları ve yanlışlarıyla uygulanmakta ve şirketlerde “zehirli varlıklar” yaratmaya devam etmektedirler. Ülkelerin aşırı borçlanmalarına uluslararası sınırlar ve kurallar getirilmedikçe ve muhasebe standartları gerçek dışı değerler yaratılmasını önleyecek biçimde düzeltilmedikçe, korkarım ki, gelecek ekonomik depremleri önleme olanağı bırakmayacaktır. [email protected] İlke Aşınımı Yatak odası olayının iletişim fakültelerinde “meslek etiği” açısından ders diye okutulacak iki yanı var: 1- Yatak odasında çekildiği ileri sürülen kasetin “gazetecilik” adına siyasette kullanılmak üzere sızdırılması... 2- Kasetin ortaya çıkardığı ilişkinin taraflar tarafından yalanlanmamasına, dolayısıyla olayda “etik” sorun olmasına karşın bunun medya tarafından görülmeyerek parti liderinin mazlum gibi gösterilerek yeniden göreve gelmesi için desteklenmesi. İlk yan çok açık: Siyasi suikastlar öncesinde de kullanıldığı bilinen gazete gibi görünen tehdit, şantaj ve kışkırtma aracının, olayı gazetecilik ilkelerine sığmayan yöntemlerle gündeme getirmesi başlı başına bir ahlak sorunudur. İkinci yan: Türkiye’nin çok önemli bir dönemeçte olduğu biliniyor. Dönemeç, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet döneminin kapatılarak yerine “ılımlı dinci, bağımlı, mandacı” bir sürecin açılmasıdır. Bu dönemeçte, Atatürk’ün kurduğu partinin başında bulunan bir lider - Baykal’ın son yıllarda AKP’ye karşı yürüttüğü muhalefetin çok yerinde ve tutarlı olduğu yadsınamaz- gerek siyasette, gerekse özel yaşamında özensiz davranma hakkına sahip değildir. Dahası, ilişkisi olduğu ileri sürülen kişi, sıradan bir insan değil, bizzat liderin siyasete taşıdığı; milletvekilliği gibi, parti meclisi üyeliği gibi, bilim kurulu başkanlığı gibi önemli görevlere getirilmiş bir parti üyesidir. Lider, özel yaşamını, parti işine, dolayısıyla ülke yönetme adaylığı işine de karıştırmış ve hiç de etik davranmamış, kendisini de olası komplolara karşı zayıf düşürmüştür. Medya, parti liderinin yaptığı affedilemez yanlışı görmezden gelerek, kendisini “iğrenç komploya kurban giden siyasetçi” gibi göstererek kamuoyunu tek yönlü yönlendirmeye çalışmaktadır ki, bu da meslek açısından bir ilke aşınımıdır. Kim Ön Alıyor? Ankara Temsilcimiz Utku Çakırözer de hafta ortasında altını çizdi. ABD’ye sığınmış olan emekli vaizin, bayram değil seyran değil, Baykal’a selamlar göndermesi pek hayırlara vesile olan bir iş gibi gözükmüyor. Niye başkası üstüne alınıp aramıyor da, emekli imam arayıp “Vallahi de, billahi de, tillahi de yatak odası filmini biz çekmedik” demeye getiriyor? Söylediği, üstü örtülü, “Cemaatimiz genellikle böyle gizli kapaklı hizmetler yürütür yürütmesine, ama sizin çekiminizin prodüksiyonu bize ait değil” itirafı değil midir? Bir şey daha: Deniz Baykal, bunu bilmez mi? Bile bile Pensilvanya’nın samimiyetinden söz etmez mi? Haydi bakalım çözün bulmacayı: Emekli vaiz mi, Baykal mı ön alma peşinde? Bize sorarsanız, her ikisi de... Sıyrılmanın Yolu “Hapı yutarız.” Söz bu. Söyleyen, CHP’de yıllardır politika yapan, işini ciddiye alan bir milletvekili. Çin atasözü ile boyutlandırıyor yorumunu: “Parmak mehtabı (uçurumu) gösterirken budala parmağa bakar.” Hap, Baykal’ın dönüşünü; uçurum, sivil diktayı simgeliyor. Budalaya gelince: “Gelişmeleri halk, Aşk-ı Memnu dizisi gibi izliyor. Oysa gidiş çok ciddi. Türkiye dönüştürülüyor. Bundan mutlaka sıyrılmalıyız.” Nasıl sıyrılacağız? “Ben” diyor, “anti Baykalcılardan değilim. Severim de kendisini. Ama, geri dönmemeli, tahminim dönmeyecek de. Yeni kadro, yeni tüzükle, kurultayda oluşturulacak ciddi bir gölge kabine ile CHP, Türkiye’nin sorumluluğunu taşımaya hazır hale gelir. Ve inanın, biz bunu gerçekleştireceğiz, gerçekleştirmek zorundayız da.” Deniz Baykal, istifa ettiği gün, komplonun hedefinin kendisi değil, CHP’ye yönelik olduğunu özellikle vurguladı. Deniz Baykal’ın dediği gibi CHP “cumhuriyete, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne sahip çıkan sivil darbe, sivil dikta rejimlerine karşı” bir mücadele içindedir. Sivil diktaya koşan iktidarın CHP’yi saf dışı bırakabilmek için her türlü fırsatı değerlendireceği de herkesin ortak görüşüdür. Ancak, eğer CHP bu mücadelede “komplo” ile karşı karşıya gelmiş ve önemli bir yara almışsa, bunun birinci derecede sorumlusu Baykal’dır ve verdiği istifa kararı ile bunun gereğini yapmış, partisinin, yaratılmış “komplo”nun içinde kıvranmaya devam etmemesini sağlamıştır. Bundan sonra yapılacak iş, büyük yanlışını görerek istifa etmiş genel başkanı yeniden alkışlarla koltuğa oturtmak yerine, mücadeleyi devam ettirecek kadrolarla CHP’yi geleceğe taşımaktır. Küçük siyaset oyunlarının değil, akılları başa toplamanın zamanıdır. Akıllar Başa... Gıda Egemenliği İçin Toprak Egemenliği - I SADIK ÇELİK İnsanlığın yüzyıllar süren toprakla uyum halinde bir yaşam kurma çabası, bu uzun yolculuğun geride bıraktığı yıkıntı ve harabelerden de anlaşılacağı gibi başarıdan çok başarısızlık örnekleriyle doludur. İnsanoğlunun Ortadoğu’nun kutsal topraklarından başlayıp Pasifik kıyılarına kadar uzanan 7000 yıllık serüveni toprağın arşivinde saklıdır. Dünyayı tehlikeli kılan, Toprak Ana’nın bize sunduğu gıda ve diğer gereksinim duyduğumuz maddelerin değiş tokuşuna getirilen sınırlamalar ya da ulaşılamayacak endişesinden kaynaklanan mahrumiyet korkusu mudur? Yoksa geçtiğimiz yüzyıldan bu yana endüstrileşmede ve teknolojideki baş döndürücü gelişmelerin doğada yarattığı tahribatın içinden çıkılamaz hale gelmesi midir? Modern endüstrinin gereksinimi olan hammaddeler, dünyanın farklı yerlerinden elde edilir. Bunlar her ulusun kullanımına eşit olarak dağılmış durumda değildir. Gıda ve hammadde ihtiyacındaki eşitsiz artış ve dengesizlik uluslararası ilişkilere baskı, kısıtlamalar ve sorunlar getirmektedir. Uluslararası ilişkilere liderlik eden güçler, gıda ve hammadde kaynaklarının kontrolünü ellerinde bulundurmaya çalışmaktadırlar. Bu durum aleni olarak bilinmektedir. İnceden inceye hesaplanıp sürdürülen bölgesel savaşların temel nedenleri de bunlardır. Geçmişten günümüze yaşanan deneyimler gösterdi ki savaşlar anlaşmazlıkları çözmedi. Sadece sorunları daha feci biçimlerde ortaya çıkarılmak üzere bir süre için ileriye ertelemektedir. Kalıcı çözümlere ulaşmanın yolları daha başkadır. Örneğin insanların savaşa girmedeki isteksizliğine güvenebiliriz, ancak insanların savaşa girmesindeki belirleyici etken, aksi takdirde başlarına daha kötü belaların geleceği endişesidir. Bu korkuların nedeni gerçek de olabilir, onlara propaganda yoluyla aşılanmış olması da mümkündür. İnsanların toprakla adil bir ilişki kurması, toprağın sömürülmesiyle değil korunmasıyla, kaynakların israfıyla değil, yeryüzündeki üretici güçlerin iyileştirilmesi ve gıda ve hammaddelere ulaşımın kolaylaştırılması ile sağlanır. Geçmişe baktığımızda ülkeler istila ettikleri topraklardaki insanlara boyun eğdirmek için gıda maddeleri dağıtımını, üretimini kontrolleri altına almışlardır. İnsanlık tarihi yiyecek uğruna özgürlüğünden vazgeçmişlerin isyanıyla çınlamaktadır. Maalesef hiçbir şey yiyeceğin yerini tutamaz, o olmazsa olmazdır, diğerleri ondan sonra gelmektedir. Medeniyetimizin temelini oluşturan işbölümü gıda gereksiniminden doğmuştur. Topraktan artı mahsul sağlanması, insanlara başka işlere ayıracak zaman ve imkân verdi. Bu durum, medeniyetin ilerlemesine ve işbölümünün daha da karmaşık bir yapıya kavuşmasına yol açtı. İhtiyacımız olan güvenlik, barınma, sağlık, giyecek, eğitim, eğlence gibi birtakım hizmetleri, bu karmaşık işbölümü sayesinde elde ederiz. Ancak en başta bunun için gerekli hammaddelerin var olması ve gıda üretiminin sağlanması şarttır. Gıda ve su, topraktan gelir. Toprak bilgili ve çalışkan olanı ödüllendirir, cahil ve tembel olanı ise merhametsizce cezalandırır. Karmaşık sosyal yapımızın temelinde çiftçilerle Toprak Ana arasındaki bu ortaklık yatar. Topraksal faaliyetler bundan 7000 yıl önce başlamış ve gelişimini iki belli başlı bölge; Mezopotamya’nın bereketli, alüvyonlu düzlükleriyle Nil Vadisi’nde sürdürmüştür. Tarımın doğduğu toprağın neresi olduğunun cevabını arkeologlara bırakalım. Burada önemli olan kurak iklimin hâkim olduğu bu alüvyonlu düzlüklerden sulama yoluyla bereketli mahsullerin alındığını bilmemizdir. Bu artı mahsulün verdiği rahatlık, onlardan sonra gelenlere işbölümü yapma olanağını sağlamış, ilerleyen süreç medeniyetlerin gelişimini de başlatmıştır. Bu toprakların işlenmesi, yönetilmesi, devletlerin yükseliş ve çöküşleri sırasında yaşadıklarının bu coğrafyada bıraktığı izler, 21. yüzyılda ders almamız için yeterlidir. Zamanında üzerinde ilk kez tarım yapılan bu topraklarda kurulan uygarlıkların neden bozulup yitirildiğini anlamak için 7000 yıl öncesini hatırlamamız gerekiyor. Mezopotamya ile İran’ı ayıran Zagros dağlarında çok eski zamanlarda çobanlar ve sürüleri yaşarmış. Bunlar zaman zaman dağlardan ovalara inip oralarda yaşayan şehirli halka ve çiftçilere felaket getirirlermiş. Rivayet odur ki, çiftçiyle çoban arasındaki bu mücadelenin başlangıcı Habil ve Kabil zamanına kadar uzanır. “Bugünün Kabilleri kimler?” derseniz toprağa hücum edenlere bakmamız gerekecek. Bu konuyu önümüzdeki hafta tekrar köşemize taşıyacağımızı belirtir, Dünya Çiftçiler Gününüzü kutlarım. [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Söz CHP Ankara Milletvekili Nesrin Baytok konuşmasa daha iyi olacak. “Etik anlayışım, siyasi nüfuz kullanmayı uygun görmez” filan diyor ya, olmuyor. İzleme Recep Tayyip Erdoğan, bırakın anayasayı, demokrasinin ruhuna aykırı olduğu şimdiden belli anayasa değişiklikleri TBMM’den hemen geçtikten sonra AKP grubuna ne demişti, anımsayalım: “Darbe anayasasını değiştirmek bu kutlu kadroya nasip oldu. Biz bahar sabahına uyanıyoruz, onları uykusuz geceler bekliyor.” Başbakan, tarafsız hizmet etmesi gereken toplumu ikiye ayırıyor: Bizler ve onlar... Yetmiyor; “onlar” dediklerini, “uykusuz gecelere” mahkûm ediyor. Böyle bir düşünce, “onlar”ın yatak odasını, uyuyup uyumadıklarını gözlemez mi hiç! BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Yapraklarõ yaz kõş yeşil kalan, be- yaz çiçekli bir ağaç... İlgi eki. 2/ Derebeylik Japon- yasõ’nda en aşağõ sõnõfõ oluşturan halk... Kokulu bir çörek cinsi. 3/ Fü- zeleri fõrlatmaya ya- rayan düzenek... Kale hendeği. 4/ Eti lezzetli bir balõk. 5/ Kendisine inanõlan, sõr ve- rilen kimse... Eylemleri olumsuz yapmakta kulla- nõlan ek. 6/ Numaranõn kõsa yazõlõşõ... Biriyle eğ- lenme ve onu küçümseme. 7/ İran’da, Şiiliğin merkezi olan bir kent... Van Gö- lü’nde, “Gadir” de deni- len küçük bir ada. 8/ Ken- dini büyük ve önemli gös- terme davranõşõ... Ceviz. 9/ İsrail’in plaka imi... Bir burç adõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Havyar elde edilen bir balõk... Bir bağlaç. 2/ Yunan abe- cesinde bir harf... Bir tür şekerleme. 3/ Bir yolun yokuş olan bölümü... Tümör. 4/ Meşe ağacõnõn meyvesi. 5/ Han, prens, şehzade... Kuzu sesi. 6/ Japon lirik dramõ... Herhangi bir törende yer alan kalabalõk. 7/ Vücuttaki bezlerin, özel- likle böbreğin ürettiği ince ve katõ tanecikler... Kõyõ, ke- nar. 8/ Ocak bacalarõnda biriken kalõn is... İskambil oyunlarõnda, öteki üç gruptan üstün tutulan renk grubu. 9/ Vilayet... “İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez / Zira bu --- o kadar sõkleti çekmez” (Ziya Paşa). 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 E N D E M İ K K Z A İ M L Ö V E O H M T E R A S T İ S A T E N E Y T İ Ş İ M P R E A L Ş E O L İ K İ R İ Z M A K A V O M U Z T A Y T E Z A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle