Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
15 MAYIS 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA
19
GÖRÜŞ
Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN
Bunalımdan Çıkılıyor mu?
Son altı ay boyunca 2009 bunalımının sonuna
yaklaştığımızı sanıyorduk. Özellikle gelişmiş
ekonomilerden gelen haberler, iyiydi. Oysa son
birkaç ayda Yunanistan’dan başlayarak Avrupa’ya
yayılmakta olan borç krizleri, ekonomilerdeki
canlanma belirtilerinin kalıcılığı konusunda
kuşkular yarattı. Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, uzun
süren çalışmalardan sonra, Yunanistan’ın borç
krizini, bu ülkeye verilecek 110 milyar Avro
tutarındaki yeni borçlanmalarla çözmeye karar
verdiler. Gelen haberlere göre, İspanya, Portekiz,
İtalya ve hatta İngiltere gibi ülkelerde de benzer
sorunlar vardı ve bunalımdan çıkışın kalıcı
olmadığı konusunda kaygı duyulmalıydı.
Oysa 2009’da, dünyanın en büyük ekonomisi
olan ve dünya gelirinin yüzde 25’ini temsil eden
ABD ekonomisinde, canlanma belirtileri geçen
yılın son çeyreğinde ortaya çıkmıştı. 2010’un ilk
çeyreğinde de tüketim harcamaları, bir önceki yılın
aynı dönemine göre yüzde 4 artmıştı. Son iki yıldır,
tüketimini azaltmış bu toplumda, artan mal ve
hizmet talebi, fabrikaların çalışmasına ve sanayi
üretiminin hızla artmasına neden olmuştu.
Bunalımın asıl tetikleyicisi olan konut fiyatlarındaki
düşüşler durmuş, yeni yılın ilk çeyreğinde konut
fiyatları, önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 25
artmıştı. Geçen yılın sonunda, 2010’da ABD
ekonomisinin yüzde 2 oranında büyüyeceğini
tahmin etmiş bulunan ekonomi uzmanları, bu yılın
ilk çeyreğinde alınan olumlu sonuçlar nedeniyle
büyüme konusundaki beklentilerini yüzde 3’e
yükseltmişlerdi. Üretim ve satışlardaki bu
canlanmanın, bunalım içinde yükselen işsizlik
oranlarında da düşmeler yaratması
beklenmekteydi. Avrupa’dan gelen borç krizi
haberleri, ABD ekonomisindeki bu olumlu
gelişmelerle bağdaşmıyordu. AB ülkelerinde arka
arkaya ortaya çıkmaya başlayan borç krizleri, nasıl
yorumlanmalıdır?
Konu ile ilgili tartışmalardan çıkarılabilecek
sonuçlar, şöyle özetlenebilmektedir:
Özellikle Batı’nın gelişmiş ülkelerinde,
bunalımdan önceki yıllar boyunca üst üste gelen
kamu kesimi ve dış ticaret açıkları, bu ülkelerin
yıllık ödeme güçlerini aşan oranlarda kamu
borçları biriktirmelerine neden olmuştu. Örnek
olarak Yunanistan’ın bütçe açığı, 2009’da milli
gelirinin yüzde 13.6’sı (yüzde 3 olan Avro bölgesi
tavanının 4.5 katı) düzeyine yükselmişti. Ülkenin
aynı yıldaki dış ticaret açığı da milli gelirinin yüzde
12.5’i oranındaydı. Önceki yılların bunlara
benzeyen açıkları nedeniyle ülkenin dış borç
toplamı 406 milyar dolara ve milli gelirinin yüzde
125’ine (Avro bölgesi tavanının 2 katı) yükselmişti.
ABD ile öteki AB ülkelerinde Yunanistan’daki
kadar çarpıcı olmasa da aynı durum söz
konusuydu. Ancak gelişmiş ülkeler arasındaki
zincirleme borç/alacak ilişkilerini düzene koyacak
bir uzlaşma sağlanamamıştır. “Uluslararası
finansal mimari”nin yeniden düzenlenmesini
isteyenler çoktur; ama henüz bu konuda kalıcı
çözüm bulunamamıştır.
2009 bunalımının ortaya çıkmasında önceki
dönemlerde şirket varlık değerlerinin ve kârlarının
olduğundan yüksek gösterilmiş olmalarının önemli
payı olduğu anlaşılmıştı. Önemli bir kısmı
gerçekleşmemiş olan kâr rakamlarıyla yükseltilen
hisse senetleri ve tahvil fiyatlarıyla, yatırımcılar ve
halkın aldatılması önlenememişti. Bu sonuçta, bu
tür finansal rapor yayınlamalarını olanaklı kılan
muhasebe standartlarının büyük payı olduğu da
kuşkusuzdur. Son zamanlarda, şirketlerde
yaratılan gerçek dışı değerler ve kârların,
şirketlerin varlık değerleri arasında gösterilebilen
türev ürünlerden ve onlarla ilgili değerlemelerle
ilgili muhasebe standartlarından kaynaklandığı
bilinmektedir. Bununla birlikte bu eksik ve çarpık
uygulamaların düzeltilmesi için gösterilen çabalar,
henüz bu alanda uygulanan kuralların kalıcılığını
sağlayamamıştır. Bugün de türev ürünler ve onlara
uygulanan değerleme yöntemleri, bunalım
öncesindeki durumları ve yanlışlarıyla
uygulanmakta ve şirketlerde “zehirli varlıklar”
yaratmaya devam etmektedirler.
Ülkelerin aşırı borçlanmalarına uluslararası
sınırlar ve kurallar getirilmedikçe ve muhasebe
standartları gerçek dışı değerler yaratılmasını
önleyecek biçimde düzeltilmedikçe, korkarım ki,
gelecek ekonomik depremleri önleme olanağı
bırakmayacaktır.
maaysan@superonline.com
İlke Aşınımı
Yatak odası olayının iletişim
fakültelerinde “meslek etiği”
açısından ders diye okutulacak iki
yanı var:
1- Yatak odasında çekildiği ileri
sürülen kasetin “gazetecilik” adına
siyasette kullanılmak üzere
sızdırılması...
2- Kasetin ortaya çıkardığı ilişkinin
taraflar tarafından
yalanlanmamasına, dolayısıyla
olayda “etik” sorun olmasına karşın
bunun medya tarafından
görülmeyerek parti liderinin mazlum
gibi gösterilerek yeniden göreve
gelmesi için desteklenmesi.
İlk yan çok açık: Siyasi suikastlar
öncesinde de kullanıldığı bilinen
gazete gibi görünen tehdit, şantaj ve
kışkırtma aracının, olayı gazetecilik
ilkelerine sığmayan yöntemlerle
gündeme getirmesi başlı başına bir
ahlak sorunudur.
İkinci yan: Türkiye’nin çok önemli
bir dönemeçte olduğu biliniyor.
Dönemeç, Atatürk’ün kurduğu
Cumhuriyet döneminin kapatılarak
yerine “ılımlı dinci, bağımlı, mandacı”
bir sürecin açılmasıdır. Bu
dönemeçte, Atatürk’ün kurduğu
partinin başında bulunan bir lider -
Baykal’ın son yıllarda AKP’ye karşı
yürüttüğü muhalefetin çok yerinde ve
tutarlı olduğu yadsınamaz- gerek
siyasette, gerekse özel yaşamında
özensiz davranma hakkına sahip
değildir. Dahası, ilişkisi olduğu ileri
sürülen kişi, sıradan bir insan değil,
bizzat liderin siyasete taşıdığı;
milletvekilliği gibi, parti meclisi üyeliği
gibi, bilim kurulu başkanlığı gibi
önemli görevlere getirilmiş bir parti
üyesidir. Lider, özel yaşamını, parti
işine, dolayısıyla ülke yönetme
adaylığı işine de karıştırmış ve hiç de
etik davranmamış, kendisini de olası
komplolara karşı zayıf düşürmüştür.
Medya, parti liderinin yaptığı
affedilemez yanlışı görmezden
gelerek, kendisini “iğrenç komploya
kurban giden siyasetçi” gibi
göstererek kamuoyunu tek yönlü
yönlendirmeye çalışmaktadır ki, bu
da meslek açısından bir ilke
aşınımıdır.
Kim Ön Alıyor?
Ankara Temsilcimiz Utku
Çakırözer de hafta ortasında altını
çizdi. ABD’ye sığınmış olan emekli
vaizin, bayram değil seyran değil,
Baykal’a selamlar göndermesi pek
hayırlara vesile olan bir iş gibi
gözükmüyor.
Niye başkası üstüne alınıp
aramıyor da, emekli imam arayıp
“Vallahi de, billahi de, tillahi de yatak
odası filmini biz çekmedik” demeye
getiriyor?
Söylediği, üstü örtülü,
“Cemaatimiz genellikle böyle gizli
kapaklı hizmetler yürütür
yürütmesine, ama sizin çekiminizin
prodüksiyonu bize ait değil” itirafı
değil midir?
Bir şey daha: Deniz Baykal, bunu
bilmez mi? Bile bile Pensilvanya’nın
samimiyetinden söz etmez mi?
Haydi bakalım çözün bulmacayı:
Emekli vaiz mi, Baykal mı ön alma
peşinde?
Bize sorarsanız, her ikisi de...
Sıyrılmanın
Yolu
“Hapı yutarız.”
Söz bu. Söyleyen,
CHP’de yıllardır
politika yapan, işini
ciddiye alan bir
milletvekili. Çin
atasözü ile
boyutlandırıyor
yorumunu:
“Parmak mehtabı
(uçurumu)
gösterirken budala
parmağa bakar.”
Hap, Baykal’ın
dönüşünü; uçurum,
sivil diktayı
simgeliyor.
Budalaya gelince:
“Gelişmeleri halk,
Aşk-ı Memnu dizisi
gibi izliyor. Oysa
gidiş çok ciddi.
Türkiye
dönüştürülüyor.
Bundan mutlaka
sıyrılmalıyız.”
Nasıl sıyrılacağız?
“Ben” diyor, “anti
Baykalcılardan
değilim. Severim de
kendisini. Ama, geri
dönmemeli,
tahminim
dönmeyecek de.
Yeni kadro, yeni
tüzükle, kurultayda
oluşturulacak ciddi
bir gölge kabine ile
CHP, Türkiye’nin
sorumluluğunu
taşımaya hazır hale
gelir. Ve inanın, biz
bunu
gerçekleştireceğiz,
gerçekleştirmek
zorundayız da.”
Deniz Baykal, istifa
ettiği gün, komplonun
hedefinin kendisi değil,
CHP’ye yönelik
olduğunu özellikle vurguladı.
Deniz Baykal’ın dediği gibi
CHP “cumhuriyete,
demokrasiye, hukukun
üstünlüğüne sahip çıkan sivil
darbe, sivil dikta rejimlerine
karşı” bir mücadele içindedir.
Sivil diktaya koşan iktidarın
CHP’yi saf dışı bırakabilmek
için her türlü fırsatı
değerlendireceği de herkesin
ortak görüşüdür.
Ancak, eğer CHP bu
mücadelede “komplo” ile
karşı karşıya gelmiş ve önemli
bir yara almışsa, bunun birinci
derecede sorumlusu
Baykal’dır ve verdiği istifa
kararı ile bunun gereğini
yapmış, partisinin, yaratılmış
“komplo”nun içinde
kıvranmaya devam
etmemesini sağlamıştır.
Bundan sonra
yapılacak iş, büyük yanlışını
görerek istifa etmiş genel
başkanı yeniden alkışlarla
koltuğa oturtmak yerine,
mücadeleyi devam ettirecek
kadrolarla CHP’yi geleceğe
taşımaktır.
Küçük siyaset oyunlarının
değil, akılları başa toplamanın
zamanıdır.
Akıllar Başa...
Gıda Egemenliği İçin
Toprak Egemenliği - I
SADIK ÇELİK
İnsanlığın yüzyıllar süren
toprakla uyum halinde bir
yaşam kurma çabası, bu uzun
yolculuğun geride bıraktığı
yıkıntı ve harabelerden de
anlaşılacağı gibi başarıdan çok
başarısızlık örnekleriyle
doludur. İnsanoğlunun
Ortadoğu’nun kutsal
topraklarından başlayıp Pasifik
kıyılarına kadar uzanan 7000
yıllık serüveni toprağın
arşivinde saklıdır.
Dünyayı tehlikeli kılan,
Toprak Ana’nın bize sunduğu
gıda ve diğer gereksinim
duyduğumuz maddelerin değiş
tokuşuna getirilen sınırlamalar
ya da ulaşılamayacak
endişesinden kaynaklanan
mahrumiyet korkusu mudur?
Yoksa geçtiğimiz yüzyıldan bu
yana endüstrileşmede ve
teknolojideki baş döndürücü
gelişmelerin doğada yarattığı
tahribatın içinden çıkılamaz
hale gelmesi midir?
Modern endüstrinin
gereksinimi olan hammaddeler,
dünyanın farklı yerlerinden elde
edilir. Bunlar her ulusun
kullanımına eşit olarak dağılmış
durumda değildir. Gıda ve
hammadde ihtiyacındaki eşitsiz
artış ve dengesizlik uluslararası
ilişkilere baskı, kısıtlamalar ve
sorunlar getirmektedir.
Uluslararası ilişkilere liderlik
eden güçler, gıda ve
hammadde kaynaklarının
kontrolünü ellerinde
bulundurmaya çalışmaktadırlar.
Bu durum aleni olarak
bilinmektedir. İnceden inceye
hesaplanıp sürdürülen bölgesel
savaşların temel nedenleri de
bunlardır. Geçmişten
günümüze yaşanan deneyimler
gösterdi ki savaşlar
anlaşmazlıkları çözmedi.
Sadece sorunları daha feci
biçimlerde ortaya çıkarılmak
üzere bir süre için ileriye
ertelemektedir. Kalıcı
çözümlere ulaşmanın yolları
daha başkadır. Örneğin
insanların savaşa girmedeki
isteksizliğine güvenebiliriz,
ancak insanların savaşa
girmesindeki belirleyici etken,
aksi takdirde başlarına daha
kötü belaların geleceği
endişesidir. Bu korkuların
nedeni gerçek de olabilir,
onlara propaganda yoluyla
aşılanmış olması da
mümkündür.
İnsanların toprakla adil bir
ilişki kurması, toprağın
sömürülmesiyle değil
korunmasıyla, kaynakların
israfıyla değil, yeryüzündeki
üretici güçlerin iyileştirilmesi ve
gıda ve hammaddelere
ulaşımın kolaylaştırılması ile
sağlanır. Geçmişe baktığımızda
ülkeler istila ettikleri
topraklardaki insanlara boyun
eğdirmek için gıda maddeleri
dağıtımını, üretimini kontrolleri
altına almışlardır. İnsanlık
tarihi yiyecek uğruna
özgürlüğünden
vazgeçmişlerin isyanıyla
çınlamaktadır. Maalesef hiçbir
şey yiyeceğin yerini tutamaz, o
olmazsa olmazdır, diğerleri
ondan sonra gelmektedir.
Medeniyetimizin temelini
oluşturan işbölümü gıda
gereksiniminden doğmuştur.
Topraktan artı mahsul
sağlanması, insanlara başka
işlere ayıracak zaman ve imkân
verdi. Bu durum, medeniyetin
ilerlemesine ve işbölümünün
daha da karmaşık bir yapıya
kavuşmasına yol açtı.
İhtiyacımız olan güvenlik,
barınma, sağlık, giyecek,
eğitim, eğlence gibi birtakım
hizmetleri, bu karmaşık
işbölümü sayesinde elde
ederiz. Ancak en başta bunun
için gerekli hammaddelerin var
olması ve gıda üretiminin
sağlanması şarttır.
Gıda ve su, topraktan gelir.
Toprak bilgili ve çalışkan olanı
ödüllendirir, cahil ve tembel
olanı ise merhametsizce
cezalandırır. Karmaşık sosyal
yapımızın temelinde çiftçilerle
Toprak Ana arasındaki bu
ortaklık yatar. Topraksal
faaliyetler bundan 7000 yıl
önce başlamış ve gelişimini iki
belli başlı bölge;
Mezopotamya’nın bereketli,
alüvyonlu düzlükleriyle Nil
Vadisi’nde sürdürmüştür.
Tarımın doğduğu toprağın
neresi olduğunun cevabını
arkeologlara bırakalım. Burada
önemli olan kurak iklimin hâkim
olduğu bu alüvyonlu
düzlüklerden sulama yoluyla
bereketli mahsullerin alındığını
bilmemizdir. Bu artı mahsulün
verdiği rahatlık, onlardan sonra
gelenlere işbölümü yapma
olanağını sağlamış, ilerleyen
süreç medeniyetlerin gelişimini
de başlatmıştır. Bu toprakların
işlenmesi, yönetilmesi,
devletlerin yükseliş ve çöküşleri
sırasında yaşadıklarının bu
coğrafyada bıraktığı izler, 21.
yüzyılda ders almamız için
yeterlidir. Zamanında üzerinde
ilk kez tarım yapılan bu
topraklarda kurulan
uygarlıkların neden bozulup
yitirildiğini anlamak için 7000 yıl
öncesini hatırlamamız
gerekiyor. Mezopotamya ile
İran’ı ayıran Zagros dağlarında
çok eski zamanlarda çobanlar
ve sürüleri yaşarmış. Bunlar
zaman zaman dağlardan
ovalara inip oralarda yaşayan
şehirli halka ve çiftçilere felaket
getirirlermiş. Rivayet odur ki,
çiftçiyle çoban arasındaki bu
mücadelenin başlangıcı Habil
ve Kabil zamanına kadar
uzanır. “Bugünün Kabilleri
kimler?” derseniz toprağa
hücum edenlere bakmamız
gerekecek. Bu konuyu
önümüzdeki hafta tekrar
köşemize taşıyacağımızı
belirtir, Dünya Çiftçiler
Gününüzü kutlarım.
sadik.celik@keyveni.com.tr
KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr
ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com
HARBİ SEMİH POROY
UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ
Söz
CHP Ankara Milletvekili Nesrin
Baytok konuşmasa daha iyi
olacak. “Etik anlayışım, siyasi
nüfuz kullanmayı uygun görmez”
filan diyor ya, olmuyor.
İzleme
Recep Tayyip Erdoğan,
bırakın anayasayı,
demokrasinin ruhuna aykırı
olduğu şimdiden belli anayasa
değişiklikleri TBMM’den hemen
geçtikten sonra AKP grubuna
ne demişti, anımsayalım:
“Darbe anayasasını
değiştirmek bu kutlu kadroya
nasip oldu. Biz bahar sabahına
uyanıyoruz, onları uykusuz
geceler bekliyor.”
Başbakan, tarafsız hizmet
etmesi gereken toplumu ikiye
ayırıyor: Bizler ve onlar...
Yetmiyor; “onlar” dediklerini,
“uykusuz gecelere” mahkûm
ediyor.
Böyle bir düşünce, “onlar”ın
yatak odasını, uyuyup
uyumadıklarını gözlemez mi
hiç!
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDAN SAĞA:
1/ Yapraklarõ yaz
kõş yeşil kalan, be-
yaz çiçekli bir
ağaç... İlgi eki. 2/
Derebeylik Japon-
yasõ’nda en aşağõ
sõnõfõ oluşturan
halk... Kokulu bir
çörek cinsi. 3/ Fü-
zeleri fõrlatmaya ya-
rayan düzenek...
Kale hendeği. 4/ Eti
lezzetli bir balõk. 5/
Kendisine inanõlan, sõr ve-
rilen kimse... Eylemleri
olumsuz yapmakta kulla-
nõlan ek. 6/ Numaranõn
kõsa yazõlõşõ... Biriyle eğ-
lenme ve onu küçümseme.
7/ İran’da, Şiiliğin merkezi
olan bir kent... Van Gö-
lü’nde, “Gadir” de deni-
len küçük bir ada. 8/ Ken-
dini büyük ve önemli gös-
terme davranõşõ... Ceviz. 9/
İsrail’in plaka imi... Bir burç adõ.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Havyar elde edilen bir balõk... Bir bağlaç. 2/ Yunan abe-
cesinde bir harf... Bir tür şekerleme. 3/ Bir yolun yokuş
olan bölümü... Tümör. 4/ Meşe ağacõnõn meyvesi. 5/ Han,
prens, şehzade... Kuzu sesi. 6/ Japon lirik dramõ... Herhangi
bir törende yer alan kalabalõk. 7/ Vücuttaki bezlerin, özel-
likle böbreğin ürettiği ince ve katõ tanecikler... Kõyõ, ke-
nar. 8/ Ocak bacalarõnda biriken kalõn is... İskambil
oyunlarõnda, öteki üç gruptan üstün tutulan renk grubu. 9/
Vilayet... “İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez / Zira bu
--- o kadar sõkleti çekmez” (Ziya Paşa).
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
E N D E M İ K K
Z A İ M L Ö V E
O H M T E R A S
T İ S A T E N
E Y T İ Ş İ M P
R E A L Ş E O L
İ K İ R İ Z M A
K A V O M U Z
T A Y T E Z A
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9