18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 2 ŞUBAT 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER V atandaşlõk (uyrukluk), belir- li bir devletle kişi arasõndaki karşõlõklõ hak, ödev ve yü- kümlülük ilişkilerini belirle- yen hukuksal bağ olarak ta- nõmlanõr. Bu tanõmlamada, kişinin etnik kö- keni ya da kendini hangi etnik kökenden saydõğõ gibi “öznel” (sübjektif) özellikler değil, hukuksal durum göz önüne alõnõr. Ni- tekim, “Uyrukluk Konusunda Avrupa Sözleşmesi”nin “Tanımlar” başlõklõ 2. maddesinde , “uyrukluğun” (vatandaşlõ- ğõn) “kişiyle devlet arasındaki hukuksal bağı ifade ettiği ve kişinin etnik kökeni- ni göstermediği” açõkça belirtilmiştir. Konuyu şu somut durumla açõklayabili- riz: Alman vatandaşlõğõ kazanmõş olan bir Türk, (Türk vatandaşlõğõyla ilişkisi kesil- di ise) o günden başlayarak, hukuk açõ- sõndan “Alman”dõr. Türk vatandaşlõğõnõ ka- zanan yabancõ da Türk vatandaşlõğõnõ elde ettiği gün, artõk “Türk” olmuştur. Bunun en somut örneği, Türk vatandaşlõğõ ka- zandõktan sonra ulusal takõmlarõmõzda yer alõp Türk Bayrağõ altõnda yarõşan sporcu- larõmõzdõr. Bazõ yabancõ devlet yasalarõn- da, belirli görevlere gelebilmek için, o dev- let vatandaşlõğõnõ “doğumla” kazanmõş ol- mak koşulu vardõr ama Türk hukukunda böyle ayrõmlara yer yoktur. Yabancõ, Türk vatandaşlõğõnõ kazandõğõ günden başlaya- rak, doğumla Türk olmuş kişilerle eşit hak- lara sahip olur. Yargõtay içtihatlarõna gö- re bu yeni vatandaşlarõmõzõn, adlarõnõ Türkçe adlara çevirmeleri de zorunlu tu- tulamaz. İlke olarak etkilemez Belirli bir devletin insan öğesi ile belir- li bir insan (gerçek kişi) arasõndaki ilişki; siyasal, duygusal ya da ekonomik açõlardan çok sõkõ veya çok gevşek olabilir. Bu açõ- lardan yapõlan değerlendirmeler, o kişiyle söz konusu devlet arasõndaki hukuksal bağõ, ilke olarak, etkilemez. Başka devletler açõsõndan değerlendiril- diğinde de durum aynõdõr: Her devlet, kendi vatandaşõ olmayan kişiyi “yabancı” saymak durumundadõr. Yeni Türk vatan- daşlõğõ kanununa göre yabancõ, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile vatandaşlık ba- ğı bulunmayan kişi”dir. Vatandaşlõk ba- ğõ, bir yanõyla devletin kendi uyruklu- ğunda bulunan kişilere yükümlülükler ko- yabilme yetkisini verir; öteki yanõyla da uy- ruk durumunda bulunan kişiye, kendi dev- letinden, başka devletlere karşõ ileri süre- meyeceği bazõ istemlerde bulunma olana- ğõ verir. Çağõmõzda, özellikle insan hakla- rõ alanõndaki gelişmelerin sonucu olarak, ki- şinin uyrukluğunda olmadõğõ devletlere kar- şõ da ileri sürebileceği bazõ temel haklarõn varlõğõ kabul edilmişse de, her devlet yine de “siyasal” denilen haklar gibi bazõ hak- larõ sadece uyruklarõna özgüleyebilmekte, yabancõlara kapalõ tutabilmektedir. İşte, uy- rukluk, kişiye kendi ülkesinde yabancõlar- dan esirgenmiş olan haklarõn kendisine ta- nõnmasõnõ isteme yetkisi verir. Diplomatik koruma Öte yandan Kamusal Uluslararasõ Hu- kuk, devletin, kendi vatandaşlarõna ya- bancõ ülkelerde diplomatik (ya da konsü- ler) koruma sağlama yetkisini tanõr. Dev- letler Özel Hukuku açõsõndan da “vatan- daşlık” (uyrukluk) kavramõnõn büyük öne- mi vardõr. Çünkü, kişinin, hukuksal yete- nek, evlenme, boşanma gibi konularla il- gili olarak yabancõ devlet ülkesinde karşõ- laşabileceği sorunlar; çoğu zaman, uy- rukluğunda bulunduğu devletin ilgili ya- salarõ uygulanõlarak çözüme bağlanõr. Uyrukluğun, kişi ile belirli bir devlet ara- sõndaki “hukuksal bağ” sayõlmasõ; kişinin, kültürel, sosyolojik, ekonomik, dini vb. açõ- lardan hangi topluma ait olduğunu veya duygusal olarak kendini hangi devlete da- ha yakõn saydõğõ gibi olgularõ dikkate almaz. Bu gibi öğeler, ancak bir kişinin aynõ za- manda birden çok devletin uyrukluğunda olduğu “çifte (çok) vatandaşlık” halleri gi- bi ayrõksõ (istisnai) durumlarda hukukça göz önüne alõnõr. Örneğin, bir kişi aynõ an- da hem A devletinin, hem de B devletinin uyruğu durumunda ise üçüncü devletler ve uluslararasõ mahkemeler bu iki uyrukluk- tan yalnõz birini tanõmak, ötekini yok say- mak yetkisine sahiptir. Böyle bir durumda; öncelik tanõnacak uy- rukluğun saptanmasõ için yapõlacak de- ğerlendirmede, kişinin ruhsal, toplumsal ve kültürel bağlõlõklarõnõ gösteren ilişkiler dikkate alõnacaktõr. Başka bir deyişle, bi- reyin çeşitli ilişkileri, çõkarlarõ ve duygu- larõ açõsõndan, uyrukluğuna sahip olduğu devletlerden hangisine daha yakõn olduğu saptanacak ve o devlete olan uyrukluğu ta- nõnacaktõr. Bu uyrukluğa gerçek (effective) uyrukluk adõ verilmektedir. Türk hukukunda durum “Vatandaşlık” konusunda uluorta ileri sürülen görüşlerin, yukarõda özet olarak ver- diğimiz temel hukuk bilgilerinin õşõğõnda değerlendirilmesi gerekir. Bu bilgiler hiç dikkate alõnmadan; konunun sadece duy- gusal ve demagojik planda irdelenmesi, ka- fa karõştõrõcõ olmaktadõr. Devletimizin adõ Türkiye Cumhuriyeti’dir; devletin ku- rucu insan öğesi ve egemenliğin sahibi de Türk Ulusudur. Bu durumda, vatandaşla- rõn “Türk” olarak anõlmasõ hukuksal açõ- dan doğaldõr. Devletin görevi Anayasaya göre egemenlik “Türk Mil- leti”nindir (madde 6); “Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü koru- mak” da devletin en başta gelen ödevle- rindendir (madde 5). Türk Milleti de “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağ- lı olan herkesten oluşur” (madde 66). Bu konularda, vatandaşlõğõn hukuksal an- lamõnõ dikkate almadan, birtakõm etnik ve tarihsel olgularõ tartõşmaya açmak kime ve neye hizmet edecektir? Bu tartõşmayõ açan- lar, acaba şu sorular üzerinde düşünseler da- ha yararlõ olmaz mõ? Güneydoğu bölgesinde öncelikle üzeri- ne gidilmesi gereken konu “etnik kimli- ğin tanınması” denilen şey mi; yoksa feo- dal kökenli mülkiyet ilişkilerinden kay- naklanan ekonomik-sosyal sorunlar mõdõr? Sadaka türü yardımlar Öte yandan, şu da sorulmalõdõr: Ekono- mik ve sosyal kalkõnmanõn sağlanmasõ; iş- sizlik, yoksulluk eğitimsizlik, sağlõk hiz- metlerinden yoksunluk gibi sorunlarõn çö- zümü için, terör ortamõ ya da oy avcõlõğõ için yapõlan “sadaka” türü yardõmlar mõ uy- gundur; yoksa Türk halkõnõn büyük ço- ğunluğunca benimsenip, desteklenecek ciddi kalkõnma projeleri mi? Sorun haline getirilmeye çalõşõlan “et- nik” özellikler; kõzlarõn mal gibi görülüp küçücük yaşlarda satõlmasõna, kan davasõ, “namus cinayeti” denilen ilkelliklere na- sõl çözümler getirecek? Yoksa bu sorunlarõn hiç mi önceliği yok? Sonuç “Vatandaşlık”, en başta bir hukuk ko- nusudur ve hukukun çeşitli dallarõ açõsõn- dan önemlidir. Devletin temel öğelerinden “insan öğesi” (yani ulus) o devletin va- tandaşlarõndan oluşur. Vatandaşlara verilen ad da doğal ve kaçõnõlmaz olarak devletin adõyla bağlantõlõ olacaktõr. Kõsa bir formül olarak söylemek gerekirse: Türkiye Cum- huriyeti, Türk Ulusunun devletidir; Türk Ulusu da Türkiye Cumhuriyeti vatandaş- larõndan oluşur. Bu “dışlayıcı” değil, bir- leştirici ve bütünleştirici vatandaşlõk anla- yõşõnõ yansõtan bir tanõmdõr; bu anlayõşta ki- şilerin etnik kökenlerinin araştõrõlmasõna yer yoktur; vatandaşlõğõn adlandõrõlmasõ soru- nunu ortaya atanlarõn, bunun, devletin te- mel yapõsõyla ilgili çok önemli bir sorun ol- duğunu düşünmeleri gerekir. Hukuk, Etnik Köken ve Vatandaşlõk Prof. Dr. Rona AYBAY “Vatandaşlõk”, en başta bir hukuk konusudur ve hukukun çeşitli dallarõ açõsõndan önemlidir. Devletin temel öğelerinden “insan öğesi” (yani ulus) o devletin vatandaşlarõndan oluşur. Vatandaşlara verilen ad da doğal ve kaçõnõlmaz olarak devletin adõyla bağlantõlõ olacaktõr. H er yõl ocak ayõnõn son pazar günü, özellikle lep- ra hastalõğõnõn görüldüğü ülkelerde “Dünya Lepra Günü” olarak anõlmaktadõr. Geçmişte, ül- kemizde hastalõk yanlõş bilindi- ğinden, olmamasõ gereken dü- şünce ve yaklaşõmlar yaşanmõş, hastalar kendilerini gizlemek du- rumunda kalmõşlardõr. Bakõrköy Ruh ve Sinir Hastalõklarõ Hasta- nesi’nin en uzak köşesindeki 28. serviste kendi kendilerine kalan, arada bir astronot gibi giyinip ge- len doktorlarõn ilaçlarõnõ bõraktõ- ğõ hastalarõn bu görüntüsü, henüz bir tõp öğrencisi iken Türkan Saylan’õ çok incitmiştir. İnsan haklarõna aykõrõ bu durumu dü- zeltmek için, yõllar sonra kollarõnõ sõvamasõna neden olmuştur. İlk iş olarak yurtdõşõnda lepra eğitimi almõş, 1976 yõlõnda Cü- zamla Savaş Derneği’ni kurmuş ve Sağlõk Bakanlõğõ onayõ ile lepra konusunda çalõşmaya baş- lamõştõr. 1981 yõlõnda 28. servis, Sağlõk Bakanlõğõ, İstanbul Tõp Fa- kültesi ve Cüzamla Savaş Der- neği arasõnda yapõlan protokol ile özel dal hastanesine dönüştü- rülmüştür. Evdeki tedavi Heyecanla, istekle, gönüllü- lükle, akõlcõ, bilimsel yaklaşõm- larla çalõşan ekibin başarõsõ ile her geçen yõl tanõ konulan yeni va- kalar azalmõş, tedavisi tamam- lanmõş lepralõ hastalarda fiziksel ve sosyal rehabilitasyonlarõ için Bakõrköy’deki bu şirin hastane- ye gelmişlerdir. Ne yazõk ki Lep- ra Hastanesi kapatõlõp Dr. Sadi Konuk Devlet Hastanesi’ne bağ- landõ. Burasõ cildiye servisi ola- cak, sonrasõnda da yanõna başka başka klinikler açõlacak. Lepralõ hastalarõn durumu şimdi ne ola- cak? Ben de, 1980-2001 yõllarõ arasõnda, Türkan Hoca ile birlik- te çalõştõm. Hekimler, hemşireler, gönüllüler onun önderliğinde hem hastanede hem de ülkemizin her yöresinde yaşayan hastalarõ- mõzõn evlerinde, aileleri ile birlikte muayene edilmesi, tedavi ve re- habilitasyonlarõnõn planlanmasõ için çalõştõ. Yõllar içinde ondan ne çok şey öğrendik; sevgili hocam, sizinle lepra hastanesine gittiğim ilk gün, hastalarla iletişiminiz, onlara dokunmanõz, hastanõn en güzel yanõnõ görüp onu dile getirmeniz beni çok etkilemişti. Güven duygusu Hastalõğõn erken tedavi edile- memesi nedeni ile sakatlõklarõnõn çok fazla olduğu Sinem Ha- nõm’a, elleri sizin avucunuzda iken, ona “cildin ne kadar gü- zel” demeniz birdenbire hastanõn yüzünde güller açtõrmõştõ, ben de şaşõrmõştõm. Bizler genç, ye- ni mezun, deneyimsiz idik ama siz bizlere o kadar çok güveni- yordunuz ki, verdiğiniz görevle- ri başarõ ile gerçekleştirmek is- tememiz, kendi düşüncemizi, planõmõzõ uygulamamõz için yön- lendirmeniz, cesaretlendirmeniz sonucu değerlendirmemiz hep sizden öğrendiklerimiz. Haftada üç gün Lepra Hasta- nesi’nde çalõşõyordunuz, sizin geleceğiniz günleri iple çeki- yorduk, sizinle çalõşõrken her bi- rimiz büyüyor, güçleniyor, ba- şarõyõ tadõyorduk. Kurduğunuz bu ekip, dayanõş- mayõ, kendini geliştirmeyi, öğ- renmeyi, üretken ve yararlõ ol- mayõ hep istekle, heyecanla ger- çekleştirdi. Lepra konusu ile yalnõzca ulu- sal düzeyde ilgilenmiyordunuz; çalõşmalarõmõza maddi destek sağlamak, ülkemizde lepranõn durumunu ilgili kuruluşlarla pay- laşmak, çözümler üretmek, biz- lerin lepra konusunda kapsamlõ eğitim görmesini sağlamak için başta Dünya Sağlõk Örgütü olmak üzere uluslararasõ lepra organi- zasyonlarõ ile de iletişim kuru- yordunuz. Bizler de dünyaya açõ- lõyor, başka ülkelerde lepra ko- nusunda neler olup bittiğini öğ- reniyorduk. Sizinle çalõşmaya başladõğõm ilk yõllarda, hastanemizin küçük salonunda “Dünya Lepra Gü- nü”nü anõyorduk. Birden beni de, içimden geldiği gibi konuyla il- gili konuşma yapmam için davet ettiniz. Benim kalabalõk önünde ve bir amaca yönelik yaptõğõm ilk konuşmaydõ, ne kadar heyecan- lanmõştõm. Her yõl bu günü daha da geliştirerek anma etkinlikleri düzenledik. Bu yõl da 31 Ocak Pazar gü- nünü 57. Dünya Lepra Günü olarak anõyoruz. Ne yazõk ki siz fiziksel olarak bizimle değilsiniz. Öğrettikleriniz, gerçekleştirdik- leriniz, bõraktõklarõnõz, sevginiz, güzelliğiniz hep içimizde, hep bi- zimle. Siz hep bizimlesiniz, bi- zimle kalacaksõnõz. Yaşamõn birçok alanõnda iz bõraktõnõz, eserler yarattõnõz. Cü- zamla Savaş Derneği ve Çağdaş Yaşamõ Destekleme Derneği ola- rak “Merhaba Yaşamak-Tür- kan Saylan’ın Yaşama Kattık- ları” sempozyumunun ilkini ha- zõrladõk. Bu yõlki konularõmõz sizin tõbba, lepraya ve hukuka kat- tõklarõnõz olacak. Sizin sayenizde, lepra hastalõ- ğõ ülkemiz için artõk önemli bir sağlõk sorunu değil çok şükür. Gerçekleştirdiğiniz korunma, te- davi ve rehabilitasyona yönelik hizmetler ile yeni vakalar yok de- necek kadar azaldõ. Var olan lep- radan etkilenmiş kişilerin yaş or- talamalarõ epey yüksek, onlarõn gereksinimi yaşamlarõnõn sonuna kadar hem tõbbi hem de sosyal açõdan refah içinde yaşamalarõ. Hastalar, sizin varlõğõnõzda hak ettikleri bu yaşama sahip oldular. Şimdi onlar bize emanet, devle- timizin güvencesinde, bizlerin desteği ile onlar sağlõklõ ve insan haklarõna uygun bir şekilde ya- şamalõlar. Cüzamla Savaş Derneği, onu destekleyen duyarlõ, yürekli dost- larõnõn maddi ve manevi des- tekleri ile bunu başarabilecektir. Siz dokunulmadõk bir hastalõğa dokundunuz, öğrencilerinizi, sağ- lõkçõlarõ dokundurdunuz, bu has- talõğõn kökünün kazõnmasõnda çok önemli bir rol oynadõnõz, başardõnõz. Başka süreğen has- talõklara da örnek olacak bir yol haritasõ belirlediniz. Eğer ondan yararlanabilirsek birçok hastalõ- ğõn sosyal tõp anlayõşõ ile çö- zümlenmesine yeniden tanõk ola- biliriz. Ülkemizde lepra hastalõğõ ve hastalar için yaptõklarõnõz, ba- şardõklarõnõz size ulusal ve ulus- lararasõ ödüller kazandõrdõ. Ama sizin için asõl ödül lepra hastala- rõnõ iyileştirmeniz, onlara ve ai- lelerine kazandõrdõğõnõz sosyal haklar, güzellikler idi. Ufkun ötesini görebilme yeti- niz, öngörünüz ile gerçekleştir- dikleriniz bugün lepra konusun- da sorunlu ülkeler tarafõndan ör- nek alõnarak hayata geçiriliyor. Bir gün bu çalõşmalar meyvele- rini verecek, “Leprasız bir dün- ya” gerçekleşecek. Size, yap- tõklarõnõza, çalõşmalarõnõza yü- reklerden kopan sevgi ve saygõ gönderiyoruz. Işõk içinde uyuyun bizim sev- gili hocamõz. Türkan Saylan ve Dünya Lepra Günü... Ülkemizde lepra hastalõğõ ve hastalar için yaptõklarõnõz, başardõklarõnõz size ulusal ve uluslararasõ ödüller kazandõrdõ. Ama sizin için asõl ödül lepra hastalarõnõ iyileştirmeniz, onlara ve ailelerine kazandõrdõğõnõz sosyal haklar, güzellikler idi. Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL Cüzamla Savaş Derneği Genel Başkanõ EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Başka şeyler yazmalı, dedim kendi kendime... Ne zaman yalnız kalsam, ne gerek var derim boşu boşuna zaman tüketmeye! Bak güneş açmış, her şey seni kışın güzü anımsatan günlerine çağırıyor. Kalk, üşenme, papucunu giy, yollara düş! Dededen kalma bastonuna dayanarak denize doğru in... Eşim yoktu, İstanbul’a gitmişti. Yalnız insan, hele o kişi bir yazarsa, ne yapar eder kendini bambaşka bir dünyaya sürükler. İstemeden günün karanlık perdesini yırtmaya kalkışır. Sanki yeni bir dünya varmış, olurmuş gibi!.. Kaç yıl geçti anımsamak kolay mı? Her anı, her günü, her yılı!.. Eski zamanları unuttum, yeni zamanlara geçtim! O yeni zamanlar da çoğaldı, birikti!.. Yeni güzellikler getirdi, çoğu yepyeni duruyor. Elimi uzatsam değiyorum. Hep aradığım bulamadığım, sonunda yakaladığım mutluluğa... Başka şeyler yazmak!.. Sen hemen her gün bir şeyler yazıyorsan, yazmak zorundaysan, gazeteden bekleniyorsan, okurların alışmışsa senden bir ses duymaya... İsimler, kişiler olmamalı yazında... Ama olmuyor. Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Gül, yok Arınç, bilmem kim! Adlar alıp bir yerlere götürüyor. Her ad bir simgedir! O adı taşıyanın iç ve dış dünyasına sürükler. O dünyalarda ne vardır, neler vardır, bilemezsin, ama eylemleriyle, sözleriyle, davranışlarıyla verir kendini!.. Seversin beğenirsin, sevmezsin beğenmezsin, ama hiçbiri bir güzel duygu yaşatmaz. Unut gitsin hepsini, sil belleğinden, yazından, yaşamından... Olmaz ki, onlar her şeyin başında, önünde; onlarsız bir toplumda değilsin ki! İlle de Tayyip’ler, Gül’ler, Arınç’lar; darbe korkuları; askere, subaya karşı çıkışlar... Nerdeyse ordusuz, silahsız bir ülkede yaşamak isteyen yazarcık takımından kurtulabilmek... Onlarsız bir şeyler yazmak, onları yermek, suçlamak, ayıplamak... Bıkkınlık diye bir şey bilemez gündelik yazarlar! Hep aynı tekrarları tekrarlamaktan usansan da gerekir tekrarlamak! Bir sona gitmek, bir şeyleri değiştirmek, ortadan kaldırmak pislikleri, iğrençlikleri, insandan da gelse, doğadan da!.. O gelecek. İçimde bir ilkyaz rüzgârı esecek. Kafamdaki birikimi silip atacak. Yıllardır sürüp gelen bir yaşantının yeni esintisini getirecek! Ama yine de sen yazarsın, sen yazma mahkûmusun, karanlıkları yıkıp bir aydınlık getirme savaşımın yine de bitmeyecek... Başka şeyler, başka şeyler yazmalı diye diye tükenip gidene kadar... Medya piyasasında iki sözcük revaçta; bunlar kafiyeli, yani uyaklı: Tetikçi.. Ve etikçi. Tetikçi, patron hesabına sağa sola saldıran köşe yazarı ya da muhabir anlamına geliyor; mafya kesimindeki gibi ‘baba’ nın emrindeki vurucu... Tetikçiler artık şöhret oldular... Kimi çok satışlı gazetede tetikçiliği genel yayın müdürü de yapıyor... Ya etikçiler?.. Medyada ahlâkî değerleri savunmaya çalışanlar az da olsalar eksik değiller... Tetikçiler etikçilere çok kızıyorlar; veryansın ediyorlar bu safoşlara... Küreselleşmenin medyaya yansıyan dalgalarında tekelleşme hızlı... Avrupalı da bundan yakınıyor: “İnternet salgını ve sayısal devrim, medyalar kesiminde görülmemiş bir sarsıntı yarattı. Elektrik, bilişim, silah, inşaat, telefon ya da su sektörlerinde faaliyet gösteren büyük sanayi devleri, iktidar hırsının ve kolay kazancın çekimine kapılarak habercilik sektörüne hücum ettiler. Kısa sürede devasa imparatorluklar kurdular. Kaliteli habercilik başta olmak üzere birtakım temel değerleri de bu arada çiğneyip geçtiler.” (Le Monde Diplomatique- Ignacio Ramonet ) Anlaşılıyor ki dert yalnız Türkiye’nin başında değil; Batı’daki gelişme de kaygı vericidir; düşünebiliyor musunuz, koca bir silah tekeli Batı’nın “uygar” bir ülkesinde medyayı ele geçirmiş; savaş propagandasını ustalıkla yaygınlaştırıyor... Olur mu olmaz mı?.. Fransa’da bu tehlikenin varlığı öne sürülüyor. Peki, bizdeki durum ne?.. Tekelleşme ‘had safha’ da!.. Pislik gırtlağa dek... Rezillik doğallaştı... Medyamızın paçalarından lağım suyu akıyor, şantajcılık çoğu gazetecinin mesleği oldu... Etikçi ve tetikçi kavgası da bu yüzden gazete sayfalarına yansıdı... Bizdeki tekelleşme bir yandan namuslu bürokratlara şantaj, öte yandan rakip işadamlarını tehdit, beri yandan siyasal iktidar kesiminden politikacılarla pazarlık piyasasında doruğa tırmanınca, gazetecinin kendi gitti, adı kaldı Babıâli’de yadigâr... Bugün aynı gruptan ve aynı patrona bağlı iki gazetenin iki gazetecisi kıran kırana kavga etse ne yazar?.. Kayıkçı kavgası denir buna... Ancak medyada veya basında kavga yalnız köşe yazarları arasında değil ki... Patronlar arasında!.. Sürmanşetlerde... Manşetlerde... Neden?.. Okurun ‘neden’ i anlaması için devlet ile patron ve patron ile patron arasındaki ilişkilere girecek kadar bu işlere yumulması gerek... Bu da güç iş!.. Manşetlere tırmandırılan kavganın arkasında neler olduğunu kavramak kolay değil; ancak okurun bir gerçeği algılamasında yarar çok... Bir medyada fikir özgürlüğünü tehdit eden iki tehlike vardır: Bir: Devlet!.. İki: Tekel!.. Tekel kimi zaman devletten beter olur.. Eğer bir gazeteci (ya da gazete) etikçi ise tekele karşı çıkar... Tetikçi ise tekelden yana çıkar. (4 Ocak 2003 tarihli yazısı) PENCERE
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle