19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 12 PAZAR YAZILARI CUMHURİYET 12 ARALIK 2010 PAZAR [email protected] Bir Türk savcısının İsveç anıları tockholm’deki çeviri bürosunda “dert” dinlerken bulmuştum Durusoy Yazan’ı. Karşısındaki ufak tefek adam, oturma ve çalışma iznini yeni almıştı. Köyde, doğar doğmaz vücudunu tuzla yıkarlarken gözünün birini kör etmişlerdi: “Şimdi oturma izni aldığıma göre, gözümden dolayı emekli de olabilir miyim; bana bir dilekçe yazıversene!’’ diyordu. Durusoy Yazan, Feke’nin Gökçeli köyünde doğmuştu. Dilekçe yazmayı daha küçücük bir çocukken Kadirli Adliyesi’nin önünde, Yaşar Kemal’den öğrenmişti. Adliyede Başkâtip olan babası Süreyya Yazan, kendine yeni bir daktilo aldığında, eskisini adliyenin önünde arzuhalcilik yapan Yaşar Kemal’e vermişti. Durusoy, adliyeye gidip gelirken Yaşar Kemal’in dizinin dibine oturur, onun dilekçe yazışını izlermiş. Liseyi bitirip hukuk fakültesine girdiğinde, babası öğütlemiş: “Okulu bitirip göreve başladığında, hiçbir zaman, kalemini güçlüden, zalimden yana kullanma; suçsuzun, güçsüzün ahını alma!” İlk görev yeri olan Hakkâri’nin Yüksekova İlçesi Cumhuriyet Savcılığı’na atandıktan sonra, bir gün adliyenin penceresinden çarşıyı izlerken bileklerinden zincirle kelepçeye vurulmuş halde karakola götürülen bir adam gördü; tahta merdivenlerden yuvarlanırcasına inerek önlerine çıktı; adamın ellerini çözdürdü. Karakolda işkence yapıldığını duyduğunda, gitti, karakolun toprak damının üzerine bir göz oda yaptırdı, orada yatıp kalkmaya başladı. Ondan sonra, hakkında Ankara’ya uzanan şikâyet dilekçeleri dizi dizi... Bir gün, Adalet Bakanlığı’ndan bir duyuru aldı: İsveç Ceza Yasası’nı inceleyerek Türkçeye çevirecek hâkim ve savcılar aranıyordu. Sınavla belirlenecek 1 kişinin üç yıl süreyle İsveç’teki giderleri Adalet Bakanlığı’nca karşılanacaktı. Girdiği sınavı birincilikle kazandı. Kuzey’in bu soğuk ülkesine adım attığında, bir de baktı ki, alacağı aylık 553 Kronluk bursla İsveç’te tek göz oda kiralaması bile mümkün değil.. Ne pahasına olursa olsun, İsveçceyi öğrenmeye, İsveç Ceza Yasası’nı Türkçeye çevirerek Adalet Bakanlığı’na göndermeye kararlıydı. Dil okulundan ve İsveç Ceza Yasası’nı incelemekten arta kalan zamanlarında iş bulup çalıştı. Bulaşıkçılıktan taksi şoförlüğüne dek birçok MALMÖ işe girip çıktı. İsveçceyi öğrendi. İsveç Ceza Yasası’nı Türkçeye çevirerek Adalet Bakanlığı’na gönderdi. ALİ HAYDAR Onca işin arasında, halen NERGİS en kapsamlı ve tek kaynak olan İsveççeTürkçe sözlüğü arkadaşlarının ve dilbilimci Emin Özdemir’in katkılarıyla hazırlayıp yayımladı. Tam geriye dönmeye hazırlanırken Türkiye’deki bir avukat arkadaşından gelen haber, onu şaşkına çevirdi. Yüksekova’da görev yaptığı yıllarla ilgili hakkında Siirt Ağır Ceza Mahkemesi’nde “görevi kötüye kullanmak” suçlamasıyla açılan ve 10 yıl ağır hapis cezasıyla yargılandığı dava sonuçlanmak üzereydi. Ankara’ya geri dönse bile eski görevine başlama şansı kalmamıştı. 12 Eylül darbesi de o günlerde gerçekleşti. Radyolardan yayımlanan sıkıyönetim bildirisiyle, “Yurda dön!” çağrısı yapıldı; adı, “arananlar” listesinde yer aldığı için, yargılanmak üzere Türkiye’ye dönmesi isteniyordu. Artık geri dönmeyecekti. İsveç’te, yeniden iş aramaya koyuldu. Oturma ve çalışma izni ile ilgili işlemleri düzenleyen Devlet Göçmen Dairesi’ne “yeminli Türkçe çevirmen” olarak girdi. Türkiye’den kaçarak İsveç’e gelen binlerce sığınmacının belgeleri Durusoy Yazan tarafından İsveççeye çevriliyordu. Çok geçmeden, Devlet Göçmen Dairesi’ne ve Yabancılar Bakanlığı’na şikâyet dilekçeleri gönderen bazı Kürt sığınmacılar, hiçbir somut kanıta dayanmayan savlarla, dosya çevirilerinin “eski bir TC savcısı tarafından yapılmasına’’ karşı çıkıyorlardı. Durusoy Yazan, istifa etmek zorunda kaldı. Odasını toplarken Yüksekova’da, bileklerinden zincire vurulmuş adamı bir kez daha anımsadı... O günlerde, Türkiye’de, hakkında açılan bir dava daha sonuçlanmıştı. Adalet Bakanlığı, yıl boyunca gönderdiği aylık 553 Kronluk bursu faiziyle birlikte geri istiyordu. Yeniden iş aramaya koyuldu. Yapacak başka bir iş bulamayınca, Stockholm’deki o çeviri bürosunu açtı. Durusoy Yazan, o yıllarda “İsveç Türk Ceza Yasası, Bana Bir Dilekçe Yazıversene, İsveç Mektupları ve Bir Türk Savcısının İsveç Anıları” adlı kitaplarını yazma planlarından uzun uzun söz etmişti. Şimdi, önümdeki kitaplarının ciltlerine dokunurken bebekliklerini anımsadığım çocukların saçlarını okşuyormuşum gibi geliyor bana... [email protected] Buba, Zuzu ve Shay... A merika’da 2 milyon civarında evsiz barksız, sokakta yatıp kalkan insan homeless olduğu söylenirse, dünyanın öteki tarafından kocaman bir kahkaha duyulur: “Haydi canım sen de!” denir, “Hiç olacak şey mi, dünyaya kafa tutan koca ABD’de iki milyon evsiz insan olsun, sokaklarda yatıp kalksın, bu insanlar külüstür arabalarını eve çevirsin... Gülerim ben buna! Olur mu öyle şey, gel de külahıma anlat...” Böyle denir denmesine ama, gerçek budur: ABD’de şu anda 2 milyondan fazla insan sokaklardadır; evini barkını son ekonomik krizde kaybetmiştir ve sığınabileceği neresi varsa, orada günü geçirmektedir. Washington yönetiminin federal yasalar ve önlemler altında sorunu çözmesi en azından bir on yılı alacaktır; yeni bir kriz dalgası gelmezse... Bu en iyimser tahmindir. Ekonomik raporlara bakılırsa bu yılın sonuna kadar, diğer deyişle sadece şunun şurasında yıl başına az bir süre kaldığına göre, 170 bin kişi daha evinden olacak, sokağa atılacak, 2 milyon rakamına ilave olacaktır. Shay Kelley işte o insanlardan biridir. Geçenlerde bankanın evine el koyması sonucu icra memurları tarafından kaldırıma bırakılmış ve sokaklarda yatmaya başlamıştır: 24 yaşında, üniversite mezunu olan bu genç kadın çalıştığı AT&T adamıştır. Yol arkadaşı, 11 yaşındaki Collie şirketindeki işini geçen yıl kaybetmiş, cinsi köpeği olan Zuzu’dur. Bir iki bavul ardından evini, bankadaki hesabını, banka eşyasıyla yola çıkar. Yanına okuyacak kredisiyle aldığı aracını, evindeki eşyalarına kitaplarını alır; kitaplar iş idaresi, yatırım kadar her şeyi bir gecede yitirmiş, sağlık teknikleri, kişilik geliştirme, burçlar ve sigortası silinmiş, Kafka romanlarındaki gri astroloji, sır, reenkarnasyon, yoga gibi renkli korkunç bir dünyaya adım atmıştır. şeylerdir, ama hepsini ilk durakta bırakır. Sığınmak üzere annesinin Kaliforniya’daki Bunlar, anlamsız, kapitalist akıl verme evine gidince, yaşlı kadın kızına kapıyı kitaplarıdır; onun gerçek edebiyata ihtiyacı duvar etmiştir. Zira, “anasına bak kızını al” vardır... misali, annesinin kızından bir Shay Kelley, yolculuğunu bir web farkı yoktur, banka borçlarıyla sitesi kurarak Amerikan PURDUE boğuşmaktadır. Ne olduğu kamuoyuna duyurmayı nasılsa aşikârdır; Ergin Yıldızoğlu’nu akıl eder; ne de iyi yapar! Zira bunun için rahatsız etmeye gerek böylece, web sitesinde “Yarın yok, apaçık ortada: Kapitalizm falanca kasabadayım” dediği mal satmak için kredi açmış, zaman, içinden geçtiği her şehirde ödenmeyeceği belli olan borçlarla ona bir sonraki gideceği yerin borçlandırıp insanları yalancı bir MAHMUT ŞENOL evsizlerine verilmek üzere bağış zenginlik içinde bırakmıştır. Shay yapanlar, yiyecek verenler, ihtiyaç ve annesi milyonlarcası gibi bunun malzemelerini kamyonetin arkasına atanları kurbanıdır; hepsi bu, basit ve yalın... Annesi, bulur. Bu malzemelerden bir kısmını kendisi “Vallahi billahi, I’m terribly sorry!” tüketir, kalanını bir sonraki yerleşim yerinde deyince kızı ne yapsın, gidecek yer evsizlere dağıtır; Noel Baba gibidir, bulamamış; ama Shay bunun üzerine ani bir anlayacağınız... karar vererek Ford marka kamyonetine binip Shay ve köpeği Zuzu, Amerikan yollarında kendini yollara vurmuştur. Buba adını kamyoncuların park yerlerinde yatar kalkar, verdiği kamyonetiyle ABD’nin 50 eyaletini kentlerin güvenli otopark alanlarında dolaşmaya, eyaletlerde yaşayan evsizkamyonetinde geceler... Böylece yol alan barksızlara yardım ulaştırmaya kendini Shay, bir yıl içinde batı kıyısındaki Kaliforniya’dan başlayıp doğu sahillerine kadar gezmedik eyalet bırakmaz. Halen devam eden gezisinin nerede sonlanacağı da belli değildir. Nerede sonlanacağı bilinmeyen ama her zaman geri dönülmesi gereken bir yerin olduğu büyük gezilere Odysseus yolculuğu derler ya, işte Shay’ın kamyonet tekerleğini eskiten, yağ değiştirip her 300 milde bir 50 litre benzin doldurtan bu karayolu seyahati, “Evsiz Shay’ın Odyssues”u diye adlandırılır. Bütün Odysseus masal ve hikâyeleri gibi ilgiyle de izlenir. Biz, şükürler olsun, oturduğumuz sıcak evimizin çalışma odasında Shay’ın yolculuğunu internetten izlerken birden aklımıza Kemalettin Tuğcu takılmaz mı, takılır elbette... Galata Köprüsü altına sığınmış evsiz barksız çocukları anımsarız! “Köprüaltı Çocukları” romanıyla bizleri eskiden ağlatan ama bugünün kapitalist acımasızlığını daha o zamanlar çizen büyük Türk yazarını, Shay’ın macerasını izlerken hatırlarız; rahmet okuruz... Kemalettin Bey’i anarken “Sırça Köşkün Masalcısı” adlı kitabı yazıp Türk yazarımızı anlatan yeğeni Nemika Tuğcu’yu hatırlamamak olur mu, ona da bir selam çakıp buradan, ABD’den göndeririz. [email protected] S Brel’in notasında, gurbetçilik makamında rüksel denince Hayaller içinde aklımıza hemen Büyükbabam vardı Jacques Brel ve şarkısı Büyükannem vardı Bruxelles geliyor. Biri maden işçisi “C’était au temps où Diğeri temizlikçi Bruxelles rêvait/C’était 23 yıl au temps du cinéma Sonrasında muet/C’était au temps Niyetleri geri dönmekti où Bruxelles Brüksel’in düş kurduğu chantait/C’était au zamandı temps où Bruxelles Sessiz sinema bruxellait” (Brüksel’in zamanlarıydı hayal kurduğu Brüksel’in şen olduğu zamanlardı / Sessiz film zamandı zamanlarıydı / Brüksel’in Brüksel Brüksel’in şarkı olduğu zamandı 50 yıl önce ilk söylediği zamanlardı / geldiklerinde Brüksel’in “Brüksel Türk kahvehanesi yoktu olduğu” zamanlardı.)” Fransızcada “Bruxellait” Schaerbeek’te Dil bilmeden Belçika diye bir sözcük yok. kafelerinde Kendi kenti Brüksel’i en Muhabbet ederlerdi iyi bu sözcükle ifade herkesle edeceğini düşünen Brel, Dini bayramlarda “Brüksel gibi olduğu” Noel ya da Ramazan’da anlamında Bruxellait Hatırlardı her biri sözcüğünü türetmiş. Yabancı kardeşini 19501980 yılları Irkçılık henüz arasında Brüksel’i kasıp Yüzünü göstermemişti kavuran inşaat çılgınlığı Kalplerinde öncesini anlatıyor şarkı. Yurt özlemi Klasik Acıyı bal BRÜKSEL binaların ederlerdi modern cam Brüksel’in düş ve beton kurduğu yığınlarına zamandı dönüştüğü Sessiz sinema yılların zamanlarıydı öncesini. ERDİNÇ UTKU Brüksel’in şen Brüksel’in olduğu hayallerini zamandı artık “modern ve Brüksel’in Brüksel uluslararası olmak” olduğu zamandı hırsına kaptırdığı Somaj(*) nedir hiç yıllardan öncesini. bilmezlerdi Türklerin yoğun olarak Yüzü kızarırdı işsiz yaşadığı Schaerbeek gezenin semtinde doğan şarkıcı, Kömür tozu doluydu şair, müzisyen, aktör ve ciğerleri yönetmen Brel, Brükselli İzi yoktu ithal damat ve Türklerin hemşerisi gelinin oluyor aslında. Ama evdeki hesap Postmodern Köy adlı Ortak Pazar’a uymadı kabare için bu meşhur Dönüş hayalleri Brel şarkısının parodisini Bavullarda kaldı yaptım. Türklerin Scharbeek’li hemşerileri Belçika’ya ilk geldiği Jacques Brel’in yıllara nostaljik bir notasında yolculuk yapmaya ne Hayatları dersiniz? Tabii ki burada Kalakaldı okumak Sibel Dinçer Gurbetçilik makamında düzenlemesiyle sahnede Brüksel’in düş kurduğu izleme keyfinin yerini zamandı tutamaz. Sessiz sinema zamanlarıydı 50 yıl önce ilk Brüksel’in şen olduğu geldiklerinde zamandı Kabarık etekli kadınlar Brüksel’in Brüksel yoktu olduğu zamandı 50 yıl önce ilk geldiklerinde (*) chômage: işsizlik Silindir şapkalı adamlar ödeneği yoktu Tıklım tıkış otobüste [email protected] B eryüzünde Paris gibi Türk beyin “gücü”nün belki “göçü”nün demek daha doğru metrekareye bu denli yoğun düştüğü başka bir yüzölçümü zor bulunur. Bilim insanı, sanatçısı, işadamı ve yöneticiyle; olduğu 2025 kişilik heyecanlı bir genciyaşlısı, kadınıerkeğiyle; topluluktan hedeflerini, çalışmalarını burslusu, anababa parası, kendi öğrenme olanağı buldum. Kuruluşun bileğiyle varolan onbinlerce güzide başkanı ve kitabı yayına hazırlayan beyin neredeyse bir buçuk asırdır genç siyasal bilimler araştırmacısı Uğur buralardan geçmiş, yaşamış; kimisi Kaya çalışmalarının Şubat 2010’da sefasını sürmüş, kimisi cefasıyla Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü’nün sürünmüş. Ama hepsi bir biçimde CERI Merkezi’nde düzenlenen bir Türkiye’de biriktirdiklerini, yaratıcı konferanstan seçmeler olduğunun altını zekâ ve ruhlarını, emeklerini cömertçe çizdi. Kitapta yer alan 12 yazı OBTIC Paris’e sunmuşlar. Peki vazgeçtik üyesi, ikisi Fransız 7 Fransa’da yaşayan, Türkiye Akademileri’nden, Türk5’i de 4 Türkiye üniversitesi Fransız Araştırma Merkezleri’nden, araştırmacısının kaleminden çıkmıştı. AnadoluTürk Evleri’nden, bu Türkiye üzerine özgün araştırmalarıyla toplumda kalan sosyokültürel tanınan tarihçi Etienne Copeaux, tortumuzu bile büyülteçle aramanız Türkoloji profesörü Gérard Groc ve gerek. Osmanlı atalarımıza borçlu olduğumuz “Jön Türkler” veya “Türk Dr. Emel Parlar Dal ile Dr. Handan Soğuk Eskiizmirliler gibi kuvvetli” gibi biriki kavram dışında diğer veya deyiş hariç pek “namımız” PARİS katılımcılar doktora duyulmaz olmuş. İşte “OBTIC”çi öğrencileriydiler. gençler zararın neresinden dönülse Makaleler kârdır, deyip 1.5 yıldır bir kısım Türkiye’nin yakın geçmiş tortusu ve gelecekteki Ortadoğu’daki çabaları kalıcı bir iz, kuruma stratejileri, Irak, dönüştürmek amacıyla saygı değer UĞUR HÜKÜM AKP’nin Yeni bir mücadeleye girmişler. Açık Osmanlı siyaseti, adıyla “L’Observatoire de Türk ordusu ve AB, AKP, Recherche Interdisciplinaire sur la Avrupalılaşma ve Yerel Demokrasi, Turquie Contemporaine”, yaklaşık Sivil Toplum, Alevilik, şeriat, gençlerin Türkçesiyle “Çağdaş Türkiye Üzerine siyasal davranışları gibi konuları Disiplinlerarası Araştırmalar işliyordu. OBTIC Yönetim Kurulu Gözlemevi” OBTIC’i bir süre önce üyesi ve girişimin ağabeylerinden 5. ve kurucu dostlardan birinden duymuştum, 7. Paris Üniversiteleri öğretim üyesi, ama açıkçası ne yaptıklarını bioenformatik (bilişim) dalı Yrd. bilmiyordum. Türkiye’yle ilgili en fazla Profesörü Selim Eskiizmirliler ihtiyacı eser basan üç kitapevinden biri, şu sözlerle dile getiriyor: “Belki de Jön L’Harmattan’dan (diğerleri Actes Sud Türkler’den bugüne kadar Fransa’da ve Bleu Autour) iki hafta önce gelen yaşamış Türkler arasında hiçbir yeni bir çalışma sayesinde kendilerini zaman doğru dürüst bir bağlantı daha yakından tanıma olanağı doğdu. olmamış. Vazgeçtik ortalama “Dynamiques contemporains en insanımızdan, ama entelektüeller bile Turquie / Türkiye’de Çağdaş birbirlerini, ne yaptıklarını Dinamikler – Kırılmalar mı, bilmemişler. Örneğin yalnızca Fransa Devamlılıklar mı?” başlıklı, EurOrient dergisinin ayrı baskısı kitaba bir toplantı içindeki Türk aydınlar veya Türkiye üzerine araştıranlar değil, Fransa ve davetiyesi iliştirilmişti. Gittim. İyi ki de Türkiye’de aynı alanlarda gitmişim! Aralarında esas itibarıyla çalışanların önemli bir kısmının da OBTIC’i kuran genç araştırmacının Y ‘OBTIC’ [email protected] C MY B C MY B birbirleriyle ilintisi eksik, hatta yok.” Selim birkaç senedir çeşitli vesilerle toplanan genç arkadaşlarla sonunda Nisan 2009’da, isim analığını Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü’nde doktorasını hazırlayan Dilek Yankaya’nın yaptığı OBTIC’i kurduklarını anlatıyor. Merak edenlerin ayrıntısını www.obtic.org adresinde okuyabilecekleri, ilk bakışta bir sosyal ve siyasal bilimcilerin akademik buluşma noktası gibi gözüken bu kuruluş bir biçimde “Türkiye” paydasından hareketle her türlü bilimsel, kültürel faaliyet üreteni bünyesine, işbirliğine çağırıyor. Şu anda başkanlığı Kaya’nın yürüttüğü, üyeleri Ayşegül Bozan, Handan Soğuk E., Olivia Germon, Ozan Yiğitkeskin ve Dilek Y. ile Selim E.’den oluşan Yönetim Kurullu OBTIC’in Fransa ve Avrupa’nın farklı ülkelerinden 44 üyesi mevcut. OBTIC şimdilik bilimsel düşünce temelinde çeşitli Fransız ve Türk kuruluşlarla ortaklaşa toplantılar düzenlemiş. “Her türlü siyasi ve ideolojik örgütten bağımsız veya ötesinde bir haberleşme, dayanışma ağı amaçlıyoruz”, şeklinde konuşan Selim, tonlarla insanımızın geçtiği Fransa’da bıraktıklarımız, kattıklarımızın bu denli yok olup gitmiş olmasından yakınıyor. Var Sevgili Uğur, Dilek, Handan, Selim ve arkadaşları... Var sizlerden önce atılmış adımlar da var. Onları ortaya çıkartıp, gelecekle bağlantılarını kurmak, bir daha unutulmamalarını sağlamak da sizlere düşen zorlu bir görev. Unutulmaması gereken bir hususta, Fransa’nın bizlere verdikleri. Türkiye’ye, örneğin Mustafa Kemal ve yandaşlarına nurtopu gibi bir “Aydınlanma” pusulalı, “DevletMillet” motorlu “Cumhuriyet” teknesi vermiş... Vermiş vermesine ama biz acemi ellerden çıkmış tekneyi “Demokrasi” okyanusunda yüzdürmeyi pek başaramamışız. Evrene, yaşama, insana bilimsel, akılcı gözlerle bakanların içerde ve dışarda OBTIC’lerini çoğaltması zorunlu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle