19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 ARALIK 2010 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA Çankaya’da son kez ve yıllar sonra Cumhurbaşkanı’yla görüşme Anı defterini açtı Evren vren’le henüz Çankaya’da iken 13 Eylül 1989’da son kez görüştüm. Köşk’ten ayrıldıktan sonra: 25 Ocak 1990. Marmaris’teki evinde eski Cumhurbaşkanı, eski MGK ve kısacası 12 Eylül lideri Evren’le uzun bir konuşma yaptım. Bu söyleşi birçok olayı aydınlatır içerikteydi... Beni ikinci kattaki küçük bir odaya çıkardı. Çalışma odasıydı galiba. Konular geldikçe eski Arapça harflerle yazdığı not defterini (anılarını) bir dolaptan çıkarıyor ve o güne ait tuttuğu notları okuyor, ben de yazıyordum. İşte o konuşmada Evren’in anı defterlerinden Mimar Sinan, Cami, Özgürlük ve Din... Sulu kar serpiştiriyor İstanbul’a... Poyraz ise sert esiyor... Televizyon ekranlarında Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde AKP’li Burhan Kuzu’ya yumurta atılması tartışılıyor. Tartışmaları televizyonlardan izlerken eski faşistlerin demokrasiyi nasıl algıladığını, sosyalistleri aşağılamak için nasıl her yöntemi denediklerine tanık oluyorum. Hani bunlar demokrat ve özgürlükçüydü? Yanlarına yeni yetme dinci faşistleri alıp televizyon ekranlarında bir yandan ’68 ve ’78 kuşağının yurtseverlerine, devrimcilerine ve sosyalistlerine vuruyorlar, öte yandan susmayan, konuşan üniversiteli gençlere... 1819 yaşlarındaki üniversiteli gençler hiçbir zaman onurlarının kırılmasını istemez... Siyasiler onların onurlarını kıracak olurlarsa başkaldırırlar, tıpkı İngiltere’de, İtalya’da, Fransa’da, Yunanistan’da olduğu gibi... Londra’da yaşanan öğrenci eylemlerine tanık oldunuz... Oradaki siyasiler, harçları protesto eden öğrencilerin “terör örgütü üyesi” olduklarını öne sürdüler mi? Türkiye’de olup bitenleri izlerken Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’in Cumhuriyet’te yayımlanan (15 günde bir ikinci sayfada çıkan yazılarını mutlaka okuyun) “Ataşehir’e Selimiye” yazısı, siyasal iktidarın Mimar Sinan’ı kopyalama yöntemiyle cami yapmasına değiniyor. Başbakan Erdoğan, Ataşehir’e yapılacak camiyi bayram armağanı olarak açıklamıştı... Bozkurt Güvenç yazısının başında diyor ki: “Anadolu Yakası’nda bir Selimiye vardı. Yeni Selimiye kışla değil. Mimar Sinan’ın ikinci başkenti Edirne’deki görkemli eserinin tıpkısı olacak. Restorasyonu biten ve hizmete açılan Süleymaniye’den sonra ‘Karşıyaka’ya da böyle bir eser yapılabilir mi? Evet! Yakışır mı?Tartışmalı! Yapılmalı mı? Hayır!” Ataşehir’e yapılacak olan bu caminin Mimar Sinan’ı taklitten ve kopyadan öteye geçemeyeceğini yazdı. Bence önemli bir yazıydı, Koca Sinan nasıl taklit edilebilirdi? Toplumdan bir tepki gelmedi, Mimarlar Odası’nın sesi soluğu çıkmadı... Sanatçılar, aydınlar konunun üzerinde durmadı. Bozkurt Güvenç’in belirttiği gibi, her eserinde özgün çözümler deneyen Sinan’ı kopyalamak o büyük ustaya saygısızlık olmaz mı? Trakya düzlüğünde bir sanat anıtı olarak dimdik ayakta duran Selimiye’nin İstanbul Ataşehir’de kopyasına niçin karşı çıkılmıyor? Mimar Sinan’ın eserlerinde bir taş ustalığı, titiz çalışma vardır... Beton yığınıyla gökdelenler arasında bir Selimiye camii Ataşehir’de... Aslında işin bir başka boyutu, Ataşehir’i kuşatan tarikatçılara bir armağan... Her TOKİ gökdelenlerinin arasına bir cami yapılsın... Minareleri süngüye, kubbesi miğfere benzesin, müminler de asker olsun... İnanç özgürlüğü savunulsun, düşünceyi ifade özgürlüğü suç sayılsın. Bir dönem tüm üniversitelerde kütüphaneler boşaltılıp mescit yapmıştı... ’80’li yıllardı. Okuldan çok caminin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Elbet insanlar ibadet edecekler... Kimileri camiye, kimileri kiliseye gidecekler... İnanç özgürlüğünden yanayım. Türkiye’de siyasal İslam temeline dayalı politikacılar, yoksullara iş olanağı yerine sadaka veriyor günümüzde. Bir sadaka toplumu yaratıldı! Acı ama gerçek bu! Televizyon ekranlarında demokrasi ve özgürlük maskesi takan eski faşistlerin, yeni yetme dincilerin, yandaşların gerçek kimlikleri, üniversiteli gençlerin eylemlerinden sonra ortaya çıktı. En kırılgan yaşta olan üniversiteli gençlerin sorunları nedir, onlar ne istemektedir? Türkiye’nin yakın tarihine şöyle bir baktığımızda ’68 gençliği ne istemiştir, ’78’liler ne yapmıştır? Emperyal güçlerin kanlı olaylardaki işlevi nedir? Niçin beş bin genç ölmüştür? Bakıyorum dünün “faşoları” televizyon ekranlarında bilim insanı kimliğiyle sosyalistleri, yurtseverleri aşağılamaya kalkıyorlar. Bir yeni yetme salak, ’68 kuşağına dil uzatıyor gazeteci kimliğiyle... Benim onlara diyeceğim şu: “Haydi bakayım başka kapıya!” [email protected] Faks numaramız: 0212 343 72 69 E okuduğu olaylar, görüşmeler: (13 Eylül 1989 Çarşamba): Birkaç adım önümüzde yumuşak adımlarla yürüyen deniz yaverinin duyamayacağı bir sesle Ali Baransel’e; “Herhalde Çankaya Köşkü’nün içini son görüşüm” diyebilirdim. Boşuna gevezelik olacaktı. Yazgı nerelere sürükleyecekti kim bilir? Uzunca koridoru yarılamıştık. Mermer Salonu geçiyorduk. Kabulden önce konukların birkaç dakikalığına dinlendikleri ve kabul saatini bekledikleri salonun bir duvarında Cumhurbaşkanı Evren’in renkli, bir büyük resmi asılıydı. Bir buçuk, iki ay sonra bu resim indirilecekti. Yerine, olanağı çerçevesinde göbekli bir Turgut Özal resmi asılacaktı. Cumhurbaşkanı Evren’in yanına ne bir dakika önce, ne bir dakika sonra giriliyor. Kar beyazı resmi giysisi içinde dimdik duran deniz yaveri kapıyı açtı. Cumhurbaşkanı’na yüksek sesle adımı söyledi ve çekildi. Kapı önünde saygıyla selamladığım Cumhur Hevesli olduğu biliniyordu zal’ın ‘çok sevdiği Cumhurbaşkanı’na’ uyguladığı siyaseti yadırgadığımı söyledim Evren Paşa’ya. Cumhurbaşkanı “Bu sabah” dedi, “yeniden seçilen Meclis Başkanı’na da söyledim. Özal da bana bugün sordu; ‘Meclis Başkanlığı’na aday çıkmasaydı, anayasa gereği ne olurdu?’ diye. Başbakan’a da aday çıkmamasının mümkün olmadığını söyledim.” Doğrusu, öğrenmek istediğim konuyla Evren’in girdiği konu arasında bir köprü kuramadım. “Çok ilginç” dedim Cumhurbaşkanı’na: “Cumhurbaşkanlığına hiç aday çıkmaması halinde ne olacağını mı araştırıyor acaba?” Bir an yüzüme baktı. Arkasına yaslandı. Gülmeye başladı. Başbakan’ın ‘neyi kurcaladığı’ üzerinde hiç durmamıştı. Ama şu anda bir ışık yanıyordu: “Evet, olabilir” dedi Evren Paşa. Neydi “olası diye düşünülen”? Belki çok güçlü değildi ama, akla gelen olasılığa göre Özal sıkışan siyasette cumhurbaşkanlığına aday çıkarmamayı düşlüyordu. “Çankaya’yı erken genel seçime kadar vekâleten idare etmeyi” düşünüyordu. Bunu göze alabilir miydi? Ayağına gelen ‘kısmeti geri çevirebilir miydi?’ Demirel de İnönü de Özal’ın Çankaya hevesini biliyorlardı. Ortak görüşleri buydu. Düşlediği yaşamdan vazgeçmezdi Özal: Anayasanın cumhurbaşkanlarına sağladığı sorumsuzluk zırhı içinde, tam yedi yıl Çankaya’da yaşar; gezer tozar, bu arada dilediği gibi Ö hükümeti yöneterek 1992’ye ulaşabilirdi. 1992 genel seçimlerinde varsın yeni bir iktidar gelsin. Onunla da (örneğin ağabey diye çağırdığı Demirel’le) kardeş kardeş yaşardı. Şu ölümlü dünyada! Evren Paşa konuya yeniden döndü; “Özal söylemiyor, ben de sormuyorum” dedi. Hafifçe dudaklarını büktü. Umursamadığını belirleyen küçük bir işaret. “Ama, sizinle hemen her konuyu konuştuğu bilinen Başbakan’ın böylesine önemli bir olaydaki tutumu yadırganmaz mı?” dedim Evren Paşa’ya. Ellerini yazı masasının üzerinde birleştirerek kararlı bir sesle yanıtladı: “Nasıl sorayım?” dedi. Durum üzerinde hayli düşündüğü anlaşılıyordu: “Döner de bana ‘Bu, benim şahsi meselem’ derse? O yüzden hiç bahsetmiyorum. O da bir şey söylemiyor.” Fakat, Evren Paşa, 13 Eylül 1989 Çarşamba günü yaptığımız bu konuşmadan tam bir hafta sonra... (kendisinden dinledim) Özal’a ‘adaylığı konusunu’ açtı. O çarşamba günü Evren Paşa, bir beklenti içinde miydi, bilemiyorum. “Ama geçenlerde bazı yerlere danıştıktan sonra karar vereceğini söylemiş, gazetelerde gördüm” diyordu.‘Bazı yerlere danışmak’tan söz ederken, belki de ‘kendisiyle istişare beklentisi’ içindeydi. Nitekim: “Evet? Bazı yerlere ve arkadaşlarına?” “Ola ki, bana da soracak” dedi Evren. “Daha vakit var. O zaman fikrimi söylerim Özal’a.” Elbette, Evren Paşa’ya ‘fikrini’ soramaz dım. Kuliste ve siyasal partilerin kimilerinde “Özal’ı istemeyenler adaylığını önlemek için Cumhurbaşkanı Evren’in devreye girmesini epeydir istiyorlardı”. Cumhurbaşkanı Evren’le bir buçuk saatlik görüşmede, Özal’ın adaylığı dışında benim kitaplara almak istediğim ve bilmediğim kimi bilgiler üzerinde söyleştik. Evren Paşa, aynı gün anı defterine görüşmemizi yazıyordu: “Öğleden sonra Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Cüneyt Arcayürek geldi. Bir buçuk saat konuştuk. Çeşitli konulara değindik. Tabii yine cumhurbaşkanı seçimi ve 12 Eylül ile ilgili konular baş sırayı aldı. Arcayürek, Özal’ın cumhurbaşkanlığını bir türlü kabul edemiyor. ‘Özal’a hiç sormadınız mı? Adaylığını koyup koymayacağı hususunda size bugüne kadar hiçbir şey söylemedi veya sormadı mı?’ diye bana bir soru sorunca ‘Hayır, bugüne kadar bu konuyu hiç açmadı. Ben de sormadım’ dedim. Arcayürek, benim için ‘Paşam, bugün 1982 anayasa oylamasında olduğu gibi, halkoylamasıyla cumhurbaşkanlığı seçimi yapılsa ve siz de adaylığınızı koysanız, en kötümser bir tahminle yüzde 60’ın üzerinde oy alarak cumhurbaşkanı seçilirsiniz, 9 sene zarfındaki tutumunuz ve özellikle 1983 seçimlerinden sonraki tutumunuz, bütün kamuoyunda hayranlıkla karşılandı. Bu davranışınız demokrasiye geçişte önemli rol oynadı. Halbuki biz 1983’ten sonra da sert tutumunuzu sürdüreceğinizi tahmin etmiştik’ dedi.” ÖZAL SÖYLEMEYİNCE EVREN SORUYOR Evren, masanın bir ucunda oturan kısa boylu, şişman ve yumuşak sesli adama, “Sayın Başbakan; aylardır cumhurbaşkanlığı konusu ve adaylığınız konuşuluyor, yazılıyor. Bugüne kadar konuyu açmanızı bekledim. Fakat temas etmediniz” dedi ve bir süre durdu. Takvimler 21 Eylül 1989 Perşembe gününü gösteriyordu. Cumhurbaşkanı Evren, Başbakan Özal’a 21 Eylül’de böyle bir giriş yapmadan bir hafta önce; benimle konuşmuş, ‘adaylık konusunu’ açmadığını söylemişti. Bir hafta boyunca düşünen Evren, ‘mutat haftalık görüşmede’ konuyu Özal’a açmaya karar vermişti. Sürdürdü Evren: “Halbuki” dedi, “Hemen her konuda bugüne kadar bana danışırdınız, fikrimi alırdınız, hiç bahsetmediniz. Baktım ki böyle önemli bir konuyu siz açmıyorsunuz, ben açmaya karar verdim. Konuyu açmaya karar verişime bir sebep daha var. Görüştüğüm gazeteciler bana, sizin cumhurbaşkanlığı konusunu açıp açmadığınızı, aday olup olmayacağınızı söyleyip söylemediğinizi soruyorlar.” Başbakan, “Açacaktım” dedi. 1984’ten itibaren gelişmeleri uzun uzadıya anlattı. 1987’de seçimlere giderken yüzde 48 oy almayı beklediğini, bu oranda oy alırsa Meclis’te 300 sandalyeye sahip olacağını hesapladığını ve o zaman anayasayı, halkoylamasına gitmeden ve cumhurbaşkanı engeline çarpmadan değiştirmeyi planladığını söyledi. Buna göre ‘beş yılda bir seçim ve cumhurbaşkanı seçimi kuralını’ getirecekti. Cumhurbaşkanları iki dönem seçilebilecekti. Anayasa bugün Meclis içinden yedi yıl için cumhurbaşkanı seçmeye imkân tanıyor. Çoğunlukta olan ANAP’tan bir aday çıkması kuvvetle muhtemeldi. “Aday olmaya henüz kesin karar vermedim” dedi Özal: “ANAP’tan aday olur ve seçilirsem fayda ve zararlarını kafamda uzun uzadıya tartışıyorum. Fakat faydaları ağır basıyor. Meselelere müdahale edebileceğim ve hükümet söylediklerimi yerine getirecek.” Evren anlatıyor: “Başbakan’a ‘Sizinle ağabey gibi konuşacağım. Aday olursanız parti içinde mücadele başlayacak. Size aday olmanızı tavsiye etmiyorum. Parti eriyip gidecek. Bu da Süleyman Demirel’in ekmeğine yağ sürecek. Sağda solda aldatıldık diyenler çıkacak. Turgut Özal’ın gözü cumhurbaşkanlığındaymış, bizi bırakıp gitti diyecekler. Bu makamda rahat edemezsiniz. Erken seçim ne zaman olur, olur mu olmaz mı bilmem. 1990’da, 1991’de mi olur, yoksa normal süre tamamlanır, 1992’de mi, bilemem. Çoğunlukla gelsinler veya gelmesinler SHP ile DYP aralarında anlaşarak anayasa değişikliğine gidecekler, gereken çoğunluğu bulacaklar ve seni buradan indirecekler. Dikkatli, çok dikkatli olmak gerekiyor’ dedim. Turgut Özal, ‘Bazı değerlendirmeleriniz doğru’ dedi. Ben devam ettim: ‘Öte yandan size partide oy vermeyecekler de var. Bir kısmı size karşı olduğu için vermeyecek, bir kısmı ise partiyi bırakıp gitmenize mani olmak için vermeyecek.’ Turgut Özal, ‘Doğru’ dedi. Baktım Turgut Özal’a, cumhurbaşkanı olmayı çok istiyor. Özal’a, ‘Oyunuz 26 Mart’ta yüzde 21’e düştü. Aday olur ve seçilirseniz, ülke bir kaosa girmesin. Çok dikkatli olmak gerekiyor’ dedim.” Eski Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Marmaris’teki küçük çalışma odasında, anı defterini kapadı. Yüzüme baktı ve bekledi. Çok açık biçimde Özal’ın adaylığına ve cumhurbaşkanlığına karşı çıkmıştı. Evren Paşa, anı defterindeki bu önemli saptamaları bana okurken; tarih, 25 Ocak 1990’dı. Kimi bilgiler edinmek, kimi olayların içyüzünü öğrenebilmek için Kenan Evren Paşa’dan görüşme isteminde bulunmuştum. Gün verdi. Marmaris’e gittim ve 25 Ocak 1990 günü bana anı defterinden yukarıdaki sayfayı okudu. Bu bilgiler çok değerliydi. Ne ki, Evren Paşa, “Bitmedi” dedi: “Özal’ı bir kez daha uyardım!” Anı defterini açtı yine, gözlüğünü taktı, bir başka sayfayı okumaya başladı: C MY B SÜRECEK başkanı Evren, yazı masasından kalktı, biriki adım attı, elini uzattı. Yüzünün çizgileri yumuşaktı, güleçti. Yer gösterdi, oturdum. Kapılar kapandı. Bir buçuk saat yanında kaldım. 9 Kasım 1989 günü yeni cumhurbaşkanı seçilince resmi törenle uğurlayacağımız 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren sağlıklıydı. Sağ bileğindeki çatlamayı, önce fark etmemiş, sonra acı verince tedaviye aldırmıştı. Sağ koluyla elinde sargı vardı. “Yazı yazmamı engellemiyor” dedi. Anılarını yazmaya başlamış olabilirdi. “Zaten yazmaya başlayınca sargıyı çıkarıyorum” diye sürdürdü. Rahatsızlığı önemsemez görünüyordu, ama canını sıktığı mimiklerinden anlaşılıyordu. Cumhurbaşkanı’na “Bir çalışma yaptığımı, kimi olaylarda yanıtlarını bulamadığım soruları soracağımı” söyledim. Dikkatle dinliyordu. Elbette Evren’den öğrendiklerimi yazacaktım. Baransel’e daha önce durumu anlatmıştım, aynı şeyleri söylediğimden Evren, ne istediğimi biliyordu. Karşı çıkmadı. Aynı gün (13 Eylül 1989 Çarşamba) benden beşaltı saat önce Turgut Özal, Çankaya’ya gelmiş, Evren’le konuşmuştu. Şans işte! Köşk kapısındaki basın toplantılarına Konut’ta devam ediyordu. Gazetecilere, Evren’le yaptığı görüşmede “Cumhurbaşkanı seçimine hiç değinmediklerini” söylemişti. Televizyondan yansıyan görüntülerine bakarak yazıyorum: Özal bembeyaz porselen dişlerini göstererek, “Keşke anayasal olanak olsaydı da, Sayın Cumhurbaşkanı Evren’in görev süresini uzatabilseydik. Cumhurbaşkanımızı çok seviyoruz” diyordu. Acaba rol mü yapıyor, gerçeği mi söylüyor? Yüzünden ve konuşmadaki üslubundan anlaşılmıyordu. Böylesi bir kanıya hangi nedenlerle varıyorduk: Çok basit. Özal, 1987’den beri aynı masalı söylüyordu. 291/ 292 milletvekili vardı. Anayasayı değiştirebilmek için ‘parmağını uzatması’ yeterliydi. Anayasayı değiştirecek çoğunluğu, muhalefet partileri ne denli direnirse dirensin, kolaylıkla bulabilirdi. Biraz zekâ, biraz oyun... Sonuç almaya yeterliydi. Oysa Özal, Evren kozunu işine geldiği gibi kullanmıştı. Daha önceleri de gördük. Cumhurbaşkanı seçimine iki buçuk, üç yıl varken Evren’e sadece bir kez, anayasayı değiştirerek görevde bir süre daha kalmasını sağlayacağını söylemişti. Evren öneriyi geri çevirince bizzat Cumhurbaşkanı duymuş, bana da söylemişti Özal, Evren’in adaylığını gündeme getirenlere “Önerdim, ama reddetti” diye karşı çıkmıştı. Şimdi ise başka bir türkü çığırıyor, “Cumhurbaşkanı’nı çok sevdiğini, ancak anayasanın, yeniden seçilmesini engellediğini” söylüyordu. Çankaya yolunu açabilmek için “Evren’i Evren’e karşı kullanmıştı”. Evren’i benden önce kimi gazeteciler görmüş, konuşmuştu. Örneğin Sabah’tan Zafer Mutlu Evren’in anılarına göre “İçinde bulunduğumuz durumdan endişeli olup olmadığını” sormuş, Cumhurbaşkanı da “Milletimiz bu krizli dönemi de atlatacaktır” diye yanıt vermişti. Mutlu, bu sefer benim ağzımı aramak için, “Cumhurbaşkanı seçimi dolayısıyla doğacak bir krize ordu ağırlığını koyar mı” diye sordu. Anlaşılan böyle bir kuşkuları vardı. Ben; “Hiç merak etmeyin. Ordu hiçbir zaman cumhurbaşkanı seçimi konusunda ağırlık koyup, bundan dolayı müdahalede bulunmamıştır. Şimdi de böyle bir şey olmaz” diye cevap verdim. Geçmişte kalan biriki çizgiyi burada anımsamak gerekiyor: 12 Eylül’den sonra müdahalenin nedenleri sıralanırken “TBMM’nin, daha doğrusu iki büyük partinin bir araya gelerek bir cumhurbaşkanı bile seçememesi” ön sıradaydı. 12 Mart 1971’de önce ‘darbe gelmiş’, sonra Genelkurmay Başkanı Gürler soyunarak TBMM’ye kontenjandan girmiş ve cumhurbaşkanı seçilmesi için askeri kesimden ‘yoğun dayatmalar’ izlenmişti. Evren’in İstanbul ve Ankara’da gazetecilerle görüşmesi, bir çeşit veda anlamındaydı. İstanbul’da Doğan Heper, Çetin Emeç, Mehmet Barlas’ı çağırmıştı. “Hepsi de benim ayrılmamdan duydukları üzüntüyü dile getirdikten sonra, Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı adaylığını bir türlü içlerine sindiremediklerini belirttiler” diye yazıyor. Gazeteci arkadaşlara oranla benim şansım daha fazlaydı. Birkaç saat önce Evren’in yanından ayrılan Turgut Özal, örneğin ‘aday olmayacağını’ Cumhurbaşkanı’na söyledi ise, ‘bu haberin kıymeti harbisi büyük olurdu’. Cumhurbaşkanı Evren’e flaş haberin kapısını aralamak için basında kendisiyle yapılan söyleşilerle ilgili yazıları, Özal’ın ‘kendisine adaylıktan hiç söz etmediğine’ değinen haberleri anımsattım. Biraz önce yanındaydı. Belki bir ‘son dakika gelişmesi’ olmuş ve Özal, adaylığı konusuna yeni bir açıklık getirmişti. Gülümsedi Evren: “Bugüne kadar bana hiç söz etmedi. Bugün de hiçbir şey söylemedi” dedi. Hemen her konuda konuştuğu, danıştığı, ‘çok sevdiğini’ söylediği Cumhurbaşkanı’na adaylığından söz etmeyişine belki Evren de hayret ediyordu. Belki de kafasında Özal’ın tutumuna ilişkin başka kanılar ya da olasılıklar vardı. Ya da Ali Baransel’in sürekli söylediği gibi, ‘Özal’ın Çankaya’ya çıkmayacağına’ inanıyordu. Özal’ı adaylıktan vazgeçirmek için belki bir planı vardı. Bütün bu olasılıkları içine hapsetmiş; söylemiyor, göstermiyordu. ‘Türksün tuvalete gidemezsin’ Dış Haberler Servisi Alman Bild gazetesinin haberine göre, 16 yaşındaki öğrenci, insan hakları konusunun işleneceği dersin başında tuvalete gitmek için izin istedi. Öğretmen Dirk H.’nin dersin yeni başladığını söyleyerek izin vermemesi üzerine Türk öğrenci, “insan hakları çerçevesinde tuvalete gitmesine izin verilmesi gerektiğini” belirtti. Öğretmenin ise buna karşılık öğrenciye “Türk olduğunu ve burada hakları bulunmadığını” söyledi. Okul Müdürü FriedrichWilhelm Roddewig, olayı doğrularken öğretmenin, öğrenci ve ailesinden yazılı olarak özür dilediği ve hakkında inceleme başlatıldığı bildirildi. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle