Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 2 ŞUBAT 2010 SALI
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
V
atandaşlõk (uyrukluk), belir-
li bir devletle kişi arasõndaki
karşõlõklõ hak, ödev ve yü-
kümlülük ilişkilerini belirle-
yen hukuksal bağ olarak ta-
nõmlanõr. Bu tanõmlamada, kişinin etnik kö-
keni ya da kendini hangi etnik kökenden
saydõğõ gibi “öznel” (sübjektif) özellikler
değil, hukuksal durum göz önüne alõnõr. Ni-
tekim, “Uyrukluk Konusunda Avrupa
Sözleşmesi”nin “Tanımlar” başlõklõ 2.
maddesinde , “uyrukluğun” (vatandaşlõ-
ğõn) “kişiyle devlet arasındaki hukuksal
bağı ifade ettiği ve kişinin etnik kökeni-
ni göstermediği” açõkça belirtilmiştir.
Konuyu şu somut durumla açõklayabili-
riz: Alman vatandaşlõğõ kazanmõş olan bir
Türk, (Türk vatandaşlõğõyla ilişkisi kesil-
di ise) o günden başlayarak, hukuk açõ-
sõndan “Alman”dõr. Türk vatandaşlõğõnõ ka-
zanan yabancõ da Türk vatandaşlõğõnõ elde
ettiği gün, artõk “Türk” olmuştur. Bunun
en somut örneği, Türk vatandaşlõğõ ka-
zandõktan sonra ulusal takõmlarõmõzda yer
alõp Türk Bayrağõ altõnda yarõşan sporcu-
larõmõzdõr. Bazõ yabancõ devlet yasalarõn-
da, belirli görevlere gelebilmek için, o dev-
let vatandaşlõğõnõ “doğumla” kazanmõş ol-
mak koşulu vardõr ama Türk hukukunda
böyle ayrõmlara yer yoktur. Yabancõ, Türk
vatandaşlõğõnõ kazandõğõ günden başlaya-
rak, doğumla Türk olmuş kişilerle eşit hak-
lara sahip olur. Yargõtay içtihatlarõna gö-
re bu yeni vatandaşlarõmõzõn, adlarõnõ
Türkçe adlara çevirmeleri de zorunlu tu-
tulamaz.
İlke olarak etkilemez
Belirli bir devletin insan öğesi ile belir-
li bir insan (gerçek kişi) arasõndaki ilişki;
siyasal, duygusal ya da ekonomik açõlardan
çok sõkõ veya çok gevşek olabilir. Bu açõ-
lardan yapõlan değerlendirmeler, o kişiyle
söz konusu devlet arasõndaki hukuksal
bağõ, ilke olarak, etkilemez.
Başka devletler açõsõndan değerlendiril-
diğinde de durum aynõdõr: Her devlet,
kendi vatandaşõ olmayan kişiyi “yabancı”
saymak durumundadõr. Yeni Türk vatan-
daşlõğõ kanununa göre yabancõ, “Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ile vatandaşlık ba-
ğı bulunmayan kişi”dir. Vatandaşlõk ba-
ğõ, bir yanõyla devletin kendi uyruklu-
ğunda bulunan kişilere yükümlülükler ko-
yabilme yetkisini verir; öteki yanõyla da uy-
ruk durumunda bulunan kişiye, kendi dev-
letinden, başka devletlere karşõ ileri süre-
meyeceği bazõ istemlerde bulunma olana-
ğõ verir. Çağõmõzda, özellikle insan hakla-
rõ alanõndaki gelişmelerin sonucu olarak, ki-
şinin uyrukluğunda olmadõğõ devletlere kar-
şõ da ileri sürebileceği bazõ temel haklarõn
varlõğõ kabul edilmişse de, her devlet yine
de “siyasal” denilen haklar gibi bazõ hak-
larõ sadece uyruklarõna özgüleyebilmekte,
yabancõlara kapalõ tutabilmektedir. İşte, uy-
rukluk, kişiye kendi ülkesinde yabancõlar-
dan esirgenmiş olan haklarõn kendisine ta-
nõnmasõnõ isteme yetkisi verir.
Diplomatik koruma
Öte yandan Kamusal Uluslararasõ Hu-
kuk, devletin, kendi vatandaşlarõna ya-
bancõ ülkelerde diplomatik (ya da konsü-
ler) koruma sağlama yetkisini tanõr. Dev-
letler Özel Hukuku açõsõndan da “vatan-
daşlık” (uyrukluk) kavramõnõn büyük öne-
mi vardõr. Çünkü, kişinin, hukuksal yete-
nek, evlenme, boşanma gibi konularla il-
gili olarak yabancõ devlet ülkesinde karşõ-
laşabileceği sorunlar; çoğu zaman, uy-
rukluğunda bulunduğu devletin ilgili ya-
salarõ uygulanõlarak çözüme bağlanõr.
Uyrukluğun, kişi ile belirli bir devlet ara-
sõndaki “hukuksal bağ” sayõlmasõ; kişinin,
kültürel, sosyolojik, ekonomik, dini vb. açõ-
lardan hangi topluma ait olduğunu veya
duygusal olarak kendini hangi devlete da-
ha yakõn saydõğõ gibi olgularõ dikkate almaz.
Bu gibi öğeler, ancak bir kişinin aynõ za-
manda birden çok devletin uyrukluğunda
olduğu “çifte (çok) vatandaşlık” halleri gi-
bi ayrõksõ (istisnai) durumlarda hukukça
göz önüne alõnõr. Örneğin, bir kişi aynõ an-
da hem A devletinin, hem de B devletinin
uyruğu durumunda ise üçüncü devletler ve
uluslararasõ mahkemeler bu iki uyrukluk-
tan yalnõz birini tanõmak, ötekini yok say-
mak yetkisine sahiptir.
Böyle bir durumda; öncelik tanõnacak uy-
rukluğun saptanmasõ için yapõlacak de-
ğerlendirmede, kişinin ruhsal, toplumsal ve
kültürel bağlõlõklarõnõ gösteren ilişkiler
dikkate alõnacaktõr. Başka bir deyişle, bi-
reyin çeşitli ilişkileri, çõkarlarõ ve duygu-
larõ açõsõndan, uyrukluğuna sahip olduğu
devletlerden hangisine daha yakõn olduğu
saptanacak ve o devlete olan uyrukluğu ta-
nõnacaktõr. Bu uyrukluğa gerçek (effective)
uyrukluk adõ verilmektedir.
Türk hukukunda durum
“Vatandaşlık” konusunda uluorta ileri
sürülen görüşlerin, yukarõda özet olarak ver-
diğimiz temel hukuk bilgilerinin õşõğõnda
değerlendirilmesi gerekir. Bu bilgiler hiç
dikkate alõnmadan; konunun sadece duy-
gusal ve demagojik planda irdelenmesi, ka-
fa karõştõrõcõ olmaktadõr. Devletimizin
adõ Türkiye Cumhuriyeti’dir; devletin ku-
rucu insan öğesi ve egemenliğin sahibi de
Türk Ulusudur. Bu durumda, vatandaşla-
rõn “Türk” olarak anõlmasõ hukuksal açõ-
dan doğaldõr.
Devletin görevi
Anayasaya göre egemenlik “Türk Mil-
leti”nindir (madde 6); “Türk Milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü koru-
mak” da devletin en başta gelen ödevle-
rindendir (madde 5). Türk Milleti de
“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağ-
lı olan herkesten oluşur” (madde 66).
Bu konularda, vatandaşlõğõn hukuksal an-
lamõnõ dikkate almadan, birtakõm etnik ve
tarihsel olgularõ tartõşmaya açmak kime ve
neye hizmet edecektir? Bu tartõşmayõ açan-
lar, acaba şu sorular üzerinde düşünseler da-
ha yararlõ olmaz mõ?
Güneydoğu bölgesinde öncelikle üzeri-
ne gidilmesi gereken konu “etnik kimli-
ğin tanınması” denilen şey mi; yoksa feo-
dal kökenli mülkiyet ilişkilerinden kay-
naklanan ekonomik-sosyal sorunlar mõdõr?
Sadaka türü yardımlar
Öte yandan, şu da sorulmalõdõr: Ekono-
mik ve sosyal kalkõnmanõn sağlanmasõ; iş-
sizlik, yoksulluk eğitimsizlik, sağlõk hiz-
metlerinden yoksunluk gibi sorunlarõn çö-
zümü için, terör ortamõ ya da oy avcõlõğõ için
yapõlan “sadaka” türü yardõmlar mõ uy-
gundur; yoksa Türk halkõnõn büyük ço-
ğunluğunca benimsenip, desteklenecek
ciddi kalkõnma projeleri mi?
Sorun haline getirilmeye çalõşõlan “et-
nik” özellikler; kõzlarõn mal gibi görülüp
küçücük yaşlarda satõlmasõna, kan davasõ,
“namus cinayeti” denilen ilkelliklere na-
sõl çözümler getirecek? Yoksa bu sorunlarõn
hiç mi önceliği yok?
Sonuç
“Vatandaşlık”, en başta bir hukuk ko-
nusudur ve hukukun çeşitli dallarõ açõsõn-
dan önemlidir. Devletin temel öğelerinden
“insan öğesi” (yani ulus) o devletin va-
tandaşlarõndan oluşur. Vatandaşlara verilen
ad da doğal ve kaçõnõlmaz olarak devletin
adõyla bağlantõlõ olacaktõr. Kõsa bir formül
olarak söylemek gerekirse: Türkiye Cum-
huriyeti, Türk Ulusunun devletidir; Türk
Ulusu da Türkiye Cumhuriyeti vatandaş-
larõndan oluşur. Bu “dışlayıcı” değil, bir-
leştirici ve bütünleştirici vatandaşlõk anla-
yõşõnõ yansõtan bir tanõmdõr; bu anlayõşta ki-
şilerin etnik kökenlerinin araştõrõlmasõna yer
yoktur; vatandaşlõğõn adlandõrõlmasõ soru-
nunu ortaya atanlarõn, bunun, devletin te-
mel yapõsõyla ilgili çok önemli bir sorun ol-
duğunu düşünmeleri gerekir.
Hukuk, Etnik Köken ve Vatandaşlõk
Prof. Dr. Rona AYBAY
“Vatandaşlõk”, en başta bir hukuk konusudur ve hukukun çeşitli dallarõ
açõsõndan önemlidir. Devletin temel öğelerinden “insan öğesi” (yani ulus)
o devletin vatandaşlarõndan oluşur. Vatandaşlara verilen ad da doğal ve
kaçõnõlmaz olarak devletin adõyla bağlantõlõ olacaktõr.
H
er yõl ocak ayõnõn son
pazar günü, özellikle lep-
ra hastalõğõnõn görüldüğü
ülkelerde “Dünya Lepra Günü”
olarak anõlmaktadõr. Geçmişte, ül-
kemizde hastalõk yanlõş bilindi-
ğinden, olmamasõ gereken dü-
şünce ve yaklaşõmlar yaşanmõş,
hastalar kendilerini gizlemek du-
rumunda kalmõşlardõr. Bakõrköy
Ruh ve Sinir Hastalõklarõ Hasta-
nesi’nin en uzak köşesindeki 28.
serviste kendi kendilerine kalan,
arada bir astronot gibi giyinip ge-
len doktorlarõn ilaçlarõnõ bõraktõ-
ğõ hastalarõn bu görüntüsü, henüz
bir tõp öğrencisi iken Türkan
Saylan’õ çok incitmiştir. İnsan
haklarõna aykõrõ bu durumu dü-
zeltmek için, yõllar sonra kollarõnõ
sõvamasõna neden olmuştur.
İlk iş olarak yurtdõşõnda lepra
eğitimi almõş, 1976 yõlõnda Cü-
zamla Savaş Derneği’ni kurmuş
ve Sağlõk Bakanlõğõ onayõ ile
lepra konusunda çalõşmaya baş-
lamõştõr. 1981 yõlõnda 28. servis,
Sağlõk Bakanlõğõ, İstanbul Tõp Fa-
kültesi ve Cüzamla Savaş Der-
neği arasõnda yapõlan protokol ile
özel dal hastanesine dönüştü-
rülmüştür.
Evdeki tedavi
Heyecanla, istekle, gönüllü-
lükle, akõlcõ, bilimsel yaklaşõm-
larla çalõşan ekibin başarõsõ ile her
geçen yõl tanõ konulan yeni va-
kalar azalmõş, tedavisi tamam-
lanmõş lepralõ hastalarda fiziksel
ve sosyal rehabilitasyonlarõ için
Bakõrköy’deki bu şirin hastane-
ye gelmişlerdir. Ne yazõk ki Lep-
ra Hastanesi kapatõlõp Dr. Sadi
Konuk Devlet Hastanesi’ne bağ-
landõ. Burasõ cildiye servisi ola-
cak, sonrasõnda da yanõna başka
başka klinikler açõlacak. Lepralõ
hastalarõn durumu şimdi ne ola-
cak? Ben de, 1980-2001 yõllarõ
arasõnda, Türkan Hoca ile birlik-
te çalõştõm. Hekimler, hemşireler,
gönüllüler onun önderliğinde
hem hastanede hem de ülkemizin
her yöresinde yaşayan hastalarõ-
mõzõn evlerinde, aileleri ile birlikte
muayene edilmesi, tedavi ve re-
habilitasyonlarõnõn planlanmasõ
için çalõştõ.
Yõllar içinde ondan ne çok şey
öğrendik; sevgili hocam, sizinle
lepra hastanesine gittiğim ilk
gün, hastalarla iletişiminiz, onlara
dokunmanõz, hastanõn en güzel
yanõnõ görüp onu dile getirmeniz
beni çok etkilemişti.
Güven duygusu
Hastalõğõn erken tedavi edile-
memesi nedeni ile sakatlõklarõnõn
çok fazla olduğu Sinem Ha-
nõm’a, elleri sizin avucunuzda
iken, ona “cildin ne kadar gü-
zel” demeniz birdenbire hastanõn
yüzünde güller açtõrmõştõ, ben
de şaşõrmõştõm. Bizler genç, ye-
ni mezun, deneyimsiz idik ama
siz bizlere o kadar çok güveni-
yordunuz ki, verdiğiniz görevle-
ri başarõ ile gerçekleştirmek is-
tememiz, kendi düşüncemizi,
planõmõzõ uygulamamõz için yön-
lendirmeniz, cesaretlendirmeniz
sonucu değerlendirmemiz hep
sizden öğrendiklerimiz.
Haftada üç gün Lepra Hasta-
nesi’nde çalõşõyordunuz, sizin
geleceğiniz günleri iple çeki-
yorduk, sizinle çalõşõrken her bi-
rimiz büyüyor, güçleniyor, ba-
şarõyõ tadõyorduk.
Kurduğunuz bu ekip, dayanõş-
mayõ, kendini geliştirmeyi, öğ-
renmeyi, üretken ve yararlõ ol-
mayõ hep istekle, heyecanla ger-
çekleştirdi.
Lepra konusu ile yalnõzca ulu-
sal düzeyde ilgilenmiyordunuz;
çalõşmalarõmõza maddi destek
sağlamak, ülkemizde lepranõn
durumunu ilgili kuruluşlarla pay-
laşmak, çözümler üretmek, biz-
lerin lepra konusunda kapsamlõ
eğitim görmesini sağlamak için
başta Dünya Sağlõk Örgütü olmak
üzere uluslararasõ lepra organi-
zasyonlarõ ile de iletişim kuru-
yordunuz. Bizler de dünyaya açõ-
lõyor, başka ülkelerde lepra ko-
nusunda neler olup bittiğini öğ-
reniyorduk.
Sizinle çalõşmaya başladõğõm
ilk yõllarda, hastanemizin küçük
salonunda “Dünya Lepra Gü-
nü”nü anõyorduk. Birden beni de,
içimden geldiği gibi konuyla il-
gili konuşma yapmam için davet
ettiniz. Benim kalabalõk önünde
ve bir amaca yönelik yaptõğõm ilk
konuşmaydõ, ne kadar heyecan-
lanmõştõm. Her yõl bu günü daha
da geliştirerek anma etkinlikleri
düzenledik.
Bu yõl da 31 Ocak Pazar gü-
nünü 57. Dünya Lepra Günü
olarak anõyoruz. Ne yazõk ki siz
fiziksel olarak bizimle değilsiniz.
Öğrettikleriniz, gerçekleştirdik-
leriniz, bõraktõklarõnõz, sevginiz,
güzelliğiniz hep içimizde, hep bi-
zimle. Siz hep bizimlesiniz, bi-
zimle kalacaksõnõz.
Yaşamõn birçok alanõnda iz
bõraktõnõz, eserler yarattõnõz. Cü-
zamla Savaş Derneği ve Çağdaş
Yaşamõ Destekleme Derneği ola-
rak “Merhaba Yaşamak-Tür-
kan Saylan’ın Yaşama Kattık-
ları” sempozyumunun ilkini ha-
zõrladõk. Bu yõlki konularõmõz
sizin tõbba, lepraya ve hukuka kat-
tõklarõnõz olacak.
Sizin sayenizde, lepra hastalõ-
ğõ ülkemiz için artõk önemli bir
sağlõk sorunu değil çok şükür.
Gerçekleştirdiğiniz korunma, te-
davi ve rehabilitasyona yönelik
hizmetler ile yeni vakalar yok de-
necek kadar azaldõ. Var olan lep-
radan etkilenmiş kişilerin yaş or-
talamalarõ epey yüksek, onlarõn
gereksinimi yaşamlarõnõn sonuna
kadar hem tõbbi hem de sosyal
açõdan refah içinde yaşamalarõ.
Hastalar, sizin varlõğõnõzda hak
ettikleri bu yaşama sahip oldular.
Şimdi onlar bize emanet, devle-
timizin güvencesinde, bizlerin
desteği ile onlar sağlõklõ ve insan
haklarõna uygun bir şekilde ya-
şamalõlar.
Cüzamla Savaş Derneği, onu
destekleyen duyarlõ, yürekli dost-
larõnõn maddi ve manevi des-
tekleri ile bunu başarabilecektir.
Siz dokunulmadõk bir hastalõğa
dokundunuz, öğrencilerinizi, sağ-
lõkçõlarõ dokundurdunuz, bu has-
talõğõn kökünün kazõnmasõnda
çok önemli bir rol oynadõnõz,
başardõnõz. Başka süreğen has-
talõklara da örnek olacak bir yol
haritasõ belirlediniz. Eğer ondan
yararlanabilirsek birçok hastalõ-
ğõn sosyal tõp anlayõşõ ile çö-
zümlenmesine yeniden tanõk ola-
biliriz.
Ülkemizde lepra hastalõğõ ve
hastalar için yaptõklarõnõz, ba-
şardõklarõnõz size ulusal ve ulus-
lararasõ ödüller kazandõrdõ. Ama
sizin için asõl ödül lepra hastala-
rõnõ iyileştirmeniz, onlara ve ai-
lelerine kazandõrdõğõnõz sosyal
haklar, güzellikler idi.
Ufkun ötesini görebilme yeti-
niz, öngörünüz ile gerçekleştir-
dikleriniz bugün lepra konusun-
da sorunlu ülkeler tarafõndan ör-
nek alõnarak hayata geçiriliyor.
Bir gün bu çalõşmalar meyvele-
rini verecek, “Leprasız bir dün-
ya” gerçekleşecek. Size, yap-
tõklarõnõza, çalõşmalarõnõza yü-
reklerden kopan sevgi ve saygõ
gönderiyoruz.
Işõk içinde uyuyun bizim sev-
gili hocamõz.
Türkan Saylan ve Dünya Lepra Günü...
Ülkemizde lepra hastalõğõ ve hastalar için yaptõklarõnõz,
başardõklarõnõz size ulusal ve uluslararasõ ödüller
kazandõrdõ. Ama sizin için asõl ödül lepra hastalarõnõ
iyileştirmeniz, onlara ve ailelerine kazandõrdõğõnõz
sosyal haklar, güzellikler idi.
Prof. Dr. Ayşe YÜKSEL Cüzamla Savaş Derneği Genel Başkanõ
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
Başka şeyler yazmalı, dedim kendi
kendime... Ne zaman yalnız kalsam, ne gerek
var derim boşu boşuna zaman tüketmeye! Bak
güneş açmış, her şey seni kışın güzü
anımsatan günlerine çağırıyor. Kalk, üşenme,
papucunu giy, yollara düş! Dededen kalma
bastonuna dayanarak denize doğru in...
Eşim yoktu, İstanbul’a gitmişti. Yalnız insan,
hele o kişi bir yazarsa, ne yapar eder kendini
bambaşka bir dünyaya sürükler. İstemeden
günün karanlık perdesini yırtmaya kalkışır.
Sanki yeni bir dünya varmış, olurmuş gibi!..
Kaç yıl geçti anımsamak kolay mı? Her anı,
her günü, her yılı!.. Eski zamanları unuttum,
yeni zamanlara geçtim! O yeni zamanlar da
çoğaldı, birikti!.. Yeni güzellikler getirdi, çoğu
yepyeni duruyor. Elimi uzatsam değiyorum.
Hep aradığım bulamadığım, sonunda
yakaladığım mutluluğa...
Başka şeyler yazmak!.. Sen hemen her gün
bir şeyler yazıyorsan, yazmak zorundaysan,
gazeteden bekleniyorsan, okurların alışmışsa
senden bir ses duymaya... İsimler, kişiler
olmamalı yazında... Ama olmuyor. Başbakan
Erdoğan, Cumhurbaşkanı Gül, yok Arınç,
bilmem kim! Adlar alıp bir yerlere götürüyor.
Her ad bir simgedir! O adı taşıyanın iç ve dış
dünyasına sürükler. O dünyalarda ne vardır,
neler vardır, bilemezsin, ama eylemleriyle,
sözleriyle, davranışlarıyla verir kendini!..
Seversin beğenirsin, sevmezsin beğenmezsin,
ama hiçbiri bir güzel duygu yaşatmaz. Unut
gitsin hepsini, sil belleğinden, yazından,
yaşamından...
Olmaz ki, onlar her şeyin başında, önünde;
onlarsız bir toplumda değilsin ki! İlle de
Tayyip’ler, Gül’ler, Arınç’lar; darbe korkuları;
askere, subaya karşı çıkışlar... Nerdeyse
ordusuz, silahsız bir ülkede yaşamak isteyen
yazarcık takımından kurtulabilmek... Onlarsız
bir şeyler yazmak, onları yermek, suçlamak,
ayıplamak... Bıkkınlık diye bir şey bilemez
gündelik yazarlar! Hep aynı tekrarları
tekrarlamaktan usansan da gerekir
tekrarlamak! Bir sona gitmek, bir şeyleri
değiştirmek, ortadan kaldırmak pislikleri,
iğrençlikleri, insandan da gelse, doğadan da!..
O gelecek. İçimde bir ilkyaz rüzgârı esecek.
Kafamdaki birikimi silip atacak. Yıllardır sürüp
gelen bir yaşantının yeni esintisini getirecek!
Ama yine de sen yazarsın, sen yazma
mahkûmusun, karanlıkları yıkıp bir aydınlık
getirme savaşımın yine de bitmeyecek... Başka
şeyler, başka şeyler yazmalı diye diye tükenip
gidene kadar...
Medya piyasasında iki sözcük revaçta;
bunlar kafiyeli, yani uyaklı:
Tetikçi..
Ve etikçi.
Tetikçi, patron hesabına sağa sola saldıran
köşe yazarı ya da muhabir anlamına geliyor;
mafya kesimindeki gibi ‘baba’ nın emrindeki
vurucu...
Tetikçiler artık şöhret oldular...
Kimi çok satışlı gazetede tetikçiliği genel
yayın müdürü de yapıyor...
Ya etikçiler?..
Medyada ahlâkî değerleri savunmaya
çalışanlar az da olsalar eksik değiller...
Tetikçiler etikçilere çok kızıyorlar; veryansın
ediyorlar bu safoşlara...
Küreselleşmenin medyaya yansıyan
dalgalarında tekelleşme hızlı...
Avrupalı da bundan yakınıyor:
“İnternet salgını ve sayısal devrim, medyalar
kesiminde görülmemiş bir sarsıntı yarattı.
Elektrik, bilişim, silah, inşaat, telefon ya da su
sektörlerinde faaliyet gösteren büyük sanayi
devleri, iktidar hırsının ve kolay kazancın
çekimine kapılarak habercilik sektörüne hücum
ettiler. Kısa sürede devasa imparatorluklar
kurdular. Kaliteli habercilik başta olmak üzere
birtakım temel değerleri de bu arada çiğneyip
geçtiler.” (Le Monde Diplomatique- Ignacio
Ramonet )
Anlaşılıyor ki dert yalnız Türkiye’nin başında
değil; Batı’daki gelişme de kaygı vericidir;
düşünebiliyor musunuz, koca bir silah tekeli
Batı’nın “uygar” bir ülkesinde medyayı ele
geçirmiş; savaş propagandasını ustalıkla
yaygınlaştırıyor...
Olur mu olmaz mı?.. Fransa’da bu tehlikenin
varlığı öne sürülüyor.
Peki, bizdeki durum ne?..
Tekelleşme ‘had safha’ da!..
Pislik gırtlağa dek...
Rezillik doğallaştı...
Medyamızın paçalarından lağım suyu akıyor,
şantajcılık çoğu gazetecinin mesleği oldu...
Etikçi ve tetikçi kavgası da bu yüzden gazete
sayfalarına yansıdı...
Bizdeki tekelleşme bir yandan namuslu
bürokratlara şantaj, öte yandan rakip
işadamlarını tehdit, beri yandan siyasal iktidar
kesiminden politikacılarla pazarlık piyasasında
doruğa tırmanınca, gazetecinin kendi gitti, adı
kaldı Babıâli’de yadigâr...
Bugün aynı gruptan ve aynı patrona bağlı iki
gazetenin iki gazetecisi kıran kırana kavga etse
ne yazar?..
Kayıkçı kavgası denir buna...
Ancak medyada veya basında kavga yalnız
köşe yazarları arasında değil ki...
Patronlar arasında!..
Sürmanşetlerde...
Manşetlerde...
Neden?..
Okurun ‘neden’ i anlaması için devlet ile
patron ve patron ile patron arasındaki ilişkilere
girecek kadar bu işlere yumulması gerek...
Bu da güç iş!..
Manşetlere tırmandırılan kavganın arkasında
neler olduğunu kavramak kolay değil; ancak
okurun bir gerçeği algılamasında yarar çok...
Bir medyada fikir özgürlüğünü tehdit eden iki
tehlike vardır:
Bir: Devlet!..
İki: Tekel!..
Tekel kimi zaman devletten beter olur..
Eğer bir gazeteci (ya da gazete) etikçi ise
tekele karşı çıkar...
Tetikçi ise tekelden yana çıkar.
(4 Ocak 2003 tarihli yazısı)
PENCERE