20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 8 ARALIK 2010 ÇARŞAMBA AÇI MÜMTAZ SOYSAL Ataşehir’e Selimiye... Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ek hizmet binaları yanında yükselen cami inşaatını bir süredir izliyorum. Merkezi kubbeyi taşıyan yarım, çeyrek ve sekizliklerin görevini beton yapıdaki çelik çubuklar üstlenmiştir. Kopyalayıp İstanbul’a taşıyamayız; ama bu uygulamadan yola çıkarsak, sanırım, Ataşehir Camii’nin Sinan geleneğine yakışan en azından aykırı düşmeyen tasarım ilkelerini bulabiliriz. ONUNCU KÖY nusunda da yetkileri olmalı herhalde. Süleymaniye’nin restorasyon bütçesini bilmiyorum. Yeni Selimiye’nin ön keşif bedelinin 35 katını alalım, finansmanı 1015 yıla yayalım, bulacağımız maliyetin sıfırlarını saymakta zorlanırız. Bir inşaat ve örgütleme dehası olan Sinan, yüzyılın mimarbaşı, başmühendisi ve tam yetkili bayındırlık bakanı idi. Ataşehir Selimiye’nin yapımını tek başına üstlenecek ya da konsorsiyumları yönetecek ikinci bir Sinan bulunabilir mi? BEKİR COŞKUN Üniversite ve Polis OLAY hayra alamet sayılmaz. Nitekim yankıları ve tartışılması hâlâ sürüyor. Bu ülkenin yakın tarihinde üniversite gençliği ile iktidar arasında sürtüşmeler başlayıp araya bir de polis şiddeti girmişse gelişmelerin nereye varacağı az çok bellidir. Bu çeşit olayların sıradan terörle ya da ideolojik kavgalar içindeki genç grupların kapışmasından ve vuruşmasından farklı yanı şudur: Üniversite gençliği, özellikle geçimin güçleştiği ve çocuk okutmanın pahalılaştığı şimdikine benzer dönemlerde, oğulun ya da kızın üniversiteye gider olması ana baba açısından çeşitli nedenlerle çok özel ve kritik bir toplum kesitidir. Üniversiteli genç, bin bir çabayla ve özveriyle ortaöğretimi bitirmiş, meslek seçme ve mesleğe hazırlanma aşamasına, ailenin umutları da gerçekleşme aşamasına gelmiştir. Oğlanın ya da kızın tam bu aşamada başına bir şeyler gelmesini kimse istemez. Aksi gibi gençler için bu dönem siyasal bilinçlenmenin başladığı, ülke sorunlarına ilginin arttığı yıllara rastlar. İçinde yaşanan ortam bu uyanışı daha da arttırır. Aile ise bilginin ve ağırbaşlılığın egemen olmasını beklediği üniversite ortamının şiddete dönüşmesini hiç istemez. Son olay, en çok bu bakımdan endişe verici olmuştur. onu, elbette gençliğin protesto eylemlerinde uygulanacak önlemler açısından yumuşaklık ve titizlik gerektiriyor. Protestocular, geçim kavgası veren işçilerden, statü sorunları için mücadele eden kamu görevlilerinden ya da iktidar kavgasındaki kalabalıklardan farklıdır. Üniversite çağına geldikleri için yeni edindikleri önemliliği, rüştlerini ispatlayarak yaşama atılıp sorumluluk yüklenme aşamasına geldiklerini göstermek isteyeceklerdir. Yaşları da onur kırılmasına hiç elverişli sayılmaz. En kırılgan yaştadırlar. Üniversite yönetimlerinin, olgun yaştaki öğrencilerle haşır neşir olmuş sorumlular olarak, böyle olaylarda uygulanacak yöntemler açısından büyük hatalar işlemeyecekleri bellidir. Yerleşke güvenlikçilerinin de. olayısıyla, son olaydaki en büyük yanlışın protestocu üniversiteliler ile sıradan toplum olayları için eğitilmiş polisi karşı karşıya getirmek olduğunu söyleyip bundan ders çıkarmak gerekmez mi? Sen Kim, İleri Demokrasi Kim?.. Sormuştu ya size; “Şimdi biz neye geçtik?...” “………?” “İleri demokrasiye…” Demokrasinin normalini uyguladı çünkü, ilerisi kalmıştı… Sen kim, ileri demokrasi kim… Bu ülkenin aklı kaymış liberalleri, demokratları, aydınları, biraz geç de olsa bunu öğrenmeli bence; dinciden demokrat olmaz… O tartışmamayı öğrenmiştir… Onun kendine göre doğrularının aksi asla söylenemez… Savlarından “şüphe” etmek bile günahkâr kılar da insanı, maazallah yok edilmeye kadar götürür sizi… Sıkıysa önerin bakalım: Mesai saatine denk gelen ve işleri aksatan oruçiftar vakitlerinin on dakika değiştirilmesini… Ya da teknoloji harikası temizlenme yöntemleri gelişmişken, sıvazlamalı aptes şeklini… Kuran’da olmadığı halde; türbanı, kurbanı… Bütün dünya yiyor, bir şey olmadığına göre hadi bir lokma domuz eti yenilmesini… Hadi en hafifi; düğünde dansı… Dinci ile tartışın da görelim… Dini siyaseteticarete alet etmemiş, sadece temiz dünyasında yaşayan dindarları tenzih ederim, onlarla ilgisi yok bu dediğimin… Ama dinci… Yani dini siyasette, ticarette kullanan… O asla demokrat olamaz… O tartışmamayı öğrenmiştir, tahammül edemez aksi görüşlere, onların kafalarında uzlaşma kültürü yoktur… Bu nedenle hep azarlıyor sizi… Tahammülsüz… Hoşgörüsüz… Asla eleştiri istemiyor… Eleştirildiğinde deliye dönüyor, yırtınıyor, bağırıyor, çağırıyor, azarlıyor… Olmadı işte kaç gündür izliyorsunuz sesini yükseltenlerin başına ne geldiğini; dövdürüyor, coplatıyor, yerlerde sürükletiyor… Daha da olmadı, hapishanelere dolduruyor ağzını açanları. Ve siz ondan “demokrasi” bekliyorsunuz… Hem de ileri demokrasi… Öyle mi?.. [email protected] Bozkurt GÜVENÇ ayın Başbakan, partisinin ya da hükümetin İstanbul için tasarladığı bayram hediyesini açıkladı: “Ataşehir’e Selimiye!” Anadolu yakasında bir Selimiye vardı. Yeni Selimiye kışla değil, Mimar Sinan’ın ikinci Osmanlı başkenti Edirne’deki görkemli eserinin tıpkısı olacak. Restorasyonu biten ve hizmete açılan Süleymaniye’den sonra “Karşıyakaya” da böyle bir eser yapılabilir mi? Evet! Yakışır mı? Tartışmalı! Yapılmalı mı? Hayır! Fikir projesini açıklayan Başbakan’ın seçim yatırımından çok, ülke çapında bir eğilim yoklaması yapmak istediğini; şehirci, mimar ve sanatçılardan, yazarçizerlerden görüş ve öneri beklediğini sanıyorum. Konuyu Doğan Kuban’a önermiştim; biraz ağırdan alınca, yazmak bana düştü. Karşı çıkılsa da siyasi/ milli (!) iradenin kararından dönülmeyeceğini biliyorum. Hedefim, hükümeti niyetinden caydırmak değil, düşünmek ve seçenek önermek. S K şında? Taklit, geleneğe saygılı, başarıya tutkulu, demokrasiye hevesli ülkemizde Sinan’la bağdaşmayan bir davranıştır. Kubbeli yapıların gizemi, yarım kürenin, yarım, çeyrek ve sekizlik küçük kubbelerle dengelenip geometrik olarak, çemberin kareyle taşınmasıdır. Mimar Sinan, Şehzade’de 8, Süleymaniye’ de 2 ve ustalık eseri Selimiye’de 8 çeyrekle sorunu çözmekle yetinmemiş, Mihrimah Sultan Camii’nde çeyrekleri de kaldırıp uykularını kaçıran bir cesaretle, kubbeyi doğrudan dört duvara oturtmuştur. Mekânın bütünlüğüne hayran kalan Bizans tarihçisi bir konuğumuz, eserin mimarıyla tanışmak isteyince, rehberimiz Behçet Ünsal Hoca, nezaketle, “Biraz önce, Süleymaniye’de türbesinin önünden geçtik” demişti. İslamabad Camii Pakistanlılar, uluslararası işbirliği ile gerçekleştirilen İslamabad Camii ve Külliyesiyle haklı olarak övünür: “Biz yaptık” derler. Dalokay’ın önerisine uyarak betonu kendi elleriyle dökmüşlerdir. Konsorsiyumların yapacağı yeni Selimiye’de acaba bizlere de övünebileceğimiz bir iş kalır mı? Özetle, Selimiye’yi kopyalamaktansa, Sinan mirasına layık çağdaş bir cami yapabiliriz. Gökkubbe altında hiçbir yapı büyük değildir. Ataşehir’e öyle güzel bir cami yapalım ki, UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine girsin, gelecek kuşaklar onunla da iftihar etsin, ona sahip çıksın. Köprü ayağındaki Ortaköy Camii Barok geleneğinin başarılı örneklerinden biridir. Camiyi inceleyen Parisli konuğum Mimar Balyan’ın Güzel Sanatlar’da eğitim gördüğünü hatırlattı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ek hizmet binaları yanında yükselen cami inşaatını bir süredir izliyorum. Bu eser cami yapımında kesme taştan betonarmeye geçişin ileri bir aşaması sayılabilir. Merkezi kubbeyi taşıyan yarım, çeyrek ve sekizliklerin görevini beton yapıdaki çelik çubuklar üstlenmiştir. Kopyalayıp İstanbul’a taşıyamayız; ama bu uygulamadan yola çıkarsak, sanırım, Ataşehir Camii’nin Sinan geleneğine yakışan en azından aykırı düşmeyen tasarım ilkelerini bulabiliriz. Selimiye’nin Ataşehir’deki kopyası Her eserinde özgün çözümler deneyen Sinan’ı kopyalamak, Usta’ya saygı değil saygısızlık olur. Stadyumların açılırkapanır kubbelerle örtüldüğü günümüzde kopyalamak marifet sayılmaz. Mimarlar, sanatçılar Roma’daki Pantheon’dan ve Michelangelo’dan çok Floransa’daki Brunelleschi kubbesiyle ilgilenir. Trakya düzlüğünde bir sanat anıtı olarak dimdik ayakta duran Selimiye’nin Ataşehir’deki kopyası?.. Sorunu tersinden okursak: Selimiye’nin çevresine Ataşehir’in TOKİ bloklarını, holdinglerini, AVM’ lerini, gümrük depolarını, TIR parklarını dikecek olsak, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulları ne derdi, acaba? Kopyalama ko Türk Kültürü Merkezi Kanuni’nin Hassa Mimarı Koca Sinan’ın 16. yüzyılda üstün bir tasarım ustalığı, kusursuz bir taş işçiliği ve sınırsız devlet desteğiyle gerçekleştirdiği eserin tıpkısı, bugünün inşaat teknolojisi ile yapılabilir tabii önşartlar sağlanırsa. Ne var ki özgün esere benzettiğimiz sürece taklitten, kopyadan öteye geçemeyiz. Sinan’dan esinlenerek Tokyo’da cami formunda inşa edilen Türk Kültür Merkezi’ni duyanlar olmuştur da tartışmalı bir yeniliğini bilen var mıdır zemin kattadaki imam hatip okulu dı D [email protected] Sarsan Sorular... Eğitimci Yazar “İleri demokrasi böyle mi olur?” Polis, öğrencilere biber gazı ve copla saldırıyor, onları yerlere serince, öğrenciler bu soruyu soruyor. İnsanı aydınlatan yanıtlar değil, sorulardır. Yeter ki, yerinde bir soru gelsin. Soru sormak için öğrenmek, bilmek, yürekli olmak gerekiyor. Bilgi düzeyi düşük kişilerin soru sorduğunu pek göremeyiz. Tevfik Fikret, ilk kez 1913’te sordu: “Ne olacak bu memleketin hali?” O günden sonra bu soru her yurtseverin dilindedir. Mustafa Kemal Atatürk’ün Fikret’i çok sevdiğini biliyoruz. Boşuna değil. Bu soru, dünyayı yerinden oynattı. Tüm uygar ülkeleri sardı. Dili, ağzı, gözü bağlı ülkelerin böyle bir sorunu yoktu. Bizden ayrı herkes soruya yanıt aradı. Biz ne yaptık? Gençleri önce astık! Sonra yargıladık. Yıllar geçtikçe gençlerin haklı olduklarında birleştik… Soruların tümünün toplumsal olması gerekmez. Bakarsınız, küçük bir çocuğun yüreğinden gelen titreşimlerle oluşan bir soru milyonları düşündürebilir. Prof. Doğan Cüceloğlu, 1960’ların sonuna doğru, akademik çalışmalar için ABD’ye gider. Orada evlenir. Bir oğlu olur, beş yaşına gelir. O yıl Cüceloğlu, eşinden ayrılıp yurda dönme kararı alır. Oğlu da yolcu edenler arasındadır. Babasının uzaklara gideceğini anlayan çocuk, babasının bacaklarına sarılır, hıçkıra hıçkıra ağlarken ağzından, “Babaaa! Ben kiminle güreşeceğim” sorusu dökülür. 25 yıl sonra Cüceloğlu bir televizyonda konuşurken oğlunun o sorusunu anımsayınca gözyaşlarını tutamadı... Mersinli çiftçi umutla yaklaşmıştı Başbakan’a. Derdini anlatacaktı: “Ne olacak bizim halimiz? Anamız ağladı!” Ne yanıt verildiğini herkes bilir... İş, o soruyu sorabilmek! Soru, gerçeğe, geleceğe pencere açmaktır. Ufacık bir soru, sırasında dünyanın gidişini değiştirir... Nusret ERTÜRK C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle