10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 15 MAYIS 2010 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE İki Fotoğraf Enver Paşa son günlerde pek çok yazıya esin kaynağı oldu ve tartışmaya yol açtı. Deniyor ki: Enver Paşa ve İttihatçı arkadaşları, koskoca bir imparatorluğu batırdılar. Bugün o “koskoca imparatorluk”tan iki fotoğraf yansıtmak istiyorum. Mithat Paşa’nın anılarından: “Abdülhamit zamanında (Irak’ta) Viranşehirli İbrahim Paşa ile Cezireli Mustafa Paşa birer hükümdar gibi saltanat sürmekte idiler. Hamidiye Alayları’nda paşa rütbesi taşıyan bu iki şaki, fesatlarını serbestçe yürütebilmek için Yıldız Sarayı adamlarına rüşvet veriyorlardı. Böylece Yıldız’a güvenerek kendi aralarında muharebeler yaparlar ve hiçbir tâkip görmezlerdi. Fazla olarak hatta o civardaki ordu ve hükümet kuvvetlerinden yardım bile görüyorlardı. Mesela İbrahim Paşa 1901’de Şıhar ve Elahef aşiretlerini vurdu. 10 binden fazla koyun ve yüzlerce at toplayarak aşiret halkını da büyük ölçüde öldürdü. Bunun üzerine onun hasmı olan Mustafa Paşa başka Kürt paşaları ile anlaşarak İbrahim Paşa üzerine yürüdü. Fakat bu defa da İbrahim Paşa, Yıldız Sarayı’ndaki adamlarını harekete getirerek 1500 piyade ve 500 süvari kuvvetinde devlet askerinin kendine yardıma verilmesini sağladı. Cezireli Mustafa Paşa da boş durmuyordu. Musul etrafındaki 50 kadar İslam ve Hıristiyan köyünü iki sene içinde yaktı yıktı, tahrip etti.” Osmanlı’nın Musul yörelerindeki hali bu!.. Ya Batı’ya dönük yüzünde ne var?.. Esat Cemal Peker’in “40 Yıllık Hariciye Hatıraları” kitabında yazıyor: “1896’da Galatasaray Sultanisi’ni bitirerek Hariciye Nezareti’ne girdim. Her kalemde yüzlerce efendi kayıtlıydı. Ama işine devam eden pek azdı. Pek mahdut sayıda devam edenler ancak öğleden sonraları gelirlerdi. Tahrirat-ı Hariciye Kalemi Müdürü bir Ermeniydi. Ve kalemdeki memurların bir şeyler öğrenmelerini engellemek için elinden geleni yapar, Türk memur yetiştirmek istemezdi. Ama ben nihayet kalemde mümeyyiz (kalem şefi) olabildim. 1901 yılında da Londra Sefareti’ne memur edildim. Londra’ya gittim. Londra Sefirimiz Musürüs Paşa isminde bir Rumdu. Bunun babası Musürüs Paşa da daha önce Londra’da sefirimiz imiş. Fakat bizim sefirimiz Rum olmakla kalmıyordu; fazla olarak Türkçe de bilmiyordu. Etrafındaki memurlar arasında da Türkçe bilen yoktu. Gerçi (şair) Abdülhak Hâmit, Sefaret Müsteşarı sayılırdı, ama sefarete uğramazdı. O buraya Abdülhamit tarafından İstanbul’dan uzaklaşsın diye, sanki ikamete memur olarak gönderilmişti. Abdülhak Hâmit’in oğlu da ikinci kâtip olarak sefarette memurdu. Fakat o da dışarlarda büyüdüğü için Türkçesi çok kıttı. Tueni Bey adında bir ikinci kâtip daha vardı ki hem Türkçe bilmezdi, hem amatör memurdu. Tueni Bey bir Suriyeli idi. Onu buraya Abdülhamit sarayının en şerir adamı olan Arap İzzet Paşa tayin ettirmişti. Tek kelime Türkçe bilmezdi. Mevsim kuşları gibi senede bir defa görünür, sonra kaybolurdu. (...) Kala kala bir üçüncü kâtip Danyal Bey kalıyordu. Danyal Bey de Moda Koyu’nda zengin Levantenler arasında büyü- müştü. Gayet çetrefil bir Türkçe konuşuyordu. Kıyafeti de bir tuhaftı. Yani yaradılışındaki tuhaflık kıyafetinde de görünüyordu. (...) Sefaretin kadrosunu tamamlamak için Recai Efendi’yi de unutmamak gerekir. Recai Efendi sefarethanenin imamı idi. Sivri bir sakalı vardı. Fevkalade şıktı. Londra’nın en büyük terzisi Pool’dan giyinirdi. Başından silindir şapkayı eksik etmezdi.” Londra o yıllarda dünyanın merkezi sayılıyordu, ama, Osmanlı’nın haline bakın!.. İki fotoğraf ‘koskoca’ imparatorluğun durumunu anlatmaya yeter!.. İkinci Abdülhamit bu yarı sömürge ülkenin başında saray entrikalarıyla vaziyeti idare etmeye çalışıyordu; Enver ve arkadaşları bu mirası üstlendiler. Bir Mustafa Kemal çıkmasaydı ne olacaktı?.. (8 Ağustos 1996 tarihli yazısı) B u yazõnõn pek çok baş- lõğõ var aslõnda: “Top- lu itibarsızlaştırma”, “Toplu gözaltı”, “Tutukluluk zinciri CHP’ye uzandı”, “Muhalefete büyük kıskaç”, “Sırada kim, kimler var?..”, “Boz-yap oyunu”, “Başkalaşımda son halka!”, “CHP’nin sınavı”, “Onur yoksa, insan da yok” gibi pek çok başlõk. CHP Genel Başkanõ Deniz Baykal’õn yaşadõklarõnõ gelecek süreçlerde Türkiye’de başka hiç kimsenin yaşamamasõ için önlem almak hepimizin, ama öncelikle bugünkü siyasal ikti- darõn görevidir. İnsan olmanõn gereği olan ve devletin koru- masõ altõnda olan haklar alanõ- na karõşmamak, o alanõ koru- mak devletin öncelikli görevi- dir. Devlet; özel yaşamõn giz- liliği, haberleşme özgürlüğü, konut dokunulmazlõğõ gibi te- mel haklar alanõnda ancak ko- ruyucu düzenleme yapabilir; bu alana dokunamaz. İnsan onuruna yakõşõr şekil- de yaşamayõ hak etmek için in- san olmanõn yeterli olduğunu unutur; birimiz, ikimiz üzerin- den insan onuru hedef alõndõ- ğõnda tepki göstermezsek insan olmanõn gereklerinin ortadan kaldõrõlmasõna katkõ koymuş oluruz. Devlet bu işlevini yeri- ne getiremediğinde hukuk dev- reye girer. İnsanõn insan ol- masõndan kaynaklanan en temel hakkõnõn ihlal edildiği noktada hukuk vatandaşõ değil, devletin vatandaşõn hakkõnõ koruyama- yõşõnõ sorgular. Ana muhalefet liderine kadar uzanan hukuksuzluk zincirinin halkalarõ rektörler, gazeteciler, ordu kurmaylarõ, öğretim üye- leri, yargõ mensuplarõ, sivil top- lum kanaat önderlerinden olu- şuyor. Halkaya en güçlü mu- halif ses olan Deniz Baykal’õn eklenmesi ile muhalefet üzeri- ne kurulan baskõ en yüksek zirveye ulaştõrõlmõştõr. Zinci- rin burada noktalanacağõnõ dü- şünmek safdillik olmaz mõ? Türkiye’de bir süredir hu- kuk dõşõ bir sivil vesayet yöne- timi ile ara rejim yaşanõyor. De- mokrasi askõya alõnmõş du- rumda. Medyanõn burada vebali çok büyük. Muhalefetin uzun süredir iktidardaymõş gibi bas- kõlanõp, iktidarõn yolunun açõl- masõ sürecinde medya en büyük taşerondur. İktidarõn yapama- dõklarõnõ sorgulayõp, muhale- fetin yaptõklarõnõ yansõtmak ye- rine; muhalefetteki CHP’yi sor- gulatarak, AKP’nin yaptõklarõ- nõ örtmeye çalõşan bu yaklaşõm, oyun bozulamazsa bundan böy- le daha kolay sürdürülecektir. Türkiye başkalaşmaktadõr. Bunu görebilmek için Prof. Bernard Lewis’e ya da dõş basõnõn “Türkiye’de kansız iç savaş var” uyarõsõna gerek yok. Türkiye’de bunu görebi- lecek birikime sahip çok kişi var. CHP bu uyarõlarõ Deniz Baykal’õn ağzõndan defalarca yaptõğõnda medya bunlarõ bü- yük başlõklarla yansõtmamõş, Komplo Gölgesinde Muhalefet Olur mu?!.. Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP PM Üyesi Yazacaklarõmõz çok, yerimiz dar: Eski yazõlarõmõzõn başlõklarõndan Türkiye’yi özetleyelim: “Çürüyüşten Çözülüşe”, “Hepimizin Unuttuğumuz Bir Şey Var: İnsan Olmak!...”, “Farkõnda mõsõnõz? Tehlike Artõk Her Yerde”, “Hükümetin Niteliği Sorunu”, “İslamcõ Partinin Doğu Tercihi”, “Karşõ Devrim Sürecinde Türkiye”, “Laik Cumhuriyete Meydan Okumak”, “Yeni Totalitarizm”, “Hedefte Türkiye Var!.. Türkiye!..”……. TÜREY’İ kutlamak gerek; dünkü haberiyle kaset olayından sonra CHP içindeki anlaşılmaz durumu bütün anlaşılmazlığıyla doğru anlatmak başarısını gösterdiği için. Anlaşılmazlığı anlatış da anlaşılmazlık taşımalı ki, olanları anladıklarını söyleyenleri anlayamamak anlaşılır olsun. Kaset yüzünden istifa eden Genel Başkan’ın yanına birtakım “ekip”lerin çıktığını ve her ekibin öbürlerini şikâyet ettiğini bu haberle öğreniyoruz. Genel merkez katlarında “Hakiki Baykalcılar” ile “Öz Baykalcılar” tartışmasını aşan bir de “En hakiki Baykalcılar-En öz Baykalcılar” tartışması varmış. Böylece “daha az hakiki Baykalcılar”la “Daha az öz Baykalcılar” bile türemiş. Bu tür anlaşılmazlıkları anlayamadığınız anda CHP’deki durumu anlamış oluyorsunuz. Aynı haberde Önder Sav’ın düşüncesini öğrenerek “onun da uygun göreceği” bir kişinin bu kurultayda “abi” formülüyle “emanetçiliği” üstlenebileceğini okuyunca, CHP içinde şimdiye kadar birbirinden farklı kavramlar olarak bildiğiniz “ağabeylik” ile “emanetçilik” kavramları arasındaki farkı artık anlayamaz duruma geldiğinizi de anlıyorsunuz. Öte yandan, Kılıçdaroğlu’nun “abi, emanetçi formüllerine sıcak bakmadığını”, ama bazı milletvekilleri ile il başkanlarının hem genel merkezde “uygun” isimlere bağlılıklarını bildirdiklerini, hem de “ne olur ne olmaz” diye Kılıçdaroğlu’nu ziyaret ettiklerini aynı haberde okumakla geçmişteki bazı durumlar daha iyi anlaşılmış oluyor: Demek ki, “Hikmet Abi” ve “Emanetçi Öymen” rolleri sanıldığı kadar iddiasızlık anlamına gelmiyormuş. Bugünkü bir durumun anlaşılmazlığını anlatırken geçmişte rahatça anlaşılır gözükmüş bazı iddiasızlıkların aslında ancak çok sonra anlaşılır ciddi hırs iddiası taşımış olduğunu anımsatan pek az haber görüldü böyle yazılmış. Kısacası, kaset olayının ardından şimdi CHP’de yaşanmakta olan anlaşılmazlıkları anlaşılır kılmak eninde sonunda mümkün olsa da bugünkü koşullarda Fransızların deyimiyle “yokluğuyla görünürleşen” bir başka eksiklik var: Ciddi iktidar iddiası. Tamam, parti “laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti” olarak cumhuriyete sahip çıkmanın mücadelesini veriyor ama ekonomisiyle, sosyal yapı değişikliğiyle, tarımsal mülkiyete ilişkin reform tasarılarıyla, talan edilmiş ulusal sanayi varlıklarının geri alınışıyla ilgili olarak ortaya koyduğu bir iddiası, bir “Türkiye projesi” yok. Sanki ana muhalefet olmanın “sözde külfeti”yle yetinmek ister gibi bir tutumları olageldi hep “Parti”yi yönetenlerin. Bunun anlaşılmazlığını anlatmak her şeyden daha zor. Tek bir kasetin ortalığı karıştırmaya yetmiş olması biraz da bu zorluk yüzündendir. [email protected] AÇI MÜMTAZ SOYSAL Anlaşılmazlığı Anlatmak küçük harflerle vermiştir. Aynõ medyanõn Deniz Baykal üzerinden insan onurunu hedef alan olay ve arkasõndan yaşanan is- tifa süreci ve alternatif adaylar konularõna büyük harflerle birinci sayfadan gösterdiği ilgi çok an- lamlõdõr. Süreci doğru okumak isteyenlere asõl ipucu bunlardõr. Gazeteci Stephens’in görüşünü aldõğõ Prof. Lewis; “İran kendini la- ik bir cumhuriyete dön- üştürürken, Mustafa Ke- mal Atatürk tarafından kurulan laik cumhuri- yetin on yıl içinde İran İslam Cumhuriyeti’ne daha fazla benzeyebile- ceğini” söylemiş. Pek çok yazõmõzda altõnõ çizdiği- mizi ille yabancõ birile- rinden duymak istiyoruz. Stephens “Türkiye’de neler oluyor?” başlõklõ yazõsõnõ şöyle noktalamõş: “En önemlisi, İslamiyet- teki Erdoğan tarzı, sosyal ve siyasi ihtirasları açı- sından görece olarak ılımlı kalmaya devam edecek mi, yoksa agresif ve radikal hale mi gele- cek? Bu sorunun ceva- bını biliyor gibi davran- mak yanlış olur. Bu ola- sılık hakkında kaygı- lanmamak ise delilik olur.” CHP, hakkõndaki tüm eleştirel kampanyalara karşõn, seçimde iktidar olabilecek bir ivme yaka- lamõş; Deniz Baykal, di- nin kullanõlmasõndan ra- hatsõz olan muhafazakâr, milli değerlere bağlõ ke- simlerin de artan desteği- ni almaya başlamõştõr. AKP iktidarõna son vere- cek yegâne güç, haklõlõğõ ve tutarlõ çizgisi ile halk tarafõndan giderek anla- şõlan CHP’dir. Tam bu süreçte ve CHP’nin ku- rultayõ öncesinde bir dep- rem yaratmak kimlerin işine yarar sorusu fai- li/failleri de ele verecek- tir. Toplum vicdanõ bu olayda en doğru biçimde işlemiştir. Deniz Baykal sadece CHP örgütünce değil, ona mesafeli du- ranlarca da samimi olarak sahiplenilmiştir. Burada toplum insanlõk sõnavõnõ başarõ ile vermiş ve insan onuru öncelenmiştir. İn- san haklarõnõ koruyama- yan siyasal iktidar sõnõfta kalmõştõr. Komplo ile siyaset dõşõ bõrakõlmak istenen Deniz Baykal’õ savunmak, onun üzerinden yõpratõlan de- ğerlere sahip çõkmamak anlamõna gelmiyor. Top- lum bunlarõ ayõrt edebil- miştir. Kişi olarak parlak bir karnesi olan Deniz Baykal’a kendilerinin ah- lakõ sorgulanmasõ gere- kenlerce ahlak bilgisinden zayõf not vererek sõnõfta bõrakma girişiminin ters tepmesi, Türkiye açõsõn- dan önemlidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle