19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 14 ARALIK 2010 SALI EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Üniversite Öğrencileri Ne İstiyor? Parlamenter sistemle yönetilen bir ülkede gençliğin, korkuyla, disiplin cezalarıyla, polis gücüyle susturulamayacağına biz 68 kuşağı olarak tanık olduk. Yapılan her baskı, her haksızlık yeni olayları körükler, konuşan ve direnen öğrenci sayısı kar topağı gibi giderek büyür. Yirmili yaşların gençliği her zaman idealisttir. Bedeni zayıf da olsa yüreği güçlüdür, gözü karadır. göstermek yerine bu noktaya nasıl gelindiği, olayın arka planının ne olduğu, öğrencilerin neden bu eyleme yeltendikleri, objektif ve önyargısız biçimde irdelenmelidir. İktidar partisi sözcüleri ve iktidar yanlısı basın, maalesef konuya önyargılı yaklaşmışlar, öğrencilerin bazı illegal örgütlerle ilişkili olduğunu öne sürerek gençliğin yaşadıklarını ve taleplerini görmezden gelmişlerdir.. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Her Yumurta, Bir Uyarıdır! TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yumurta yağmuruna tutuldu. İlk kez olan bir şey değil. Dünyanın başka yerlerinde de birçok politikacı, devlet adamı böyle protestolarla karşılaştı. Demokratik bir eleştiri, tatsız bir karşı koyma, deyip geçtiler. Ama AKP iktidarının en sağlam hukuk dayanaklarından biri olan Sayın Kuzu, yumurtalarla omlet olmayı kendine yakıştıramadı. Yakışıksız sözlerle gençleri yerdi, attıkları yumurtaları yemeye çağırdı. Bir de bakın neler söyledi! “Ergenekon içinde sıkışmış vaziyetteler, güvendikleri asker ise kendi alanına çekildi, darbe yapacak gücü takatı da kalmamıştır. Yargı da son anayasa paketi ile kendi alanına çekildi... Şu anda ellerindeki tek koz, öğrenciyi sokağa dökmek... Öğrenciyi sokağa dökerek hükümeti yıkmak peşinde olanlar işin arkasında; yazık olur bu gençlere, eğitimlerinden olurlar, pisi pisine dayak yerler... Bunun arkasında Ergenekon bağlantılı güçler var. Halkevleri ve Perinçek’in uzantıları”... AKP’nin coşkulu yandaşı Kuzu Bey, her şeyi kendi ağzıyla açıklamış! Evet, doğru söylüyor, Türk ordusunu da, Türk adaletini de bitirmişler, kıpırdayacak, herhangi bir ses çıkaracak hal bırakmamışlar. Yani bir tek adamın istekleri gerçekleşmiş. AKP’nin faşizme pek benzeyen yönetim anlayışına karşı çıkacak kimse kalmamış. Ama gençler var, Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti emanet ettiği, gençlik var. Onları dayakla, copla, aylar yıllar süren hapisliklerle korkutup susturmaktan başka çareleri yok! Koskoca anayasa profesörü çürük yumurtaları yiyince, hepimizin bildiği çirkin gerçekleri bir bir işte böyle boşaltmış... Gençlerin elinde ne var. Tabanca mı, tüfek mi, bıçak mı? Hiçbir şey! Yalnız seslerini duyurmak istiyorlar sağır kulaklara!.. Atatürk Cumhuriyeti’ni değiştirmek, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun istediği gibi, yeniden Osmanlı Devleti yapmak düşüncesine, karşı çıkıyorlar... Gençlerle birlikte olmak yetmez, yanlarında, önlerinde olmalıyız. Atatürkçü milletvekilleri, hukukçular, aydınlar, öğretim üyeleri herkes, hepimiz. Tek görev Cumhuriyeti, gerçek demokrasiyi savunmaktır. Bugün Silivri zindanları bu yolda savaşım verenlerle dolu. Tutuklulardan biri, emekli Albay Atila Uğur bakın ne diyor: “Ülkemizin içinde bulunduğu durumdan kurtarılması, 1920’lerdeki İstiklal Savaşımız ve Cumhuriyetimizin korunması sürecinden daha da zordur.” Evet tek umut gençlikte, gençlerde, genç olanlarda! Hangi yaşta olurlarsa olsunlar gençliklerini yaşayanlarda... Şemsiye… Hep şemsiye ile gezeceksiniz. O şemsiyeler, bu ülkede herkesin koyun sürüsü olmadığının bir simgesi olarak hep yanınızda, hep gözünüzün önünde, hep elinizin altında ve hep kafanızda olacak. Normalde şemsiyeler açık alanlar için lazım değil mi?.. Ama siz kapalı yerlere girerken de bakacaksınız, şemsiye hani?.. Siyah ve uzun şemsiyelere baktıkça, küçük ve beyaz şey aklınıza gelecek; yumurta… Çünkü yumurtalar; bir ulusu sindirdiğinizi sandığınız içindir… Evden çıkarken tembihleyecek “hanım”larınız: “Şemsiyeni aldın mı?..” “…….!” “Unutma, yumurta havadan gelirken açacaksın, yani geldikten sonra açmışsın faydası yok… Baktın ki geliyor, ya destur, ya Bilali Habeş de, aç…” “…….!” “Yandan geldi mi yana, alttan geldi mi alta…” Çünkü yumurtalar; insanların başka türlü konuşmasına izin vermediğiniz içindir… Bu nedenle artık şemsiye olmadan yapamazsınız. Çünkü bu milleti tanırım ben, birisi yumurta attı mı kalanları da atacaktır… Eh, doğal olarak ne kadar yumurta, o kadar şemsiye... Yeni şemsiyeler gerekli; otomatik şemsiye, yarı otomatik şemsiye, hedefe kilitlenen şemsiye, pompalı şemsiye… Yumurtaya benzer, yuvarlak, havada, uçuk, kötü amaçlı, belirsiz cisim görünce kendiliğinden açılan optik şemsiye… Siz her ağzınızı açtığınızda otomatik açılmazsa… Belki şapka biçiminde şemsiye… Daha ne yapılabilir, iktidarın kafası söz konusuysa… Ve her zaman korumalarınızı çağırıp çağırıp uyarmalısınız: “Şimdi baktın ki yumurta geliyor….” “Derhal şemsiyeyi açarım efendim….” “Ya ki açılmadı?..” “………..?” “Yine de öyle tut ki, kafamı sokayım açılmamış şemsiyenin içine…” Çünkü yumurtalar; başka türlü anlamadığınız içindir… [email protected] Prof. Dr. İsa EŞME Ü niversite öğrencileri, eylemleri ve talepleriyle yıllar sonra ilk kez gündemde yer almaya başladı. Yazılı basında özellikle TV kanallarında konu daha çok Ankara Üniversitesi’nde yaşanan “yumurtalı protesto” boyutuyla ele alınmakta, yalnız bu eyleme bakılarak konu farklı alanlara çekilmektedir. Öğrenci olaylarını doğru okuyabilmek için fotoğrafın bütününe bakmak gerekir. 1980 askeri yönetimi sonrası izlenen politikalarla öğrencilerin ve üniversitelerin susturulduğu ve 1970’li yıllarda yaşanan acılardan sonra toplumun büyük çoğunluğunun da bu politikadan yana olduğu bilinmektedir. Gerçekte böyle bir politika, Cumhuriyeti gençliğe emanet ettiğini, Nutuk’un sonunda yer alan “Gençliğe Hitabe”’de açıkça ortaya koyan Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün beklentileriyle hiç örtüşmemektedir. 12 Eylül yönetimi, onun beklentisinin aksine, gençliği susturmuş, ülke sorunlarına duyarsız, sadece dersini çalışan, ödevini yapan “uslu bir gençlik” yetiştirme projesini hayata geçirmiş ve ülkenin bugünlere gelişinin altyapısını hazırlamıştır. Suskun bir üniversitenin ve gençliğin geleceğimiz açısından kaygı verici olduğunu düşünenler, son birkaç aydır bazı üniversitelerde ve son olarak Ankara Üniversitesi’nde yaşananlardan sonra, “acaba gençlik uyanıyor mu” demeye başlamışlardır. Demokrasi kulvarında kalındığı, şiddet ve kavga ortamına gidilmediği sürece, susan gençlik yerine, hakkını arayan, ülke sorunlarıyla ilgilenen ve konuşan gençlik, geleceğimiz için elbette daha umut vericidir. Her türlü düşüncenin özgürce tartışılacağı yer olan üniversiteye, güncel bir konuyu tartışmak üzere öğrenciler tarafından davet edilen akademisyen iki siyasetçinin başka bir öğrenci grubu tarafından konuşturulmamasına yönelik bir eylem elbette haklı görülemez. Keşke onlar konuşabilseler ve daha ölçülü bir tepki, konuşma sonuna bırakılsaydı. Böyle olmadı, bilinen sonuçla karşılaşıldı. İsteklerini, “hükümet yetkililerinin hoşuna gitmeyen bir üslupla” ifade etmenin ötesinde kusurları olmayan öğrencilerin, Boğaziçi, İTÜ, Yıldız, Eskişehir Anadolu üniversiteleri ve son olarak Dolmabahçe’de yaşadıkları, öğrenci kesiminde öfkeye yol açmıştır. Sayın Kuzu’nun başına fırlatılan yumurtalar, bu öfkenin bir yansımasıdır. Sayın Kuzu, öğrenciler tarafından yapılan bir organizasyonda yaşananlar nedeniyle, hiç de kusuru olmamasına rağmen dekanı istifaya davet ederek “üniversite özerkliği” kavramını gölgelemekle, öfkeye öfkeyle cevap vermiştir. Bu tavır tüm üniversiteleri yaralamıştır. Gençliğin öfkesine böyle bir tavır Öğrenciler ne istiyor? “Öğrenci Kolektifleri” üyelerinin beyanlarına göre, üniversite gençliğinin istekleri beş maddede toplanıyor. “Dolmabahçe’de yapılanlar nedeniyle özür dilenmesi, parasız eğitim talebinin karşılanması, yönetimde öğrenciye söz hakkı verilmesi, YÖK’ün kaldırılması ve üniversiteye daha çok kaynak aktarılması”. Bunlar hiç de uçuk olmayan, tartışılabilir nitelikte taleplerdir. Öğrencilere yönetimde söz hakkı verilmesi, en haklı taleplerden biridir. Bu ülkede yetmiş yıl önce, Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencileri, okullarını ziyarete gelen dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye farklı yemek çıkarıldığı için okul müdürüne bu ayrıcalığın nedenini sorabilirken bugün üniversite düzeyindeki öğrencilere yönetimde söz hakkı verilmemesi, Devletin bir ayıbıdır. Kaldı ki bu talebin hukuki gerekçeleri de bulunmaktadır. 2001’de Türkiye’nin de dahil olduğu Bologna Süreci, 2001 Prag ve 2003 Berlin bildirileri ile öğrencilerin yükseköğretim yönetişiminde ortak olduğunu öngörmektedir. Türkiye’nin de imza attığı bu açık taahhütlere rağmen öğrencilere bu hak halen verilmemiştir. 70’li yıllardaki kaos ortamına dönüş olur mu? Türkiye öğrenci olayları bakımından öteki ülkelere göre çok acı bir dönem yaşamıştır. Sonradan daha iyi görülmüştür ki, bazı güçler, 68 öğrenci olaylarını, tasarladıkları bir yönetim biçimini hayata geçirebilmek için kendi amaçları doğrultusunda kullanmışlardır. Bu politikaları gereği gençliği bölmüşler, onları birbirleriyle vuruşturmuşlar, bu yolla yaratılan kargaşa ortamında Türkiye askeri bir yönetime sürüklenmiştir. Bu süreç sonunda ülke çok şey kaybetmiştir. Konuşan gençliğini, özerk üniversitelerini kaybetmiştir. Daha da önemlisi sağcısıylasolcusuyla hepsi yurtsever olan beş binden fazla evladını kaybetmiştir. O günleri yeniden yaşamamak için geçmişten ders alınmalıdır. Ankara’da yaşanan “yumurta eylemi” gibi olaylar bahane edilerek gençliği susturmak için; onları “ait olmadıkları” örgütlerle ilişkilendirme ya da gençliğin karşısına başka bir gençlik grubu çıkarma yanlışına düşülmemelidir. Bunun yerine, daha akılcı, daha gerçekçi, daha pedagojik çözümler üretilmelidir. Öğrencileri polis gücüyle sindirmeyi öngören, onları kamplara ayıran bir yaklaşım hiç de arzu edilmeyen sonuçlar doğurabilir ve bu durumda korkulan başa gelebilir. Gençlik susturulabilir mi? Parlamenter sistemle yönetilen bir ülkede gençliğin, korkuyla, disiplin cezalarıyla, polis gücüyle susturulamayacağına biz 68 kuşağı olarak tanık olduk. Yapılan her baskı, her haksızlık yeni olayları körükler, konuşan ve direnen öğrenci sayısı kar topağı gibi giderek büyür. Yirmili yaşların gençliği her zaman idealisttir. Bedeni zayıf da olsa yüreği güçlüdür, gözü karadır. Ülke sorunlarını kendi sorunlarının önünde görür. Gururludur, haksızlığa karşı isyankârdır. Onları anlamak için susturmak değil, konuşturmak ve dinlemek gerekir. Gelecek için umutlarını arttırmak gerekir. Unutulmamalıdır ki onlar, bizim çocuklarımız, bizim gençlerimizdir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle