19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 ARALIK 2010 PERŞEMBE CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 Cumhurbaşkanı seçimine bir yıldan fazla zaman var. Fakat gündemin değişmez maddesi cumhurbaşkanı seçimi vet, cumhurbaşkanı seçimine bir yıldan fazla zaman var. Fakat gündemin değişmez maddesi Cumhurbaşkanı seçimi. Yeni yılı Demirel açtı: “Özal, Cumhurbaşkanlığı fırsatını geri çevirmez” dedi ve “Doğrusu ben de Turgut Özal’ın durumunda ve yerinde olsam hemen kendimi seçtiririm.” Bu sözünü bir yere not etmeliydik. Zira E Özal kapıyı aralıyor Özal’ın ölümünden sonra bir söyleşimizde Cumhurbaşkanlığı önerisi alırsa ne yapacağını sormuş ve “Bu makamı kim reddedebilir ki” yanıtını almıştım. Özal ise yeni yılda Cumhurbaşkanlığı konusunda olumlu olumsuz tartışmaları kışkırtıyordu. Böyle davranarak kamuoyuna giderek yerleşen bir kanıyı doğruluyordu. Cumhurbaşkanlığı fikrine kamuoyunu alıştırmak, ısındırmak! Sorulduğu zaman “ketum”. Ne cumhurbaşkanı olmayı istediğini ne de istemediğini söylüyor. Bir başka konu da tartışılmıyor değildi: Cumhurbaşkanını halk seçsin! Evren’in öteden beri cumhurbaşkanını halkın seçmesine yanlı olduğu biliyordu. Demirel de aynı görüşteydi. Özal da… Bu birleşik görüşe karşın 1989’da cumhurbaşkanını halk değil parlamento seçti. zal, 6 Ocak 1987’de verdiği demeçte Cumhurbaşkanı olabilirim de olmayabilirim de dedi. Bu, Cumhurbaşkanı olmaya niyetlenmeyen bir liderin sözü değildi. Üstelik hizmet nerede ise yapabileceğini söylüyordu. Açıklama inandırıcı olmaktan uzaktı. 7 Ocak. Evren’le haftalık mutat görüşmesinde Başbakan doğrudan girdi. Gazetelerdeki Cumhurbaşkanlığı adaylığı haberlerini yalanladı Evren’e: “Böyle bir niyetim yok” dedi. Başbakan ve ANAP Genel Başkanı kalmak istiyordu. Eğer bu görevlerinden ayrılırsa parti içinde dalgalanmalar olabilirdi. Belki ayrılırsa memleketin hali ne olur diye düşünüyordu. Sonra başka düşünceleri vardı. Halk seçmeliydi Cumhurbaşkanını... Sözü anayasadaki Cumhurbaşkanları bir kez seçilir maddesindeki değişikliğe getirdi. Anayasada yapılacak değişiklikle Cumhurbaşkanlarının ikinci kez seçilmesi sağlanmalıydı. Evren, Özal’ı dinliyordu. Özal Çankaya ile ilgilenmediğini içeren bir iki cümle daha söyledi. Anayasada bu yönde yapılacak değişiklikten sonra adayını açıklayacağını yineledikten sonra: “Evren’i ikinci kez Cumhurbaşkanı görmeyi istediğini ve Evren’i aday ilan edeceğini” söyledi. Evren’in beklemediği bir öneriydi. Şöyle dediğini açıkladı Evren: “1980’den beri çok yoruldum. Ne kadar zor durumlarla karşılaştım. Ömrümün sonuna yaklaştım. Artık biraz da dinlenmeye ihtiyacım var. Yaptığım hizmetler yeter. Yerleşeceğim evi bile yaptırmaya başladım dedim. Özal, ‘Ben de aynı durumdayım. Memleket, millet menfaati gereği bu görevlerde kalmamız gerekir’ diye karşılık verdi. Şimdi bunu konuşmamızın sırası değil, kapatalım bu meseleyi. Cumhurbaşkanı seçimine daha iki seneye yakın zaman var. Zamanı gelince konuşuruz diyerek konuyu kapattım.” Fakat Özal, Evren’e ikinci bir 7 yıl daha Cumhurbaşkanlığı önerirken anayasal kimi sorunları çözümlemek gereğini de önerinin hemen başında söylemişti. Anayasanın Cumhurbaşkanlarının bir kez 7 yıl görev yapacağını içeren kuralı aşmak gerektiğinin altını çizmişti. Parlamentoda Evren’i seçtirmenin olanaksızlığını bildiği için (nitekim bir başka konuşmamızda Evren, bir kez Cumhurbaşkanlığı sorunu aşılsa bile parlamentonun kendisini seçmeyeceğini söyledi.) Cumhurbaşkanlarını halkın seçmesi kuralını anayasaya getirmekten söz ediyordu. Özal, Evren’e Cumhurbaşkanlığı önerisini yaparken asıl düşüncesi anayasal zorluklar mıydı? Yoksa, güçlü bir rakip Evren’in HAYAL ve GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR Sıra Kahvede Konuşanlarda Bir önceki yazım ayrıcalıklarla ilgiliydi, ondan önceki de öğrencilerin protesto gösterileri nedeniyle aldıkları ceza üzerine... Demeye kalmadı, iki yazının ortak noktası, son protesto olaylarında apaçık ortaya çıktı. Önemli olan, şu olayda bu olayda, şu polisin bu polisin tutumu değil. Önemli olan, bu ülkede birilerinin kendisini, ötekilerden üstün görme saplantısından bir türlü kurtulamaması... Hele ki yönetici konumuna gelmişse kendisine karşı çıkanları, kendisinden olmayanları düşman görüp elindeki devlet imkânlarını kullanarak onları ezmeye kendinde hak görmesi... Bu ancak askeri dönemlerde normal karşılanacak durum ülkemizde çok garip bir biçimde o rejimden en çok şikâyet edenlerin yönetiminde de aynen devam ediyor. Bizim lise, üniversite yıllarımızdaki eylemlerde de polis aşırı güç kullanırdı. Neyse ki o zamanlar robocop gibi değillerdi, ellerinde öyle biber gazı filan yoktu. Bizden çok önce, 60 ihtilali öncesinde üniversite eylemlerinde yine kız öğrenciler saçlarından yerlerde sürüklenmişti. Ama galiba bir fark daha var. O zamanlar, her iki dönemde de en azından bunlara karşı çıkan rektörler, dekanlar, hocalar, sivil toplum örgütleri vardı. Hatta ne hazindir ki, 60 ihtilalinden önce dönemin hükümetine mektup yazan kara kuvvetleri komutanı, öğrencilerin polis tarafından bu türlü saldırıya uğramasından şikâyet ediyor, demokrasiye aykırı bulduğu bu tutumdan ötürü hükümeti uyarıyordu. Türkiye’de öğrenci eylemleri eskisi gibi bir nitelik taşımıyor. Ama öğrencilerin haklarını ya da şikâyetlerini dile getirmelerine de artık izin verilmiyor. Onlara verilmiyor da işçilere veriliyor mu? Onu da bırakın, işverenlere veriliyor mu? Basına veriliyor mu peki? Herkesin aynı şeyi söylediği, söylemeyenlerin mutlaka suçlandığı, işinden gücünden edildiği, hapse tıkıldığı bir ortamda öğrencilerin dövülmesine şaşıracak bir şey yok. Peki ama hem Avrupa Birliği sürecinde hızla ilerleyeceğiz, anayasamızı demokratikleştireceğiz, açılımlar yapacağız derken aynı anda “makul” bulunmayan hiçbir eleştiriyi kabul etmeyip kafamızı kuma gömerek mi yaşayacağız? Askeri rejim zamanlarındaki gibi “beğenilen”, “istenen”, “kabul gören” öğrenciler yetiştirip onlara mı geleceği teslim edeceğiz? Yoksa yakında kahvelerde oturduğu yerden memleket kurtarma sporuyla gün geçiren emeklileri de toplayıp GBT’lerine mi bakacağız? [email protected] Ö Oyun içinde oyun Özal, Evren’e 2. kez Cumhurbaşkanlığı öneriyor ve bir daha bu öneriden hiç söz etmiyor. Evren daha sonra anılarına şunu yazıyor: “Benden hayır cevabı alabilmek için böyle bir senaryo hazırlamış.” yeniden seçilmek niyetinde olup olmadığını öğrendikten sonra mı Cumhurbaşkanlığını tezgâha koymayı planlıyordu? Bu ikinci olasılığı Evren anılarında doğruluyor: “1989 senesinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi iyice yaklaştığında ve basında kendisinin (Özal’ın) aday olacağı yazıldığında bile bana bundan hiç bahsetmedi.” Bahsetmezdi: Zira Evren 1987’deki görüşmede daha iki yıl var Cumhurbaşkanı seçimine, o zaman konuşuruz sözünden sonra Özal; zaten Evren’in ikinci kez Cumhurbaşkanlığını o tarihte bir daha açmamak kararıyla kapatmıştı! Evren’in anılarına dönelim. Yıllar sonra Özal’ın bir kez Cumhurbaşkanlığından bir daha hiç söz etmemesini şöyle yorumluyor: “Şimdi düşünüyorum da demek ki Özal o zaman bana söylediklerinde samimi değildi” diyor. Çok geç kalmış bir değerlendirme. Paşa ne siyasetteki oyunları biliyor, ne Özal’ı tanıyabilmiş. Devam edelim anılara. Evren, düş kırıklığı içinde, “Benden hayır cevabını alabilmek için böyle bir senaryo hazırlamış…” diyor. Daha sonra, 1989 yılı. Çankaya seçimine az bir zaman kalmış. Özal Cumhurbaşkanı adayı olacağını yalanlamıyor. Bir başka görüşme: Evren, “Hem doğru bir değerlendirme yaparak partisinin başından ayrılmaması gerektiğini vurguluyor hem de 1989 Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştığında tarafımdan kendisine ‘Eğer Cumhurbaşkanı seçilirsen partinde çok dalgalanmalar olur. Partinin başına geçme mücadelesi başlar. Bu parti senin çocuğun sayılır. Sen çocuğunu bırakıp gidiyorsun. Siz ne yaparsanız yapın diyorsun’ şeklinde söylediğimde bana uzun uzun Cumhurbaşkanı seçilmesinin yararlarından bahsetti ve benim telkinlerimi dinlemedi… Onun için (7 Ocak 1987’de) Çankaya’da söylediklerinde, Özal samimi değildi diyorum. Veya 1992’de yapılacak seçimlerde iktidar olamayacağını anladı. Muhalefette kalmaktansa (Özal’ın asla muhalefete düşmeyeceğini sık sık yinelediğini dikkate alan Evren bu yargıya varıyor) Cumhurbaşkanı olarak 7 sene daha kendimi garantiye alırım diye düşündü.” (Bir anımsatma: Demirel de 1993’te Özal öldükten sonra, “Çocuğu sayılan partiyi bıraktı. Memlekete daha hayırlı hizmetler yapabilmek için Çankaya’ya çıktı”.) Özal, Evren’in yanından çıktıktan sonra kapıda bekleyen gazetecilerin “Cumhurbaşkanı ile görüşmenizde Çankaya sorunu gündeme geldi mi?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Hayır. O konuyu görüşmedim.” Bir gazeteci Özal’a “görüştüğü kimi parti üst düzey yetkililerinin Özal’ın adaylığını destekleyeceklerini” söylediklerinden söz etti. Yanıt: “Bazı köşe yazarları ben aday olacağım diye çat çat çatlıyorlar. Öyleleri var. Ben öylelerine kızıyorum. TC Cumhurbaşkanı olabilmek için milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olmak kâfi. Bir de yüksek tahsil var. Bu şartları haiz olduğuma göre aday olabilirim de… Ama olmayabilirim de. Onun için kimsenin sevinmesine gerek yok.” Ya sistem değişikliği? “Cumhurbaşkanının bugünkü haliyle yetkilerine bir ilave ve çıkarma yapılmadan halk tarafından seçilmesini tercih ederim.” Bir süredir tartışılan bu öğelerin bir değeri yoktu. ‘U dönüşü’ faciası: 5 ölü SAKARYA (Cumhuriyet) D100 Karayolu Çaykışla mevkisinde Sakarya’dan Düzce istikametine giden İshak Erdoğan (66) yönetimindeki 41 DE 835 plakalı otomobil, kavşakta manevra yapmaya çalışan Nazmi Kurt (35) yönetimindeki 51 AS 425 plakalı TIR’ın dorsesine çarptı. Otomobil sürücüsü Erdoğan ile kimliği belirsiz üç kişi otomobilde sıkışarak öldü. Bir yaralı da hastaneye kaldırılırken hayatını kaybetti. ‘Türkiye’nin üyeliği sorgulanamaz’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Tayyip Erdoğan, Polonya Başbakanı Donald Tusk ile düzenlediği ortak basın toplantısında 2 ülke arasında vizenin kaldırılması için büyükelçilerin önümüzdeki günlerde görüşmelere başlayacağını belirtti. 2011’in ikinci yarısında AB Dönem Başkanlığını üstlenecek Polonya Başbakanı Tusk da “Daha önce de söylediğim gibi bizim için Türkiye’nin AB üyeliği sorgulanamaz” dedi. Uras: AKP ‘ipe un seriyor’ Bu sözler yeni bir 12 Eylül mü geliyor diye yorumlandı. İlk olarak Erdal İnönü konuşmaya tepki gösterdi: “Anayasa dışı müdahaleler dönemi kapanmıştır. Kimse bu yollara heveslenmemeli, boş hayallere kapılmamalı” dedi. Özal ise kısa demecinde: “Tekrar demokratik sisteme dönüşümüz anarşi döneminin kapatıldığı 12 Eylül harekâtıyla olmuştur.” Özal 12 Eylül harekâtının karşısında değildi. Destekliyordu! Tabii en sert karşılık Demirel’den geldi. Basın toplantısı yaparak: “Biz burada Türkiye’de hürriyetçi demokratik cumhuriyeti yerleştirmeye, korkuları ortadan kaldırmaya ve Türkiye’deki rejime demokrat cumhuriyet denilebilmesi için her türlü gayreti sarf etmeye devam ederken Sayın Evren dünyaya Türkiye’yi müdahaleler ülkesi olarak ilan etmiştir. Sayın Evren 12 Eylül lideri olarak mı konuşuyor, TC Cumhurbaşkanı olarak mı konuşuyor, bunu da karıştırdım” diyor; anayasadan kimi maddeleri anımsatarak uzun açıklamalarını şu cümle ile bağlıyordu: “Devletin güvenlik güçlerini sanki devletin ve rejimin güvenlik güçleri gibi değil de, müdahalelerin güvenlik güçleri göstermeye hakkı yoktur.” İlk aşamada Köşk, Ali Baransel kanalıyla bir açıklama yaptı: “Sayın Cumhurbaşkanımızın 12 Eylül askeri müdahalesine ilişkin sözlerinin amacını aşan bir yaklaşım içerisinde değerlendirildiğini düşünmektedir.” İş TBMM’ye kadar uzadı. Gündem dışı konuşmalarda 12 Eylül ile ilgili yoğun eleştiriler yapıldı. Evren de boş durmadı. Gazetecileri çağırdı. 12 Eylül öncesine ve Başbakanı ile ilişkilerini gösteren dosyalar gösterdi. Ve... beklenmedik bir karar açıkladı. Bu ağır ithamlar, suçlamalardan sonra… Cumhurbaşkanı’nın, iki ayda bir muhalefetle yaptığı görüşmelere 16 Mayıs 1988 Cuma günü devam edeceği açıklandı. YARIN: DEMİREL: UFUNETİMİ BOŞALTTIM eni yılın ilk aylarında EvrenDemirel arasında çok sert tartışmalar izlendi. Demirel yurtiçi gezilerine devam ediyor; örneğin Trabzon ve Samsun’da halka pahalılıktan yakınırken, “Bu hükümetin yaptığı zulümdür. Bu iktidar partisi hâlâ 12 Eylül sofrasından yemek yiyor. Partiler kapanmasaydı bunlar iktidarda olabilir miydi?” diyordu. Evren, Çankaya’dan Demirel’in gezilerini ve söylediklerini dikkatle izliyor ve 12 Eylül’e yüklenen sözlerine fena halde bozuluyordu. Bir çatışma, bir kapışma olasıydı. O da Trabzon’a gidecek ve orada Demirel’e yanıt verecekti. Demirel’in DYP Ankara İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada 12 Eylül’den önceki duruma değinen cümleleri bardağı taşıran damla oldu, şöyle diyordu: “Ben ne yapabilirdim ki? Elimde güvenlik güçleri var. Görevi yapmıyorlar.” Evren turizm mevsimini açmak üzere gittiği Trabzon’da Demirel’e yüklendi. 1980’de müdahale olmasaydı iç savaş çıkacağını, aynı ortam yine doğarsa yine müdahale olacağını söylüyor ve “12 Eylül’de bize geç bile kaldınız, diyenler şimdi ‘12 Eylül yapılmamalıydı’ diyorlar. ‘İyi yaptınız’ diyenler aradan zaman geçti, şimdi ‘yapılmamalıydı’ diyorlar. Bütün gazeteler methiye doluydu. Ne çabuk unutuldu. Şimdiki bütün sıkıntıları 12 Eylül’e yüklüyorlar.” (Not: Bu sözleri 2010’da 12 Eylül yöneticilerinin, başta kendisinin yargılanmasını isteyenlere karşı da söyledi.) Sonra Demirel’e ve diğer parti liderlerine doğrudan saldırıya geçen cümleler sıraladı: “12 Eylül 1980 günü yayımlanan (1) numaralı bildiriden bir pasaj okuyorum. Burada ‘Devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür’ deniliyor. Bu da harekâtın o nedenle gerçekleştirildiğini gösteriyor… Bunları ara sıra hatırlatmakta, unutanların tekrar kulağına sokmakta yarar var.” Y 12 EYLÜL ÜZERİNE KAPIŞMA Kapışmanın son durağı Köşk! Demirel, Köşk’e hazırlandı. Bu arada Evren’in bir gazeteciyle yaptığı ilginç konuşma gazetelere yansıdı. Evren’le yaptığı görüşmenin metninde bu görüşme de yer alıyor. Gazeteci: Kanunlar çıkarmadı diyorsunuz. Bu kanunları Demirel ve hükümeti Meclis’e sevk etmedi mi? Evren: Etti! Gazeteci: AP bunlara Meclis’te oy verdi mi? Evren: Verdi! Gazeteci: Kimler vermedi? Evren: Ecevit ve Erbakan! Gazeteci: Siz onları suçlayacağınız yerde Demirel’i suçluyorsunuz. Demirel’i niye Zincirbozan’a gönderdiniz? Evren: Ben istemedim ama öbürleri (MGK üyeleri) istedi. (Oysa Evren’in anıları olayı pek böyle göstermiyor.) Gazeteci: Demirel’e çok haksız muamele yaptınız. Onun haleti ruhiyesini anlayışla karşılayın, hem bu tartışmayı uzun sürdürmeyin. Demirel’i alt edemezsiniz. Evren: Bunu da biliyorum! ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) Ankara İl Örgütü, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasıyla ilgili olarak TBMM’nin önünde eylem yaptı. Ellerinde mumlarla Dikmen Kapısı’nın önüne yürüyen grup, “Darbecilerle vicdan ve adalet önünde hesaplaşmak için adalet nöbetindeyiz” yazılı pankart açtı. Eylemcilere destek için gelen BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras da darbecilerin yargılanması konusunda iktidarın “ipe un serdiğini” belirtti. Baykal tazminat kazandı ANKARA /MERSİN (Cumhuriyet ) Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Hürriyet gazetesinde yayımlanan “onlar ama montaj var” başlıklı haberde “kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu” iddiasıyla açtığı davada, gazete ve haberi yazan Soner Gürel’den 10 bin TL manevi tazminat kazandı. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun hayali ihracat ve uyuşturucu ticaretiyle suçladığı AKP’li Dengir Mir Mehmet Fırat’ın şirketinin Kılıçdaroğlu alehine açtığı 350 bin TL’lik tazminat davası da mahkeme tarafından reddedildi. Bankayı açık unuttular ANTALYA (Cumhuriyet Bürosu) Antalya’da bir banka şubesinin çalışanları, kapıyı açık unutup öğle yemeğine gitti. Para yatırmak için bankaya gelen Ahmet Şefik Sümer, banka içerisinde bir süre çalışanları aradı. Sümer, “Başkası olsa bankada para dolu kasa kalmazdı. Büyük bir sorumsuzluk” dedi. Şans topu çekildi Şans Topu’nda 5 +1 bilen 3 kişi 204 bin 822’şer lira kazandı. Numaraların 3, 4, 8, 19, 33, 6 olarak belirlendiği çekilişte; 5 bilenler 2 bin 69’ar, 4 +1 bilenler 185’er lira, 4 bilenler 18 lira 25’er kuruş, 3 +1 bilenler 9 lira 80’er kuruş, 3 bilenler 2 lira, 2 + 1 bilenler 2 lira 90’ar kuruş, 1 + 1 bilenler 1 lira 40’ar kuruş kazandı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle