Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 16 ŞUBAT 2010 SALI
6 HABERLER
TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ mfarac@cumhuriyet.com.tr - www.mehmetfarac.com
15 Şubat 1999 tarihi, Türkiye’nin
huzuru ve güvenliği açısından bir
dönüm noktasıdır. Dönemin başbakanı
Bülent Ecevit, o gün televizyon
kameralarının karşısına geçmiş ve şu
konuşmayı yapmıştı:
“Bu sabaha karşı saat üçten itibaren
bölücü terör örgütü PKK’nin başı
Abdullah Öcalan Türkiye’dedir.”
Dün Öcalan’ın yakalanışının 11.
yıldönümüydü ve yandaşları yurtiçi ve
yurtdışında eylemler yaptı, polisle
çatıştı. Peki, Öcalan nasıl
yakalanmıştı?.. İşte rotasını “suikast”
korkusunun çizdiği, “hoşgörü”den
“kötülük”e uzanan bir yakalanma
öyküsü:
Suriye, 15 Ağustos 1984’teki Eruh
baskınıyla terör eylemlerine başlayan
PKK’ye 12 Eylül darbesinden çok
önceleri kucak açmıştı. Şam yönetimi
tüm uyarılara karşı PKK’yi
dışlamayınca Tansu Çiller iktidarı
döneminde Öcalan’ın öldürülmesi için
harekete geçildi. Plastik patlayıcıyla
donatılan bir Mercedes, Öcalan’ın
Şam’daki evinin önünde havaya
uçuruldu. Ancak Öcalan, 6 Mayıs
1996’da gerçekleşen bu patlamadan
etkilenmedi. PKK’liler aracın yanlış bir
evin önüne park edildiğini öne
sürmüştü!
MİT görevlileri, Kasım 1996’da,
Öcalan’ın Şam’daki yazlığını bir
traktöre yüklenecek patlayıcılarla
havaya uçurmayı da planladı. Ancak
bu ikinci operasyon deşifre olduğu için
yaşama geçirilemedi!
Suriye, tüm bunlara karşın PKK’yi
korumaya devam edince dönemin
Kara Kuvvetleri Komutanı Orgenaral
Atilla Ateş, 16 Eylül 1997’de
muharebe üniformasıyla Hatay’a gitti
ve Suriye sınırını işaret ederek, Şam
yönetimine “Sabrımız tükendi” mesajı
verdi.
Sınırda tatbikat da
başlatılınca devletin
zirvesi harekete geçti.
Dönemin Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel, 1
Ekim 1998’de, “Sabrımızın
taşmak üzere olduğunu
dünyaya ilan ediyorum”
dedi.
Baskılar artınca Suriye,
9 Ekim 1998’de Öcalan’ı
sınır dışı etmek zorunda
kaldı. Ancak Suriye’den
çıkarılan Öcalan’ın nereye gittiği
öğrenilemedi. 18 Ekim’de Öcalan’ın,
Rusya’da, Liberal Demokrat Parti lideri
Vladimir Jirinovski’nin evinde olduğu
saptandı. İddiaya göre bu ev sahipliği
karşılığında PKK kendisine 7.5 milyon
dolar ödemişti.
Rus yetkililer sığınma girişimlerine
karşı çıkınca, Öcalan 12 Kasım
1998’de İtalya’ya gitti ve Infernotto
Mahallesi’nde “kötülük” anlamına gelen
Male Sokağı’ndaki bir villaya yerleşti.
Öcalan’ın villadaki günleri 66. güne
ulaştığında Türkiye ile İtalya’nın ilişkileri
kopma noktasına gelmişti.
Öcalan engellenmeliydi... MİT için
Öcalan’ın kaldığı villanın yakınlarında
bir ev kiralandı. Öcalan’a suikast
yapılacak ve operasyonu düzenleyecek
ekip bir yatla kaçacaktı.
Öcalan suikast
planından haberdar olmuş
muydu?.. Bu bilinmiyordu
ancak PKK lideri, İtalyan
hükümetinin güvenlik
sorununu gerekçe
göstermesi üzerine
Roma’yı terk etme kararı
aldı.
Öcalan 16 Ocak
1999’da PKK’nin kiraladığı
bir uçakla yeniden
Rusya’ya gitti. Oradan
önce Güney Kıbrıs’taki Korfu
Havaalanı’na, sonra da Belarus’taki
Minsk Havaalanı’na indi. Belarus’tan
oturma izni almayı bekleyen Öcalan,
kısa süre sonra geri gönderildi.
Bu sırada Ankara’da çok önemli bir
gelişme yaşanıyordu. ABD’nin Ankara
Büyükelçiliği, MİT Müsteşarı Şenkal
Atasagun’a sağ yakalama ve adil
yargılama koşuluyla Öcalan’ı teslim
etmeyi öneriyordu. CIA, Yunan
istihbaratıyla ilişkiye geçerek Öcalan’ın
Kenya’ya ulaştırıldığını saptadı. Yunan
elçilik görevlilerince karşılanan Öcalan,
büyükelçinin konutuna yerleştirilmişti.
MİT’in oluşturduğu operasyon
grubundan devletin yalnızca 10
yetkilisinin haberi vardı. İşadamı Cavit
Çağlar’dan 200 bin dolara kiralanan
bir uçak, operasyon ekibini Entebbe’ye
götürdü.
Kenya makamlarının baskılarının
artması üzerine Öcalan, Avrupa’ya
gidebileceğini söyledi. Öcalan
havaalanına getirildiğinde
Amsterdam’a gideceğini sanıyordu.
PKK lideri uçağa adım attığında ışıklar
söndü ve etkisiz hale getirildi. 15 Şubat
1999’da Türk istihbaratının eline geçen
Öcalan şok halindeydi; “Benim annem
de Türktür... Eğer bir hizmet gerekirse
hazırım” dedi.
“Kötülük” Öcalan’ın İtalya’da
yaşadığı sokağın adıydı... Peki ya
“hoşgörü?..” Öcalan’ı bir suikast
korkusu nasıl “kötülük sokağı”nı terk
etmeye zorlamıştıysa, onu
Güneydoğu’ya sürükleyen de bir
suikast endişesiydi!..
PKK lideri, Ankara Türk-İş
Blokları’nda, kimliği belirsiz kişilerin
kendisine yönelik suikast girişimi
başarısızlıkla sonuçlanınca 1977 yılının
sonbaharında Gaziantep’e gitmişti. İşte
orada PKK’nin programını da yazdığı
ev Hoşgörü Mahallesi’sindeydi!..
Hoşgörü Mahallesi’nden Kötülük Sokağı’na
BİLİM ve SİYASET
ORHAN BURSALI
Ortaylı, Asker, Siyaset
İlber Ortaylı’nın “81 ilde üniversite açmak
ahlaksızlıktır” sözlerini sarf ettiği MHP Parti
Okulu’nda verdiği konferansta, yine tartışma
yaratan başka düşünceleri de vardı: “Sivil siyasetin
kendini geliştiremediği ortamda darbe
kaçınılmazdır.”
İlber Hoca bu bağlamda da, Türklerin birinci
vasfının asker millet olması olduğunu... son yıllarda
Türkiye’de milliyetinden utanma duygusunun, asker
düşmanı bir topluma doğru gidişin körüklendiğini
de söyledi… Tabii bu sözleri de ortalığı karıştırdı...
Ortaylı, iyi bir yakın dönem Osmanlı tarihçisi.
Şüphesiz ki söyledikleri tartışılacak. Asker millet
olduğumuz, doğru! Asker düşmanı bir toplum
oluşturulmak istendiği de doğru...
Bu saptamalara bazı itirazlar yapılabilir: Geçmişte
asker milletsek, asker millet kalmak zorunda
değiliz.
Birinci vasfımızın yerine, “bilim, düşün, teknoloji
ve ekonomide yüksek değer üreten bir millet”i
geçirebiliriz ve geçirmeliyiz. “Asker millet” olmak
bizi ekonomik bakımdan ayaklarımız üzerinde
durdurmuyor ve özgür kılmıyor!
Ama Ortaylı’nın, “asker millet” özelliğimizi
anımsatırken, bu coğrafyada ayakta kalmanın
zorluğunu vurguladığını da unutmayalım. Bu bir
olgudur. Üstelik bu düşmanlık, ABD+Fetocu
cemaat+AKP+yeni sağcı ve ABD’ci yazarlar
tarafından, dış bağlantılı bir operasyonla ve bu
ulusun çıkarları aleyhine sürdürülüyor…
Ortaylı’nın bu çıkışı yapması, bu operasyona
karşı güçlü bir yanıttır.
Çünkü Genelkurmay Başkanı da net olarak
darbe dönemlerinin kapandığını, TSK’nin hukuka
ve yasalara bağlı olduğunu söylemesine, orduya
karşı bu kasıtlı saldırılara son verilmesini istemesine
rağmen, haftada bir görüştüğü Başbakan’ından
bile destek alamaz ve korunamaz durumdadır.
“Başkomutan” bile susuyor! Devlet ve iktidarın
başları, TSK’yi ağzı salyalı canavarın ağzında
bırakan tutumunu sürdürüyor. Erdoğan, bazen,
ortadaki insan tutumu alıyor, ama en azından
açıklandığı biçimiyle doğrulukları şüpheli ve
tartışmalı “belge”lerden de haberdar!
Burada sormalıyız: Bu “belgeler”in dağıtımında
onay mercii iktidar veya başı mıdır? İktidarın,
orduya karşı hamlesi öncesi, bu haberlerin
gündeme sürülmesi, bir rastlantı mıdır?!
Ordu, hukuka bağlılığını açıklamayı sürdürdükçe,
darbeler döneminin kapandığı yazılıp çizildikçe,
soldan ve liberallikten devşirme yeni sağcı yazarlar
veya iktidarın şimdilik kendi amaçları için kullandığı
“faydalı aptalları” diyor ki:
Yooo hayır, ordu her zaman darbe yapabilir,
darbeler döneminin bittiğini söyleyerek orduyu
kurtarmak istiyorlar, ordunun darbe yapabileceği
görüşünü her zaman ayakta tutmalıyız…
Meseleleri ve dertleri başka!
Ortaylı’nın önem verdiğim sözüne geliyorum:
“Sivil siyasetin kendini geliştiremediği ortamda
darbe kaçınılmazdır.” Ortaylı sözlerini açıyor:
“Kimse askeri yönetim istemiyor, askerler başta
olmak üzere… Sivil yönetimin daima olgunlaşması
lazım. Partizanlık demokrasinin aleyhindedir.”
Bizim temel sorunumuz, sivil siyaset ve
niteliksizliğidir. Türkiye üzerinde bir “askeri
vesayet”ten bahsediliyorsa, nedeni, siyasetçilerdir.
Siyasetçilerin kalitesizliğidir, ülkeyi 60 yılda 19 kez
ekonomik olarak çökertmeleridir, demokrasi ve
hukuk devleti kurallarını yerleştirmemeleridir…
Siyasetin ve siyasetçinin kalitesini, Siyasi Partiler
Yasası’nı ve seçim sistemini, siyasetçinin başarısız
yönetimlerini ve nedenlerini, hukuk ve demokrasiyi
neden yerleştirmediklerini, neden askere müdahale
zemini yarattıklarını… sorgulamayan bir “beyin”in,
Türkiye’nin en önemli sorununun asker olduğunu
ileri sürmesi kadar trajikomik hali olamaz!
Bu mümtaz beyin, bugün de, siyasi iktidarın
hukuk, basın dahil her şeyi ele geçirme ve
toplumsal hayatı tam esir alma siyasetini zerre
kadar sorgulayamıyor. Diyor ki, Tayyip, her şeyi bu
ülkede demokrasinin yerleşmesi için yapıyor!
Siyaseti ve yönetimleri sorgulamaktan aciz
insanların, ülkeye katacakları hiçbir şey yoktur…
Hele bu halleriyle, ancak dağıtırlar, kamplaştırırlar,
milleti birbirine kırdırırlar ve ana sorunlardan
uzaklaştırırlar.
Türkiye’ye bakın, gördüğünüz manzara budur.
SGK’nin yeniden gündeme aldõğõ eşdeğer ilaç uygulamasõ, yurttaşõ ya sağlõğõndan edecek ya da parasõndan
Yurttaşa eşdeğer ilaç zulmü
ŞULE KÖKTÜRK
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)
2010 yõlõ eylem planõnda, sağlõk ör-
gütlerinin, bilime aykõrõ olduğu ve
halk sağlõğõnõ tehdit ettiği gerekçe-
siyle tepki gösterdiği eşdeğer ilaç uy-
gulamasõnõ, genişleterek yeniden
gündeme aldõ. Bu uygulamasõnda, eş-
değer olmayan ilaçlarõ eşdeğer gibi
gösterecek olan SGK, kendine göre
eşdeğerler arasõndan ucuz olanõn
ücretini ödeyecek. Böylece yurttaş,
ya ucuz olan eşdeğer ilacõ alarak sağ-
lõğõnõ tehlikeye atacak ya da dokto-
runun yazdõğõ pahalõ ilaç için cebin-
den yüksek ücretler ödeyecek.
SGK’nin geçen yõl yayõmladõğõ
2009/120 sayõlõ genelge, mide ilaç-
larõ ve tansiyon ilaçlarõnda, birkaç ila-
cõ bir grup eşdeğer kabul ederek, bu
ilaçlar içinden en ucuzuna göre fiyat
belirlemişti. Eşdeğer ilaç tanõmõ
“aynı etken maddeyi, aynı mik-
tarda aynı formda içeren ilaçlar”
için kullanõlõyor, ancak SGK bu ge-
nelgede, farklõ etken maddeleri içer-
se de “aynı etkiyi gösteren ilaçla-
rı” eşdeğer kabul ediyor, ilaçlarõ bu-
na göre sõnõflandõrõyor ve geri öde-
me yapõyordu. Bu genelge yine
SGK’nin bir başka genelgesi ile
durduruldu ancak,
7.12.2009’da açõkladõ-
ğõ 2010 eylem planõn-
da kurum, uygulama-
nõn genişletilerek yü-
rürlüğe konulmasõnõ
hedefledi. Eylem pla-
nõ “Terapötik eşde-
ğerlilik uygulaması-
nın antihipertansifler, osteoporoz
ilaçları, PPI (mide ilaçları), anti-
depresanlar, antipsikotikler, anti-
biyotikler, akne preparatları gibi
gruplardan başlanarak değerlen-
dirilmesi”ni içeriyor.
Güngör: Tüccar mantığı
İstanbul Eczacõ Odasõ Başkanõ
Semih Güngör,
SGK’nin tüccar man-
tõğõ içinde olduğunu
belirterek şu değerlen-
dirmeyi yaptõ: “Hasta
geldi, eczacı baktı,
doktorun verdiği ilaç
kombine bir ilaç,
içinde birtakım fark-
lı mekanizmaları içeren bir etken
madde var. Katkı payı vermeden
ödenen ilaç da, ülser için bir mide
ilacı. Eczacı diyor ki, ya sen bu te-
davinin aynısını almayacaksın, sa-
na başka ilaç vereceğim çünkü
devlet bunu ödüyor ya da ilacı ala-
caksan ilave para ödeyeceksin.
Hastanın parası olmayınca, dev-
letin ödediğini alıyor.
Böyle olunca tedavi
ile iyileşme şansı kal-
mıyor, daha da va-
him bir duruma dü-
şüyor. Bu kadar an-
lamsız ve sağlık so-
runlarını ilaç tüketi-
mini de arttıracak
bir uygulamayı, ben ne kadar ta-
sarruf ederim mantığı ile hayata
geçirebilmek ancak gerçek an-
lamda bir tüccar mantığına sa-
hipseniz olur.”
Uygulama tekrar yürürlüğe konu-
lursa, “hastanın kendisini tedavi et-
meyecek ilacı almasına neden ola-
bileceğini” ifade eden İstanbul Tabip
Odasõ Genel Sekreteri Dr. Hüseyin
Demirdizen, tasarruf için halk sağ-
lõğõnõn tehlikeye atõldõğõnõ ifade etti.
Psikiyatr Prof. Dr. Arif Verimli,
“Bu karar doktorlara ‘x’ hastalığını
‘a’ ilacı da ‘b’ ilacı da tedavi eder
ama a ilacı daha ucuz ben sadece
bunu öderim demektir. ‘X’ hasta-
lığını benim önerdiğim ucuz ama es-
ki ilaçla tedavi etme zorlamasıdır.
Bilimsel ve teknolojik gelişmelerden
halkın yararlanamaması anlamına
gelir. Örneğin yan etkiden arındı-
rılmış yeni bir formül teknolojik
olarak yeni bir ilaç olduğu için fiyatı
pahalıdır yani ucuz diye yan etkisi
fazla olan ilacı mı kullanmak du-
rumunda kalalım” dedi.
EŞDEĞER ÜRÜN:
Ticari ismi farklõ olsa da
etken madde, farmasötik
form ve birim hammadde
miktarõ aynõ olan ürünler.
JENERİK İLAÇ (Eşdeğer ilaç): Ticari ismi
farklõ olsa da etken maddeler açõsõndan orijinal tõbbi
ürün ile aynõ kalitatif ve kantitatif terkibe ve aynõ
farmasötik forma sahip olan ve orijinal tõbbi ürün
ile biyoeşdeğerliliği dahi kanõtlanmõş ürün.
SİBEL BAHÇETEPE
Türkiye’de görüntüleme mer-
kezlerinin özellikle büyük kent-
lerde adeta “mantar” gibi ço-
ğaldõğõ, hastalara gereksiz yere
emar (MR-Manyetik Rezo-
nans), tomografi, röntgen gibi
işlemlerin yapõldõğõ öne sürül-
dü. Radyoloji uzmanlarõ ve tek-
nikerleri, gereksiz görüntüleme
işlemlerine sõklõkla maruz kalan
hastalarõn başta kanser olmak
üzere ciddi sağlõk sorunlarõ ile
karşõ karşõya kalabileceği uyarõ-
sõnda bulundu.
Tüm Radyoloji Teknisyenleri
ve Teknikerleri Derneği (TÜM-
RAD-DER) Genel Başkanõ
Heybet Aslanoğlu, Kat Mülki-
yeti Yasasõ’nõn 24. maddesine
göre insanlarõn ikamet ettiği
apartmanlarda radyoloji mer-
kezlerinin yapõlamayacağõnõn
belirtildiğini ancak buna uyul-
madõğõnõ vurgulayarak “İstan-
bul’da adeta 50 metre aralık-
larla görüntüleme merkezle-
rinin apartmanların sağında,
solunda, altında yani insanla-
rın ikamet ettikleri yerlerde
yapıldığını görüyoruz. Sağlık
Bakanlığı ve il sağlık müdür-
lükleri merkezleri yeteri ka-
dar denetleyemiyor. Dernek
olarak 22 ilde yaptığımız bir
araştırmanın sonucuna göre
görüntüleme merkezlerinde
çalışanların yüzde 32’sinin
radyoloji eğitimi almadığı, us-
ta-çırak ilişkisi ile yetişmiş ki-
şiler olduğu ortaya çıkmıştı”
dedi. Türk Radyoloji Derneği
Başkanõ Prof. Dr. Okan Akhan
ise Türkiye’de MR merkezleri-
nin dağõlõmõnõn dengesiz oldu-
ğunu, kamu hastanelerinin için-
de kurulan özel merkezlerden
hizmet alõndõğõnõ belirterek bu
cihazlarõn çok ücret getirsin di-
ye çok çalõştõrõldõğõnõ, yapõlan
tetkiklerin evrensel bilgi biriki-
mi ve usullere uygun olmadõğõ-
nõ söyledi.
TÜDER ONAY BEKLİYOR
Yardõmlar
elde kaldõ
İstanbul Haber Servisi - Tü-
berküloz Danõşma ve Dayanõşma
Derneği’nin (TÜDADER) başlat-
tõğõ yardõm kampanyasõ, organi-
zasyonsuzluk nedeniyle sahipleri-
ne ulaşamõyor. Derneğin hastala-
ra yardõm amacõyla hazõrladõğõ 30
koli yiyecek, İstanbul Verem Sa-
vaş Derneği’nin henüz onay ver-
memesi nedeniyle bir marketin
deposunda sahiplerine ulaşmayõ
bekliyor.
TÜDADER Başkanõ Dr. Meh-
met Cenk Deliküçük
öncülüğünde ocak
ayõnõn başõnda “Ve-
rem Haftası” dolayõ-
sõyla bir yardõm kam-
panyasõ başlatõldõ. İs-
tanbul Verem Savaş
Derneği’ne bağlõ
Eyüp ve Sağlõk Ba-
kanlõğõ’na bağlõ Bağ-
cõlar’daki verem savaş dispanser-
lerinden yardõm talebi geldi. TÜ-
DADER yardõm talebine olumlu
yanõt verdi ve toplam 30 koli ha-
zõrlattõ. Ancak yardõm talebinin
ardõndan, Dr. Deliküçük’ü ne ara-
yan oldu ne de soran. Yardõm ya-
põlabilmesi için İstanbul Verem
Savaş Derneği’nden onay alõnma-
sõ gerekiyordu. Ancak bu onay
yaklaşõk 15 gündür çõkmadõ. İs-
tanbul Verem Savaş Derneği Yö-
netim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ze-
ki Kılıçarslan ise “tamamen za-
mansızlık nedeniyle bir iletişim
kopukluğu yaşandığını” söyledi.
DİĞER HASTALAR MAĞDUR
Randevunuzu
aksatmayõn
İstanbul Haber Servisi - Özel-
likle kamu hastanelerindeki yo-
ğunluk nedeniyle randevu almak
zorlaşõrken, randevularõna zama-
nõnda gitmeyen hastalar diğer has-
talarõ da mağdur ediyor.
Hastanelerde büyük kayõplara
neden olan randevular ile ilgili gü-
nümüzde İstanbul ve Ankara’da
bazõ özel hastaneler “Müşteri iliş-
kileri yönetimi” yani CRM süre-
cine yatõrõm yapmaya başladõ.
CRM ve Pazarlama, marka yöneti-
mi uzmanõ Aslı Şarman, randevu-
suna zamanõnda gitmeyen bir has-
tanõn, gerçekten hekime gitmesi
gereken hastalarõn haklarõnõ elin-
den aldõğõnõ, hem de hastanelerde
ciddi ekonomik kayõplara neden
olduğunu belirtti. Şarman, “İstan-
bul’da özel bir hastanenin bir
yıllık randevu kaybının yaklaşık
7 milyon TL tutarında olduğunu
gördük, randevu aksaklıklarının
önüne geçilmesi için yurttaşların
da duyarlı olması gerekir” dedi.
Şarman özetle şu bilgileri verdi:
“CRM hizmeti alan hastane-
lerin ilk yıl yüzde 30, ikinci yıl
yüzde 60 randevu kayıplarının
önüne geçildi. Hastaya elek-
tronik posta veya telefonuna
mesaj gönderilerek randevusu
anımsatılıyor. Hastadan rande-
vusuna gelecekse mesajlara ce-
vap vermemesi, gelmeyecekse
ücretsiz olarak yapılandırılan
sistem sayesinde boş bir mesaj
atarak bize geri dönüş yapma-
sını istiyoruz.”
Mantar gibi çoğaldılar
Görüntüleme merkezlerinin sayõsõ arttõ, denetim yetersiz
Hastalara gereksiz
yere emar tomo-
grafi, röntgen gibi
işlemlerin yapıldı-
ğı öne
sürüldü.
Deliküçük
Güngör Demirdizen Verimli
Trakya ve CHP!..
Son 15 günde Trakya’ya
yaptığımız ikinci gezinin durakları
Edirne ve Kırklareli’ydi. Geçtiğimiz
cumartesi günü Sosyal Demokrat
Edirne Platformu’yla ÇYDD’nin
birlikte düzenlediği etkinliğe yöre
insanı büyük ilgi gösterdi.
Yağışlar nedeniyle yolları delik
deşik olmuş Erdirne de
cemaatlerin tezgâhı ve kuşatması
altında. Yöre insanı “Kahrolsun
ABD” diye slogan atan gençlerin
linç edilme girişiminin ardında
provokasyon olduğunu
düşünüyor.
AKP’nin sınır ticaretini
engelleyerek Edirne’yi
cezalandırdığından yakınan yöre
halkı, Belediye Başkanı Hamdi
Sedefçi’nin makam odasındaki
televizyona ses ve görüntü cihazı
yerleştirilmesinin ise CHP’yi hedef
aldığına dikkat çektiler.
Edirne’deki konferansta CHP ile
ilgili umutsuz yakınmalar gelince
Deniz Baykal ve partisinin
topluma iyi anlatılamadığını bir kez
daha gördüm. Neyse ki, “Bu
dönemde kimsenin CHP’ye
saldırma lüksü yok! Baykal’la değil,
ülkeyi bataklığa götürenlerle
mücadele edin, bölünmeyin,
birleşin...” şeklindeki sözlerim
kitleyi ikna etti ve tepkiler alkışa
dönüştü...
Şehirleşme açısından geri
kalmış bir Güneydoğu kentini
andıran Kırklareli’ndeki etkinliği ise
ADD düzenlemişti. Burada da
yurttaşlar konuyu CHP’ye
getirdiler. Ülkenin karanlığa
sürüklendiği bir süreçte Baykal’a
destek verilmesi yolundaki
uyarılarım onlardan da yoğun ilgi
gördü.
ADD’liler, Sevgiller Günü’nde
töre vahşetinin boyutlarını
dinleyince hüzünlendiler. Sonra da
efkârlarını bir meyhanede şarkı
söyleyip dans ederek dağıttılar.
Tarikat ve cemaatlerin cirit attığı
kentte, CHP’nin mutlak iktidarını
beklediklerini söyleyen aydınlık
yüzlü insanlarla bir arada olduk.
ADD Şube Başkanı Nuriye
Üstündağ, yöneticiler Şükriye
Öztürk, Şükran Yöney, Serpil
Yavuzcan, Necla Kantarcı ve
Osman Tay’ın yanı sıra Hilmi
Abuy, Seval Kaba, Bahar Kaba,
Kayhan Kuralay, Volkan Saçak,
Recai Yöney, Mehmet
Küçükbayrak, Vesile Yelman,
Cansu Öztaşkın ve Neriman
Kaba, Cumhuriyet’i artık daha
düzenli alacaklarına söz verdiler.
obursali@cumhuriyet.com.tr